Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

Kadın yöneticiler

  Kadın yöneticiler başarılı ama hassas. Yoksa onları çok mu incitiyoruz ?
  ERCİYES Üniversitesi'nde (EÜ) banka çalışanları üzerinde yapılan bir araştırma, kadın yöneticilerin erkeklere göre çalışanlarını daha iyi motive ettiklerini, daha yaratıcı ve toleranslı olduklarını ortaya koydu. Araştırma sonucuna göre, kadın yöneticilerin, erkek yöneticilere oranla daha demokratik oldukları ortaya çıktı. Erkeklerin otoriter tarzlarına karşın, kadınların insan odaklı ve destekleyici yönetim tarzları ön plana çıkıyor. Öte yandan, kadın yöneticiler kendilerine daha az güveniyorlar ve iş arkadaşlarına amirlik yapmaktan çekiniyorlar.
  Evet! Kadın yöneticiler insani ilişkiler açısından daha başarılı ama bu yüksek motivasyon onlarda yüksek stres ve panik atak da yaratabiliyor. Doğa yasaları gereği erkek; kararlı, inançlı, yenilikçi, hedefe yönelik, kendine aşırı güvenen ve hevesli kişilik özellikleri taşıyor, kadın ise esnek, toleranslı, yaratıcı, hedefe yönelik, orta seviyede kendine güvenen, hevesli ve çevresiyle baş edebilen kişilik özellikleri sergiliyor. Öyleyse ikili bir denge içinde, bu iki karşıt kutup iş, aile, arkadaşlık, araştırma gibi yaşamın her alanında, aslında birbirinin rakibi değil, doğal dengeleyicisi ve destekçisi...
  Bu denge ve destek ortamının yaratılması için kadın ve erkeğin kendi doğal rolleri hakkında yeni tanımlar yapması ve birbirini acımasızca ezmek ya da yıpratmak yerine dengelemek ve desteklemek idealini benimsemelidir. Böyle bir ideali benimsemek, bireysel gelişim uygulaması yapmak anlamına da gelir. Aslında ne kadının feminist olmaya ne de erkeğin maço davranmaya gereksinimi vardır… Doğa bu iki kutbu öyle mucizevi bir denge içinde yaratmıştır ki, her konuda olduğu gibi bu konuda da ezen-ezilen ikileminden bilinçlenerek kurtulunmadıkça, gerçek roller, gerçek huzur, mutluluk ve denge yaşanamayacaktır!...     

  Tarihsel Süreçte Kadın
  Bilinen tarih boyunca toplumların gelişme ve yükselme dönmelerinde Kadın’ın çok önemli rolleri olmuştur. Kadın özellikle barışsever, uyumlu, ılımlı ve anaç yönüyle, yapının ve düzenin koruyuculuğunu simgeler. Analık ve kadınlık özelliğini doğru kullanan dişil öğe; kabilede ana ve denge, günümüz modern toplumunda yaratıcı güç ve anne rollerini gerektiği gibi üstlenir. Aile toplumun en küçük ama en temel birimidir çünkü gelecek kuşaklar bu aile birimleri içinde büyürler. Kadın yuvasında da, işinde de yaratıcılık özelliğini; incelik, zarafet, denge, adalet ve doğrulukla sunmak ister. O evrensel görevi nedeniyle, statik olanı hareketlendirmeyi üstlenmiştir. Gizli anlamda da olsa, hareketi başlatan, erkeğe ve çocuğuna ilk ivmeyi veren güçtür. Bitip tükenmek bilmiyormuş gibi görünen istek ve arzularında da bu doğası gizlidir. Tabii ki, istek ve arzuların ortaya konuş biçimi kadının bireysel gelişmişliği ile çok yakından ilgilidir. Yapıcı ve yaratıcı rolünü kendini ve çevresini geliştirmek içinde kullanır, karşısındakini tüketmek içinde kullanır… Kadın eril-dişil dengelerin korunmasında ve devamında, Yaratıcı Gücü ve Analığı’ temsil ettiği için sevgi, şefkat, merhamet, anlayış ve birliğin de temsilcisidir.

  Kadın ve Ana Tanrıça Kültleri
  Kadının analık özelliği tarih boyunca çok çeşitli isimlerle anıldı. Antik çağda, Yunan Mitolojisindeki Zeus’u doğuran ‘Ulu Ana Rhea’ için törenler yapılır, kurbanlar kesilirdi. Anadolu mitolojisindeyse Ana tanrıça kültünün egemenliği vardı. O çağlarda Anadolu’da Ana Tanrıça Kibele Kültü, Anadolu’nun ‘Ana Tanrıçalar Diyarı’ olarak anılmasına neden oldu. Sekizinci ve altıncı bin yıllar arasında bu kült daha çok Orta-Doğuda yaygındı. Antik çağdan bu yana Ana Tanrıçaların hepsi bolluk, bereket ve üretkenliğin sembolü kabul edildi ve çok çeşitli isimler aldı. Yunan mitolojisinde önce Gaia sonra Rea, Hera, Demeter, Artemis olarak adlandırıldı. Mısır’da İsis, Babil ve Hitit’te Kibele-İştar, Hindular’da Kali ya da Parvati olarak anıldı. Mitolojik yönünü çok kısa bir göz gezdirdikten sonra kadının bilinen tarih içindeki sürecini bir göz gezdirelim...

  Tarihte Kadın
  Kadınların ilk tarım denemeleri i.Ö 6500’lü yıllarda İran, Anadolu ve Filistin’de başladı. Neolitik uygarlıklarda ananın yaratıcı daha etkindi. Saygı daha fazlaydı. Tarım altıncı bin yılda Sümerlerde sabanın bulunmasıyla başlar ve dördüncü bin yıla kadar Orta Doğu’nun tamamına yayılır. Batı’da ise Homeros öncesi dönemde İsa’dan binlerce yıl önce ortaya çıkar. Çok yorucu toprağı sürme işi erkeğin, daha az yorucu tohum atma işi kadının, hasadı kaldırma ise ikisinin ortak işidir. Bronz çağında koşum kullanma usulünün yerleşmesiyle tarım erkek işi olur. Ama kadın verimliliği etkileme ve onu bölüştürmedeki saygınlığını korur. Mısır’ın Kutsal Çifti İsis-Osiris, ilk kez üçüncü bin yılda ortaya çıkar. Osiris hem tohumların hem de suyun efendisidir. Evrensel doğurganlığın simgesi İsis’le olan evliliğiyse suyun toprakla birliğini simgeler.
  Aynı tarihlerde Babil’de tarım tanrıları erkek görünüm almaya başlar. İ.S. 1 yy.da Romalıların Galya’yı feth etmelerine kadar geçen demir çağı boyunca Kelt kadınları, Vedantalar’da yazılan ana Tanrıça Aditi’yle, Büyük Erkek Tanrıları arasında kurulan eşit düzeni yaşarlar.
  Ve tarihsel olarak bugün hala sürmekte olan ve yeni bir anlayışın, yeni bir çağın başlaması için olmazsa olmaz türünde bir değişime, eşitliğe, hakseverliğe dönüşmesi gereken Ataerkil Dönem, tunç çağında Orta-Doğu’nun her tarafında ortaya çıkar. Bu dönemdeki Olympos mitolojisinde de Zeus, başlangıçtaki Ana Tanrıça’yı tahtından indirmiş, üreme gücünü kendisine mal etmiş ve yeni bir tarihsel süreç başlamış ve devam etmektedir.

  Tarihsel Süreçte Kadın özgürlükleri
  Tarih içinde kadın özgürlükleri, kadının kendini tanıma, var etme, yapılandırma süreçleri de çok çeşitli aşamalar geçirdi. 1789 Fransız Devrimi ataerkil, baskıcı dönemin yıkılışını ifade eder ama acaba yıkılmış mıdır? 19. yy.da İtalya ve Almanya medeni nikahı öne sürdülerse de laikliğin modern devletlerin benimsediği genel bir ilke olması için 20.yy. beklemek gerekti. 10 Aralık 1948’de yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin birinci maddesi: “Bütün insanlar özgürdür ve eşit haklara sahiptir. Hepsinin aklı vardır ve aralarındaki ilişkilere kardeşlik duygusu yön vermelidir” der. A.B.D’de 1866 yılında Vyaming eyaleti kadınlara oy hakkını tanıyan ilk federe devlet oldu. Aynı dönemde Almanya ve İngiltere’de de kadınlar Amerikalı kadınlara benzer değişiklikler gerçekleştirdiler. Fransız kadınlarıysa seçme ve seçilme haklarını elde etmek için İkinci Dünya Savaşının sonunu beklediler. Türk kadını ise ilk çağdaş kadın haklarını, Atatürk devrimleriyle 1920’lerde kazandı.
  Ve günümüze yaklaştıkça kadın-erkek birlikteliğinin şimdilerde bile tam bilincine varamadığımız köklü bir değişim ve dönüşüm yaşadığını görüyoruz. Ama bu dönüşüm henüz tam istenilen sonuca varmış değil maalesef !... Anlayışlarımızın hızla değişmek zorunda kaldığı 21.yy. kadınla erkeğin birbirine karşıt değil, birbirini tamamlayan bir bütün olduğunu anlatmak isteyen bilgilerle dolu. Bu bütünsel eşitliğe katkıda bulunmak ise hepimizin insanlık görevi… Nasıl mı? Kadınıyla erkeğiyle, gelişen dünyada; ya da alanı daraltalım, hızla gelişme yolunda olan ve AB’ye hazırlanan ülkemizde gelişimin, değişimin, yeni yapılanmanın farkına varmakla, kendini tanımakla, pozitif gücümüzü harekete geçirmek ve her türlü uyumsuzluk ve mutsuzlukla mücadele etmekle…
  Tabii ki, bu noktada kadının ailenin belkemiği olması nedeniyle çok büyük bir sorumluluğu var.Kadınlar gelecek kuşakların hazırlayıcısı. Ve bu gezegenin çocuklarına, eğer değişimden yanaysalar,
“Yeni Bir Yaşam Sanatı” öğretmeyi sevinçle kabullenmeliler. Önce kendimiz değişmezsek, çocuklarımızı yeni bir anlayışla büyütebilir miyiz ? Ne dersiniz?...

  Sonuç
  Toplumun dejenerasyonun ezici baskısı altında tüm değerlerini yitirmesini arzu etmiyorsak, önce kadınlarımıza sahip çıkalım! Onların hukukunu katı kurallarla korumak yerine, kadının naif, narin aynı zamanda da güçlü yapısına daha uygun olan vicdan yasalarını kullanmamız yeterli olacaktır. Kadınlar ruhsal yasaların çok hızlı nüfuz edebileceği doğuştan esnek bir doğaya sahipler… Sevgi, şefkat, merhamet, yardımlaşma, anlayış hoşgörü gibi ruhsal yasalara uygun yaşamlar ve ortamlar içinde olmak, günümüzün ağır şartları içinde pek çok rolü bir arada üstlenmeyi göze alan kadını, panik ataklardan, sıkışma duygularından ve incinmelerden daha fazla koruyacaktır… Kadınlarımıza saygı duyalım ve onların narin yapılarını nevrozlara sürüklemeyelim… Hasta toplumlar oluşturmak istemiyorsak, toplumun yaratıcı gücü kadına hak ettiği rolü sunmanın zamanı çoktan geldi de geçiyor bile… Kadına gerekten saygıyı göstermeyen bir toplum, Atatürk’ün bir ifadesinde söylediği gibi; “Muasır Medeniyetler Seviyesine Ulaşmış Olamaz”.

Gerisi laf-ı güzaftır, göz boyamadır…

 

© Astroset 2004-2010