Kadın yöneticiler
başarılı ama hassas. Yoksa onları çok mu incitiyoruz ?
ERCİYES Üniversitesi'nde (EÜ) banka çalışanları üzerinde
yapılan bir araştırma, kadın yöneticilerin erkeklere göre
çalışanlarını daha iyi motive ettiklerini, daha yaratıcı ve
toleranslı olduklarını ortaya koydu. Araştırma sonucuna göre,
kadın yöneticilerin, erkek yöneticilere oranla daha demokratik
oldukları ortaya çıktı. Erkeklerin otoriter tarzlarına karşın,
kadınların insan odaklı ve destekleyici yönetim tarzları ön
plana çıkıyor. Öte yandan, kadın yöneticiler kendilerine daha
az güveniyorlar ve iş arkadaşlarına amirlik yapmaktan
çekiniyorlar. Evet! Kadın yöneticiler
insani ilişkiler açısından daha başarılı ama bu yüksek
motivasyon onlarda yüksek stres ve panik atak da
yaratabiliyor. Doğa yasaları gereği erkek; kararlı, inançlı,
yenilikçi, hedefe yönelik, kendine aşırı güvenen ve hevesli
kişilik özellikleri taşıyor, kadın ise esnek, toleranslı,
yaratıcı, hedefe yönelik, orta seviyede kendine güvenen,
hevesli ve çevresiyle baş edebilen kişilik özellikleri
sergiliyor. Öyleyse ikili bir denge içinde, bu iki karşıt kutup
iş, aile, arkadaşlık, araştırma gibi yaşamın her alanında,
aslında birbirinin rakibi değil, doğal dengeleyicisi ve
destekçisi... Bu denge ve destek
ortamının yaratılması için kadın ve erkeğin kendi doğal
rolleri hakkında yeni tanımlar yapması ve birbirini acımasızca
ezmek ya da yıpratmak yerine
dengelemek ve desteklemek idealini benimsemelidir. Böyle bir
ideali benimsemek, bireysel gelişim uygulaması yapmak anlamına
da gelir. Aslında ne kadının feminist olmaya ne de erkeğin
maço davranmaya gereksinimi vardır… Doğa bu iki kutbu öyle
mucizevi bir denge içinde yaratmıştır ki, her konuda olduğu
gibi bu konuda da ezen-ezilen ikileminden bilinçlenerek
kurtulunmadıkça, gerçek roller,
gerçek huzur, mutluluk ve denge
yaşanamayacaktır!...
Tarihsel
Süreçte Kadın
Bilinen tarih boyunca
toplumların gelişme ve yükselme dönmelerinde Kadın’ın çok önemli
rolleri olmuştur. Kadın özellikle barışsever, uyumlu, ılımlı
ve anaç yönüyle, yapının ve düzenin koruyuculuğunu simgeler.
Analık ve kadınlık özelliğini doğru kullanan dişil
öğe; kabilede ana ve denge,
günümüz modern toplumunda yaratıcı güç ve anne rollerini
gerektiği gibi üstlenir. Aile toplumun en küçük ama en temel
birimidir çünkü gelecek kuşaklar bu aile birimleri içinde
büyürler. Kadın yuvasında da, işinde de yaratıcılık
özelliğini; incelik, zarafet,
denge, adalet ve doğrulukla sunmak ister. O evrensel görevi
nedeniyle, statik olanı hareketlendirmeyi üstlenmiştir. Gizli
anlamda da olsa, hareketi başlatan, erkeğe ve çocuğuna ilk
ivmeyi veren güçtür. Bitip tükenmek bilmiyormuş gibi görünen
istek ve arzularında da bu doğası gizlidir. Tabii ki, istek ve
arzuların ortaya konuş biçimi kadının bireysel gelişmişliği
ile çok yakından ilgilidir. Yapıcı ve yaratıcı rolünü kendini
ve çevresini geliştirmek içinde kullanır, karşısındakini
tüketmek içinde kullanır… Kadın eril-dişil dengelerin
korunmasında ve devamında,
‘Yaratıcı
Gücü ve Analığı’ temsil ettiği
için sevgi, şefkat, merhamet, anlayış ve birliğin de
temsilcisidir.
Kadın ve
Ana Tanrıça Kültleri Kadının analık özelliği
tarih boyunca çok çeşitli isimlerle anıldı. Antik çağda, Yunan
Mitolojisindeki Zeus’u doğuran
‘Ulu Ana Rhea’ için törenler
yapılır, kurbanlar kesilirdi. Anadolu mitolojisindeyse Ana
tanrıça kültünün egemenliği vardı. O çağlarda Anadolu’da Ana
Tanrıça Kibele Kültü, Anadolu’nun
‘Ana Tanrıçalar Diyarı’ olarak anılmasına neden oldu.
Sekizinci ve altıncı bin yıllar
arasında bu kült daha çok Orta-Doğuda yaygındı. Antik çağdan bu
yana Ana Tanrıçaların hepsi bolluk, bereket ve üretkenliğin
sembolü kabul edildi ve çok çeşitli isimler aldı. Yunan
mitolojisinde önce Gaia sonra
Rea, Hera,
Demeter,
Artemis olarak adlandırıldı. Mısır’da
İsis, Babil
ve Hitit’te Kibele-İştar,
Hindular’da
Kali ya
da Parvati olarak anıldı.
Mitolojik yönünü çok kısa bir göz gezdirdikten sonra kadının
bilinen tarih içindeki sürecini bir göz gezdirelim...
Tarihte
Kadın
Kadınların ilk tarım
denemeleri i.Ö 6500’lü yıllarda İran, Anadolu ve Filistin’de
başladı. Neolitik uygarlıklarda ananın yaratıcı daha etkindi.
Saygı daha fazlaydı. Tarım altıncı bin
yılda Sümerlerde sabanın
bulunmasıyla başlar ve dördüncü bin yıla
kadar Orta Doğu’nun tamamına yayılır. Batı’da ise Homeros
öncesi dönemde İsa’dan binlerce yıl önce ortaya çıkar. Çok
yorucu toprağı sürme işi erkeğin, daha az yorucu tohum atma
işi kadının, hasadı kaldırma ise ikisinin ortak işidir. Bronz
çağında koşum kullanma usulünün yerleşmesiyle tarım erkek işi
olur. Ama kadın verimliliği etkileme ve onu bölüştürmedeki
saygınlığını korur. Mısır’ın Kutsal Çifti
İsis-Osiris, ilk kez üçüncü
bin yılda ortaya çıkar.
Osiris hem tohumların hem de suyun
efendisidir. Evrensel doğurganlığın simgesi
İsis’le olan evliliğiyse suyun
toprakla birliğini simgeler. Aynı tarihlerde
Babil’de tarım tanrıları erkek
görünüm almaya başlar. İ.S. 1 yy.da
Romalıların Galya’yı
feth etmelerine kadar geçen demir çağı boyunca
Kelt kadınları,
Vedantalar’da yazılan ana Tanrıça
Aditi’yle, Büyük Erkek Tanrıları
arasında kurulan eşit düzeni yaşarlar. Ve tarihsel olarak bugün
hala sürmekte olan ve yeni bir anlayışın, yeni bir çağın
başlaması için olmazsa olmaz türünde bir değişime, eşitliğe,
hakseverliğe dönüşmesi gereken Ataerkil Dönem,
tunç çağında Orta-Doğu’nun her
tarafında ortaya çıkar. Bu dönemdeki
Olympos mitolojisinde de Zeus,
başlangıçtaki Ana Tanrıça’yı tahtından indirmiş, üreme gücünü
kendisine mal etmiş ve yeni bir
tarihsel süreç başlamış ve
devam etmektedir.
Tarihsel Süreçte
Kadın özgürlükleri
Tarih içinde kadın
özgürlükleri, kadının kendini tanıma, var
etme, yapılandırma süreçleri de çok çeşitli aşamalar
geçirdi. 1789 Fransız Devrimi ataerkil, baskıcı dönemin
yıkılışını ifade eder ama acaba yıkılmış mıdır? 19. yy.da
İtalya ve Almanya medeni nikahı öne sürdülerse de laikliğin
modern devletlerin benimsediği genel bir ilke olması için
20.yy. beklemek gerekti. 10 Aralık 1948’de yayınlanan İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi’nin birinci maddesi:
“Bütün insanlar özgürdür ve eşit haklara sahiptir. Hepsinin
aklı vardır ve aralarındaki ilişkilere kardeşlik duygusu yön
vermelidir” der. A.B.D’de 1866
yılında Vyaming eyaleti kadınlara
oy hakkını tanıyan ilk federe devlet oldu. Aynı dönemde
Almanya ve İngiltere’de de kadınlar Amerikalı kadınlara benzer
değişiklikler gerçekleştirdiler. Fransız kadınlarıysa seçme ve
seçilme haklarını elde etmek için İkinci Dünya Savaşının
sonunu beklediler. Türk kadını ise ilk çağdaş kadın haklarını,
Atatürk devrimleriyle 1920’lerde kazandı.
Ve günümüze yaklaştıkça
kadın-erkek birlikteliğinin şimdilerde bile tam bilincine
varamadığımız köklü bir değişim ve dönüşüm yaşadığını
görüyoruz. Ama bu dönüşüm henüz tam istenilen sonuca varmış
değil maalesef !... Anlayışlarımızın hızla değişmek zorunda
kaldığı 21.yy. kadınla erkeğin birbirine karşıt değil,
birbirini tamamlayan bir bütün olduğunu anlatmak isteyen
bilgilerle dolu. Bu bütünsel eşitliğe katkıda bulunmak ise
hepimizin insanlık görevi… Nasıl mı? Kadınıyla erkeğiyle,
gelişen dünyada; ya da alanı
daraltalım, hızla gelişme yolunda olan ve AB’ye hazırlanan
ülkemizde gelişimin, değişimin, yeni yapılanmanın
farkına varmakla, kendini
tanımakla, pozitif gücümüzü harekete geçirmek ve her türlü
uyumsuzluk ve mutsuzlukla mücadele etmekle… Tabii
ki, bu noktada kadının ailenin belkemiği olması nedeniyle çok
büyük bir sorumluluğu var.Kadınlar gelecek kuşakların
hazırlayıcısı. Ve bu gezegenin çocuklarına, eğer değişimden
yanaysalar,
“Yeni Bir Yaşam Sanatı”
öğretmeyi sevinçle kabullenmeliler. Önce kendimiz değişmezsek,
çocuklarımızı yeni bir anlayışla büyütebilir miyiz ? Ne
dersiniz?...
Sonuç Toplumun dejenerasyonun
ezici baskısı altında tüm değerlerini yitirmesini arzu
etmiyorsak, önce kadınlarımıza sahip çıkalım! Onların hukukunu
katı kurallarla korumak yerine, kadının
naif, narin aynı zamanda da güçlü yapısına daha uygun
olan vicdan yasalarını kullanmamız yeterli olacaktır. Kadınlar
ruhsal yasaların çok hızlı nüfuz edebileceği doğuştan esnek
bir doğaya sahipler… Sevgi, şefkat, merhamet, yardımlaşma,
anlayış hoşgörü gibi ruhsal yasalara uygun yaşamlar ve
ortamlar içinde olmak, günümüzün ağır şartları içinde pek çok
rolü bir arada üstlenmeyi göze
alan kadını, panik ataklardan, sıkışma duygularından ve
incinmelerden daha fazla koruyacaktır… Kadınlarımıza saygı
duyalım ve onların narin yapılarını nevrozlara sürüklemeyelim…
Hasta toplumlar oluşturmak istemiyorsak, toplumun yaratıcı
gücü kadına hak ettiği rolü sunmanın zamanı çoktan geldi de
geçiyor bile… Kadına gerekten
saygıyı göstermeyen bir toplum, Atatürk’ün bir ifadesinde
söylediği gibi; “Muasır Medeniyetler Seviyesine Ulaşmış
Olamaz”.
Gerisi laf-ı güzaftır,
göz boyamadır…
|