Makale

WWW.ASTROSET.COM

DÜNYAYA KUYRUKLU YILDIZ ÇARPARSA? 

  Ünlü dünya tarihçisi Zecharia Sitchin’in 12 GEZEGEN ve diğer kitaplarıyla ortaya attığı, 2012:MARDUK’LA RANDEVU adlı kitabıyla, gazeteci-yazar Burak Eldem’in ülkemizde devamını getirdiği; Dünyaya çarpması muhtemel olan gezegen Marduk konusu güncelleşmeden önceleri de dünyaya olası çarpmalara dair bilgiler vardı. Astrolog Gürgün diyor ki, "17.Temmuz.1994, Pazar günü saat 23.15’te Jüpiter’e çarpan Shoemaker kuyruklu yıldızı tam 10 yıl önce büyük bir değişimi zaten başlattı. Astrolojik açıdan Jüpiter’e çarpan Shoemaker Kuyruklu Yıldızı yeni bir değişimin ilk habercisi sayılabilir. Ve bu değişim hepimizin de izlediği gibi artan bir hızla devam ediyor.Önümüzdeki yıllarda bizi her yönden saracak ve sarsacak değişim fırtınalarına şimdiden psikolojik olarak hazırlanırsak, değişimi ev taşımak, ofis değiştirmek gibi sevinçle kabul edebilir hale gelebiliriz. Tabii ki böyle zorlu dönemlerde kendimize ait bazı temel bilgilere ve gerçek ihtiyaçlarımızın neler olduğunu saptamaya ihtiyacımız vardır."
 
Şimdi bir başka soruyu astronomi bilgilerine dayanarak sorabiliriz. Gezegenimiz sürekli bir göktaşı yağmuru yaşıyor. Nasıl tanımlanamayan bir düzen var ki; bunların yıkıcı olabilecekleri bize değmeden geçip gidiyor! Bilim adamlarının buna verdiği yanıt ise oldukça basit. "ŞANSLIYIZ !"

“Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.”

  Peki ama ‘Ya Marduk’tan önce gezegene bir göktaşı çarparsa halimiz ne olur?’ Bu konuyu bilimsel bir temele oturmak için biraz astronomi bilgilerimizi tazelemekte yarar görüyoruz.

  MAKRO VE MİKRO KOZMOS
  Son 100 yıl içinde çok büyük aşamalar kaydeden bilimsel çalışmalarla hem atom, hem de galaksiler ve yıldızlar hakkındaki bilgilerimiz oldukça arttı.
 
Makro kozmos deyince aklımıza; güneş, yıldızlar, uzak yıldız bulutları ve evrenimizin en dış sınırları gelmektedir. Mikro kozmos ise gözle görülemeyen evrendir. Makro kozmos kavramı bizi, bilimsel gelişmelere uygun olarak, her gün alışık olduğumuz cisimlerden ve düşünce anlayışlarından sıyırıp, yavaş yavaş açılan yeni ufuklara doğru götürüyor.   İnsanoğlu, uygarlığının ilk çağlarında evreni sadece dünyamız zannediyordu. Ve yer küresinin, kendini çevreleyen okyanus  üzerinde bulunan geniş düz bir disk olduğuna inanıyordu. Bu yerkürenin altı, düşünebildiği kadar sudan, üstü de Tanrıların meskeni olarak kabul edilen gökyüzünden meydana gelmişti. Dünyanın çok büyük bir küre şeklinde olduğu anlaşılınca, uzunca bir süre bir kürenin üstünde düşmeden nasıl durduğumuz tartışıldı ???

  ASTRONOMİNİN GELİŞİM SÜRECİ
  Kadim uygarlıkların pek çoğunda; örn: Aztek, İnka, Maya, Mısır, Sümer gibi uygarlıklarda astronomi  elde ettiği veriler açısından bugünkünden çok daha ilerideydi. Özellikle Afrika’daki yerli bir kabile olan Dogon’ların günümüz biliminin buluşlarıyla birebir örtüşen bilgilerini ve Sirius gezegeni hakkındaki oldukça doğru açıklamaları, nereden, nasıl ve ne zaman edindiklerini, o ilkel görüntü içinde bu denli yüksek bir astronomiye nasıl sahip oldukları asla anlaşılmış değildir!…
  Bir bilim dalı olarak astronomi bilinen tarihimizden günümüze kadar geçen süre içinde büyük aşamalar kaydetti. Astroloji, metafizik ve parapsikoloji gibi meta (öte-aşkın) konulara ilgi duyan kişilerin belli bir oranda astronomiyle ilgilenmeleri ve genel geçer bazı temel bilgilere sahip olmaları, onların bu konularda ayaklarını yere basmalarına, bilimin sağlam temelli verilerinden de destek almalarına neden olacağı için çok gereklidir…
  Geçen yüzyılda, İngiliz astronomu William Herschel, kendi yapmış olduğu teleskopu ile yıldızlı göğü seyrederken, çıplak gözümüzle göremediğimiz birçok yıldızların Samanyolu adı ile anılan ve gökyüzünü baştan başa kesen bir tarzda ışıldayan bir kuşak içinde bulundukları gerçeğiyle karşılaştı.
  Astronomi bilimi, saman yolunun bildiğimiz bir nebülöz veya uzayda enine yayılan gaz bulutlarından bir kuşak olmayıp çok sayıdaki fakat çok uzak olmaları nedeniyle pek donuk gözüken ve gözle ayrı ayrı görünmeyen yıldızlardan meydana geldiği gerçeğinin ortaya çıkmasına ona borçludur.

  Astronomide saniyede 300.000 km. hız ile yol alan ışık gidiş zamanını bildirerek uzaklıkların ölçülmesini mümkün kılmıştır. Işık dünya etrafında 17 saniyede dönebilecek, aydan bize gelmesi bir saniyeden biraz fazla bir zaman alacak, güneşten bize 8 dakikada gelebilecektir. En yakın kozmik komşumuz olan 61 Signiden, ışık, dünyamıza tahminen 11 yılda gelir. Kozmik bir afet sonucu 61 Signinin ışığı kaybolsa veya yıldızlarda sık sık olduğu gibi ani alevli bir patlama olsa, yıldızlararası uzayda büyük bir hız ile ilerleyen bu patlamanın alevini görebilmemiz için veya bir yıldızın ölümünün son haberini alabilmemiz için en az 11 uzun yıl beklememiz gerekecektir. Böylece, güneşimizin de önemsiz bir üyesi olduğu yıldızlar evreni, uzayda, Samanyolu düzlemi içinde pek geniş ve fakat ona dikey yönde oldukça dar olan bir yer kaplamış olur. Yeni nesil astronomlarının daha etraflı etütleri, bizim yıldız sistemimizin aşağı-yukarı 40.000.000.000 kadar tek yıldızı içine aldığını ve bunların takriben 100.000 ışık yıllık bir yarı çapta ve 5000 ile 10.000 ışık yıllık bir kalınlıktaki alana yayıldıkları sonucunu ortaya çıkardı. Bu incelemelerin bir sonucu da,  insanların gurur ve azametine indirilen bir şamar gibi,  güneşimizin bu büyük yıldızlar topluluğunun ortasında olmayıp, bunun dış kenarına oldukça yakın bir yerde bulunduğunun bilinmesi oldu.
 
 Galaktik sistemi meydana getiren büyük yıldızlar sürüsünün en karakteristik özelliklerinden biri de, bizim gezegenler sistemimizde olduğu şekilde, dönen hızlı bir hareket halinde olmasıdır. Tıpkı, güneş etrafında hemen hemen bir daire yörünge üzerinde dönen, Venüs, Dünya, Jüpiter ve diğer gezegenler gibi, saman yolunu teşkil  eden milyarlarca yıldız da galaktik merkez olarak bilinen bir merkez etrafında döner.
 
 Galaktik merkez etrafında güneşin tam bir hareketi tamamlaması için geçecek zaman ise 200 milyon yıl kadardır. Bu tabiatıyla çok uzun bir zamandır. Fakat yıldızlar sistemimizin 3 milyar yıllık olduğunu hatırlayarak güneşimizin gezegenler ailesiyle birlikte bütün ömrü boyunca şimdiye kadar ancak yirmi kadar tam devir tamamladığını buluruz. Dünyamıza ait bir yılın tarifine uyarak güneşin bir tam devrine ‘bir güneş yılı’ dersek, evrenimizin ancak 20 yaşında olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekten de yıldızlar dünyasında olaylar pek ağır seyretmektedir ve bir güneş yılı evren tarihinde zaman ölçümü için pek uygun bir birimdir.

  EVRENİMİZ SONSUZ MU?
  Galaksimiz evrenin çok geniş olan uzayında yüzen biricik yıldızlar topluluğu değildir. Teleskoplarla yapılan çeşitli araştırmalar, uzayın çok uzaklarında bizim güneşimizin de üyesi bulunduğu yıldız grubuna benzeyen, daha birçok yıldız gruplarının varlığını ortaya koymuştur. Bunlardan en yakın olanı ünlü Nebula andromeda çıplak gözle bile görülebilir. Bu bize ufak, donuk ve oldukça uzunluğuna çekik bir bulut gibi gözükür.
 
Mt. Wilson Gözlemevinin büyük teleskopu ile çekilen böyle iki yıldızın fotoğrafları gösterilmiştir. Bu fotoğraflarda gösterilen iki yıldız: Nebula Coma Berenices, yandan görünen ve Nebula Ursus   Major, tepeden görünendir. Burada galaksimize atfettiğimiz karakteristik mercek şeklinden başka, bu nebulanın tipik bir spiral yapıda olduğunu görüyoruz. Bu sebeple buna, “Spiral Nebula” denilmektedir. Bizim bulunduğumuz sistemin yıldızlar yapısının da spirali andırdığına dair birçok deliller varsa da, kendimiz de bunun içinde bulunduğumuz için bu yapının şeklinin belirtilmesi pek güçtür. Aslında güneşimizin ‘samanyolunun büyük Nebula’sının kollarının en ucunda olması pek kuvvetle muhtemeldir.
 
Astronomlar uzun zamanlar, spiral nebulaların, bizim samanyolumuz gibi büyük yıldızlar sistemi olduklarını anlayamadılar ve bunları bizim galaksimiz içinde yıldızlar arasında uçuşan geniş toz bulutları gibi, Orionis burcundaki dağınık nebulalar ile karıştırdılar. Fakat daha sonraları bu sisli spiral şeklindeki cisimlerin sis olmadıkları ve pek kuvvetli bir büyüteçle bakınca ufak noktalar halinde gözüken ayrı ayrı yıldızlardan yapılı oldukları bulundu. Fakat bunlar o kadar uzaktadırlar ki hiçbir paralaktik ölçme, bunların hakiki uzaklıklarını gösteremez.
  Çoğunu Mt. Wilson Gözlemevinin ünlü galaksi gözcüsü Dr. E. Hubble’a borçlu olduğumuz uzak yıldız topluluklarının daha derin incelemeleri, çok ilgi çekici ve çok önemli birçok gerçekleri ortaya koymuştur. her şeyden önce çıplak göze nazaran iyi bir teleskopla, daha fazla sayıda gözüken galaksilerin hepsinin mutlaka spiral şekilde olmalarının gerekmediğini ve değişik tiplerde olabileceğini meydana çıkarmıştır.

  GALAKSİLERİN SAYISINI SAPTAMAK MÜMKÜN MÜ?
  Böyle bir sayım işi gerçekten Dr. Hubble tarafından yapılmıştır. Dr. Hubble, galaksilerin sayısının, uzaklığın kübünden daha az bir oranda arttığını, böylece de bunun pozitif bir eğriliği gösterdiğini ve uzayın sonluluğunu buldu. Belirtmek gerekir ki, evrenimizde bir sonluluk olsa da bu bizim için yine sonsuz sayılabilecek bir uzaklığı işaret etmektedir. Ters orantı kanununa göre çok uzak galaksilerin mesafelerinin gözüken parlaklıklara göre tespit edilmiş olması; bütün galaksilerin ortalama aynı parlaklığa sahip olduğunu öncül olarak kabul etmek demektir ki, parlaklık dereceleri zaman ile değişiyorsa yani parlaklıklar galaksilerin yaşlarını gösteriyorsa,bu saptama bizi yanlış sonuçlara götürür.Gerçekten Mt. Wilson teleskopu ile görülebilen en uzak galaksiler 500.000.000 ışık yılı uzaktadırlar ve bu sebeple bizim tarafımızdan ancak 500.000.000 yıl önceki halleri ile görülebilmektedirler. Galaksiler yaşlandıkça daha sönük oluyorlarsa (belki de bir takım üye yıldızların ölmesi ile aktif yıldız sayılarının azalmasından dolayı) Hubble’ın ulaşmış olduğu sonuç değişir.Galaktik parlaklıkta 500.000.000 yılda meydana gelen yüzde bakımından pek ufak bir değişiklik evren hakkındaki son kararlarımızı sürekli yeniler…

  DEĞİŞEN EVREN
  Evreni bir bütün olarak düşünürsek, hemen onun zamanla ne gibi değişmelere uğradığı hakkında pek önemli sorularla karşılaşırız. Acaba şimdi gördüğümüz şekli ile evrenin daima var olduğunu ve bundan sonra da daima var olacağını mı yoksa farklı gelişme basamaklarından geçerek değişikliğe uğradığını mı kabul edelim?Bu soruyu birbirinden farklı birçok bilim kollarından derlenen ve deneylere dayanan gerçekler ışığı altında incelersek oldukça keskin bir sonuca ulaşırız. Gerçekten evrenimiz yavaş yavaş değişmektedir. Uzak geçmişteki, bugünkü ve uzak gelecekteki durumları varlığının birbirinden çok farklı üç ayrı şekildir. Başka başka bilim  kollarından derlenen birçok gerçekler, evrenimizin belirli bir başlangıcı olduğunu ve yavaş yavaş gelişme yolu ile bugünkü durumuna ulaştığını göstermektedir. Gezegenler sistemimizin yaşı birkaç milyar yıl olarak tahmin edilmektedir. Bu rakam başka başka yönlerden yapılan, birbiri ile ilgisi olmayan deneyimler sonucunda hep aynı şekilde çıkmıştır. Genel olarak, yıldızların hareketlerinin ve özel olarak da ikili ve üçlü burç sistemlerinin ve hatta pek karışık yıldızlar grubu olarak bilinen galaktik yıldız gruplarının rölatif (izafi) hareketlerinin incelenmesi, astronomları, yıldızların bu düzenli yerlerini alışının, söylenilen zaman süresinden daha önceleri olmadığı kanaatine vardırmıştır.

   Bir bilim dalı olarak astronomiye bu kısacık bakış bile dünyamız ve dünyamızın evren içindeki yeri hakkında bazı ipuçları verebiliyor.Koskoca bir evrende minicik bir toz zerresine benzeyen bir dünya ve üzerinde yaşayan bizler. Astronomik veriler şu kısacık ömürde pek çok şeyi ne kadarda gereksiz büyütüp, abarttığımızı daha iyi gösteriyor değil mi? Kişisel sorunlarımız çok büyüdüğünde gözlerimizi gökyüzüne çevirip milyarlarca gezegen arasında, minicik bir dünyada her şeyi nasıl da abarttığımızı hissetmek, bize yeni algı kapıları açar ve farkındalığımızı genişletir.

 

© Astroset 2004-2010