Yeni bir dönemin eşiğinde kendimizi
yenilemek ve değişimlere uyum sağlayabilmek için yeni
bilgilere hepimizin ihtiyacı var. Eskiyi tekrarlayan
ezberlenmiş kalıplar içinde yaşayanların değişimlere
direneceği ortadadır. Bu yeni dönemde birey olmanın tanımı
daha da öne çıkıyor. Evlilik, aile iş, sosyal ve
toplumsal alanlarda bu yenilenmelerin hızla
gerçekleştiğine hepimiz tanık olmaktayız. Yaşadığımız
bu günlerde yeni bireyi oluşturmanın yeni bir toplum
anlamına geldiğini fark etmekteyiz.
Değerlerimizi kaybetmeden oluşturmamız gereken bireyin
tanımını yapmak istiyoruz...
Bugün hepimizin hayatta aradığımız ve eskiden bu yana
tartışmaları sürüp gelen mutluluk üzerinde
konuşacağız. Hastalık, parasızlık ya da olumsuz yaşam
koşulları nedeniyle zorluklar yaşayan insanların
dışında yaşamaya yetecek kadar maddi gelirleri olan,
yaşamdan tat alabilecek denli sıhhatleri olan
insanların hayatlarını karıştıran, sıkıntıya sokan
mutsuzlukları üzerinde duracağız.
Bir tatil günün yaşanan tartışmalar nedeniyle zehir
olması, birlikteliğin o güzel tadını taşıyan akşam
yemeklerinin tadını kaçıran kavgalar, birbirlerini seven
insanlar arasında yaşanan sitemler, serzenişler ve
gözyaşları, incir çekirdeğini doldurmayacak
konulardaki tartışmalar, husumetler, dargınlıklar ve hatta
mezarda bile devam eden yankıları, ebeveynlerinin
kendilerini anlamadıklarından şikayet eden gençler
yada çocuklarına söz dinletemediklerinden yakınan
ebeveynler, şüpheler, endişeler içinde sıkışan
tedirgin kadınlar anlayış bekleyen yorgun erkekler ve tüm bu
sıkışmalar içinde ziyan olup giden
hayatlar.
Günümüzde başarı kavramı
Günümüz dünyasında küçük yaştan itibaren gençlerimizi
başarı odaklı yetiştirmek bir anlayış haline geldi.
Başarıyı istemek elbette kötü bir şey değil ancak
başarının tanımları konusunda ciddi sıkıntılar var. Başarı
konusunda ilk sırada gelen değerler arasında para, ün,
gösteriş ve diğer insanları gölgede bırakmak gelmeye
başladı. Öte yandan başarının peşinden koşmanın adeta
insan olmak için ödev olduğu anlayışı yüzünden sürekli bir
yarış ve gerilim ortamında kalıyoruz. Böylece artan
başarı motivasyonu ile birlikte kişinin hayatı
mutluluk vermeyecek kadar yoğun ve tedirgin olmaya
başlıyor. Fazla heyecan dolu bir hayat yorucu bir hayattır ve
böyle yaşamda etkilenmenin olabilmesi için daima
giderek artan dozlarda hazlar gerekmektedir. Oysa
sonunda bakıldığında başarı peşinden koşulmuş bu
yorucu tempoda gelinen hiçbir yer yoktur. Geçici başarılar ve
elde edilen geçici hazlardan sonra geride bir şey
kalmamıştır. Oysa büyük başarılar devamlı çalışmalar
ve konsantrasyonla elde edilir. Ve bu türden bir
başarı için tamda aksine sakin bir hayat
gerekmektedir.
Başarmak mutluluk verir ama...
Başarmak elbette mutluluk
getirecektir ancak bizim için gerçek başarının ne
olduğu konusunda çok derin düşünmemizde fayda var. Yoksa
dışardan pompalanan bir başarı tanımının bizi bir yere
ulaştırmayacağı çok açık. Gerçekten arzu ettiğimiz şey
nedir? Bunun keşfedilmesi çok uzun zamanlar alabilir.
Ve bu arzumuzu elde etmek ağır bir süreci
gerektirebilir. Mutluluk belki de
temelinde gerçek arzumuzun ne olduğunu keşfetmek için
çıktığımız bu yolculuğun içindedir. Bu
yolculuk sırasında elde edilmesi imkansız olan şeyleri
bir tarafa bırakabilmek için farkındalığımızın gayet
açık bir şeklide çalışıyor olması da gerekmektedir.
Yani istediklerimizin bazılarını elde edemeyeceğimizi
kabul etmek bilgece bir davranış olacaktır. Ama gerçek
anlamda bize doyum ve mutluluk verecek bir yaşamı yaşamak için
bize gerekmeyen kimi şeyleri feda etmek de gerekir.
Kendimizi tanımlarken sahip olduklarımızı, dünyanın
bize verdiği, kattığı şeyleri de hesaba alıyoruz. Oysa
bu yaşama geldiğimizde hiçbir şeye sahip değildik ve bu
yaşamdan giderken de yaşadıklarımızın bizde bilincimizde
yarattığı kayıtlardan başka bir şeyle de gidecek
değiliz.
Dünya Malı Dünyada Kalır
Eskiden beri söylenegelen bir söz değil midir dünya
malı dünyada kalır denir. O halde dünyanın sahip
olunacak bir şey olmadığını sadece kendimizle ilgili
varoluşumuz için gerekli bir arena olduğunu, dünya
tiyatrosunda kendi rolümüzü oynadığımızı bilincimizde
ilk sıraya yerleştirmekle işe başlayabilir, bu konuda
başarılı olmanın yollarını arayabiliriz.
Kavramsal olarak kulağa yakın gelse de pratik yaşamda
hiç de kolay gerçekleştirilemeyecek bir başarıdır bu.
Öyle ya o kadar çok şeye bağlamışız ki kendimizi farkında
olmadan onlar olmadan yaşamanın ne demek olduğunu bile
bilmiyoruz. Hep bir şeylere ait olma duygusu içinde
yapmışız bunları. Maddi nesnelerin yanı sıra dünyada
bizim yarattığımız insani icatların bile kölesi haline
gelmişiz. Cemiyetler, topluluklar ve hatta spor klüpleri
bunlardan sadece birkaçı. Gördünüz mü düşündükçe
aslında başarılması ne kadar zor bir şeyle karşı
karşıya olduğumuzu fark ediyoruz. Bunlar olmasın
demiyorum sadece kendimizi tanımlarken kullandığımız bu
roller, bu elbiselerle bütünleşmişiz fark etmeden.
Mutlulukta bizim değil bu elbiselerin mutluluğu
zaten.
Mutluluk için ön şart!
Mutluluk için ön şart düşüncelerimizi yönetmek yani
doğru düşünmekten geçiyor. Peki hepimizin
gerçekleştirmek isteyeceği bu doğru düşünmeye nasıl
ulaşacağız?
İnsanın kendini tanımak ve araştırmak için uygulamalar
yapması, kendi içine bakması olağan bir şey değildir.
Kendi kendine soru sorması ise yepyeni bir şeydir. Yeni
insan tanımına girer. Eskiden sadece özel ruhsal
eğitim alan insanlar kendilerine soru sormayı bilirdi.
İnsan buna alışmamıştır, tam tersine herkesin genel
olarak söylediklerini tekrar etmeye alışmışızdır. Her
birimiz beğenilmeyi, kabul edilmeyi başkasında ararız. Yani
hiç değişmeden bizi her halimizle kabul etsinler,
beğensinler, sevsinler, hep biz haklı olalım
isteriz...
Doğru düşünmek için hayli idman yapmamız gerekir.
Olaylar hakkında isyan etmek yada hiç düşünmemek çözüm
değildir. Düşünmek tartmak demektir, düşünmekten kaçan kimse
olayları incelemenin ve objektif sonuçlar çıkararak
gelişmenin tadına varamaz. Çevremizdeki birçok kişi
yorumlarıyla bizi korkutur. Bizde korkunun olmadığı
bir şeyler duymak isteriz. Oysa korkunun olmadığı bir
düşünce tarzına kendimizin ulaşması
gerekmektedir.
Dünyamızı düşüncelerimizle yaratıyoruz
Doğduğumuz günden bu yana düşünceler yoluyla
tanımlanmış bir dünyaya geliyoruz. Ve bu tanımlar
vasıtasıyla
öğreniyoruz. Ancak bir süre sonra yaşımız ilerledikçe
sadece bu tanımların içine sığan bir yaşantımız
oluyor, soru sormayı, neden-niçin-nasıl demeyi
unutuyor ve kendimizi tekrarlamaya başlıyoruz. Oysa
öğrenmenin sürekli olması için yeni düşünce biçimlerine ve
uygulanabilir gerçekçi tanımlara ihtiyacımız var.
Kurallara, objelere, izlenimlere ihtiyaç duyan şey
düşüncedir. Yenilmemiş bir korku, insanın kendisini
tanıması ve hareketlerini fark etmesi açısından en büyük
engeldir.
Kendimizde yeni bir insan oluşturmak istiyorsak
öncelikle yaşam-evren-insan hakkındaki düşüncelerimizi
yeniden gözden geçirmeliyiz.
Düşüncelerimize çeki düzen vermek demek onları başıboş
bırakmamak demektir. İyi düşünmek kendiliğinden ortaya
çıkan bir şey değildir. Kendinizi başıboş
bırakırsanız sizden başka bir şeye, tamamen sizin dışınızdaki
bir şeye kapılıyorsunuz demektir. İnsan kendi
düşüncelerini yönetmeyi bilmediği takdirde hatalı
tarzda düşünecek, hatalı eylemlerde bulunacaktır.
Doğru düşünmekle o olay karşısında gerektiği gibi
düşünmek arasında bu yüzden yakınlık vardır. Buna
pozitif düşünce denir. Yani bir olay karşısında
yapabileceğinizin en iyisini kendi kapasiteniz kadar
yapıyorsanız siz hem doğru düşünüyor hem de pozitif
davranıyorsunuz demektir. İnsan doğru düşünme konusunda
kendisine karşı istekli olmalıdır. Değişikliğin kendi
düşüncelerine göre olacağını bilen insan doğru
insandır. Hiç kimse doğuştan doğru olarak düşünemez.
Kendi çabalarıyla öğrenir, kendini eğitir.
Düşüncelerimizi kontrol
edebiliriz
Bedenimizi
hareketlerimizi bir hastalık söz konu değilse nasıl kontrol
edebiliyorsak düşüncelerimizi de aynı şekilde kontrol
edebilmeliyiz. Oysa pratikte bu pek de böyle
olmamaktadır. Bir hayal kırıklığını, bir küçük düşme
durumunu, huzursuzluğu, pişmanlığı zihnimizden kovmak hiç de
kolay bir iş değildir. Bunların bize bir şey
kazandırmadığını görsek bile düşünce süreci işler
durur. Oysa düşüncelerin kendi eserimiz olduğunu fark
etmemiz bu sürecin akışını durduracaktır. Düşünce kendi
içimizdedir ve bizim varlığımız olmadan onun kendi başına
hayatı yoktur. Onu şekillendiren var eden bizleriz,
eğer ona şekil vermek istemezsek dağılacaktır.
Unutmayın o düşünceyi var olarak kabul eden biziz.
Bunu kavrayabilirsek can sıkıcı işe yaramayan
düşüncelerimizi bir lambayı kapatıyormuşçasına
kapatabiliriz. Yani o düşünceyi bir lamba düğmesi
çevirir gibi değiştirebiliriz, o konudan uzaklaşabiliriz.
Konsantrasyonumuzu bize daha yararlı bir konuya
çevirebiliriz...
Duyular yoluyla elde ettiğimiz bilgiler düşünceler ile
anlam kazanmakta ve tanımlanmaktadır. Düşünme
fonksiyonumuz hayatı daha verimli ve anlamlı kılmaya
yarayacağı yerde bir süre sonra oluşturduğu kalıpların
içinde bizi yaşamaya mahkum eder duruma getirir. Yani
bizim kullanmamız gereken bir fonksiyon bizi kullanır
duruma gelir. Elbette bunu sorumlusu sadece biziz. Özensiz ve
dikkatsiz bir şekilde komutları uygulayanlar olmaya
başlıyor ve robotlaşıyoruz. Farkındalığı yüksek
insanlar hiç kimsenin robotu değillerdir kendi
dünyalarını yalnız kendileri yönetirler...
Yol Haritasının eşsizliği biricikliğimizi
vurgulamasıdır
Yol
haritalarının en eşsiz yönü herkesin biricikliğine
vurgu yapmasıdır. Yani her birimiz benzer özellikler
taşısak da farklı yapılar ve özellikler taşımaktayız.
O halde mukayeseler yaparak düşünme alışkanlığımızın
bize ne kadar zarar verdiğini görmeliyiz. Barışı,
huzuru ve uyumu öncelikle kendi içimizde aramalıyız. Anlayışlı
ve hoşgörülü olmak dengeli ve kendine güvenir olmanın
bir sonucudur. Manevi bütünlük, bilincin ve
bilinçaltının birlikte iş görmesi ve savaş halinde
olmamasıdır. Kendi içinde bölünmüş bir yapı mutluluğu ve
yeterliliği azaltır.
Kendini bilmek ise; yaşama, kendimize, hayallerimize,
ideallerimize ve her şeyden önemlisi de bir yazgımız
olduğuna dair inancımızdan geçmektedir.
Yayın Tarihi:
26.12.2011 |