İnsan
için esas ihtiyaç huzur ve esenliktir. Hepimiz bu
doğal ihtiyacın arayışındayız. İçinde yaşadığımız
dünya her yönden hiç durmadan değişik tesirler
vermekte ve bizlerde bu dünya kuşağı altında kah kendimizi
ortaya koymaya çalışırken kah dış etkilere göre kendi
konumumuzu yeniden belirlemeye çalışmaktayız.
Yol haritası önceden belirlenmiş bir yolun haritası
olarak düşünüldüğünde yaşamımızın hangi yönde giderse
daha verimli ve buna bağlı olarak da daha doyumlu
olacağını göstermesi açısından önem taşır. Kişilik yani
yaradılış özellikleri hepimiz açısından farklı oluşmuştur.
Kimimiz sosyal, dışa dönük bir yapı sergilerken,
kimimiz de iç dünyasına yönelen kendi çevresi ve aile
ortamında bu huzuru ve doyumu aramaktadır. Büyük
çoğunluk ise biraz dışa dönük biraz içe dönük özelliklerle
donatılmış olarak hayatlarını sürdürmektedir. İnsan
aynı hammaddeden oluşmuş ama kişilik özellikleri ve
ruhsal varoluş açısından farklı yapılanma içindedir.
Bu yapıya yön veren bizlerin farkındalık olarak adlandırdığı,
ben, şuur yada irade özellikleri gösteren varlıksal
yapımızdır.
Bu yapının önemli bir fonksiyonu
olan Akıl ise dünyayı anlamlandıran, anlayışı getiren,
bilgi donanımı sayesinde varlığımıza danışmanlık
görevini yürütmekten sorumlu birimimizdir. Düşüncelerimiz
sayesinde kendimizi sürekli ve yeniden yapılandırır ve
ifade ederiz. Bu nedenle dış tesirler, olaylar ne
olursa olsun düşüncelerimize sahip çıkmak ve varlıksal
yapımızı geliştirecek türde düşüncelere sahip olmak çok
önemlidir. Bir başka açıdan bakacak olursak düşüncenin insana
emanet edildiğini söylemek
mümkündür.
Bilinçli düşünce söz konusu olduğunda insan seçim ve
yargılarında nelere dikkat edeceği, ruhsal enerjisini
nereye yönlendireceğini biliyor demiş olmaktayız. Bir
düşüncenin arkasından duygularımız ve eylemlerimiz bu
düşünceyi izlemeye başlar. Örneğin bir aile yemeğinden zevk
alabilmek için bu yemek öncesi zevk alacağımızı
düşünmek gerekmektedir. Yoksa güzel bir yemeği çeşitli
tartışmalarla çok sıkıntılı bir hale getirmek bizim
elimizdedir.
Bu açıdan kendimizi daha sağlıklı ve gelişmeye açık
birisi yapmak için işe önce düşüncelerimizden
başlamalıyız. Çatışma ve olumsuzluk yerine sağlıklı
gelişime uygun düşüncelerle zihnimizi doldurmaya çalışmalıyız.
Düşüncelerin duygular ve eylemlerle desteklenmesi için
önce basit olandan başlamak gerekir. Basit olan bir
şeyin ayrıntılarını gördükçe kendimize güvenimizin
arttığını da gözlemleyebileceğiz.
Gelişim için ilk adım kendi üzerimizde göstereceğimiz
çabayla başlar. Bu kendimize ne kadar değer
verdiğimizi görmek açısından büyük bir fırsattır.
Yaşadığımız olaylarda kendimizi suçlamadan yada yüceltmeden
basit bir anlayışla göstereceğimiz ciddi bir çabanın
neleri değiştirebileceğini tahmin bile edemezsiniz.
Ancak bu noktada çok önemli bir hususu belirtmekte
fayda var. Burada kast edilen bir çabanın sen bunları
yaparsan şunları elde edersin türünde bir beklentinin
ürünü olmadığını bilmek lazım. Bizim için en iyisini
zihnimiz dış tesirlerin etkisi altındayken bilemeyiz. Bu
nedenle ilk etapta beklediğimiz şeyin sadece huzur ve
esenlik olduğunu bilmemiz yeterli. Özellikle günümüz
toplumlarında mutluluk ve başarı ölçütleri daha çok
maddi karşılıklarla belirleniyor.İnsanın kendi üzerinde
yapacağı çaba ile elde edeceği soğukkanlılık, anlayış ve
sağduyu gibi temel özellikler görmezden geliniyor. Bu
bakış açısına geçmeden önce beklentilerimiz konusunda
netleşmememiz çok önemli. Çünkü huzura ve anlayışa
ulaşmayı başaran bir insanın daha zeki yada daha zengin yada
daha tanınmış olması gibi kriterleri arıyorsanız bu
konuda zaman harcamamanızı öneririm. Çünkü bu süreç
insana bunları getirmeyebilir.
Günümüzde birçok bilgili insanın varlıksal açıdan
yetersizliklerle dolu olduğuna şahit olmaktasınız.
Bilgili bir insanın münakaşacı, egoist, kıskanç,
gururlu, kibirli, alıngan olabileceği adeta anlaşılır bir
durumdur. Öyle ya insan kusurlarla doludur ve bu ön
şart olarak kabul görmektedir. Oysa samimi, faal,
cesur, kendisini kontrol etmesini bilen, titiz, sevgi
dolu, şefkatli, fedakar bir insanın gerçek insani değerleri
taşıdığını hepimiz bilmekteyiz. O halde kişinin
bilgisinin yanı sıra onun varlıksal değerlerini de göz
önünde bulundurmamız gereken bir anlayışı kazanmayı
istemeliyiz. Ve insani kusur olarak kabul ettiğimiz kavramları
kabul edilemez bir durum olarak cesurca ortaya
koymalıyız.
Zihnin huzura kavuşması insanın öz
benliğinin zihin üzerindeki hakimiyeti ile mümkün
olabilir. Bunun için öz benliğimizin sesini duyuyor
olmamız gereklidir. Öz benlik dış tesirlerden, akımlardan,
modalardan yani dışa bağlı özelliklerden bağımsız sadece
bize ait bir tekliğin gerçek yansımasıdır. Dış
tesirlerle yaşayan bir insanda beden bu dış tesirlere
göre yön bulur ve gelişir. Duygular, arzular hep dış
seslerin yönetmesi ile hareket eder Ve en sonunda bu dış
tesirlerin oluşturduğu bir çok ben oluşur insanın
içinde. Kimi durumlarda böyle davranan, kim durumlarda
şöyle davranan yani duruma göre şekil alan birçok
ben'ler çıkar ortaya. Oysa öz benliğimiz bir tanedir. O
Tanrısal bir tekliğin, eşsizliğin bizlerdeki
karşılığıdır. İçinde bulunduğu duruma göre şekil
almaz. O neyse her koşulda O’dur. Bu öz varlığın sesini
duyabilmek için öncelikle onun sesini duymadığımızı fark
etmemiz çok önemlidir.
Yani zihnimiz sürekli meşguldür. Olaylar,
durumlar, konular arasında sürekli gidip gelen bir hareket
içindedir. Zihinsel bir ağırlık, sersemlik yada
sıkıntı hep vardır. Birde zihni dağıtan etkenleri de
ekleyince; tartışmalar, tahrikler vs. zihnin öz
varlığını fark etmesi neredeyse mümkün değildir. Kimi olaylar
olur ve insan bir süreliğine sarsılır, kendisine
sorular sorar. Ne yapıyorsun? Yaşamın ne yöne gidiyor?
Sen kimsin ? İşte bu kısa anlar kişinin öz varlığı ile
belli belirsiz temas içinde olduğu anlardır. Ancak bu kısa
anlar sona erdiğinde kişi kendisini yeniden eski zihinsel
meşguliyetinin içinde bulur. Her şey eskiden olduğu
gibi devam eder. Değişen bir şey olmamıştır.
Ama bu farkındalığı sürdürmeyi başarırsa insan,
gündelik zihninin tuzaklarına rağmen kendi üzerinde
çalışmayı sürdürürse bir süre sonra özüyle bağlantı
hattının kısa sürelerle de olsa açıldığını fark etmeye
başlayacaktır. İşte bu nokta daha da hassas bir yerdir.
Şüpheler daha fazla ortaya çıkmaya başlar insanın
zihninde. Zamanını boşa harcıyorsun, nereye
ulaşacaksın ki? türünden birçok şüphe oku zihnin her
yerine saplanmaya başlar.
İşte bu
anda disiplin ve çalışma daha da önem kazanmaktadır. Aksi
takdirde insanın bu şüpheler karşısında yenilmesi işten
bile değildir. Ama kişi çalışmalarını sürdürürse,
inandığı gibi yaşamaya disiplin içinde devam ederse
bir süre sonra öz benliğin sesi daha belirgin bir
şekilde duyulmaya başlayacaktır. İşte o zaman geldiğinde insan
kendi öz benliğinin gerçek gereksinimlerini duyuyor
olacaktır. Şüpheler ve olayların getirdiği zorlayıcı
düşünceler artık son bulacaktır. Bu nokta zihnin
yatıştığı noktadır. Zihnin aydınlandığı, insanın huzur ve
barış duygularını deneyimlediği andır. Bu noktadan itibaren
artık insanın zihni dış tesirlerin yönettiği bir zihin
olmaktan çıkacak ve özünün gereksinimlerini fark ederek ona
göre konuşan, anlayan bir zihne
dönüşecektir. |