Kasabanın yegâne barına tökezleyerek giren ayyaş, içeride
oturmakta olan ve kendisi gibi barın sürekli müşterilerinden
olan adamın masasına yaklaşır ve kendisine bir içki ısmarlayıp
ısmarlayamayacağını sorar. Yanıt hemen gelir: “Elbette,
neden olmasın.”.
İlk adam sorar: “Nerelisin?”.
“İrlandalıyım.” der ikinci adam. Birinci adam hemen
tepki verir: “ ‘Ben de İrlandalıyım.’ deme sakın!
İrlanda’nın onuruna içelim hadi.”. “Elbette.” der ikinci adam. “Yahu, merak ettim.”
diye
tekrar söze başlar birinci, “İrlanda’nın neresindensin?” “Dublin.”
der ikincisi. “İnanmıyorum.” der birincisi, “Ben de Dublin’denim, ya hu!”
“Dublin’in onuruna…” diyerek, ikinci kez kadeh
kaldırırlar birlikte. Çok geçmeden, birincisi: “Dubin’de
hangi okula gitmiştin?”. “Saint Mary”
der ikincisi ve ekler: “62’de mezun olmuştum.” “Olamaz!”
diye zıplar birincisi, “Ben de o okuldan 62’de mezun
oldum!”.
O arada başka bir müşteri girmiştir bara. Barmene sorar; “No’luyo
abi burada?” “Önemli değil.” der barmen,
“O’reilly ikizler gene sarhoş…”.
DOKUNAKLI KART
James Wilson’un babası Güney Afrika’da 1960’larda öldüğü
zaman, kendisi İspanya’da tatil yapıyordu.. James, tatilini
yarıda keserek, Canary Adaları üzerinden(oradaki kayın
biraderini de yanına alarak) Güney Afrika’ya uçar. Canary
Adalarında hava limanındayken Hollanda’daki kız kardeşine de
haber vermek için bir posta kartı alırlar. Kartın üzerindeki
resimde plajda gezinen insanlar görünüyordu ve onlardan biri
de James’in babasıydı.
--------o0o--------
GEÇ
KALAN KONUK
PATTİ Razey, arkadaşı Janet’in düğününe davet edilmişti. Patti
bu davete uyamadı çünkü önceden planlanmış ve Tunus’ta Liz ile
geçirmesi gereken bir tatili vardı. İki gün sonra Liz, aile
bireylerinden birinin öldüğü haberini alınca, eve dönmek
zorunda kaldı. Arkadaşsız kaldığına üzülen Patti bir otobüs
yolculuğuna karar verir. Bindiği otobüste Janet ve kocasıyla
karşılaşır. Patti, “Düğününüze gelemedim ama balayınıza
yetiştim işte…”
-------o0o-------
CANKURTARAN TURNİKE
Sıradan bir iş adamı olan Alfred Simith ile El Paso’da trafik
polisi olan Allen Falby’in kaderleri sadece bir değil, iki kez
örtüştü, hem de ardı ardına. Birincisinde, sıcak bir Haziran
gecesi Allen kanlar içinde El Paso otobanında yatıyordu ve bir
bacağından sürekli kan yitirir durumdaydı. Bir kamyonu
solamaya çalışırken, motosikletinden savruluvermiş ve bir anda
bariyerlerde bulmuştu kendini.
Kadim dost Alfred olayla karşılaştığında, mesai sonrası evine
dönüyordu. Alfred’in ilkyardım konusunda hiçbir tıbbi bilgisi
yoktu ama içgüdüsü ona; kan kaybından ölmek üzere olan kadim
dostu için ne yapması gerektiğini söyledi: Hemen kravatını
çıkarıp, Allen’in bacağına bir turnike yaptı. Çok geçmeden
ambulans da gelmişti. Ambulans personeli Alfred’i, yaptığı o
basit ama hayat kurtaran turnikeden dolayı kutlamadan
edememişti.
Allen, işinin başına dönmeden önce, birkaç ay hastanede yatmak
zorunda kalmıştı. Bu kazadan beş yıl sonra Allen bir yılbaşı
akşamı aynı otobanda nöbetteyken, US-80 yolunda bir arabanın
ağaca bindirdiği konusunda telsiz mesajı almıştı. Allen olay
yerine ilk gelen görevliydi ve kaza yapan arabanın sürücüsü
kadim dost Alfred’di yine ve baygın haldeydi. Alfred’in bacağı
yine kanlar içindeydi. Allen, kanayan yerin yukarısından yine
bir turnike attı. Daha sonra Allen, bir vesileyle olayı
anımsadığında şu sözcükler dökülüvermişti dudaklarından:
“İyi bir turnike bir ikincisini getiriyor ardından.”
------------o0o----------
KIZ
KARDEŞLER
Bir Amerikan otobanında araba süren iki kız kardeş kafa kafaya
toslaşırlar ve ikisi de olay yerinde ölür. Birbirinden
habersiz birbirini ziyarete gidiyorlardı. Sheila Wentworth 45,
Doris Jean 51 yaşındaydı. Ölümcül kaza anında her ikiside
Alabama 25 yolunda ve kendi Jeep’lerinde direksiyon
başındaydılar. Kaza, Jeep’lerden birinin her nedense, orta
çizgiyi birden aykırlayıp, karşıdan gelen Jeep’e çarpmasıyla
oluşuvermişti...
--------o0o----------
TESADÜF
MÜ, YOKSA…
Greater Manchester, Stockport’daki bir golf alanında
fırlatılan bir golf topu, bir adama isabet eder. 10 gün sonra
aynı adamın karısına, aynı golf alanında, aynı golf oyuncusu
tarafından fırlatılan bir golf topu isabet eder.
----------o0o----------
KARPIN’İN ARABASI
BİRİNCİ Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden hemen sonra;
Fransız ajanları, bir Alman ajanı olan Peter Karpin’i
yakalarlar. Bu tutuklanmayı Fransızlar gizli tutar ve P.
Karpin’in kaleminden onun şeflerine sahte raporlar
gönderirler. Bu arada P. Karpin’in adına Almanya’dan
gönderilen paraya da el koyarlar ve o paralarla bir araba
alırlar. P. Karpin 1917’de Fransızların elinden kurtulur. İki
yıl sonra savaş sona erince, Fransızlar o araba ile bir adama
çarpıp, ölümüne neden olurlar. Kaza kurbanı şahıs Peter
Karpin’dir.
-----------o0o----------
ÖLÜME
KADAR
1996 yılında Paris’te aşırı hız nedeniyle çarpışan iki
arabada, her iki sürücüde yaşamını yitirir. Bu iki talihsiz
sürücü karı ve kocadır. Bu çift geçimsizlik yüzünden birkaç
aydan beri ayrı yaşıyorlardı ve o gece direksiyon başında
olacaklarından birbirinin haberi yoktu. Çok çok zayıf bir
olasılı olsa da polis, kasıtlı bir “karşılıklı intihar”
üzerinde de durmuş ama sonunda, bu gizemli olayın
tamamen ve kuşku götürmez bir rastlaşma(coincidence) olduğu
sonucuna varmıştır.
-----------o0o------------
YANLIŞ
ÇANTA
İtalya, Bari’de motosikletli bir yankesici, bir kadından kapıp
kaçtığı çanta ile yakalanır. Kaçan hırsızı tanıyıp polise
bildiren kadın onun(hırsızın) annesiydi.
---------o0o----------
KÖŞEBAŞINDA AMA MİLLERCE UZAKTA
Nellie Richardson erkek kardeşi Joseph’a 1940’ların başında
veda etti ve onu bir daha yarım yüzyıl görmedi. Bu arada
Joseph büyümüş, delikanlı olmuş ve askere(donanmaya) gitmişti.
Nellie, kardeşini görme umuduyla yaşlanmış ve 79 yaşında
bulunduğu bir gün, huzur evi salonunda onu gördüğü zaman,
elbette ki neredeyse kalbi sanki ağzına geliverecek gibi
olmuştu. Onu derhal tanıdı ve işte karşısında dikilip
duruyordu.
İki kardeşin yaşam çizgileri bu kadar yakın seyretmiş ama daha
önce bir türlü kesişmemişti. Neden mi? Çünkü son altı aydır
Joseph bu huzur evinde bulunuyordu ve aynı yerdeki ablasıyla
hiç karşılaşmamıştı. Dahası, çok geçmeden anladılar ki
yıllardan beri Manchester kentinde birbirinden sadece bir mil
kadar uzaklıkta oturuyorlardı.
-----------o0o------------
MARCIA
ve PETER
Peter ve Jean ile Paul ve Marcia aynı şehirde ama farklı
semtlerde oturan iki çifttir. Her iki çiftin de tanıdıkları
bir arkadaşları vardır ama bu arkadaş, bu çiftleri hiç
tanıştırma fırsatı bulamamıştır. Bu arkadaş, bir akşam 80
kişilik bir dans partisi organize eder ve elbette ki söz
konusu iki çifti de davet eder. Davetlilerin masalara
dağılımında, tesadüf bu ya(ama elbette ki tesadüf değil…)
Marcia ve Peter yan yana düşerler. Masalarda herkesin isim
kartı vardır. Peter, yanındaki hanımın önünde bulunan isim
kartına bakarak, biraz da konuşmayı başlatmış olmak için o
anda zihninde canlanan bir anıyı dile getirir: “Adınız
bana 60 yıl önce Hindistanda sık sık birlikte oynadığımız
çocukluk arkadaşım Marcia’yı anımsattı.” “Ben de” dedi
Marcia, “Peter adında küçük bir çocukla oynardım.”
Her iki davetli de çocukluk arkadaşlarına yeniden
kavuşmuştu.
----------o0o-----------
MEĞER
KARDEŞMİŞLER
Otostop yaparken kiminle karşılaşacağınız bilinmez. Tim
Henderson’un ebeveynleri, kendisi çok küçük yaştayken
boşanmışlardı. Baba yeniden evlenmiş ve bir oğlu daha olmuştu
ama Tim bu üvey kardeşini tanıma fırsatı bulamamıştı. Bir gün
Tim Newcastle’dan London’a otostop yaparken, mühendis Mark
Knight’ın arabasına biner. Uzun yolculuk boyunca
söyleşirlerken, kardeş oldukları ortaya çıkar.
---------o0o----------
NEREDEYSE GÖZÜME GİRECEKMİŞ
Hemen hemen hepimizin, yakın çevresinde arayıp da, bir süre
bulamadığımız ve bulunca da, “Burnumun dibindeymiş…”
deyip, kendi kendimize söylendiğimiz bir deneyimimiz olmuştur.
Rose, üvey evlat durumuna düştüğünde sadece üç yaşındaydı.
Yıllar sonra üç erkek kardeşi daha olduğunu öğrendi: Sid, John
ve Chris. Rose kardeşlerini bulmak amacıyla harekete geçti.
Önce Sid’i, sonra John’ı buldu. Chris’i aramak zorunda kalmadı
çünkü Chris karşı sıradaki evlerden birinde oturuyordu. O
zaman 41 yaşında olan Rose, uzun yıllar yitirmiş durumda
olduğu kardeşinin, kendi evinin karşısındaki apartmana taşınan
adam olduğunu anlayınca, şaşkınlıktan yıkılmamak için ayakta
durmakta zorlanmıştı.
---------o0o-----------
KÖRFEZDE
İKİ YÜZÜK
Graham Cappi, Bristol’dan(balayı için) Australia, Nelson
Körfezi’ne gelip de, orada nikâh yüzüğünü(denizde) yitirdiği
zaman elbette ki aklı başından gitmişti. Yüzük, tekrardan
bulunması olanaksız derinlikteki suların dibindeydi artık.
Balayı süresi sonunda Graham, boynu bükük İngiltere’ye
memleketine döner.
On beş ay kadar sonra Nelson Körfezi’nde Nick Deek adında bir
İngiliz de, snorkel ile daldığı gün, yüzüğünü o derin sularda
yitirmişti. Nick, yüzüğünden ümit kesmiş olarak ama yinede
gözleri yüzük arar durumda ertesi gün yine dalar. Birkaç dalış
denemesinden sonra gerçekten bir yüzük bulur ama kendisininki
değildir. Bundan cesaretlenerek Nick, birkaç dalış daha yapar
ve bu kez kendi yüzüğünü bulur. Nick’in ilk bulduğu yüzüğün,
kime ait olduğu konusunda elbette ki hiçbir fikri yoktur ama
soruşturmaktan kendini alamaz. Kasabada birkaç yere sorunca,
kendisine bir süre önce kasabaya gelen ve yüzüğünü denizde
yitirdiğini söyleyen bir İngiliz’in olduğunu bildirenler olur.
Sonunda İngiltere’deki Graham Cappi ile bağlantı kurulur.
Graham, elbette ki bu gelişmeden çok çok mutlu olmuştur. Nick,
Graham’ın yüzüğünü İngiltere’ye dönüş yapan bir bayan turist
ile gönderir. Bu bayan emanet yüzüğün iç kısmında yazılı nikâh
tarihini gördüğü zaman neredeyse kalbi ağzına gelmişti. Çünkü
Graham’ın nikâh tarihi, kendisinin doğum tarihiydi.
---------o0o----------
LAĞIMDAKİ MÜCEVHER
Berkshire’daki Woodley’den Barbara Hutton antik bileziğini,
sifon çekerken klozete düşürür. Aylar sonra bir kuyumcuda
bulunduğu sırada, bir adam elinde bir bilezikle içeri girer ve
bileziği paraya çevirmek istediğini kuyumcuya bildirir.
Bilezik Barbara’nın klozete düşürdüğü bileziktir. Adam onu bir
lağım temizliği sırasında bulmuştur.
----------o0o-----------
YURDA
DÖNEN FIRÇA
Birinci Dünya Savaşı sırasında, Fransa kıyılarının açıklarında
gemisi torpidoyla batırılmıştı ama kendisi her nasılsa
ölmemişti, savaş bitene kadar da hayatta kalmayı başardı.
Bununla birlikte kendisine ait olan şahsi eşyalarının hepsini
de yitirmiş durumdaydı. Savaş bitip de Amerika’ya döndüğünde
Brooklyn’de deniz kıyısında bulunurken, dalgaların kıyıya
savurduğu bir traş fırçası ilişir gözüne. Fırçayı alıp
incelediğinde, üzerinde orduya ait bir numara olduğunu görür
ve onun, savaşta yitirdiği kendi traş fırçası olduğunu
anlamakta da gecikmez.
---------o0o----------
ŞAPKA
ŞAKASI
Emekli bir İngiliz amiral “Naval Reminiscences”
adlı denizcilik anılarında, ilginç bir deneyimini şöyle
anlatıyor: “Jamaica’da bulunduğumuz sırada Blue
Mountain’in(Mavi Dağ’ın) zirvesine tırmanmaya çalışıyordum.
Rüzgâr çok kuvvetli esiyordu. Arkadaşım, benim resmimi çeksin
diye durup poz verdiğim sırada, şapkam rüzgârdan uçuverdi ve
sarp/dimdik uçurumun dibinde gözden kayboluverdi. Aşağılarda
onu arayıp bulmak hemen hemen olanaksızdı. O şekilde geri
döndük ve nefeslenmek için oturduğumuz bir kahvede çevrede
bakışlarımı gezdirirken, baykuş türünden bir kuşun, gagasının
ucunda bir şapka ile karşı evin çatısına konduğunu gördüm.
Kuşun, çatıya bıraktığı şapkanın benimki olduğunu fark ettiğim
zaman, gözlerim yuvalarından fırlayacaktı. Benim ve
arkadaşlarımızın sevinçli telaşı kuşu ürkütüp kaçırmaya
yetmişti.”
----------o0o------------
CAROLINE’İN ÇİFT FELAKETİ
Oyun yazarı Arthur Law, kaleme aldığı bir oyunun iki gerçek
olayın habercisi olduğunu fark ettiği zaman elbette ki çok
şaşırmıştı. 1885’te yazdığı “Caroline”, Robert
Golding adında, oyun kahramanı hakkındaydı ve R. Golding batan
“Caroline” den kurtulan yegâne kişiydi.
“Caroline” adlı oyunun ilk sahnesinden bir gün sonra
“Caroline” gemisi denizin dibini boylamıştı. Bu
deniz kazasında hayatta kalan tek yolcu “Golding”
adlı şahıstı.
----------o0o------------
AKTÖR VE
KİTAP
1971’de George Feifer, “The Girl from Pevrovka”
adlı kitabını, arabasından çaldırmıştı. Kitabın sayfaları
yazarın notlarıyla doluydu. Tiyatro oyuncusu Anthony Hopkins,
kitabın sahneye konmuş şeklinde kendisine rol verildiği zaman;
onu Londra’da bilebildiği tüm kitapçılarda aramış ama
bulamamıştı. Hayal kırıklığına uğramış olarak Londra’dan
ayrılıp eve dönmeye karar vermiş halde(Londra’nın) Leicester
Metro İstasyonu Meydanı’ndan geçerken, bir kanepe üzerinde
açık durumda bir kitap gözüme ilişmiştir. Kitabı bir bomba
olabileceği kuşkusuyla, korka korka inceler. Kitap, yazar
George Feifer’e aittir: “The Girl from Pevrovka”.
Bu kitabı satın almak için bakmadığı yer kalmamıştı. Kitap
şimdi karşısındaydı. Daha sonra, A. Hopkins, Vienna’da yazar
G. Feifer ile buluşur. Kitap yazarın kişisel kopyasıydı ve
içindeki tüm notlar da ona aitti.
----------o0o------------
KARATAVUĞUN İLAHİSİ
Roy Smith’in kuşlara çok meraklı olan erkek kardeşi 1993’te
ölmüştü. Ölümüne kısa bir süre kala, belli bir karatavuk
kuşunu bahçede besler olmuştu. Cenazenin kaldırıldığı gün,
bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. “Mezarın çevresinde
ellerimizde şemsiyeler dizilmiş duruyor ve papazın İncil’den
okuduklarını dinlemeye çalışıyorduk ki, yağmur damlalarının
oluşturduğu şakırtı arasında güzel bir kuş sesi ile hepimiz
irkilmiştik…” diye anlatıyordu Roy Smith. “Başlarımızı hafifçe
kaldırıp kuş sesinin geldiği tarafa baktığımız zaman, az
ilerideki mezarlık kulübesinin çatısında hüzünlü hüzünlü öten
karatavuk kuşunu gördük. Kuşun sesindeki hazin tını, yağmur
sesiyle de karışınca daha da etkili oluyordu. Cenaze alayı
sanki ipnotize olmuştu. Böyle berbat bir havada bir kuşun
damda ötüşü çok çok nadirattan bir olay olduğunu herkes bilir.
Görevli papaz, duasını bitirince, bunun bir tesadüf
olmayacağını ifadeden kendini alamadı. Esasen, tesadüf diye
bir şeye de inanmazmış..”
----------o0o------------
CENNETTEN GÖNDERİLMİŞ
Ünlü Danimarkalı tenor Lauritz Melchior öğrencilik yıllarında
Münih’te bir pansiyonda kalıyordu. Bir gün pansiyonun
bahçesinde, New York City Metropolitan Opera’daki rolünü avaz
avaz çalışırken; sıra, “Işığın kanatlarıyla bana
gelsene, aşkım…” anlamında bir dizeye gelmişti. Bu
dizeyi en güzel şekilde seslendirmek için birkaç kez
yineledikten sonra, bayan bir paraşütçü bahçeye iniş yapar. Bu
bayan paraşütçü, tiyatro oyuncusu Maria Hacker’dır ve
yanlışlıkla/istemeyerek o bahçeye iniş yaptığı zaman bir film
çekimindeydi. Maria ve Lauritz 1925’te evlenirler. Daha
sonraki yıllarda L. Melchoir bu olayı anımsadığında, şu
sözcüler dökülmüştü dudaklarından: “Ne yalan söyleyeyim;
o an, Maria’nın bana cennetten geldiğini düşünmekten kendimi
alamamıştım.”
----------o0o------------
ARABANIN
BÖYLESİ
James Dean, Porsche Spyder arabasıyla yaptığı trafik
kazasında(1955) hayatını yitirmişti. Araba garaja
kaldırıldığında “hidrolik forklift”teyken,
bulunduğu yerden kayarak döşemeye düşmüş ve bir tamircinin
bacağı kırılmıştı. Aynı arabanın motoru sökülüp, bir yarış
arabasına monte edilmiş ama yarış arabası bir çarpışmada
hurdaya dönmüş ve sürücü kurtarılamamıştı. Aynı yarışta,
Dean’in arabasından alınan ve monte edilen şaftın bulunduğu
araba da kaza yapmış. Onun sürücüsü de ölümden kurtulamamıştı.
Daha sonra arabanın kaportası bir “şovrum” a
kondu ama burada da yangın çıktı ve kaporta yanmaktan
kurtulamadı. Sacramento’da bir sergide tekrar meraklıların
önüne çıkarıldı; bu kez de monte edildiği yerden kurtularak,
izleyicilerden birinin üzerine düştü ve izleyicilerden
birinin kalçasını kırdı. Sacramento’dan Oregon’a nakledilen
hurda, burada da vitrinde monte edildiği yerden düşerek,
vitrini paramparça etti. 1959’da, çelik ayaklar üzerinde monte
edilmiş olarak bulunurken 9 parçaya ayrılarak dağılıvermişti.
----------o0o------------
MARTHA
Matrika, Martha ile evlenmekle, pozitif ve negatif yanlarını
gördü. Bulgar hanımın ilk kocası Rondolph’u fırtınalı bir
havada şimşek çarpmıştı. Bu talihsiz olayda Martha da
yaralanmış ama iyileşince, kendinden genç Charles Martaux ile
evlendi. Bu genç kocaya da yıldırım çarptı ve öldü. Martha bu
olaydan sonra depresyona girdi ve bir doktora göründü. Doktor
ile Martha birbirlerini severek evlendiler. Bu eş de fırtınalı
bir havada, tepesine yıldırım düşerek öldü.
----------o0o------------
YILDIRIM
KİMİN PEŞİNDE?
İngiliz süvari Binbaşı Summerford Birinci Dünya Savaşı
sonlarında, yıldırım yiyerek atından yere düştüğü zaman,
Flanders kırsalında savaşıyordu. Bu kazada ölmedi ama belden
aşağısı felç olmuştu. Tedaviden sonra Canada, Vancouver’e
yerleşen binbaşı, bir nehir kıyısında balık tutarken, yine
yıldırıma yakalandı ve bu kez sağ yanı felç oldu. Tamamen
iyileştikten iki yıl sonra, yöredeki parklarda yürüyüşlere
çıkmaya başladı. 1930’da bir yaz günü yıldırım onu yine
yakaladı. Bu kez tepeden tırnağa felç olmuştu ve 2 yıl sonra
öldü. Yıldırım hala hırsını alamamış görünüyordu. Toprağa
verilişinden 4 yıl sonra mezarına yıldırım düştü.
----------o0o------------
BU KADAR
DA OLMAZ
Aynı yaşlarda iki çocuk, yılın aynı günü ve aynı yerde 157 yıl
arayla öldürüldü. Mary Ashford, 20 yaşındayken;
Birmingham-Erdington’da 27 Mayıs 1871’de. Gene 20 yaşında
Barbara Forrest’in boğularak öldürülmüş bedeni, aynı yerde 27
Mayıs 1974’te bulunmuştu. Her iki genç kız da akşamın erken
saatlerinde bir arkadaş ziyaretinden geliyordu ve her ikisi de
o akşam bir danslı toplantıya gitmek için giysi değiştirmişti.
Her iki genç kız da katledilmeden önce bir süre tartaklanmış
ve sürüklenmişti ve bu iki cinayette günün hemen hemen aynı
saatinde gerçekleştirilerek cesetler bir yerlere gizlenmeye
çalışılmıştı. Tutuklanan katillerden her ikisinin soyadları da
aynı idi: Abraham Thornton ve Michael Thornton.
----------o0o------------
LISA
POTTER
1995’in Ağustos’unda Lisa ve annesi Moots Sokağı’nın
demiryoluyla kesiştiği kavşağa geldiklerinde, anne bir adım
daha ileri gitmek istememişti. O nokta, Lisa’nın babasının 11
yıl önce can verdiği yerdi. Lisa, annesini bu batıl inançtan
kurtarmanın tam zamanı olduğunu düşündü ve hiçbir şey
olmayacağını kanıtlamak için, annesinden ayrılıp ileri atıldı.
Tam kavşakta rayların üzerinde dikilip, annesine, “Bak,
bir şey olmuyor…” dercesine bakarken, aniden ve hızla
gelen trenin altında parçalanmaktan kutulamadı.
----------o0o-----------
TALİHSİZLİK ÜÇ KEZ
Erich Williams, yoldan çıkıp da 62 yaşındaki Gordon White’ın
odasına araba girdiği 6 Temmuz 2003 günü, direksiyon başında
uyumuştu. Yer: Liversedge, West Yorkshire. Araba tamir edildi,
9 hafta süreyle Gordon White’ın evi onarıldı ve yenilendi.
Hemen hemen bir yıl sonra, yaşlı Gordon White son noksanları
da tamamlamıştı ki, 6 Temmuz 2004 günü Eric William yine aynı
yolda direksiyon başında uyudu, aynı noktada arabası yoldan
çıktı ve Gordon White’ın oturma odasında durabildi. Bir yıl
önce gelen aynı kurtarıcı ile arabası çekilen Gordon White’a
sormuşlardı: “6 Temmuz 2005’te ne yapıyor olacaksınız?”
Yanıt: “Ne olursa olsun evden çıkmayacağım o gün.
Talihsizlik 3 kez gelirmiş derler…”
----------o0o------------
1913’ün
KARTI
Arthur Butterworth 2. Dünya Savaşında askerken, Taverham
Hall’da görev yapıyordu. Bir gün, kendisinin ısmarladığı
ikinci el bir kitap postadan çıkmıştı. Gönderenin, besbelli
ki, kitabın nereye gideceği konusunda bir bilgisi yoktu.
Arthur Butterworth, paketi bir pencerenin yanında açarken, bir
posta kartı paket kâğıdının arasından düşüvermişti. Bu, 1913
damga tarihli bir karttı. Arthur Butterworth kartın öteki
yüzünü çevirdiği zaman, penceresinden görünen manzaranın resmi
ile karşılaşmıştı: Taverham Hall.
----------o0o------------
YAPBOZDAKİ EŞ
Eastbourne, East Sussex’den Jean Jones bir anısını, 27 Ocak
2001 tarihli “The Express” e şöyle anlatmış:
“Çocukluk yıllarımdan beri tanıdığım çocukluk arkadaşım, bir
gün bir hayır kurumundan bir yapboz almış. Yapboz’un üzerinde
Eastbourne’un güzel çiçek bahçelerinden birinin resmi vardı.
Yapboz’u evine götürmüş, bozup da yeniden yaptığı zaman, son
parçayı yerine koyar koymaz, gözleri faltaşı gibi açılmış.
Çünkü o son parçada benim eski kocam Cyril vardı. Heyecan
içinde arkadaşım tamamlanmış yapbozu bana getirip gösterdiği
zaman, doğrusu ben de gözlerime inanamamıştım.”
----------o0o------------
ÇİFT POZ
Bir alman anne, Birinci Dünya Savaşından bir gün önce
Strasbourg(Fansa)’da bulunurken küçük oğlunun resmini çeker,
banyo ve baskı için orada bir fotoğrafçıya bırakır. Ama savaş
patlak verince, filmi gidip alamaz. Bundan iki yıl sonra
Frankfurt’ta yeni doğmuş bebeğinin resmini çekmek için yeni
bir film alır bebeğin fotoğrafını çeker, banyo ve baskıdan
sonra bir de ne görsün: yeni bebeğinin görüntüsünün yanında,
erkek çocuğunun 1914’te Fransa’da çektiği görüntüsü de var!
----------o0o------------
TORNADO
27 Mayıs 1896’da East St. Louis, Illinois’da, çevreyi silip
süpüren bir kasırga mühendis James B. Eades’in anısını da
erozyona uğratıvermişti: Müh. Eades Mississipi Nehri üzerine
bir köprü inşa etmişti ve köprüye de onun adı verilmişti.
Kasırganın ardından hasar saptaması yapılırken yöredeki Mount
Calvary Episcopal Kilisesi’nin pencerelerinden birine yapışmış
bir tabela hemen dikkatleri çekmişti. Levhada şu yazıyordu:
“James B. Eades’in anısına, 1820-1887”. 1896’daki
kasırga köprüden kopardığı tabelayı kilisenin penceresine
çakarcasına yapıştırmıştı ve kilisenin kırılan biricik
penceresi de sadece o pencereydi.
----------o0o------------
ERİKLİ
KEK
M. Deschamps adında birisine, Orleans’da çocuk iken; M. De
Fortgibu adında birisi tarafından bir dilim erikli kek
verilmişti. Aradan 10 yıl geçtikten sonra bir gün o çocuk bir
Paris lokantasında bir dilim erikli kek almak istediğinde
aldığı yanıt çok şaşırtıcı olmuştu: “Son dilim M. De
Fortgibu’ta satıldı.” Yine yıllar sonra M. Deschamps
bir yerde arkadaşlarıyla birlikte erikli kekin tadını
çıkartıyordu ve M. De Fortgibu’yu elbette ki unutmamıştı. O
kadim anı zihninde canlanmışken, açılan kapının sesiyle
irkilir. Şaşkın bakışlarla çevreye ürkek ürkek bakınan bir
yaşlı girer ama girmesiyle, “Affedersiniz yanlış adres
galiba!” deyip çıkması bir olur. O ihtiyar, M. De
Fortgibu’ydu.
----------o0o------------
ÖLÜM
KÖPRÜSÜ
Richard Besinger 1957 Şubatında dünya yaşamını 90 yaşında
sonlandırdığı zaman; Eureka, California’da Big Lagoon
Köprüsü’nde karşıdan karşıya geçmeye çalışıyordu. İki yıl
sonra aynı köprü üzerinde R. Besinger’in oğlu Hiram’da tomruk
yüklü bir kamyonun altında kalmıştı. Bundan 6 yıl sonra R.
Besinger’in torunu 14 yaşındaki David Whisler de aynı köprü
üzerinde bir arabanın altında kaldı.
----------o0o------------
AĞIT
Andres Segovia tarafından, Berlin’deki bir gösteride
çalınmakta olan gitar, sahibinin elinden aniden fırlayarak
paramparça olmuş; tam o sırada da A. Segovia’nın arkadaşı ve
aynı zamanda o gitarın da yapımcı ustası olan marangoz
Madrid’te ölmüştü.
----------o0o------------
KULLAN,
TÜKET, HEMEN AT
Araştırmacı yazar Murry HOPE’un araştırma amacıyla arayıp
bulamadığı bir kitaba gereksinimi vardı. Londra metrosunda
bulunduğu bir gün; metroye görgü özürlü kimselere özgü
tavırlar ve konuşmalar eşliğinde bir öğrenci güruhu biner. Bu
sözde yetişkin öğrenciler tıp fakültesinden diplomalarını
henüz almışlardır ve bir kız öğrenci elindeki çantayı
taşımakta zorlandığını belli edince, erkek arkadaşı imdada
yetişir: “Artık bunlara gerek yok hayatım… At şunları
pencereden dışarı da, kurtul.” Kız öğrenci böyle bir
kabalığı ve görgüsüzlüğü yeğlemek yerine; metrodan inerken
çantasını Murry HOPE’un kucağına bırakıverir. Çantanın
içindeki üç kalın cilt, tam da yazarın aradıklarıdır.
----------o0o------------
UĞURLU
İSİMLER
Can yelekleri ve tahliye sandalları, deniz kazalarında çok
yararlı malzemelerdir. Ama belli bir adınız varsa, bu da
işinize yarayabilir: 05 Aralık 1660’da Straits of Dover’da
batan teknede sağ kurtulan tek yolcu Hugh William’dı. Bundan
121 yıl sonra aynı sularda batan başka bir teknede kurtulan
biricik yolcunun adı da Hugh Williams’dı. 05 Ağustos 1820’de
Thames Nehri’nde alabora olan teknede kurtulan tek yolcu da
beş yaşındaki çocuk Hugh Williams’dı. 10 Temmuz 1940’da, bir
Alman mayınına çarpıp da batan balıkçı teknesinden sadece iki
kişi kurtulmuştu, bunlar amca-yeğen Hugh Williams’lardı.
----------o0o------------
ÇARPIŞAN
TOPLAR
Bir golf oyuncusu iyi bir vuruşla havalanan topun ardından
bakarken, topun başka bir topla havada çarpıştığını görür.
Şaşırmış durumda O’Brien topların çarpışma yerine doğru koşar.
Öteki topun sahibi de aynı merakla oraya gelmiştir.
Tanıştıkları an anlarlar ki her ikisinin adı da O’Brien’miş.
----------o0o------------
EN
ACAYİP TUTUKLAMA
1987 Martında, polis memuru Dougles McKenzie, orta Sydney’de
bir eczanede sahte reçete yazan birini tutuklaması için
gönderilmiştir. Eczanedeki adamdan kimlik saptaması için bilgi
isteyen memur D. McKenzie’ye gösterilen belgelerdeki(nüfus
cüzdanı, banka cüzdanı ve sağlık karnesi) tek isim Dougles
McKenzie’den başkası değildi ve bu belgelerin hepsi de iki yıl
önce memur D. McKenzie’den çalınmıştı. “Yaptığım en
acayip tutuklamaydı bu!” diyordu memur, olayı
anlatırken.
----------o0o------------
BİL
BAKALIM KİMİNLE…
Dr. Alan McGlashan üvey oğlunun deneyimlediği anlamlı bir
rastlaşmayı şöylece anımsadığını bildirmişti: “Yan
yoldan çıkıveren bir araba ile benim oğlumunki bir anda kafa
kafaya gelivermişler. Üvey oğlum o gece, sabaha doğru
iki’deLondra’dan deniz kıyısındaki yazlığına dönüyormuş. Kaza,
bir köyün yakınında olduğu için, devriyedeki polis memuru
hemen olay yerinde bitivermiş. Polis, kazazedelerden birine
sormuş: “Adınız, lütfen.” Yanıt: Ian Purvis. Aynı soru benim
üvey oğluma da sorulunca, memur donakalmış. Çünkü onun adı da
Ian Purvis’tir.”
----------o0o------------
FİLLANDİYALI İKİZLER
71’lik Finlandiyalı yaşlı ikizler aynı caddede, benzer
bisiklet kazasında iki saat arayla dünya’ya veda ederler.
Olayla ilgili trafik polisi Marja-Leena Huhtala’nın ifadesine
göre, kazanın olduğu yol işlek bir caddeydi ama her gün de
trafik kazası olmazdı. “Kazazedelerin kardeş ve özdeş
ikiz olduklarını öğrendiğimde, tüylerim diken diken oldu.
İnanılmaz bir rastlaşma… Nedendir, nasıldır, bilinmez ki…”
----------o0o------------
ÇİFT
DİSK
Tiyatro oyuncuları da, yazarlar gibi her zaman güzel öykü
arayışı içindedir ve ilginç rastlaşmaları yakalama uyanıklığı
içindedirler. Tanınmış oyunculardan Chiristopher Eccleston,
yazar Martin Plimmer’e, yine tanınmış Amerikan oyuncularından
Bayan Sophie Dix hakkında bir öykü anlatmıştı. Sophie Dix’nin
deneyimlediği bu gerçek öyküde Sophie Dix cüzdanını yitirir
sonra bir caddede onu bulur; bulduğu cüzdan kendisine ait
değildir ama aynı isimde başka bir kadınındır.
----------o0o------------
GÜMÜŞ ve
ALTIN
Australia, Victorya’dan Kathleen Silver, deniz aşırı gelinler
toplantısına katıldığı zaman, bu olay onun için eşsiz bir
deneyim olmuştu. Kathleen, soyadını(“gümüş”)
taşıyan broşunu takıp gittiği toplantıda, yanında oturan
kadının boynunda da, üzerinde “gold” (“altın”)
yazılı bir broş hemen dikkatini çekmişti. Anlamlı rastlaşma
bununla bitmedi: Bu hanımların her ikisi de İngiltere’nin Hove
Sussex’inden gelmişti, Australia’ya göç etmeden önce. Havacı
olan kocalarını ilk kez Brighton Regent Dans Salonu’nda
tanımışlardı. Dahası, aynı kilisede aynı rahip tarafından
nikâhları kıyılmış ve her ikisinin de birer kızı, ikişer oğlu
vardı.
----------o0o------------
LINCOLN
ve KENNEDY
ABD eski başkanları Abraham Lincoln ve John F. Kennedy’nin
yaşamlarının incelenmesi sonunda pek çok şaşırtıcı rastlaşma
su yüzüne çıkmıştır. Tanınmış matematikçilerden Prof. Ian
Stewart, iki başkan arasındaki söz konusu paralelliklerin
“tesadüf” olamayacağını ifadeden kendini alamamış
ve evrende olup biten her şeyin tarafımızdan
açıklanamayacağını da eklemiştir. Kennedy- Lincoln
rastlaşmaları şimdiye kadar birçok gazete, kitap ve internet
sitesinde yayınlandı. İki başkanın yaşamlarındaki
paralelliklerin en çarpıcıları şunlardır:
Lincoln 1860’da başkan seçildi. Bundan tam 100 yıl sonra
1960’ta Kennedy başkan seçildi.
Her iki başkan’da insan hakları konusunda çok titizdi.
Her ikisi de Cuma günü, eşleri yanındayken vuruldu.
Her iki başkan da başlarının arkasından tek kurşunla
vurulmuştu.
Lincoln, Ford’s Tiyatrosunda öldürüldü. Kennedy vurulduğu
zaman Ford Motor Şirketi imâlatı olan bir arabada bulunuyordu.
Her iki başkan da(seçilmeden önce) Johnson adlı başkanların
yardımcılarıydılar ve her ikisi de demokrat senatörlerdi.
Lincoln ve Kennedy’nin yardımcıları olduğu bu başkanlardan
Andrew Johnson 1808’de, Lyndon Johnson ise(tam 100 yıl sonra)
1908’de doğmuştur.
Abraham’ın katili John Wilkes 1839’da doğmuş, Kenney’nin
katili L. Harvey Oswald da yine 100 yıl sonra 1939’da
doğmuştur.
Her iki katilde güneyliydi ve her ikisi de mahkemeye
çıkarılmadan vuruldu.
Lincoln’un katili onu bir tiyatroda vurup, ilk aşamada bir
ahıra gizlemişti. Oswald ise Kennedy’e bir ahırda ateş etmiş
ve hemen gidip bir tiyatroya girivermişti.
Lincoln ve Kennedy’nin yaşamlarındaki anlamlı rastlaşmalarla
ilgili bilinen en ayrıntılı araştırma Avustralyalı yazar Ken
Anderson tarafından yapılmıştır. “The Coincidence File”
adlı kitabında yazar, aşağıdaki ayrıntıları da ortaya
çıkarmıştır:
Hem Lincoln, hem de Kennedy üstü açık araba ile ve korumasız
olarak yolculuk yapmayı severlerdi. Lincoln tiyatro locasında
vurulduğu zaman, yakınında koruma bulunmuyordu.
Her iki başkanın öldürülmeleri sırasında yanlarında eşlerinden
başka bir çift daha bulunuyordu ve her iki olayda da bu
çiftlerden kocalar yaralanmıştı.
Her ikisinin de öldürüldüğü olayda, yanlarında bulunan eşleri
yara almadan olayı geçiştirmişti. Her iki eş de
kocalarınınvurulan başlarını bir süre ellerinde tutmuşlardı.
Her iki hanım da 24 yaşında evlenmiş ve her ikisinin de 3
çocuğu olmuş ve her ikisi de çocuklarından birini Beyaz
Sarayda yitirmişti.
Başkanların katillerinin öldürülüş şekilleri de paraleldir:
Katillerin her ikisi de çok parlak projektörler altında
vurulmuş ve bunları vuran Jack Ruby ve Boston Corbett birer
Colt tabanca ile sadece bir el ateş etmişlerdi.
----------o0o------------
ÖZDEŞ
İKİZLER
ABD, Ohio’da doğan özdeş ikiz oğlan çocuklar(hemen hemen doğar
doğmaz) farklı ailelere evlatlık olarak verilmişti.
1979’da(tam 39 yıl sonra) tekrar bir araya getirildiler. Bu
karşılaşmadan sonra anlaşıldı ki; her ikisine de “James”
adı verilmiş, her ikisi de hukuk eğitimi görmüş ve her ikisi
de marangozluktan hoşlanırmış. Dahası, her iki James’de
“Linda” adlı hanımlarla evlenmiş, birer oğlan
çocukları olmuş ve her ikisine de “James Allan”
adları konmuş. Özdeş ikiz “James”ler bir süre
sonra boşanmış ve ikinci evliliklerini “Betty”
adlı hanımlarla yapmışlar ve birer tane daha oğlan bebekleri
doğmuş. Her ikisinin de aynı adlı köpekleri varmış:
“Toy” ve her ikisinin de favori tatil yerleri
aynıymış: St. Peters-burg, Florida.
----------o0o------------
TEK BİR
YAŞAM
Üniversite mezunu ikizler Bill ve John Blomfield birlikte
yaşadıkları gibi, birlikte öldüler: Yaşamları boyunca birlikte
yaşadılar, hemen hemen aynı giysiler giydiler, aynı tip gözlük
takıp, saçlarını aynı şekilde kestiler. Yaşlandıkça zaman
zaman kalça yağlarını aldırdılar, aynı tip bastonları vardı.
1996 Mayısında(61 yaşındayken) vücut geliştirme yarışmasına
katıldılar. Bu yarışmada ikizlerden birisi yığılıverince,
görevliler hemen ambulans(cankurtaran) çağırdılar. Saat
12.14’tü. 12.16’da da öteki ikiz kriz geçirdi. İkizler
hastaneye kaldırıldı ama kurtarılamadı.
----------o0o------------
JOHN-ARTHUR KARDEŞLER
İkizler John ve Arthur Mowforth, peş peşe dünyaya geldikleri
gibi, peş peşe de dünyadan ayrıldılar. Dünyadan ayrılışları
şöyle olmuştu: 22 Mayıs 1975’te(birbirinden yaklaşık 80 mil
uzaklıkta bulunan) ikizler, göğüslerinde dayanılmaz ağrılardan
şikayetle farklı hastanelere kaldırıldı. Her iki adamında
aileleri ötekinin de aynı anda rahatsızlığının farkında
değildi. Her ikisi de hastaneye kaldırıldıktan kısa bir süre
sonra(kalp krizinden) yaşamlarını noktaladılar.
----------o0o------------
MASA
TENİSİNDE İKİ ÇİNLİ
Peng ve Yong’un paralel yaşamları birer trajediyle başlamıştı
ama Olimpiyat Oyunlarında(1995) şampiyonluğa kadar birlikte
ulaştılar: YongXi bebek iken, feci bir yangın tehlikesi
atlatmış ama sağ eli ile yüzünün sağ tarafı sakat kalmıştı.
Çocuk iki yaşında Shaghai Tren İstasyonu’nda terk edilmiş
olarak bulundu.
Bundan birkaç ay sonra iki yaşındaki Peng Kai Shanghai
Öksüzler Yurdu’na bırakılmıştı. Peng de, bir yangında sağ
elinin dört parmağını yitirmiş, sadece başparmağıyla kalmıştı.
Buna ek olarak bebek Peng’in saçları da tamamen yanmıştı o
yangında. Her iki çocuğunda ebeveynleri bulunamamış ve her
ikisi de öksüzler yurdunda büyütülmüştü.
Her iki çocuğun da masa tenisine karşı merakı vardı. Yong,
servis atışlarında topu sol eliyle yukarı atarken, raketi sağ
kolu ile vücudu arasına sıkıştırıyor, top havadayken yine sol
eliyle raketi yakalayıp, topu karşı tarafa fırlatıyordu. Peng
ise, sağ elinin başparmağı ile avuç için arasında topu
kavrarken, sol eliyle de raketi kullanıyordu.
Her ikisi de 21 yaşındayken, New Haven, Connecticut’ta yapılan
1995 Dünya Olimpiyat Oyunları’nda yan yana yarıştılar ve altın
madalyalarla ülkelerine döndüler.
----------o0o------------
HERKESİN
BİR İKİZİ OLURMUŞ
Londralı David Webb, kiralık bir arabayla çıktığı yaz
tatilinde “ikiziyle” de karşılaştı. Uzun bir
süre Florida Everglades düzlüklerinde yol aldıktan sonra, bir
kahve molası için durduğu restoranda, o sırada orada bulunan,
lokantanın kendinden başka biricik müşterisiyle sohbeti
derinleştirince; önce, onun adıyla kendi adının aynı olduğunu,
hemen sonra da aynı günde(24 Aralık) doğmuş olduklarını
öğrendi. Kendisi Londra’da, bir dizi antikacı dükkânlarının
arkasındaki Camden Passage Islington’da oturuyordu. Meğer
Amerikalı David Webb de Londrada’yken o sokakta oturmuş ve
oradaki antikacı dükkânlarından birinin de sahibiymiş.
----------o0o------------
YANLIŞ
OTOBÜS
İngiltere’nin tanınmış medyumlarından Douglas Johnson bir
defasında yanlış otobüse binmiş ama durumun farkına vardığı
zaman epey yol almıştı. Ünlü medyum başından geçen bu olayı
1967’de, Cambridge Ruhsal Araştırmalar Derneği’nde verdiği bir
konferansta açıklamıştı. Douglas Johnson, kendi ifadesine
göre; yanlış otobüste olduğunun farkına varmış olmasına rağmen
telaş ile hemen kalkıp, inmek yerine, otobüste kalıp, yol
boyunca güzel doğa manzarasını seyretmeyi yeğlemişti.
Otobüs bir yerleşim merkezinin içinden geçerken, medyumun gözü
bir eve ilişir ve hemen iki yıl öncesiyle ilgili bir şifa
çalışmasını anımsar. Otobüsün, önünden geçtiği o ev iki yıl
önce tedavi etmeye çalıştığı bir sujesine aitti. Medyum, içsel
bir itilimle otobüsten inip bu sujesini ziyaret etmek istedi
ve gecikmeden iç sesine uydu. Biraz gerisin geriye yürüyerek o
eve geldi, kapıyı çaldı ama yanıt alamadı. Kapıyı çalmayı
tekrar denediği sırada burnuna bir gaz kokusu geldi. Gaz
kaçağıyla ilgili bir kaza olabileceği endişesiyle kapıyı
zorladı ve kırdı. Çekinerek girdiği mutfakta, kadın, baygın
durumda ve yerdeydi. Gerekli müdahaleyle eski sujesinin
hayatını kurtarmıştı bu kez…
----------o0o------------
BANKAYA
ABONE HIRSIZ
Yaşamda başarının püf noktası, iyi bir formül bulup, onu elden
çıkarmamaktır. Banka soygunculuğunda ise, zamanın iyi
planlanması önem kazanır. Yakayı ele vermemek için bu ön
koşuldur. Kuşkusuz, biraz da şansı olan bir soyguncu
Detroit’de bir bankayı, kısa aralıklarla bu şekilde iki kez
soymuştu, yakalanmadan. İlk soygununda, bankaya girer ve tam
bir soğukkanlılıkla doğruca vezneye gider ve üzerinde şu kısa
not yazılı kâğıt parçasını memura uzatır: “Silahım
yanımda. Elindeki tüm 100’lükleri, 50’likleri ve 20’likleri
paketleyip bana vereceksin, yoksa yakarım canını!”
Veznedeki görevli, ellerinin titremesini gizlemeye çalışarak,
kâğıt paraları büyükçe bir zarf içine doldurur ve soyguncuya
uzatır. Pişkin soyguncu zarfı koltuğunun altına sıkıştırır,
güvenlik görevlisinin önünden geçerek, kalabalık caddede
gözden kaybolur.
Hırsız, bankayı terk eder etmez veznedar alarm butonuna
basmıştır, güvenlik kameraları da çalışıyordur ama iki gündür
kayıt yapılmıyordu. Çünkü bant birmişti ve yeni bant
takılmamıştı. Birkaç hafta sonra aynı hırsız, aynı bankaya
yine gelir, aynı notu veznedar’a uzatır ve aynı veznedar bir
kez daha kasadaki banknotları büyükçe bir zarf içinde hırsıza
teslim eder. Bu kez hırsız geçen seferkinden daha rahat bir
şekilde bankayı terk eder çünkü bu kez kapıda her nedense
güvenlik görevlisi de yoktur. Neden mi? Çünkü o anda güvenlik
görevlisi, müdürün ofisinde onunla birlikte, olası bir ipucu
ümidiyle son üç haftalık görüntüleri gözden geçirmekteydi. Ama
bant bitmeden önceki kısımda elbette ki hiçbir ipucu yoktu.
Müdür ve güvenlik görevlisi bu gerçeği anladığı zaman banka
aynı hırsız tarafından ikinci kez soyulmuştu.
----------o0o------------
TARİHLER
ve YANLIŞ NUMARALAR
Tarihler ve yanlış numaralarla ilgili de anlamlı rastlaşma
örnekleri az değildir; bunların bir kısmı basına yansımış, pek
çoğu da yansımamıştır. Bunlardan bir tanesiyle bu tür
rastlaşmalara başlayalım; Örneğin, California, Fresno’dan
Howard Trend’in adresindeki numara 742 ile biter, telefon
numarasının ve banka hesap numarasının sonları da… Bu kadarla
bitmiyor; bir yaralanma olayı dolayısıyla Bay Trend’in aldığı
çekin numarası da bu rakamı içeriyordu: 99742. Dahası,
arabasına aldığı lastiklerin seri numaraları da 742’yi
içermekle kalmıyor, arabasının plakası da FDC742’ydi!
----------o0o------------
İKİ
YANLIŞ BİR DOĞRU
İngiltere, Essex’den polis memuru Peter Moscardi, çalıştığı
karakolun yeni olduğunu sandığı telefon numarasını(40166) bir
arkadaşına vermişti. Ertesi gün bir vesileyle fark etti ki
doğru numara, aslında 40116 di ama bu doğru numarayı
arkadaşına bildirecek durumda değildi. Memur Moscardi o akşam
bir meslektaşıyla; bulundukları kentin sanayi bölgesinde
devriye gezerlerken, bir fabrika binasının kapısının açık
olduğunu ve içeride ışıkların açık olduğunu fark eder. İçeri
girip, müdürün odasına doğru ilerler. Oda boştur. Tam o sırada
teflon çalmaya başlar ve ahizeyi memur Moscardi kaldırır.
Hattın öbür ucundaki şahıs kendi arkadaşıdır. Fabrika
müdürünün odasındaki telefonun numarası, Moscardi’nin
arkadaşına verdiği(karakolun) yanlış numarasıdır: 40166.
----------o0o------------
YEDİ
ŞİLİN NASIL YİTİRİLİR?
“The Roots of Coincidence”
adlı kitabın 1973’te yayınlanışından sonra, Arthur Koestler’e
gönderilen bu rastlaşma örneği, İrlanda, Dublin’den Anthony S.
Claney’e aittir. Şöyle yazmış:
“Haftanın 7. , ayın 7. gününde, yüzyılımızın 7. yılında doğmuş
bir insanım. Biz yedi kardeşiz ve ben kardeşlerimin 7. siyim.
27. doğum günümde bir yarışmaya 7. sıradan bir yarışmacı
olarak katıldım çünkü çektiğim kart böyleydi. 7 numaralı atın
adı da “Yedinci Cennet” ti. Bu at için 7 şilin koydum ve
yarışmada 7. oldum.”
----------o0o------------
YANLIŞ
NUMARA AMA DOĞRU SEÇİM
Büyükleriyle ağız dalaşı yapan birçok ergen gibi Julia
Tant’da, anne/babasıyla böyle bir kavgadan sonra hışımla evini
terk eder; hem de, bir daha geri dönmeyeceği üzerine yemin
ederek. Önce, sakinleşmek için yöredeki gençlik kulübüne
gider. Oradaki arkadaşlarından biri, hiç değilse, nereye
gittiğini haber vermek için annesine telefon etmesi konusunda
Julia’yı ikna eder. Ama Julia, içinde bulunduğu karmaşa ve
şaşkınlıkla yanlış numara çevirir. Telefonu açan hanımın sesi
de, her nasılsa annesininkine benzediğinden; Julia,
“Benim” der. “Neredesin?” diye sorar
telefonu açan hanım. Julia, gençlik kulübünde olduğunu ama
oradan anneannesine gideceğini söyler. Bunu duyan hanım,
“Julia, hemen eve dön!” diye haykırır. Julia,
adının telaffuz edilmiş olmasına karşın, yine de doğru olmayan
bir şeyin bulunduğunu hissetmiştir ve biraz da sesinde hayret
içeren bir tonlama ile “Neden bağırıyorsun? Sen hiç
haykırmazdın böyle?” diye sormadan edemez. Bu arada
hattın öteki ucundaki hanım da bu Julia’nın kendi kızı
olmadığını anlamıştır ve kendisini toparlayarak, kızı
Julia’nın kendilerini terk ettiğini ve bir daha dönmediğini
söyler.
Julia bir an aptallaşır, telefondaki hanımın ve ailesinin
durumunun kendisininkinden daha vahim olduğunu anlar. Bu
telefon konuşması Julia’nın aklını başına getirmiştir.
Ailesiyle tekrar barışmak için evine döner. Şimdi, yıllar
sonra, bu anısı gözünün önüne her gelişinde, “Her
nasılsa birden onun bir uğursuzluk olduğunu hissetmiştim. Bu
nedenle eve döndüm hemen. Uğursuzluk değilse bile, onun gibi
bir şeydi.”
----------o0o------------
DOĞUM
GÜNÜKARTI
Bayan J. Robinson’ın annesi 1989’da ölmüştü. Annesinin
eşyalarını elden geçirirken, 1929’da yeğenine gönderdiği bir
doğum günü kartı eline geçti. Kartı geri gelmişti çünkü
üzerindeki adres doğru değildi. Çok sık görüşmemelerine
karşın, Bayan Robinson; bu yeğenin, 1929 tarihli bu kartı
görmekten memnun olacağını düşündü ve tekrar postaladı. Bunun,
onun doğum gününe rastlayacağı konusunda hiçbir tahmini bile
olmamıştı. Ama kart, annesinin yeğeninin eline ulaştığı o gün
yeğen 60. Doğum gününü kutluyordu.
----------o0o------------
BENİM
NUMARAM
Todd adında bir adam, Avustralya’da bir futbol maçı finalinde
bulunuyordu. Burada taraftarlar adet olduğu üzre eski telefon
rehberlerinin sayfalarını yırtıp yırtıp, her gol atışta havaya
saçıyorlardı. Maç sırasında bir golün ardından havaya
fırlatılan binlerce rehber sayfasından biri Todd’un kucağına
yumuşak bir iniş yapar. Todd bu sarı rehber sayfasını tam
buruşturup atacağı sırada, kendi adına bakmakta olduğunu fark
eder. Evet, Todd’un kucağına; binlerce rehber sayfasının
arasından, kendi adının, adresinin ve telefon numarasının
yazılı olduğu sayfa düşmüştü.
----------o0o------------
SON
SENFONİ
Bethoven, Schubert, Dvorak ve Vaugha Williams ile daha birçok
sanatkârın 9. senfonilerini yazdıktan sonra dünyadaki
misafirliklerini sonlandırdıklarını biliyor muydunuz? Bu
seçkin insanlardan biri olan Mahler, bu durumu bildiği için,
9. senfonisini bitirir bitirmez hemen 10.’suna başlamış ama
ölümü engelleyememişti. Bruckner, değişik bir yol izleyerek,
ilk iki senfonisini “OO” ve “O”
olarak numaralandırmış ama yine de 9. senfonisini bestelerken
dünyadan ayrılmıştı. Sibelins ise 8.’den sonra bu işi bırakmış
ve 33 yıl daha yaşamıştır.
----------o0o------------
PSİŞİK
KONULU RASTLAŞMALAR
Bu anlamlı rastlaşmalar grubunun kahramanlarının bir kısmını
medyumlar oluşturur. Genel anlamda rastlaşmalar ve
eşzamanlılık konuları üzerinde kafa yormuş ünlüler arasında;
Arthur Koestler, Wolfgang Pauli ve Carl Jung sayılabilir.
Fikir çilesi ehli bu insanlar açıklayamadıkları şeylere
“tesadüf” deyip geçememişler, konu üzerinde düşünmüş
ve yazmışlar. Bunlardan Arthur Koestler bu konuda kafa yorduğu
bir günün gecesi gördüğü rüyayı şöyle anlatmış:
“O gece rüyamda kendimi parapsikolog Gertrude Schmeidler ile
eşzamanlılık üzerinde konuşurken görmüştüm. O sordu, ‘Eş
zamanlılık nerede biter, tesadüf nerede başlar?’ Ben de dedim
ki, daha doğrusu haykırdım; ‘Her şey eşzamanlı değil mi?
Tesadüfen hiçbir şey olmaz!’ Rüyamda bunları söylerken beynime
öyle bir enerji dolduğunu hissettim ki, şok halinde uyandım.”
----------o0o------------
BALAYI
RÜYASI
Pat Swain, Slovenya-Bled’de balayı tatilindeyken, en yakın
arkadaşının kuzeni ile rüyada yürüdüklerini görmüştü. İşin
tuhafı, arkadaşının kuzeni Hilda’yı 25 yıldır görmüyor, kız
kardeşi Stellayı’da hayal meyal anımsıyordu. Rüyada Pat, bir
pencereden dışarı bakıyordu. Pencerenin önündeki duvar epeyce
yüksekti. Bu sırada aşağıdan geçmekte olan iki kadın dikkatini
çekti. Bunlar Hilda ve Stella idi. Hemen aşağı indi, onları
selamladı.
Bu rüyadan iki gün sonra Pat ve kocası, Bled’in üst
tarafındaki uçurumun tepesinde bulunan kaleyi ziyarete
gitmişlerdi. Pat, kaldıkları otel odasının penceresinden
dışarıyı seyrederken, otelin duvarının dibindeki yoldan geçen
iki kadını hemen tanımakta gecikmedi; bunlar Hilda ve Stella
idi. Hemen aşağı indi ve kucakladı kuzenini. Hilda, Pat’a; o
kıyı boyunca az ilerde bir tatil köyünde bulunduklarını ve
günübirlik bir gezi için Bled’e gelmiş olduklarını söylüyordu.
----------o0o------------
RÜZGÂRIN
ATAĞI
19. Y.Y. okültist ve astronom Camille Flammarion atmosfer
konulu kitabının rüzgâr bölümünü yazıyordu. Tam bu sırada
pencerelerin birinden gelen bir esinti; yazarın çalışma
masasındaki son notlarını öteki pencereden dışarı
savuruvermişti. Flammarion kaybolan sayfaları günler sonra
yeniden yazmayı düşünürken, yayıncıdan ilk sayfaların dizgisi
geldi. Dizilen kısımda; rüzgârın uçurduğu sayfaların dizgileri
de vardı. Flammarion, rüzgârın uçurduğu sayfaların matbaaya
nasıl ulaştığını düşünürken, kurye soruyu yanıtladı: meğer o
gün yoldan geçmekte olan kurye sokağa saçılmış sayfaları
görünce, yazıdan sahibini tanımış ve toplayıp doğruca
yayınevine götürmüş her zamanki gibi. Yayıncı da, daha önceki
sayfalarla birlikte kuryenin son getirdiklerini de dizivermiş.
----------o0o------------
EMPATİ
Mİ, SEMPATİ Mİ?
İngiltere bayanlar kriket takımının antrenörü Jane Powel
öylesine berbat bir şekilde bacak kemiğini kırmıştı ki, platin
yerleştirmek zorunda kalmıştı doktor. Ameliyattan sonra Jane,
üç gece, üç gün yatağa bağlı kalmış ve ayağa kalkar kalkmaz
ilk yaptığı iş, Avustralya’daki kız kardeşine telefon ederek
durumunu anlatmak olmuştu. Jane telefonda kız kardeşine, bu
kaza nedeniyle çok acı çektiğini ama bereket versin ki
ameliyatın çok başarılı olduğunu ve artık canının yanmadığını
anlattı.
Kardeşi, Jane’in sözünü kesmeden dinledikten sonra,
“Allah’a çok şükür, geçti artık; ben de burada üç gün ayağımın
üzerine basamamış ve yürüyememiştim.” dedi.
Kızlarını(Jane’in kardeşini) ziyaret etmek için Avustralya’da
bulunan anne-baba oradaki kızlarının ayağındaki gizemli
ağrıdan o kadar endişelenmişlerdi ki, onu hastaneye götürüp
test bile yaptırmışlardı. Testlerde bir şey bulunamadı ama
Jane’den gelen bu iyileşme haberiyle kardeşinin ıstırabı da
dinivermişti.
----------o0o------------
THOMPSON
AİLESİ
Teksaslı Ron Thompson’un ailesi 1990’da 24 saat içinde dörde
katlanıvermişti. Çünkü kızlarından üçü(Mary, Joan ve Carol)
arka arkaya 4 erkek bebek doğuruvermişti. Rastlaşmaların
silsilesini şöyle anlattılar: “Önce 28 yaşındaki kızımız
Mary(19 yaşında ve aynı zamanda 9 aylık hamile olan) Joan
tarafından doğumevine kaldırıldı ve 5 saat içinde Mary, Shane
adlı bebeğini doğurdu. Bundan 7 saat sonra Joan, yine hamile
kız kardeşi Carol tarafından doğum evine yetiştirildi ve bir
erkek bebek doğurdu: Jeremy. O gece yarısını bir dakika geçe
Carol doğumhaneye alındı ve sabaha karşı 3’te ikiz doğurdu”.
----------o0o------------
GİZEMLİ
KEŞİŞ
19.Y.Y. Avurturyalı ressamlardan Joseph Aigner’in ölümü birkaç
kez ertelenmişti. Ünlü ressam ilk intihar girişiminde
bulunduğu zaman 18 yaşındaydı. Kendi kendini asma girişimi,
gizemli bir keşişin olay yerine gelivermesiyle engellendi.
Ressam 4 yıl sonra kendi kendini yeniden asmaya kalkıştı ama
aynı gizemli keşiş tarafından engellendi. Ressam Aigner, 30
yaşında üçüncü kez intihara yeltendi ama aynı gizemli keşiş
tarafından yine kurtarıldı. Ressam nihayet, 68 yaşında, bu kez
tabanca ile bir anda yaşamını noktalamak istedi ve başardı da.
Çünkü gizemli keşiş bu kez gelmemişti ama ressamın cenaze
merasimini bu keşiş yönetiyordu ve ressam Aigner onu hiçbir
zaman tanıma fırsatı bulamamıştı. |