Tüm dinlerin peygamberleri ve büyük inisiyeler(1) başta olmak üzere, beşeriyetin ve mensubu olduğu ulusun
gelişimine, aydınlanmasına, şuurlanmasına hizmet etmiş tüm
yöneticilerin ve önemli buluşlarıyla bilime hizmet etmiş
bilim insanlarının bazı dikkat çekici, bilinen/bilinmeyen “yetenekleri”
olduğunu biliyoruz. Sıradan insanınkinden farklı
olan bu yetenekler; hemen hemen sürekli olarak gerçekleşen
öngörüler, varlık sevgisi, sağduyu, azimkarlık, “yeni”
olana açıklık, alçakgönüllülük, özgürlüğe düşkünlük,
barışseverlik, duygu enginliği ve bağnazlığa tepkililik…
şeklinde tezahür eder. Bu meziyetlerden/yeteneklerden sadece
biri ya da ikisi sıradan olan bizlerde ya doğuştan ya da
sonradan ortaya çıkar, ama ATATÜRK gibi büyük insanlarda
bunların hemen hemen hepsi bir arada bulunur.
Bu yeteneklerden özellikle “öngörü”(önceden
bilme/sezme), “prekognisyon” ve duru görü gibi
adlarla Parapsikolojinin araştırma alanı içine girmiş ve pek
çok süje ile laboratuar koşullarında deneyler yapılmış;
bunların “tesadüf”
ile açıklanamayacağı (gerçekten var olduğu) kanıtlanmış,
(hatta soğuk savaş döneminde yoğun olmak üzere) resmi
çevrelerce kullanılmıştır. (2)
Dünyanın dört bir yanında ve ülkemizde Parapsikolojinin
araştırma alanına giren pek çok süje ortaya çıkarılmış,
bunlarla ilgili kanıtlanmış olaylar/deneyimler literatüre
geçmiştir.
Söz konusu
yaygın örneklerden bir kaçını şöyle anımsıyoruz:
-
1963’te bir suikasta
kurban gidecek John F. Kennedy’nin Teksas’ta öldürüleceği,
birbirinden habersiz pek çok kimse tarafından hissedilmesi,
Beyaz Saraya telefonla, başkanın Güneye gitmemesinin
istenmesi, birçok Amerikalının, suikastı rüyalarında
görmesi,
-
İkinci Dünya Savaşı
öncesinde yine pek çok kişinin oğullarının savaşta öleceğini
rüyalarında görmesi ve bunu savaş öncesinde bildirmesi,
-
Wolf Messing’in sık sık
halkın önünde düşünce okuma ve duru görü gösterileri
yapması bunların hemen hemen hepsinde isabet kaydetmesi,
-
ABD’nin(CIA ve FBI
birimlerinde) parapsikolojik yeteneklere sahip medyumlar
çalıştırması, (Apollo uçuşları sırasında başarılı
telepati denemeleri…),
-
Rusların(Sovyetler
Birliği döneminde) Rus parapsikologların yaptıkları
deneylerin birçok kitaba konu olması; mensubu bulundukları
rejim nedeniyle tamamen maddeci bir zihniyetle konuya
yaklaşmalarına karşın, çok başarılı sonuçlar elde
etmeleri(Moskova ile Sibirya’nın kuzeyinde bir merkez
arasında başarılı telepati denemeleri…), -
ABD, Duke
üniversitesinde(1930’lu yıllarda ve daha sonra İNSAN
DOĞASINI ARAŞTIRMA VAKFI FRNM’de) Prof. Dr. RHINE, Prof. Dr.
G. PRATT, Dr. W. CARRINGTON, vb. psikologların laboratuar
koşullarındaki çalışmaları,
Bizim tarihimizde ve günümüzde de buna benzer pek çok
paranormal olay ve bu yeteneklere (Duyular Dışı Algılamalar,
DDA) sahip kimseler keşfedilmiş ve kitaplara geçirilmiştir. Bu
belgeseller konuyla ilgili yayın evlerinin kitaplarında ve
ilgili kuruluşların(ki bunların başında BİLYAY Vakfı ve Ruh
ve Madde Yayınları gelir…) yayın organlarında bulunabilir.
DDA’nın, genellikle tüm insanlık ulularının ve önderlerinin
özelliklerinden biri olduğunu ve özellikle de; T.C.’nin
kurucusu yüce önder ATATÜRK’de de bu sıra dışı melekelerin
bulunduğunu, daha birçok insani erdemlerle bu melekelerin onun
yaşamına yansıdığını ve ATATÜRK’ün bu yanının çok az
bilindiğini ortaya koymak istedik. Yararlandığımız
kaynaklardan hemen gözümüze çarpan birkaç sıra dışı, ama
gerçek olay:
*
Atatürk’ün giriştiği işler arasında hata payının hemen hemen
sıfır olması, isabetsiz hiçbir karar almamış olması, *
Beşeri tarihte, Kurtuluş Savaşı yapıp ta, yeni bir devlet hem
de Cumhuriyet kuran biricik önder olması, *
İngiltere, Fransa ve ABD gibi zamanın en açgözlü ve sinsi
emperyalist canavarlarına kahramanca kafa tutması, karşı
koyması ve onları ülkeden kovması, *
1907’de bugünkü Türkiye haritasını çizmesi ve arkadaşlarına,
“Gelecekte Türk Devletinin sınırları bunlar olacaktır.”
demesi(3),
*
Daha 1930’lu yıllarda, gelecekte “ekonomi savaşları”
olacağını bildirmesi, Avrupalıların bir birlik kuracağını,
hava ulaşımının çok gelişeceğini, ay’a gidileceğini, Ortadoğu
sorununun sürüp gideceğini, Sovyetlerin dağılacağını, Orta
Asya’da Türk Cumhuriyetlerinin belirginleşeceğini ve bizim
geleceğimizin de bu Türkî cumhuriyetlerle ilintili olacağını
bildirmesi, *
Sadece Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarımız da değil, 1. Dünya
Savaşı’yla ilgili kararlarında da hata payının/isabetsizliğin
bulunmaması…
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Atatürk’ün dikkat çekici
yanlarından sadece birkaçı bunlar… Yazımızın giriş kısmının
ilk paragrafında belirttiğimiz, Atatürk’ün erdemli, bilge
kişilere özgü, ama çok az bilinen yanlarını elimizdeki
kaynaklarla sınırlı olarak derleyip sizlerle paylaşıyoruz.
Sizlerinde güvenilir kaynaklara dayalı bildiklerinizi
öğrenmekten mutlu olacağız.
YÜCE ÖNDER ATATÜRK’ün ÖRNEK KARAKTERİNİN ANA HATLARI
Her
yönüyle ve gerçek anlamda “büyük” bir insan olan
Atatürk’ün fizik ötesi niteliklerinin başında; çok yönlü bir
deha ve üstün insanlık niteliği göze çarpar. Doğuştan gelen ve
erdemli insanlara özgü güçlü bir karakter ile bunun sağlam
dayanağı olan çetin ve yılmaz bir irade onun en belirgin üstün
insanlık niteliğidir. Davranışlarındaki ve her türden kimse
ile ince düşünme ve ölçülü hareket ama temkinli ataklık onun
her zaman ön sırada yer almasına neden olmuştur. Tasavvur
etme ve ileriyi görme yeteneği çok gelişmiş olmasına
karşın, gerçekleştireceğine inanmadığı hiçbir projenin
ardından gitmemiştir… Başka türlü ifadesiyle; olmayacak, ya da
insani değerlerle bağdaşmayan hiçbir şeyi istememiş; yani hep
olacak şeyleri şaşmaz bir isabetle istemiş/projelendirmiş
ve onların üzerine güçlü bir azimle gitmiştir.
Bilgelikle taçlanmış zekâsının yanı sıra, herhangi bir konuda
“geneli kavrama yetisi” herkesi hayran bırakacak
düzeydedir. Daha ilköğretim sıralarında belirginleşmiş olan
matematik becerisi, ilerleyen sınıflarındaki gelişimiyle, ona;
olaylar arasındaki nedenselliği görüverme yetisini
kazandırmıştır. Son derece yoğun yaşam temposuna karşın;
okumak, araştırmak, incelemek, öğrenmek sonu gelmez tutkusuydu
Atatürk’ün. Kendisinin okuyup incelemeye fırsat bulamadığı
konularda, dürüstlüklerine ve bilgilerinin derinliğine
inandığı bilim insanlarını görevlendirirdi. Kadim MU
Uygarlığını inceletmesi buna örnek
gösterilebilir(4).
Yüce
insan Atatürk’ün beşeri ilişkiler çerçevesinde; insanları
tanımada, erdemli insanlara özgü bir kavrayışla onları
değerlendirmede yanıldığı hemen hemen hiç görülmemiştir.
Tanıdık tanımadık herkesle olan ilişki ve iletişiminde, “uygar
insanlara özgü bir yüreklilik”ten kaynaklanan “açık
kalpliliğe ve medeni cesarete dayalı bir sözünü sakınmazlık”
ile hareket etmek Atatürk’e özgü belirgin niteliklerden
biriydi. Beşeri ilişkilerde riyakârlık en nefret ettiği
beşeri zaaflardan biriydi.
Kuşkusuz, özgürlük/bağımsızlık kendisinin de belirttiği gibi
onun en belirgin karakter özelliklerindendi. O, kendi
ruhundaki özgürlüğü/bağımsızlığı topluma yansıtarak Türk
Ulusunu sömürge emperyalizmin kirli ellerinden kurtardı.
Esasen özgürlük/bağımsızlık, Seçme özgürlüğü ve Özgür İrade
şeklinde ruh varlığının belli başlı niteliklerindendir. Ama
enkarnasyon ile beşerleştiğimiz zaman bu niteliğimiz maddesel
ve toplumsal koşullandırmalarla örtülür, aslımızı özümüzüaslen
ruh varlığı olduğumuzu unutacak ve inkâr edecek kadar
kabalaşırız. Ama ATATÜRK gibi yüce varlıklar, söz konusu
erozyona kapılmayacak kadar güçlülüklerinden dolayı; değil
aslını/özünü unutmak, her fırsatta bunu ortaya çıkararak
topluma hizmette, başkalarının da tutsaklıktan kurtulmalarına,
özgürleşmelerine yardımda kusur etmezler.
Kuşkusuz, belirgin insani değerlerden biri olan “özgürlük
severlik” in en doğal görünümü “özgür düşünce”yi
oluşturması ve yaymasıdır. Düşündüğünü özgürce ifade etme
tutumu, ATATÜRK ve çevresi için gerçeğin aranıp bulunmasında
en geçerli ve erdirici yol olmuştur. Medeni cesaret ve düşünce
özgürlüğünün verdiği güçten kaynaklanan düzgün ve etkili
konuşma yetisi; onu, gelip geçmiş en usta hatiplerden biri
olmak düzeyine yükseltmiştir. Soğukkanlılığı, en belirgin
kişilik niteliklerinden biri olarak yakın arkadaşlarınca
saptanmıştır. Özellikle yıkımlar karşısında sergilediği
soğukkanlılık, sabır ve tahammül gücünün erdemli bilgelere
özgü bir sonucudur. Yine yakın çevresinin saptamalarına göre;
yaptıklarıyla övünmek yerine, yapacaklarını düşünmek; onun
sürekli bir eylem adamı olarak her zaman ileriye ve yeniye
dönük dinamizminin dışa yansımasıdır.
Beşeri değerlere/realitelere saygılı ama onlarla özdeşleşmeyen
tutumunu, rütbe ve nişanlarını bir vesileyle atıvermesiyle
ortaya çıkmıştı. Büyük hizmetler ve haklı çabalarla kazandığı
tüm rütbe ve nişanlarını atıp, “sade bir Türk vatandaşı”
olarak kurtuluş hareketine ve savaşına girişmesi, yüksek
vazife anlayışının ve bilincinin ulus sevgisiyle taçlanmış bir
kanıtıydı. Onu hedefi, böyle eşsiz bir vazife bilinciyle;
toplumu çağdaş uygarlık düzeyine yükseltmekti. Kurtuluş
yıllarında kısa sürede hızla değişen toplum yapısı, onun
devrimci ruhundan aldığı hızla gerçekten çağdaş bir nitelik
kazanmaya başlamıştı, ama ne yazık ki 40’lı yıllardan itibaren
bu hız korunamadı ve hatta düşüşe geçildi. Oysaki ATATÜRK,
yokluk içinde bile neler yapılabileceğini ölmeden önce bize
göstermişti.
1920
yılında 260 olan doktor sayısı, 1921’de 312’ye, 1922’de 337’ye
çıkarıldı ve 434 sağlık memuru
istihdam edildi(5).
Salgın hastalıklarla mücadele için 1920 yılında, yabancıların
hayal olarak nitelendirdikleri yerli aşı üretimine geçildi.
Sivas’ta üretilen 3 milyon çiçek aşısının tümü halka
uygulandı. Sıtmalı yörelerde yerli kinin dağıtımı yapıldı.
Frengi mücadelesi için, onca yetmezlik içindeki devlet
bütçesinden harcamalar
yapıldı(6).
Halka hizmet götürecek doktor sayısını artırmak için, askeri
doktorların bir bölümü ordudan ayrılarak, sivil alanda
görevlendirildi. 1921’de, bir yıl önce 3 milyon ünite üretilen
çiçek aşısı miktarı 5 milyona çıkarıldı. Sivas’ta ki Aşı
Üretim Merkezi genişletilerek, bir yıl gibi kısa bir süre
içinde 537 kg. kolera, 477 kg. tifo aşısı üretildi ve bu
aşıların tümü halka uygulandı.
İstanbul ve Sivas’tan sonra, Diyarbakır’da da, içlerinde;
bakteriyoloji/kimya lab. aşı merkezi ve kuduz tedavi
bölümlerinin olduğu sağlık merkezi kurularak, halk sağlığı
merkezlerinin dağılımında denge sağlanmaya çalışıldı. Afyon,
Eskişehir, Niğde gibi illerde tıbbi temizleme(sterilizasyon)
merkezleri açıldı. Urla ve Sinop karantina merkezleri,
aletleri tamir edilerek yeniden devreye sokuldu. 1000 kg.
devlet kinini Ziraat Bank. aracılığıyla halka dağıtıldı. Tüm
bunlar, yoksulluk içinde süren Kurtuluş Savaşı yıllarında
ulusçu politika anlayışıyla gerçekleştirilen başarıların
sadece bir kısmıydı. Bunlar, yokluk ve yoksulluk içinde bile
ne gibi hamleler yapılabileceğinin ibret verici, hatta şimdiki
bizleri utandırıcı, mahcup edici örnekleriydi.
01
Mart 1922’de Meclisi açış konuşmasında,
Osmanlı’dan(Tanzimat’tan) bu yana devralınan hurda ekonomi ile
ekonomiyi bu hale getiren Batı’nın yaptıklarını Yüce ATATÜRK
şöyle anlatıyordu: Başka türlü ifadesiyle yukarıda(son iki
paragrafta) sağlanan gelişme hangi zor koşullarda
yaratılmıştı, “Ülkemizin ekonomik durumu ve ekonomik
kuruluşlarımız dış ülkeler tarafından sarılmış bir halde
bulunuyordu. Tanzimat’ın açtığı serbest ticaret devri, Avrupa
rekabetine karşı kendisini koruyamayan ekonomik yaşantımızı
yine ekonomik yönden kapitülasyon zinciriyle bağladı. Ekonomik
alandaki özel değerler ve kuruluşlar yönünden bizden çok
kuvvetli olanlar ülkemizde, bir de fazla olarak imtiyazlı
durumda bulunuyorlardı; kazanç vergisi bile vermiyorlardı.
Gümrüklerimizi ellerinde tutuyorlardı. İstedikleri zaman
istedikleri malı ve istedikleri koşullar altında yurdumuza
sokuyorlardı. Bu nedenle, ekonomik hayatımızın tüm
bölümlerinin mutlak egemeni olmuşlardı. Efendiler, bize karşı
yapılan bu rekabet gerçekten çok gayri meşru, çok ezici idi. Rakiplerimiz bu şekilde
endüstrimizin gelişme olanaklarını yok ettiler. Aynı zamanda
tarımımızı da zarar’a uğrattılar; ekonomik ve mali gelişmemizi
engellediler…”(7)
Birkaç paragraf önce de belirttiğimiz gibi, ATATÜRK; eşsiz
vazife bilinci ve vatana hizmet aşkı içine hedefi, ekonomik
bağımsızlık içinde toplumu çağdaş uygarlık düzeyine ve onunda
üzerine yükseltmekti. “Batı standartları” na
değil. ATATÜRK Batı’yı örnek almak ya da Batı’yı hedeflemek
şöyle dursun, Batı’ya karşı dikkatli olunmasını her vesileyle
öğütlemiştir: “…durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan
öğüt almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek,
tüm dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım düşünceler
belirdi. Oysa hangi bağımsızlık vardır ki; yabancıların
öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih
böyle bir olay kaydetmemiştir…” diyordu ATATÜRK, 06.
Mart 1922 günü
TBMM’nde(8).
ATATÜRK yabancı ülkelerle işbirliğine açıktı ama “taklitçi
bir bağımlılığa” karşıydı; Batı’nın ne olduğunu iyi
bilirdi, çağdaşlaşmadan yanaydı ama “Batıcı”
değildi. Aralık 1921 yılında Batıyla ilgili şu sözleri, bu
anlayışının en özlü ifadesidir:
“İlkbahar’a dek şu üç ay içinde bu
silahları elde edemezsek, diplomasi kanalıyla bir çözüm yolu
aramak zorunda kalacağız. Bunu arzu etmiyorum. Biliyorum ki
Batı ile uyuşma, Türkiye’nin kaçınılmaz olarak
köleleştirilmesi anlamına
gelecektir”(9).
Bu
birkaç belgesel örnekten de anlaşılacağı gibi; Kurtuluş Savaşı
ve sonrasında kısa sürede hızla değişen toplum yapısı,
ATATÜRK’ün devrimci, yenilikçi ve yenileyici ruhundan aldığı
hızla, türlü yokluk ve yoksulluk içinde çağdaşlaşmanın yolunu
tutmuştu. O yüce insan tüm girişimlerinde; üstün inandırma
gücü, kişiliğinin çekici etkisi, yılmaz kararlılığı ve türlü
koşullara uyma yeteneği, onu başarıdan başarıya ulaştıran
belli başlı niteliklerdendir. Beşeri ilişkilerde;
alçakgönüllülük, değerbilirlik, cömertlik, bağışlayıcılık ve
hakseverlik gibi meziyetleri yanında; konuşkanlığı,
şakacılığı, hazırcevaplığı ve hoşgörüsü ile çevresinde sürekli
bir sevgi halkası yaratmıştır. Sağduyusu, yüksek özsaygısı,
diğerkâmlığı(özgeciliği) ve insaniyetçiliği ile sadece Türk
ulusunun değil, barışsever bir dünyanın da gönlünde yer
etmişti ATATÜRK.
ATATÜRK gerek bu kişilik özelliklerinden, gerekse siyasi ve
savaş alanlarındaki başarılarından dolayı yabancı
yöneticilerin de saygısını kazanmıştı. Kurtuluş Savaşının
yüksek prestiji ve savaş sonrası barıştan ve bağımsızlıktan
yana kişilikli politikasıyla ATATÜRK, dost-düşman tüm dünya
ona saygı duyuyordu. ATATÜRK İngiltere, Rusya ve Yunanistan’la
bile, hiçbir dönemde olmayan karşılıklı güvene dayalı dostluk
ilişkileri kurulmuş, Balkanlar’da barış ve istikrar
oluşturulmuştu. Doğu’da; Kafkasya, Irak, İran, Afganistan’a
dek çok geniş bir alan, gerilimsiz bir barış bölgesi haline
getirilmişti. Türkiye’nin o dönemdeki uluslar arası saygınlığı
o denli yüksektir ki, bu saygınlık Hatay sorununun çözümünü,
diplomasi alanında benzeri olmayan anlamlı bir jest ile
noktalanmasını sağlamıştı: ATATÜRK’ün Hatay konusundaki
duyarlılığını bilen Fransızlar; Hatay’la ilgili anlaşmayı,
sağlığı iyice bozulan ATATÜRK’ün, sonucu görmesini sağlamak
için, dışişleri personelini tatil günü çalışmaya çağırarak
imzalamıştı.
Görüldüğü gibi ATATÜRK, sadece yerli basından değil, yabancı
basından örneğin, Financial Times’da olumsuz eleştiri alan “Mustafa”
Filminde empoze edilmeye çalışıldığı gibi; kişisel bazı
zayıflıkları olan, en yakın arkadaşlarının bile birer birer
kendisini terk ettiği, içine kapanık, yalnız, çok içki ve
sigara içen bir komutan değildir. Financial Times’ta bu konuda
çıkan yazının başlığı şöyleydi:
“ATATÜRK’ü Kaidesinden
İndiren Film”(Cumhuriyet Gazetesi, 12 Kasım 2008). Bu
besbelliki maksatlı olarak yapılan bir belgeseldi.
Eğitim-İş’in bu filmle ilgili yayınladığı raporda da
belirttiği gibi;
“İnsani yanlarını göstermek kılıfında
ATATÜRK (bu belgeselde)
sanki harcanmıştı…”
Doğal
olarakta filmin yapımcısı, bu sözde belgeseliyle
Kemalistlerin güçlü tepkisine neden olmuştu.
Dünya
ATATÜRK gibi insanlarla dolu olsaydı; Tarih, elbette ki
tekerrür etmezdi… Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu ’nun çöküş
nedenlerini anımsayalım. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde;
1838 tarihli Balta Limanı Sözleşmesi’nin, 1854 yılında Kırım
savaşı nedeniyle alınan ilk dış borcun, 1881 tarihli Muharrem
Kararnamesi ve buna göre kurulan Duyun-u Umumiye’nin etkisi
bilinir. Bu yanlış adımlarla içine düşülen mali bağımlılık;
siyasi, hukuki, idari bağımlılığı pekiştirmiştir. Çünkü
borçlanmak demek, bağımsızlığı yitirmek demektir. Yüce
ATATÜRK’ün ulusal ekonomiye ve mali bağımsızlığa büyük önem
vermesi ve sopanın süngüden kuvvetli olduğunu sık sık
vurgulaması boşuna değildi.
KİŞİLİĞİNİN BELİRGİN NİTELİKLERİNİ YANSITAN ANILAR
ALÇAKGÖNÜLLÜLÜKTEKİ BÜYÜKLÜK
Başkomutanlık Meydan Savaşı’nda, bir gece tutsak edilen birkaç
Yunan subayı, Mustafa Kemal’in çadırına getirilir. Tutsak
subay, üniformasında hiçbir işaret görmeyince, Mustafa Kemal’e
rütbesinin ne olduğunu sorar:
- Binbaşı mısınız? - Hayır! -
Albay mı? - Hayır! Tutsak daha yukarı rütbelere de aynı yanıtı alınca; - Peki, nesiniz? -
Mareşal ve Türk
Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ve korkudan çenesi düşen Yunanlı kekeleyerek; -
Bir başkomutanın muharebe hattında
bulunması işitilmiş şey değil
de…(10)
ÖNGÖRÜYLE DESTEKLİ
KARARLILIK 1919
Mayısının ilk yarısındaki günlerden bir gün, Osmanlı sadrazamı
Damat Ferit Paşa, Mustafa Kemal’in Anadolu’da hükümete karşı
ayaklanacağından kuşku duyuyordu. Onun ağzından bazı laflar
kapmak için onu ve Cevat Paşa’yı akşam yemeğine çağırdı.
Yemekten sonra, bir Anadolu haritası üzerinde yapılan
konuşmalarda, Mustafa Kemal sadrazamın kuşkusunu sezdiği için,
çok ustalıklı yanıtlarla onu ferahlattı.
Konuklar gece geç vakit konaktan ayrıldılar. Mustafa Kemal ile
Cevat Paşa kol kola Nişantaşı’ndan Teşvikiye’ye doğru hızlı
adımlarla ilerlerken, Cevat Paşa sordu:
-
Bir şeyler mi
yapacaksın, Kemal? - Evet, bir şeyler
yapacağım! - ALLAH muvaffak
etsin… -
Mutlaka muvaffak
olacağız!
(Evet, ATATÜRK; Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla biteceğini
önceden biliyordu: Prekognisyon)
ÖNGÖRÜ
ve ORDUYA GÜVEN
Trablusgarp’ta İtalyanları mağlup eden Türk ordusu ne yazık ki
yeteri kadar desteklenmedi. “Orası artık bir ülke,
bakamıyoruz, çekilelim…” diyen İttihat ve Terakki
Partisi’nin yöneticileri yardım göndermediler. Arkasından
çıkan Balkan savaşı’nı bahane ederek İtalyanlarla anlaşma
imzalayıp çekildiler. ATATÜRK de ülkesine geri dönmek zorunda
kaldı. Yalnız Derne’den yazdığı mektuplardan birinde, 1. Dünya
savaşı’nı görmüş ve bu savaşa girildiğinde sonucun Türk
milleti için iyi olmayacağını söylemiştir. İktidar da bulunan
İttihat ve Terakki Partisi yöneticilerini daha o zamandan
uyaran ATA’yı kimse önemsememiş, hatta dinlememiştir. Ne yazık
ki söylediklerinin hepsi gerçekleşti.
Mustafa Kemal’i 31 Mart olaylarından sonra, Yüzbaşı iken
Selanik’ten tanıyan silah arkadaşı Tevfik Bıyıklıoğlu
anlatıyor: “On saatten fazla at üzerinde dolaşmış
olduğumuzdan, çok yorgunduk. Alay komutanımız, Mustafa Kemal
ve öteki subaylarla birlikte yemek yedik. Alman subaylarda
vardı aramızda. Hepimiz dağılmaya hazırlanırken Yzb. Mustafa
Kemal birden ayağa kalktı, “Arkadaşlar” diye söze başladı ve
benden de Almancaya tercüme etmemi istediği konuşmasını yaptı.
İki saat kadar süren konuşmasını yaptı. İki saat kadar süren
konuşmasını herkes dikkatle dinledi”:
(ATATÜRK’ün sözlerinin bu kısmında apaçık bir öngörü vardır.
ATATÜRK’ü dinliyoruz: )
“Türk
ordusu için dâhili kavgada muvaffak olmak bir zafer değildir
ve bu hadisenin şerefine memleketi seven bir adam ve Türk
zabiti sıfatıyla sevinip kadehimi kaldıramam. Bundan ancak
elem duyabilirim. Arkadaşlar bana dikkat edin, sözlerime kulak
verin. Türk ordusu gün gelecek, Türk varlığını, Türk
istiklalini kurtaracaktır. İşte asıl o vakit sevineceğiz.
İftihar edeceğiz. İşte o vakit Türk ordusu vazifesini yapmış
olacaktır.”
SEZGİLERİNE GÜVENİ TAMDI…
Mustafa Kemal, son Osmanlı padişahlarından olan Mehmet Reşat
ile Almanya’ya gitmişti. Askeri üsler gezilirken, bir askeri
üstte şereflerine uçaklarla gösteriler yapacaktı. 1. Dünya
savaşı öncesi 1910 yıllarında uçaklar az çok gelişme
göstermişti. Askeri üstte gösteri yapacak olan uçaklardan
birine ATATÜRK’ün binmesi kararlaştırılmıştı.
Zamanı gelince uçağa doğru ilerlemekte olan Mustafa Kemal geri
dönüp binmekten vazgeçtiğini söyledi. Israr etmelerine rağmen
ATATÜRK fikrinden vazgeçmedi ve onun yerine bir Alman subayı
bindi. Uçak havalandıktan bir müddet sonra arızalanarak düştü
ve içindeki Alman subayı öldü.(11)
(Esas
olan Türkiye’nin kurtulması olduğu için, ATATÜRK’ün uçağa
binmesi engellendi… ATATÜRK, aşağıdakilerin tüm ısrarlarına
rağmen sezgilerine uymayı yeğledi. Bu da onun içinin sesine
olan imanının ve vicdanıyla sürekli işbirliğinin bir
işaretidir. Olay, aynı zamanda bir prekognisyon örneğidir.)
YÜCE
ATATÜRK’ÜN “Geldikleri gibi gidecekler!” ÖNGÖRÜSÜ…
Almanya hayranlığıyla 1. Dünya Savaşına giren Osmanlı
İmparatorluğu her şeyini kaybetmiş durumdaydı. 30 Ekim 1918’de
imzaladığı Mondros Mütarekesi ile Türk toprakları işgale
uğruyordu. Haçlı seferleri bittiğinden bu yana Avrupa’dan
yüzyıllar boyunca istilacılar gelememişti. Ancak 1918 sonunda
İtilaf devletleri bu topraklara geldi. Osmanlı İmparatorluğu
topraklarını kaybettiği gibi tarih sahnesinden de
çekilmekteydi. İstanbul’un işgal edildiği günlerde, kente
dönen Mustafa Kemal, düşman zırhlılarını Dolmabahçe önünde
gördüğü zaman büyük bir üzüntüye kapılmış ve sadece şu
kehaneti söylemiştir: “Geldikleri gibi gidecekler.”
MORAL VERME ve İKNA GÜCÜ, ÖNGÖRÜSÜ KADAR GÜÇLÜYDÜ… 17
Nisan 1915 tarihine kadar, düşmanın yaptığı hücumlar
püskürtülürken, Mustafa Kemal; emrindeki subayları toplayarak
onları, psikolojik olarak rahatlatmayı da ihmal etmiyordu ve
Komutanlarına şöyle diyordu:
“Düşmanı altı günden beri
iki defa taarruz ederek sarstığımız ve arazinin zorluğundan
dolayı neticeye kadar şiddetli takip edememek yüzünden
barınabilen aksamı himayesinde çıkarmakta olduğu ve fakat
şimdiye kadar mahvettiğimiz düşman kuvvetlerinin iki fırkadan
fazla olduğu anlaşılmıştır. Seddülbahir’de Kumkale cihetinde
de hal hemen aynı olmuştur. Karşımızda bulunan düşmanı
bire kadar hepimiz ölerek behemal denize dökmek lazım olduğu
kanaati vicdaniyesindeyim. Vaziyetimiz düşmana nazaran zayıf
değildir. Düşmanın kuvvei maneviyesi(morali) mahvolmuştur.
Mütemadiyen siper yapmakla kendisine çıkış aramaktadır.
Siperlerin civarına birkaç mermi düşürmekle hemen kaçmaya
kalktıklarını görüyorsunuz. Düşmanı Salihlerimizden bir an
evvel atmak gayet vatani bir vazifedir.”
Mustafa Kemal, 4 Mayıs 1915 tarihine kadar Arıburnu’nda
düşmana karşı başarılı savaşlar verir. Savaşı cephenin en
yakın noktalarından idare eder; ama düşman komutanlarının
atacakları her adımı da bilir. Nereye asker çıkartacaklarını,
durumlarını, düşüncelerini, planlarını hisseder. Türk askerini
ona göre yönlendirir. Gerçekte tüm kuvvetler ona verilseydi,
düşmanı daha erken bir zamanda yenebilirdi. Rütbesi
yetmemesine rağmen başarıları Osmanlı ordusunda olay
yaratmıştır. Ayrıca yeni savaş taktiklerini de kullanmıştır.
Çanakkale Savaşlarının mucizevî olaylarından bir tanesi de,
Conkbayırı’nın arkasına saldıracak düşmanın harekâtını iki ay
öncesinden bildirmesidir. Buna göre plan bile hazırlayan
Mustafa Kemal, Esat Paşa ve kurmay subaylarını bu tezine
inandıramamıştı. İki ay sonra oradan hücum eden düşmanı ise
yine kendi durdurmayı başarmıştır. Bir kez daha geleceği önceden
görerek tedbirlerini almıştır.
KORKUSUZ
ATA…
MUSTAFA Kemal bir savaşı doğrudan doğruya kendisi cephe
üzerinde yönetmek üzere maiyetiyle birlikte at üzerinde
Conkbayırı’na doğru ilerlerken, bir düşman uçağı alçalarak
üstlerine doğru gelmeye başladı. Subaylar kaçtılar. O zamanlar
böyle asker gurubu gören savaş pilotları makineli tüfeklerini
kullanarak saldırırlardı. Mustafa Kemal soğukkanlılığını
koruyarak yanında kalan bir subayla patikanın ortasından
ilerlemeye devam etti. Uçak onları bir süre yakından izlediyse
de sonra uzaklaşıp gitti. İşin ilginç tarafı uçak saldırıya
geçmemişti. Mustafa Kemal en küçük bir korku duymadan yolunu
bile değiştirmemişti.
Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan Osmanlı
İmparatorluğu son zamanlarını yaşarken, İstanbul’u işgal eden
İngiliz, Fransız ve İtalyan İşgal Kuvvetleri Komutanı
Armstrong aynı zamanda Çanakkale Savaşları’na da katılarak
Mustafa Kemal’le savaşmıştı. 1925 yılında yazdığı Bozkurt adlı
kitapta mucizevî bir olayı şöyle anlatıyordu:
“Çanakkale’de karşılıklı
siperlerde binlerce asker karşı karşıya gelmişti. Savaşa ara
verildiği zamanlarda Türk askerine moral vermek isteyen
Mustafa Kemal siperlerin önüne çıkar ve sigara içerdi. Ona
ateş eden düşman askerleri Paşa’yı vuramazken, Mustafa Kemal
de eline aldığı tüfekle cevap verir ve isabetli atışlarla
askerlerimizi vururdu. Aradaki mesafe 25- 30 metre arasında
değişiyordu. Bizim askerler artık korkmaya başlamışlardı. Biz
ise onlara yalan söylemek zorunda kalıyorduk. Ateş ettiğimiz
kişi Mustafa Kemal değildir, diyerek askerlerin morallerini
düzeltme çalışıyorduk.”
Çok
enteresan bir olay değil mi?
Çanakkale Savaşlarındaki mucizeler bitmez… O müthiş insan
Conkbayırı’nda kendisine isabet eden bir şarapnel parçasıyla
az daha yaralanıyordu. Cebindeki cep saati onu korumuştu. Bu
saati Mustafa Kemal’den hatıra olarak isteyip saklayan Liman
Von Sanders’in yıllar sonra evine giren hırsız saati çalarak
kayıplara karıştı.
Çanakkale Savaşları sırasında birçok mucizeler gerçekleşirken,
Mustafa Kemal’in de başından bazı olayların geçmesi ilginçtir.
Gerçekte Çanakkale cehenneminden çıkması da onun gelecekteki
görevleri için korunduğunu göstermektedir.
ATATÜRK’ÜN HABERCİ
RÜYALARINDAN BİRİ
Mustafa Kemal zaman zaman gördüğü rüyalarla çeşitli olayları
hissedebiliyordu; tıpkı annesi Zübeyde Hanım’ın vefatını
hissetmesi gibi.
Tarih
14 Ocak 1923. gece yarısı, Mustafa Kemal’in özel treni
Eskişehir’e doğru gidiyor. Bu yolculuk bir kamuoyu yolculuğu
olacak ve Gazi savaş sonrası Anadolu’sunda bazı şehirlerin
nabzını yoklaya yoklaya İzmir’e giderek hem annesini, hem de
Latife Hanım’ı görecek. Ama o gece çok sıkıntılı ve bir türlü
uyku uyuyamıyor. Kompartımanın kapısı önünde Ali Çavuş nöbet
tutmaktadır. O sırada şifreli bir telgraf gelmiş, şifresi
çözülmemektedir. Birden içeriden ses gelir. Mustafa Kemal
seslenmektedir. Çavuş kompartımanın kapısını açıp selam durur:
“Emret Paşam!” Mustafa Kemal yatağına
oturmuş telaşla sorar: “Ne demeye kapıda
bekliyorsun?” “Nöbet tutuyorum Paşam” “Annemden bir haber var
mı?” Ali Çavuş bir şey yokmuş
gibi durmaya çalışır. “Boşuna kıvranma Ali,
benden bir şey saklamaya çalışma ben haberi aldım.”
“Ne haberi aldın ki Paşam?
Hayır haber inşallah!” Mustafa Kemal rüyasını
anlatmaya başlar:
“Az önce dalmışım; rüyamda
yeşil bir ovada annemle el ele geziniyorduk. Her zaman olduğu
gibi bana bir şeyler anlatıyordu. Birdenbire fırtına çıktı.
Bir sel bastırdı, annemi aldı götürdü. Hiçbir şey yapamadım.
Hiç, hiç…”
Ali Çavuş’u bir titremedir
alır, derken Mustafa Kemal emir verir: “Çabuk al getir şu telgrafı
hemen.” Ali Çavuş kompartımandan
çıkar çıkmaz telgrafı getiren görevliyle karşılaşır. “Ver onu, Paşamız
bekliyor.” Kâğıdı alıp içeri girer ve
selam durarak “Sen sağ ol Paşam” der.
“Millet sağ olsun” derken
Mustafa Kemal ağlamaya başlar. Çavuş, “Ağlama Paşam”
deyince, Mustafa Kemal:
“Neden? Ben insan değil
miyim? Annem öldü. Ben buna ağlarım. Ama vatan kurtuldu.
Bununla teselli bulurum. Benim için ikisi bir. Ben bunun için
Namık Kemal’e ‘Bulunur kurtaracak bahtı kara kaderini’ diye
cevap vermedim mi?” der.
ATATÜRK ve
“19”
ATATÜRK’ün yaşamında onun hemen hemen hepsi isabetli
öngörülerinin yanı sıra “19”
rakamının dikkat çekici bir yeri olmuştur. Bu gizemli rakam,
her nasılsa, onun doğumundan başlayıp, ölümüne kadar yaptığı
her işte tarih olarak ortaya
çıkmıştır(12).
Beyin
cerrahı Muammer Yüksel ile biyofizik uzmanı Dr. Erhan
Kızıltan, bir bilimsel araştırma için bir araya gelip
çalışmaya başlar. Bu araştırma için gerekli olan bilgisayar
programını Dr. Erhan Kızıltan yazar. Programın çalışıp
çalışmadığını denemek için o sırada bilgisayarda tam metni
hazır olarak bulunan Atatürk’ün 15- 20 Ekim 1927 tarihleri
arasında CHP kongresinde okuduğu Büyük Nutuk’unu programa
koyarlar. Bir süre sonra, program Nutuk’un içinde her
kelimenin kaçar kez tekrarlandığını ortaya çıkarır. İki bilim
adamı, ilk olarak Nutuk’ ta:
19’ar
kez tekrarlanan kelimeleri ilk kullanım sıralarına göre bir
araya getirerek bir metin ortaya çıkarırlar. 19 rakamı
Atatürk’ün hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü:
- Atatürk 19. yüzyılın
bitmesine 19 yıl kala 1881 de doğdu(1881, 19’un 99
katıdır.). - 1881, Rumi takvime göre
1297’ye denk gelir(1 + 2 + 9 + 7= 19). - Selanik’te doğdu. Selanik
sözcüğü “ebced” hesabıyla(Arapçada her harfin sayısal bir
değeri olduğunu belirten hesap) değeri 171’dir(171, 19’un 19
katıdır). - Nüfus kütüğünde sıra
numarası 19’dur. - Nüfus cüzdan numarası
999814’tü(Bu sayı 19’un 52306
katıdır). - İstanbul Harp Okuluna
1900’de kayıt oldu(1900, 19’un 100 katıdır), bu sırada yaşı
19’du. - Harp akademisine 57.
devre olarak girmişti(57, 19’un 3 katıdır). - Atatürk Harp Okulunu 20.
olarak bitirdi. Subaylardan birisi yabancıydı. Bu nedenle
mezun olan 19. subay oldu. - Yüzbaşı olarak orduya
katılış sırası 38’di(19’un 2 katıdır). - Çanakkale Savaşlarının
zaferle sonuçlanmasında büyük rol oynayan 19. tümeni kurdu. - 19 Mayıs 1915’te Albay
oldu. - Komutanı olduğu alayın
numarası da 38’di(19’un 2 katıdır).- Komutanı olduğu bir başka
alayın numarası 57’ydi(19’un 3 katıdır). - 19 Mart 1916’da
Tuğgeneral oldu. - 19 Aralık 1904’te Yıldız
Sarayına çağrıldı. - 19 Mayıs 1919’da Samsun’a
çıkarak Kurtuluş Savaşını başlattı. O zaman 38
yaşındaydı(yani 19’un 2 katı). - Atatürk’ü Samsun’a
götüren Bandırma vapurunun 19 yolcusu vardı. - Samsun’da 19 gün kaldı. - 4 Temmuz 1919’da
Erzurum’a gitti, 19 gün sonra 23 Temmuz’da Erzurum
Kongresini topladı. - 4 Eylül 1919 Sivas
Kongresinden 114 gün sonra 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gitti
(114, 19’un 6 katıdır. - Milli Mücadeleye
başlaması için komutanlarıyla yaptığı konuşmanın tarihi 19
Kasım 1919’du. - TBMM’nin kurulmasına 19
Mart 1920’de karar verdi. - 19 Eylül 1921’de
Mareşallik ve Gazilik unvanı aldı. - Gençliğe hitabede 19
cümle vardır. - Mustafa Kemal Atatürk
adında 19 harf var. - Atatürk’ün Latife Hanım
ile olan evliliği 912 gün sürdü(912, 19’un 48 katıdır). - 10 Kasım 1938’de
öldü.(1938, 19’un 102 katıdır). -
57 yıl yaşadı(19’un 3
katıdır). - Yaşamının ilk 19 yılında
askerliğe hazırlandı. İkinci 19 yılında asker olarak hizmet
verdi. Üçüncü 19 yılında ise ülkenin kurtarıcısı ve devlet
başkanı olarak görev yaptı. - Öldüğünde yatağının
altında bulunan otomatik silahta 19 mermi vardı. - Cenaze namazı 19 Kasım
1938’de Dolmabahçe camiinde kılındı. - Atatürk’ün ölümü üzerine
silah arkadaşı İsmet İnönü’nün Türk milletine yazdığı
beyanname 19 cümledir. - Cenazesinde çalınan
Chopin’in cenaze marşının numarası 19’dur. Bu marşta 19 nota
vardır. - Miras olarak 19.000lira
bırakmıştır(yani 19’un 1000 katı) - “Ne mutlu Türk’üm diyene”
cümlesi 19 harftir. -
“İstikbal göklerdedir”
cümlesi de 19 harftir. - İstanbul Akaretlerde
kaldığı evin numarası 19’dur.
İşte
bu nedenle, Nutuk’ta 19’ar kez tekrarlanan kelimelerden bir
metin oluşturan Dr. Muammer Yüksel ile Dr. Erhan Kızıltan,
Osmanlıca sözcükleri günümüz Türkçesine çevirir, bazı eksik
cümleleri, anlamını bozmayacak şekilde tamamlar. Sonuçta
ortaya şu şaşırtıcı metin çıkar:
“Tüm seçkin temsilciler;
millete hizmet etmek yerine, görevlerini yerine
getirmemektedirler. Bunların kanunlara bilfiil uymaları
gerektiğini belirtiniz. Şunu söyleyiniz: yakın zamana kadar
mevcut faaliyetleri başka gözle görmeye çabalayanlar artık
durumun farkına varmışlardır. Kumandanların(Askerler ve
Yöneticiler) hizmet etmelerine siz engel oluyorsunuz. Olayları
tam olarak düşünen her kişi bunun nedeninin, hükümet olduğunu
görür.” “Tüm Başbakanlık sistemi bizce suiistimal
edilmektedir. Toplanacak taraflar sayıca az olsa bile azami
sayıdaki düşmanın karşısında durmalıdır. Bu çağrıyı yapması
gereken yüzbaşılardır. Büyük şerefli cephe düşünülmelidir.”
Bu
metin iki bilim adamını çok şaşırtır. Çünkü günümüz Türkiye’si
ile ilgili ipuçları vermektedir. Bir başka deyişle Atatürk,
100 yıl önceden Türkiye’de olup bitecekleri görmüş gibidir.
Dr.
Muammer Yüksel ile Dr. Erhan Kızıltan, araştırmaları sırasında
19’ar kez tekrarlanan(Türkçe) sözcükler de bulur. Bu
sözcüklerle oluşturdukları metin ise, Türkiye’deki bölücülük
hareketlerinin ne aşamaya geleceğini 100 yıl önceden gösterir
gibidir.
“Maksadın anlaşılıyordu.
Tarihi vilayetin ahalisini bölüp Diyarbakır Kürt devletinin
kurulmasına yol açmak. Memleketin içinde bulunduğu durum
kesinlikle birisinin duruma müdahale etmesini gerektirecektir.
İçinde bulunulan somutsuz koşullar gereğince bağımsız guruplar
harekete geçecektir. Yirmi vakit sonrasında bu değerlendirmeyi
kim yapacak ve eyleme geçecektir.”
Bu
metin de yer alan “Yirmi Vakit”
ifadesini ilgi
çekici bulan iki bilim adamı bir araştırma yapar. Vardıkları
sonuç şaşırtıcıdır.
Güneydoğu’da bir Kürt devleti kurmak için yola çıkan Abdullah
Öcalan PKK’yı 1978’de kumuştur. Öcalan 1999’da yakalanmıştır.
Bir başka deyişle eylemlere başladığı yıl ile yakalandığı yıl
arasında 21 sene vardır. Bu da Atatürk’ün “Yirmi Vakit”
deyimine uygun bir zamandır. İki bilim adamının yorumuna göre,
bu 20 vakit dolmuştur. Ve ülkenin bölünmesini engellemek için
eyleme geçilmesi zamanı gelmiştir.
Nutuk’ un 2
bölüm halinde kitaplaştırıldığını göze alan Dr. Muammer Yüksel
ile Dr. Erhan Kızıltan, kitabın belgeler bölümünde de 19’ar
kez geçen sözcükleri arayıp bulur ve yeni bir metin
ortaya
çıkarır(13).
“Düşündüklerini açıkça
söyleyen pek çok kişinin ortak fikri; hükümetin bu gün dünyaya
yakın durmasının asıl nedeninin, seçimle kendilerine verilen
gücü kullanarak, sisteme resmen aykırı fikirleri uygulamaya
çalışmasıdır. Gerçek Ankara’nın dikkatini çekmek zorundadır.
Rüşvetçi valilerin(yöneticiler) Cumhuriyet ilkeleri yerine,
kendi çıkarlarına yönelmeleri müdahaleyi gerektirir.”
Dr.
Muammer Yüksel ile Dr. Erhan Kızıltan bu son metnin günümüz
Türkiye’sini anlattığını düşünüyor. İki bilim adamı bu
çalışmayı kitap haline getirdi. Kitap’tan çıkan ve “Nutuk’taki
Gizli Hitabe” adını taşıyan kitabın önümüzdeki
günlerde epey tartışma yaratacağı ortada. Çünkü kitapta
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin hangi anlama geldiği ve
hitabedeki uyarıların hangi zaman diliminde geçerli olacağı da
yine 19 formülü ile açıklanıyor.
Sonuç
olarak;
Zamanın ilerisindeki adam olarak nitelenen Ulu Önder Mustafa
Kemal ATATÜRK’ün 100 yıl önce yazdığı Nutuk, günümüz
Türkiye’sinin içinde bulunduğu durumu çok net olarak ortaya
koyuyor.
DAHA
YÜZBAŞI İKEN, KİMLERİN HANGİ MAKAMLARDA BULUNACAĞINI
BİLİYORDU… Mustafa Kemal yüzbaşıyken, Selanik’te arkadaşlarıyla eğlenip
yemek yerken, konuşmaları arasında hepsine birer makam
dağıtırdı. Arkadaşları onun şaka yaptığını düşünür ve
eğlenirlerdi. Sonra da ona sorarlardı:
“Peki, sen ne olacaksın?” O da şöyle yanıtladı:
“Sizlere bu
rütbeyi, makamı veren şahıs olacağım.”
O
zamanlar söyledikleri zamanla gerçek olmuştur. Burada şu
noktayı da anımsamakta yarar var: Mustafa Kemal soy olarak
Osmanlı hanedanından gelmemektedir. Saraydan bir prensesle
evlense bile asla tahta çıkma ihtimali yoktur; çünkü tahta
çıkma hakkı sadece Osmanlı hanedanının erkeklerine verilmişti.
Sonuçta hanedanın soyundan gelen erkekler padişah
olabiliyordu.
Biz
yine onun öngörülerine(precognition) geri dönelim. Örneğin,
kendisinden daha kıdemli bir asker olan Fethi Okyar Bey’e
“Seni sadrazam yapacağım” demişti. Yani başbakan
olacağını açıklamıştı. Yıllar sonra Fethi Bey başbakanlık ve
parti başkanlığı görevini Mustafa Kemal’den aldı. Görev yaptı.
Olayın ilginç tarafı, ATATÜRK bu öngörüsünü söylediği zaman
Fethi Bey Binbaşı, Mustafa Kemal önyüzbaşıdır. Onun bu
davranışlarını alaya alanlar olurdu. Yine kendisine sormuşlar
ve yine aynı yanıtı almışlardı:
“Ben mi… Ben sizleri bu
mevkilere getiren insan olacağım.”
Bu
öngörü, ister istemez bizlere şunları düşündürüyor: Bunları
söylediği ve düşündüğü tarihler 1907- 1908 yıllarıdır. O zaman
şu da açıklığa kavuşuyor:
Zamanı gelince cumhurbaşkanı olacağını biliyordu.
DİPNOTLAR:
(1)
BÜYÜK İNİSİYELER, Ruh ve Madde Yayınları. (2)
* GİZLİ PARAPSİKOLOJİ SAVAŞI, Ruh ve Madde Yayınları. * SOVYET RUSYA RUHU ARIYOR,
Ruh ve Madde Yayınları. *
PARAPSİKOLOJİ, Richard Broughton (3) ATATÜRK ve PARAPSİKOLOJİ, Ali Bektan, Yakamoz yayınları. (4) MU Uygarlığıyla ilgili kitaplar Ruh ve Madde Yayınlarından
sağlanabilir. (5) ATATÜRK’te KONULAR ANSİKLOPEDİSİ, Yapı Kredi Yayınları(2.
Baskı, Sayfa: 446), ATATÜRK’ün SÖYLEV ve DEMEÇLERİ- 1.
Cilt(Sayfalar: 216, 217, 279, 281, 447), Seyfettin TURAN. (6) CUMHURİYET DÖNEMİ SAĞLIK HİZMETLERİ TARİHİ, Prof. Dr.
Ahmet SALTUK(Bilim ve Ütopya Dergisi, Sayı: 44, Sayfa: 18).
(7) DEVLETÇİLİK İLKESİ, Prof. Dr. Afet İNAN(Türk Tarih Kurumu
Basımevi- 1972). (8) UYANIN ARTIK, Prof. Dr. Çetin YETKİN(Gazete Müdafaa-i
Hukuk, 15.12.2000). (9) BİTMEYEN OYUN(27. Basım), Metin AYDOĞAN, Umay Yayınları. (10) ATATÜRK’ü ANLAMAK, A. H. PAR + M. A. ÖNEN(Serhat
Yayınları). (11) ATATÜRK ve PARAPSİKOLOJİ, Ali Bektan (Yakamoz Yayınları). (12) Kur’an ve “19”. (13) Bu metin internet ortamından alınmıştır.
YARARLANILAN
ESERLER:
-
ATATÜRK
ve PARAPSİKOLOJİ, Ali Bektan, Yakamoz yayınları.
-
BİTMEYEN
OYUN, Metin AYDOĞAN, Umay Yayınları.
-
ATATÜRK’ü
ANLAMAK, Akif. H. PAR + M. Agâh ÖNEN(Serhat Yayıncılık).
Yayın Tarihi: 09.Kasım.2009 |