AĞRI'DA MI? CUDİ'DE Mİ?
Amerikalı David Fasold, araştırmacı serüvenciler
kervanına en son katılanıdır. Bu yılın (1988) ilk yarısında
ülkemize gelmiş ve çok geçmeden yeni bir "iddia" ile de ortaya
atılmıştır. Fasold'a göre, Nuh'un gemisi Ağrı'nın
doruklarında olmaktan çok Üzengili köyü yakınına düşen Musa
dağındadır. Fasold, 1985 yılının Mart
ve Haziran aylarında da Ağrı ilimize gelmiş, yörede
incelemeler yapmıştır. "İddia"sına bakılırsa, Nuh'un gemisi,
Doğubeyazıt'ın 11.3 kilometre güneydoğusunda 39 derece kuzey
paraleli ile 44 derece doğu meridyeni arasında kalan Üzengili
köyü yakınlarındadır. Üzengili köyü, hikayede Nişr köyü ile
aynı yerdedir. Fasold'un raporunda,
"Omurgası 10 derece
kuzeydoğuya yönelik geminin kıçı 1935, başı ise1901 metre
yükseklikte olarak belirtilmektedir.
Geminin şu anda en yüksekte bulunan noktası olan kıç tarafı,
çok sivri olup oldukça sağlam görünmektedir. Gemiyi kaplayan
toprağın altında iki güverte olduğunu tahmin ediyorum. Geminin
baş tarafı, soğan şeklinde olup 10.4 metre boyunda bir
çıkıntıyla sona ermektedir. Moleküller frekans jeneratörü
kullanılarak bu çıkıntının içinde 13 demir çizgi bulunduğunu
ve her çizginin birbirinden 30 cm uzaklıkta olduğunu
belirledim. Bu çizgilerden her biri uzunluğuna direkler olup
geminin baş tarafından kıçına doğru simetrik olarak uzanıp
kıçta tekrar birbirine yaklaşmaktadır.
Her bir direğin üzerinde birbirinden 60 cm uzaklıkta okside
demir çiviler belirlenmiştir. Bu direkler ve çiviler sadece bu
geminin içinden algılanmıştır. Geminin yanı başındaki kayada
bulunmamıştır. Böylece bu kayanın gemiyle ilgisi olmayan bir
taş olduğu anlaşılmaktadır."
Fasold'un açıklamalarındaki
en ilgi çekici nokta geminin yapılışında kullanılan maddeyle
ilişkiliydi.
"...Şimdiye kadar inanılanların tersine, bu gemi tahtadan
yapılmamıştır. Tahtadan yapılan tek kısım, iç döşemedir. Bu
kısım, ilk önce Nuh tarafından yakılacak odun olarak
kullanılmış, arta kalanı M.Ö. yüzyıllar boyunca Nuh'un
gemisini ziyarete gelenlerce 'mukaddes emanet' diye
alınmıştır. Bugün tahta olan hiç bir kısmı kalmamıştır. Nuh'un
gemisinin tahtadan yapılmış olduğuna dair inanç eski İbranice
deki bir kelimenin yanlış çevirisinden çıkmıştır.
"Araştırmalarım, bu geminin eski dönemlerde 'Kfr' denilen bir
tür çimentodan oluşturulduğunu kanıtlamaktadır."
Bu, yeni ve hiç
duyulmamış, benzersiz bir "iddia" dır. Peki, o
dönemlerde çimento biliniyor muydu, keşfedilmiş miydi acaba? Evet, keşfedilmişti.
Güneydoğu Anadolu'da Çayönü tepesinde çalışmalarını sürdüren
Chicago Üniversitesi'nden profesör Robert Bradwood'la profesör
Linda Bradwood çimentoya dökülmüş taştan yapıtlar buldular.
Bunlar da Nuh'un gemisinin M.Ö. 7250 yılları civarında
yapıldığını belirtiyordu."
Geçen yılın (1987) Kasım ayı sonlarına doğru bir gün Ağrı
valisi Kutlu Aktaş da Nuh'un gemisinin "keşşaf"ları arasına
katılacaktı. Açıklamasına göre, vali Aktaş, Üzengili köyü
yakınlarında Nuh'un gemisini bulmuştu. Kalıntı biçimi,
uzmanların verdikleri tanım biçimine çok uyuyordu.
"...Tevrat'ta Nuh'un gemisinin 153 metre boyunda olduğu
yazılıdır. Uzmanlar da bunu kabul eder. Bulunan kalıntının boy
tahminleri, bu uzunluğa uyuyor. Önümüzdeki yıl, bu kalıntıyı
doğal olarak turizme açmayı planlıyoruz. Bu konuda Doğubeyazıt I.
Mekanize Tugay Komutanlığı'nın "tesbit"lerinde de aynı sonuca
varılmıştı.
Her şey olup biterken bunca
araştırmalara katılmanın, bunca canı dişe takmaların ardında
yatan ne idi? Kimilerine göre, bu, bir "para tuzağı"ydı.
Adamlar, her yıl Ağrı Dağı'na sefer düzenleyerek yollarını
buluyorlardı. Gemi, bir türlü bulunmuyordu, çünkü bulunsa,
onların da geçim kapıları kapanacaktı. Onca sefer
düzenleyicisi kimden ve ne için para toplayacaklardı ki?
Özellikle ABD'de bir takım insanlar bunun ticaretini
yapıyor, kilise kilise dolaşıp paralı konferanslar
veriyorlardı. Ülkede bir konferans için giriş ücreti 10-15
dolardı. Konferansçı, sonunda 'Mutlaka Ağrı'ya gitmeli,
tırmanmalı, gemiyi bulup kutsal kitaplarda yazılanı
doğrulamalıyız' diyor ve dindar insanlar da bu uğurda para
bağışından kaçınmıyorlardı. Her seferinde Türkiye'ye
geliyorlar, fotoğraf ve filmler çekiyorlar, sonra dönüp
bunları paralı konferanslarda gösterip 'Bu kez bulamadık, ama
gelecek yıl mutlaka bulacağız' diyorlar, yeni baştan milletten
bağış topluyorlardı.
Türkiye'de Batı'nın birçok
ünlü dergilerinin foto muhabirliklerini yapan Ara Güler'in
Nuh'un gemisi üzerine anlattıkları, konuya başka boyutlar
getirmektedir:
"...Bir gün 'Hayat'
dergisine yüzbaşı Durupınar geldi. Askeri haritalar için
uçakla fotoğraf çekerken Ağrı Dağı civarında tıpkı bir gemiye
benzer bir çukur görmüşler. Fotoğrafa baktım, gerçekten çok
benziyor. Hemen Erzurum'a gittim, 3. Ordu Komutanı rahmetli
Gümüşpala... 'Paşam' dedim. 'Bu, çok müthiş bir şey... Bu
fotoğrafı ben çekeyim, dünyaya yayalım...' Paşa, bana bir uçak
verdi, elimdeki fotoğraf ve haritaya göre yerini bulduk.
Uçaktan bakınca, gerçekten sanki Nuh'un gemisinin kalıbı
çıkmış, öyle bir çukur. Sular çekilince gemi çamura oturmuş,
sonra da tahta olduğundan çürüyüp gitmiş, çukur öylece donup
kalmış. Peki, bu çukur Ağrı Dağı'nda mıydı? Hayır efendim, Ağrı
Dağı'nın karşısında Tendürük Dağları vardır, onun eteğinde ve
Aşağı Süphan ile Yukarı Süphan köyleri arasında."
Dikkatle okunduğunda "yer"
ile ilgili bir başka "işaret" Kuran-ı Kerim'dedir.
"... Ve gemi Cudi'ye
oturdu." (H4d Suresi, 44. ayet) Kuran-ı Kerim'in yanı sıra,
Cudi Dağı'na bir başka "işaret" İ.Ö. 250 yıllarında yaşamış Babilli rahip Berossos'un yazdığı tufan kayıtlarında da
vardır.
"... Tanrı Cronus,
Sisithros'a (Babilli Nuh'a) tufanı önceden haber verdi.
Buyruğu alan Sisithros, derhal Doğu Anadolu'ya yelken açtı ve
hemen Tanrı'nın ilhamına mazhar oldu. Gemi (nice sonra) karaya
oturdu. O zamanlar bulundukları yer, Doğu Anadolu idi. Gemi
böylece burada karaya oturduğundan, bir kısmı hala Doğu
Anadolu'daki Cordyean Dağları'nda durmaktadır ve halk, geminin
dışını kaplayan katranı (zifti) kazıyarak bir muska ve tılsım
şeklinde kullanır."
Rahip yazarın sözünü ettiği
dağlar, Cordyean bölgesindedir ve bu bölge de Van Gölü'nün
güneyindeki dağlık yöredir. Burada Ağrı değil, Cudi Dağı
vardır. Cudi dağı 2000 metre yüksekliğiyle, Mezopotamya
havzasında oluşacak bir yerel tufan olayının kuzey sınırında
yer almaktadır. Dağın tepesindeki Seksenler köyü, Nuh'un
gemiden çıkıp çevresindekilerle yerleştikleri ilk köy olarak
ünlüdür. "İddia", 1985 yılında
Ankara'da toplanan 9. Türkiye Jeomorfoloji Kurultayı'nda MTA
mühendislerinden Yılmaz Güner aracılığında daha da
güçlendirilmiştir. Güner, kurultaya sunduğu bildirisinde,
"Nuh'un gemisinin demirlemesi için en uygun yerin Ağrı değil,
Cudi Dağı olması" gerektiğini savunuyordu. Çünkü, kutsal
kitaplarda sözü edilen ve tümüyle Mezopotamya'yı kaplayan Nuh
tufanı gerçekleşmişse, geminin topografik nedenlerden ötürü
Ağrı Dağı'na yanaşması ya da gelip oturması mümkün değildi. Olaya bu açıdan
yaklaşanlardan ilk yankı, Paris'te yayınlanan "France Soir"
gazetesinden geldi. Bir Fransız keşif grubu, Ağrı yerine Cudi
Dağı'na çıkmış ve 150 metre uzunluğunda ve 24 metre
genişliğinde, 15 metre yüksekliğinde dev bir gemi kalıntısı
bulmuştu. Tarih, 31 Ağustos 1949'du.
Aradan yirmi üç yıl geçti
ve 6 Şubat 1972 günlü gazeteler Nuh'un gemisinin kesinlikle
Cudi Dağı'nda bulunduğunu haber verdiler. Keşfedenler, olaya
ilk kez karışan Bir Alman grubuydu. Alman Devletler
Araştırması Enstitüsü elemanlarından Friedrich Bender,
Gılgamış Destanı ile Kuran'dan yola çıkmış, Cudi Dağı'nda
kalıntılar bulmuştu. Bunlar, katrana benzeyen bir madde ile
yapıştırılmış tahta parçalarıydı. Analiz sonucunda katrana
benzeyen o maddenin 50.000 yıllık, tahta kalıntılarının ise,
6.630 yıllık oldukları saptandı. Hata payı, en çok 300
yıllıktı.
Cudi dağı tutkunları, bir
başka dayanağa da dört elle sarılmışlardı: Hikayeye göre,
Nuh,un tufan sonrasında gemisinden uçurduğu güvercin ağzında
bir zeytin dalı ile geri dönmüştü. Zeytin ağacı, Ağrı
yöresinde kesinlikle yetişmez. Ama Cudi Dağı'nın
güney-batısındaki yöre zeytinliktir.
"...Gemi kuzeye doğru yol almış ve Cudi Dağı civarına gelmişti
ama henüz sular çekilmediği için hiçbir tarafı görülmüyordu"
diye anlatılır "Kısas-ı Enbiya" kitabında. "Kısas-ı Enbiya",
peygamberlerin yaşam hikayelerini kapsamaktadır ve Nuh
bölümünde şunları ekler ayrıca:
"...Fakat Hazreti Nuh,
artık kurtulduklarını vahiy yoluyla öğrenmişti Cudi Dağı'nın
çevresinde on gün boyunca dolaştı."
Güvercin, ağzında zeytin dalıyla nasıl geri dönmüştür:
"Kısas-ı Enbiya";
"...Zeytin dalını kim gördüyse sevindi. Gemi o yönde yol aldı
ve tufandan tam altı ay sonra tüm heybetiyle bir dağ göründü.
Bu dağ, Allah'ın vahiy yoluyla Nuh'a haber verdiği Cudi dağı
idi." Gemi, karaya oturmuştur.
Tufan sona ermiştir. Geleceğin yeni kuşaklarını oluşturacak
Nuh'un çevresindekiler, gemiden çıkarlar. Hepsi seksen
insandır. Bir köy kurmaya koyulurlar.
"Köy, iki yılda, tam Nuh'un düşündüğü gibi bir şekil almıştır"
diye anlatır "Kısas-ı Enbiya". Sonra bu köye, birlikte olduğu
80 kişiye izafeten "Seksenler" anlamına gelen "Semanin" adını
verdiler.
Cudi
dağı'na oturduğu "iddia" edilen gemi, sonra ne olmuştur,
dersiniz?
"Seksenler" köyünün üç
mahallesi vardı; Nuh'un üç oğlu Yafes, Ham ve Sam kurmuşlardı.
Yıllar yılları kovaladıkça kuşaklar artıyor, insanlar
çoğalıyordu. Bir elli yıl üstünden geçince, büyük oğlu Yafes,
Nuh'a gelmiş ve:
"Ey
babam, tufanın kanıtı gemidir. Onu hiçbir zaman
parçalamayalım, olduğu gibi bırakalım" demişti.
"Bende senin düşüncendeyim" demişti babası Nuh. "Hatta,
oğullarımıza yerini kesinlikle söyleyelim ki, yüzyılların
ötesine erişebilsin." Yafes, geminin o zamana
kadar sağlam kalıp kalmayacağından kuşkuluydu. Ama babası:
"Buradaki iklime bakılırsa, üzerine çok şey yığılır" diyordu. Geminin Cudi Dağı'na gelip
oturmasının ardından bir yüz yıl geçince dağ ve çevresine pek
sığmayan yeni kuşak insanlarını, Nuh önlerine düşmüş, almış
Babil'e geri döndürmüştü. "Zaten gemiyle de Babil'den
gelmişlerdi. Dönüş başladı ve sonunda kimse kalmadı. Yalnızca
gemi oradaydı."
Evet, Kuran-ı Kerim'e,
rahip Berossos'un düştüğü kayıtlara, Fransız ve Alman
araştırma gruplarının günümüzdeki araştırma ve bulgularıyla
ünlü peygamberler tarihini içeren "Kısas-ı Enbiya"ya bakacak
olursanız, Nuh'un ünlü gemisi Ağrı'da değildir, Cudi
Dağı'ndadır.
Ama ne
var, her iki yanın da olanca gerçekliğiyle bize aktardıkları
tufan ve Nuh'un gemisi hikayelerinde "son" hep aynı biçimde
noktalanır:
"...Ve
gemi, yalnız orada idi."
"Orası"nın Ağrı Dağı mı,
Cudi Dağı mı olduğu (şimdilik) kesinkes bilinmiyor.
Gerçeği söylemek gerekirse, galiba daha nice nice uzun süreler
de bilinmeyecek, Nuh'un gemisi olanca esrarını hep koruyacak,
sırlarını kimseye vermeyecek.
|