“…
diyebilirim ki, ben milletin vicdanında ve geleceğinde
hissettiğim büyük gelişme yeteneğini, bir milli sır gibi
vicdanımda taşıyarak, yavaş yavaş bütün bir topluma uygulatmak
zorunluluğunda idim.”
[1]
Atatürk
“Nutuk”
adlı eserinde Türk Milleti’nin vicdanında ve geleceğinde
bulunan büyük bir gelişme yeteneğinden bahsediyor. Acaba
bizler Türk Milleti, Türk Gençliği olarak bu bize ait
yeteneğin ne kadar farkındayız?
Türkler tarihte birçok dönemde dünya üzerinde önemli toplumsal
değişimlerin tetikleyicisi olmuşlardır. Buna örnek olarak ilk
akla gelen, yakın tarihimizde gerçekleşen
“Çanakkale Savaşı”
olmaktadır. Çanakkale Savaşı’nda Mustafa Kemal önderliğindeki
Türk Ordusu’nun içinde bulunduğu tüm olumsuz koşullara,
ekonomik güçsüzlüklere karşın İngiliz ve Fransız Donanmalarını
bozguna uğratarak “mucize gibi
görüneni” gerçekleştirmesiyle
“Çanakkale
geçilememiştir”.
Bu savaşta gösterilen beklenmedik direnç, İstanbul ve
Çanakkale Boğazları’ndan geçerek ekonomisi bozulan
müttefikleri Rusya’ya yardım etmek isteyen İngiltere ve
Fransa’nın bu planlarını gerçekleştirmelerini engellemiş ve
bozulan ekonomisinin yarattığı kargaşa sonucunda Rusya’da
yaşanan devrim, bu ülkede rejimin değişmesine, bir başka
deyişle bir dönemin bitip başka bir dönemin başlamasına neden
olmuştur. Sözkonusu savaşta Türklerin gösterdiği insanüstü
direniş ve başarı, dünyada emperyalist ülkelerin güdümündeki
mazlum milletler için de cesaret kaynağı olmuş, Asya ve
Afrika’da bu ülkelerin sömürgesi konumunda yaşayan Müslüman
uluslara bu zaferle bağımsızlık ve özgürlük tohumları
atılmıştır. Bütün bunlar da dünya siyasi haritasında
değişimlere neden olmuştur.
Vatan
sevgisinin harekete geçirdiği bir manevi güç, kelebek
etkisinin açık bir örneği olarak, tüm dünyada işte böylesine
değişimlere neden olabilmektedir. Dolayısıyla Atatürk’ün de
vurguladığı Türk Milleti’ndeki büyük gelişme yeteneğinin
ispatını görmek için tarihin sayfalarına bakmak yeterlidir.
Peki
tarih boyunca bunun gibi sayısız gelişmelere imzasını atan
Türk Milleti bugün kendi değerlerinin, yeteneklerinin, eşsiz
olduğu kadar gizemli de olan coğrafyasının ve kendi kendine
ayakta durabilme gücünün ne kadar farkındadır?
Bugün, Avrupa Birliği’ne girmeyi gelişmesinin anahtarı sayan
bir ülke isek, yakın geçmişimizde yaşananları ne kadar biliyor
ve ciddiye alıyor olabiliriz?
Atatürk
döneminde Milletler Cemiyeti’ne özel davetiyeyle kabul edilen
Türkiye, bugün tarihin en büyük devrimlerinden birini
gerçekleştirdiğinin gerçekten farkında olsa
“Türk”
olduğunu her tekrarlayışında “aslında kökenlerinin Avrupa’ya
dayandığını” ispatlamaya çalışmak yerine göğsü kabarmaz
mıydı? Eğer
“Türküm”
derken gururla sesimiz yükselemiyorsa; kadına seçme ve seçilme
hakkını batılı ülkelerden de önce veren, dünyanın ilk kadın
savaş pilotunu yetiştiren, bütün Müslüman ülkeler içindeki ilk
ve tek laik devlet olmayı başarabilmiş, düşmanlarının bile
önünde saygıyla eğildiği eşsiz bir dehanın, Mustafa Kemal’in
çocukları olarak bu övgü dolu geçmişi hissedemeyişimizin
nedeni acaba ne olabilir?
Prof. Dr. Suna Kili,
Atatürk Devrimi-Bir Çağdaşlaşma
Modeli
isimli kitabında şu bilgiyi veriyor: 1935 yılındaki CHP
izlencesinde Atatürkçülük
“Kemalizm”
olarak
tanımlanmış, Cumhuriyetçilik, Ulusçuluk, Halkçılık,
Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik Atatürkçülüğün temelini
oluşturmuştur.
[2]
Kili aynı eserinde şöyle devam ediyor: "Atatürkçü bağımsızlık
anlayışı tümdür ve yalnız siyasal, ekonomik, parasal, yargısal
bağımsızlığı kapsamakla yetinmez, içine
ideolojik bağımsızlığı
da alır. Daha ulusal savaşım yıllarında T.B.M.M.’nde yaptığı
bir konuşmada Mustafa Kemal, Atatürkçülüğün ideolojik
bağımsızlığı kapsayan niteliğini şu sözlerle vurgulamıştır:
“Biz ülke ve ulusumuzun varlığını
ve bağımsızlığını kurtarmak için karar verdiğimiz zaman kendi
görüşlerimize uyuyor ve ve kendi gücümüze dayanıyorduk. Hiç
kimseden ders almadık. Hiç kimsenin aldatıcı sözlerine kanarak
işe girişmedik.”
Gerçekten de yeni Türk Devleti’ni yaratan ulusal güçtür,
ulusal gücü eyleme yöneltmektir."
[3]
Esneklik ve uyum yeteneği gelişmiş, farklı kökenlerden
geldikleri halde bir arada yaşamayı,
birlik olmayı başarabilmek gibi ender görülen
meziyetlere sahip olan Anadolu Halkı’nın içinde hissetmesi
beklenen Atatürk Milliyetçiliği için ise Prof. Dr. Suna Kili
şunları söylüyor: "Atatürk Ulusçuluğu başka uluslara saygı
duyar, dünyadaki ulusal kurtuluş eylemlerini dış siyasasında
destekler. Ulusal sınırlar içinde yaşayan ve Türk Ulusu’nun,
Türk Ülkesi’nin bütünlüğü, bugünü, yarını için yazgı
birliğinde olan herkesi Türk sayar. Ulusu dinsel, mezhepsel,
budunsal ayrılıklara, bölünmelere itecek her davranışın, her
eylemin, her düşüncenin karşısında yer alır. Bu bütünlüğü
sağlayıcı siyasal, *ekinsel
(*kültürel), yönetsel, ekonomik,
toplumsal tüm önlemlerin alınmasını, ayrılıklara neden olacak,
ayrıcalıklar yaratacak geleneksel, dinsel, mezhepsel,
toplumsal, ekonomik engelleri, birikimleri ortadan kaldırmayı
öngörür.
Atatürk Ulusçuluğu toplumsal,
siyasal, ekinsel içeriği yanında ekonomik içeriği de olan bir
ilkedir. Ulusun, devletin yer altı, yerüstü varlıklarının
işletilmesinde, sanayinin kurulup geliştirilmesinde, iç ve dış
ticarette ulusallığı öngörür ve bu doğrultuda çalışmasını,
karar alınmasını, eyleme geçirilmesini ister."
[4]
Görüldüğü gibi Atatürk İdeolojisi, Türk Milleti’nin
karakterine, tarihine, kültürüne uygun olarak tasarlanmış,
ülkenin geçmişini göz önüne alarak Türkiye Cumhuriyeti’ni
geleceğe güvenle taşıyabilecek güce tek başına sahip, özgün,
Türk Milleti’nin ideolojisidir.
Atatürk, neden cumhuriyet rejimini seçtiğini şu sözle
açıklıyor:
“Ülkemiz teokrasi ve monarşi
geriliğinden kurtularak cumhuriyet rejimini benimsemekle
demokrasiye doğru bir adım atmıştır. Çünkü Türk Ulusu’nun
karakterinde özgürlük vardır. Demokrasi vardır. Eşitlik inancı
vardır.”
[5]
Halkçılık İlkesinin açıklamasını da Atatürk şöyle yapıyor:
"Bir binayı ayakta tutan nasıl temeli ise, bir rejimi ayakta
tutabilecek kuvvet de onun geniş halk kitlelerine, yani tabana
dayanmasıdır. Anayasamızdaki Halkçılık İlkesi’nin felsefesi
budur.”
[6]
Atatürk her milletin kendine ait ideolojilere sahip olması
gerektiğini, buna paralel olarak Türk Milleti’nin de
başkalarına ait ideolojilerle gelişemeyeceğini ifade etmiştir.
[7]
Günümüzde cumhuriyetimizin geleceğinin tehdit altında olduğu
konusunda yayılmakta olan endişelere yönelik olarak, gelecekle
ilgili pek çok sözü gerçekleşmiş birer kehanet niteliğinde
olan Sevgili Atamız’ın şu sözüne dikkat etmek gerekir:
“Benim naçiz bedenim elbet birgün
toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar
kalacaktır.”
Sevgi ve
saygıyla anıyoruz…
|