Urfa
yakınlarında yer alan Göbekli Tepe'de sürdürülen arkeolojik
kazılarda, tarih öncesi yaşam ve uygarlığa geçişle ilgili
yerleşik bilgileri altüst edecek buluntulara rastlandı.
Buluntular, taş çağında yaşayan avcı-toplayıcı atalarımızın
yalnızca yaşamda kalma savaşı vermediklerini gösteriyor.
Yaklaşık 11 000 yıl önce Anadolu topraklarında yaşayan
atalarımız, günlük gereksinimlerini gidermenin yanı sıra
doğayı anlamaya çalışmışlar, doğaüstü güçlerin ya da
tanrıların varlığına inanmışlar, dinsel törenler için düzenli
aralıklarla bir araya gelmişler. Bu dinsel törenlerde hep
birlikte inançlarını simgeleyen hayvan ve insan
kabartmalarıyla süslü tapınaklar, dev boyutlu dikili taşlar
yapmışlar. Kazıyı yürüten kazıbilimciler, bu verilere
dayanarak yerleşik yaşama geçişte ekonomik ya da ekolojik
nedenlerin değil, bu kalabalık ve uzun süreli dinsel
törenlerin rol oynamış olabileceğini düşünüyorlar. Bu da
uygarlığın, sanıldığı gibi, Filistin ya da Mezopotamya'da
değil Anadolu'da
doğduğunu gösteriyor.
URFA
yakınlarında yer alan Göbekli Tepe'de Alman arkeologların
yürüttüğü kazılarda, ilkel avcı-toplayıcı atalarımızın dinsel
törenler için yaptıkları tapınaklar gün ışığına çıkarılıyor.
Yaklaşık 11 000 yıl öncesine, çanak-çömlekçiliğin henüz
bilinmediği taş çağına (çanak-çömleksiz neolitik çağ) ait olan
bu kalıntılar, Anadolu'da yaşayan ilkel atalarımızın da mimari
yeteneklerinin olduğunu, hatta dinsel törenler için düzenli
aralıklarla bir araya geldiklerini gösteriyor. Bu yeni
veriler, insanlık tarihine ilişkin önemli bir yanılgıyı ortaya
koyuyor.
Yakın bir zamana kadar, Filistin'deki Eriha (Jericho) ile
Konya'daki Çatal Höyük yerleşim alanlarının, insanlığın
uygarlık ve kültüre doğru ilk adımını attığı zaman dilimi olan
neolitik çağa geçişi temsil ettikleri sanılıyordu. Neolitik
çağda, avcı-toplayıcılardan tarımla uğraşan, hayvan
yetiştiren, evler yaparak, köyler oluşturarak yerleşik bir
yaşam sürdüren çiftçiler ortaya çıkmıştı. Bugüne kadar,
çiftçiliğin yapılmasıyla birlikte başlayan yerleşik yaşamın
ekonomik ya da ekolojik nedenlerden dolayı ortaya çıktığı
düşünülüyordu. O dönemin insanları artık basit ve geçici derme
çatma kulübeler değil, kalıcı ve dayanıklı konutlar
yapıyorlardı. Dolayısıyla, neolitik çağın getirdiği en önemli
değişimlerden sayılan mimarlık da yerleşik yaşamla birlikte
ortaya çıkmış olmalıydı. Ne var ki, Göbekli Tepe'de halen
sürdürülen kazılar, birçok insanın bir araya geldiği ve
düzenli aralıklarla yapılan dinsel törenlerin yerleşik yaşama
geçişe neden olduğunu gösteriyor. Ayrıca Göbekli Tepe'deki
buluntular, mimarlığın avcı-toplayıcılar zamanında da var
olduğunu ortaya koyuyor.
Yaklaşık 11 000 yıl önce yapılan dev tapınağın ortaya
çıkarıldığı kazı, Alman Arkeoloji Enstitüsü (DAI) ile Urfa
Müzesi'nin ortaklaşa projesi olarak Alman kazıbilimci Dr.
Klaus Schmidt yönetiminde yürütülüyor. Bundan önce, 1990
yılında da, Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün İstanbul şubesinde
çalışmalarını sürdüren Anadolu'ya tutkun kazıbilimci Harald
Hauptmann, Göbekli Tepe'ye 50 km uzaklıktaki Nevali Çori'de o
güne değin bulunan en eski tapınağı gün ışığına çıkarmıştı.
Schmidt'in Göbekli Tepe'de
ortaya çıkardığı tapınağın bu denli yankı uyandırmasının
nedeniyse onu yapanların avcı-toplayıcı insanlar olmaları. O
çağlarda yaşayan avcı-toplayıcı insanlar, henüz tam olarak
yerleşik yaşama geçmemişlerdi ve çanak-çömlekçiliği
bilmiyorlardı. O nedenle yaşadıkları dönem çanak-çömleksiz
neolitik olarak adlandırılır.Bu dönem günümüzden 11 200 ila
8600 yıl arasını kapsar.
Daha
önce Nevali Çori'de de çalışmış olan Schmidt, tümüyle
çanak-çömleksiz neolitiğe ait olan Göbekli Tepe'yle, hem
çanak-çömleksiz hem de çanak-çömlekli neolitiğe ait evreler
içeren Nevali Çori arasında büyük paralellikler, hatta kesin
bir bağlantı olduğunu öne sürüyor. Kazıbilimci, bu iki
yerleşim alanının, daha önce ortaya çıkarılan başka yerleşim
yerlerinden çok farklı oldukları ve herhangi bir karşılaştırma
yapılmasının yanlış olacağı görüşünde.
1992 yılında Atatürk Barajı'nın suları altında kalan Nevali
Çori'de, konut benzeri yapıların ve havalandırma delikleri
olan ambarların yanı sıra karmaşık yapılı mozaik tabanları
olan bir tapınak bulunuyordu. Yaklaşık 10 500 yıl önce
yapılmış olan tapınak, üzerlerinde insan kabartmalarının yer
aldığı destekler,bir mihrap,taştan oyulmuş,yılanlardan saç
örgüleri olan bir büst, ayrıca insan-hayvan arası figürlerden
kopan parçalardan oluşuyordu. Kazıbilimciler, Göbekli
Tepe'deyse, bugüne kadar çapları 15 metreye varan daire
biçimli üç alan ortaya çıkardılar. Kazı yerinde bulunan 16
destek ve kireçtaşı plakası üzerinde aslan, yılan, öküz, koç,
tilki ve turna kabartmaları ya da bunların taşa kazınmış
figürleri yer alıyor. Tapınağı, ayrıca doğal boyutlarında,
taştan oyulmuş yabandomuzu, kaplumbağa ve akbaba heykelleri
süslüyor. Ayrıca Nevali Çori'de bulunan bir insan heykelinin
aynısı Göbekli Tepe'de de çıkarılmış. Kazıbilimciler, şu ana
değin çıkarılan kalıntılardan, bu yerleşim alanının yaşının en
az 11 000 olduğunu hesaplamışlar. Yerleşim alanının daha da
eski dönemlere ait olması yüksek bir olasılık; çünkü henüz alt
tabakalara ulaşılamadı.
Göbekli Tepe her ne kadar 1960'lı yıllardan bu yana
biliniyorsa da, bölgenin çok özel ve önemli olduğunu
kazıbilimci Schmidt 1994 yılında keşfetmiş. Kazıbilimci, Urfa
yakınlarında yaptığı bir arazi çalışması sırasında yerdeki
masif, işlenmiş, bir kısmı kazılmış kireçtaşı plakalarını fark
etmiş; birkaç parçayı incelemek üzere yanına almış. Göbekli
Tepe'de dikkatini çeken bir başka önemli olguysa, tepenin
büyük miktarlarda işlenmiş çakmaktaşıyla dolu olmasıymış.
Nevali Çori'de bulduklarını anımsayan Schmidt, bu tepenin
altında insanlık tarihine ait çok önemli kanıtların
olabileceğini düşünmüş; kazıları çok geçmeden başlatmış.
Kazıya
başlar başlamaz da çok eski çağlara ait oldukları hemen belli
olan duvarlar ve T biçimli destekler ortaya çıkmış. Bu,
kazıbilimciler adına büyük bir başarı. Çünkü, yaklaşık 11 000
yıl sonra, taş çağı insanlarının yaptıklarını günümüze
getirmiş oluyorlardı. Kazıbilimciler buluntulara bakarak,
"ilkel" avcı-toplayıcıların yaşamı konusunda şimdiye kadar
yanıldıklarını anladılar. Artık belli ki, avcı-toplayıcılar,
yaşamlarını hiç de öyle tek düze, yalnızca karın doyurmak ve
öteki yaşamsal gereksinimlerini gidermekle geçirmiyorlardı.
Birbirinden ilginç dev boyutlu hayvan kabartmaları ve
heykelleri, bu insanların yaşamında başka renkler de olduğunu
gösteriyor. Kalıntılar, paleolitik çağdan
(avcılık-toplayıcılık) neolitik çağa (tarımcılık ve
hayvancılık) geçiş sırasında, insanların el becerilerinin ve
sanatsal yeteneklerinin önemli ölçüde gelişmiş olduğunu ortaya
çıkarıyor.
Arkeologlar, ayrıca, Göbekli Tepe'deki en eski yapıların
dairesel biçimli, daha yeni yapılarınsa dikdörtgen biçimli
olduklarını saptamışlar. Bu yapıların çatılarının olup
olmadığı henüz bilinmiyor. Gün ışığına çıkarılan üç metre
uzunluğundaki desteklerden bazıları, çevrelerindeki
duvarlardan daha alçak. Bu da, kabartmalarla süslü bu
sütunların çatılara destek amaçlı kullanılmadıklarını
gösteriyor. Kazıbilimciler, bu kazıkların, bölgede yaşayan
topluluğa ya da kabileye ait totemler olabilecekleri üzerinde
duruyorlar. Demek ki o çağlarda yaşayan insanlar doğaüstü
varlıklara inanıyorlarmış.
Kazı
alanında, yerleşik yaşam olduğunu kanıtlayacak odalara,
yemeklerin pişirildiği ocaklara ve topluca oturulan salonlara,
hatta insan iskeletlerine şu ana değin rastlanmadı. Oysa
Nevali Çori'de yapılan kazılarda, taş çağı insanlarının
ölülerini evlerinin içine, tabanın altına gömdükleri ortaya
çıkmıştı. Ama Göbekli Tepe'de yürütülen kazılar henüz bu
düzeye ulaşmadı; şu ana değin toplam kazı alanının çok küçük
bir bölümü ortaya çıktı. Önümüzdeki aylarda, bu konulardaki
soru işaretlerinin netlik kazanması bekleniyor.
Kazı alanında bulunmuş
olan bazalttan yapılmış kaplar ve işlenmiş çakmaktaşlarından,
neolitik çağ insanlarının kalıcı olmasa bile, en azından
geçici bir dönem Göbekli Tepe'de yaşadıkları anlaşılıyor.
Ancak bu insanların, 300 metre yükseklikte, suyun olmadığı bu
tepede neden yaşadıkları henüz bilinmiyor. Dahası, evlerini
yapabilmek için balçığı da tepeye kadar taşımış olmalılar. Bu
bulgular göz önünde bulundurulduğunda şu önemli sonuca
varılıyor: Büyük olasılıkla Göbekli Tepe, bölgede yaşayanlarca
dinsel amaçlar için düzenli olarak ziyaret edilen bir buluşma
yeriydi. İnsanların orada ne kadar süre kaldıkları neler
yaptıkları ve ne kadar insanın bu merkezde bir araya
geldiğiyse ileri aşamalarında ortaya
çıkacak.Kazıbilimciler,tahminlerinde bir adım daha ileri
giderek, Göbekli Tepe gibi yerleşim alanlarının belirli bir
bölgeyi denetlemesi olasılığı duruyorlar. Böyle bir merkezi
yerleşim, hiyerarşik yapıdaki bir topluluğun varlığını ortaya
koyuyor. Belki de bölgede yaşayan kabile, dinsel törenleri
düzenleme dışında, gündelik yaşamla ilgili işleri de denetim
altına alıyor; aletlerin üretim ve dağıtın düzenliyor,
avcılığı denetliyor, hayvan postlarının dağıtımını
üstleniyordu.
Elde
edilen bulgulardan, Göbekli Tepe'deki yerleşimin aniden,
yaklaşık 9500 yıl önce sona erdiği anlaşılıyor. Schmidt,
inançların değişmiş, belki de yeni inançların ortaya çıkmış
olabileceğini düşünüyor.
Yaklaşık 8600 yıl önce başlayan çanak-çömlekli neolitik
çağın başlangıcına bakılacak olursa, o dönemdeki yerleşimlerin
su ya yeraltı kaynaklarına yakın yerlerde oldukları görülüyor.
Bu dönemlerden elde edilen kalıntılar, tarımcılıkla
hayvancılığın yaygın olduğunu gösteriyor. Çanak ve çömlekler
üzerine yapılan ve dişiliği öne çıkaran resimlerden
"doğurganlığın" önem kazandığı anlaşılıyor.
Kazıbilimciler, toplumsal yaşantının çiftçiliğe yönelmesini
genellikle aşırı avlanmaya, iklim değişimlerine ya da nüfus
patlamasına bağlıyorlar. Oysa Schmidt, çiftçiliğe geçişi
farklı açıklıyor. Ona göre, çevredeki avcı-toplayıcıların
dinsel törenlere katılmak üzere Göbekli Tepe gibi dini
merkezlerde kısa süreli de olsa düzenli aralıklarla bir araya
gelmeleri, tarımla hayvancılığın başlamasına yol açtı. Çünkü
bu kadar kalabalık bir insan topluluğunu av hayvanlarıyla
doyurmak olanaksızdı.
Peki, insanların henüz çanak-çömlekçiliği bilmediği,
avcı-toplayıcı olarak yaşadığı, ancak büyük sanatsal yapıları
ortaya koyabildiği bu geçiş dönemi neden daha önce
keşfedilmemişti?
Bu olgu, Batılı kazıbilimcilerin İncil'deki Kutsal Ülke'yle
ilgili söylemleri ispatlama hırslarıyla açıklanabilir.
İncil'in izinden giden kazıbilimciler, dev duvarlarıyla
Eriha'yı (Jericho) keşfettiler. Ürdün'deki bu yer, üzerinde
fazla tartışılmadan insanlığın ilk büyük yerleşim alanı ilan
edildi.
Kazıbilimciler,
tarihöncesine ait başka yerleşim alanlarını Ürdün'de, Dicle ve
Fırat ırmaklarının verimli ovalarında aradılar ve
tahminlerinde yanılmadıklarını keşfettiler. Sonraki yıllarda,
kazıbilimciler, bu iki ırmağın çıktığı yer olan Güneydoğu
Anadolu bölgesini (Üst Mezopotamya) keşfettiler ve buralarda
önemli buluntulara rastladılar. Böylece, "Bereketli Hilal"
olarak adlandırılan ve Filistin'deki Lübnan Dağı'ndan
kuzeydeki Amanos Dağları'na uzanan, Doğu Torosların güney
eteğini izleyerek Zagros Dağları'yla güneye kıvrılan bölge
uygarlığın beşiği ilan edildi. Tarım ve hayvancılıkla ilgili
çok erken dönemlere ait buluntular, bir neolitik devrimin
gerçekleşmiş olabileceğine ilişkin tezleri doğruluyordu.
Neolitik devrim, beraberinde yeni beslenme ve toplumsal yaşam
biçimlerini, en önemlisi, uygarlığın doğuşunu getirmişti.
Peki, insanlar neolitik çağdan önce nasıl yaşıyorlardı?
Günlerini yalnızca temel gereksinimlerini sağlamakla mı
geçiriyorlardı? Bu sorunun yanıtını merak eden kimi
arkeologlar, 1960'h yıllarda "Bereketli Hilal"in kenar
bölgelerini araştırmaya başladılar ve önemli bulgular elde
ettiler. Zagros ile Toros sıradağlarının eteklerinde, daha
çiftçiliğe ve yerleşik yaşama geçmeden kültürel değerlere
sahip gelişmiş bir taş çağı kültürüne ait birçok yerleşim
alanını keşfettiler.
Bu kültürel değerler şu sıralar
Urfa bölgesinde gün ışığına çıkıyor. Kazıbilimciler Schmidt ve
Hauptmann, başka yerlerde de Göbekli Tepe'deki kalıntılara
benzer kalıntıların bulunduğundan kuşku duymuyorlar.
Gelecekte, Türkiye'nin güney bölgelerinde , Suriye'nin ve
Irak'ın kuzeyinde yapılacak kazılar bu öngörüleri
doğrulayabilir. Şurası kesin ki, mimarlık yerleşik yaşamla
birlikte ortaya çıkmadı, ondan önce de vardı. Dahası,
insanlığın kültürel gelişimi (uygarlık), Akdeniz'in doğu
kıyıları gibi tek bir bölgede değil, birçok çekirdek bölgede
ortaya çıktı. Bu çekirdek bölgelerden biri de, Güneydoğu
Anadolu. Öyleyse, değişen yaşam biçimi toplumsal yapıyı
biçimlendirmedi. Tersine, artan bilinç düzeyi insanın var oluş
biçimini etkiledi.
İşin tuhaf yönü, çanak-çömlekçiliği henüz tanımayan taş çağı
insanlarının gelişmiş kültürel bilinç düzeyi, yerleşik yaşama
geçişle birlikte tümüyle yok oluyor. Yapılan kazılar,
çanak-çömleksiz neolitiğe ait yerleşimlerin çoğunun,
çanak-çömlekli neolitiğe geçişte yok olduklarını gösteriyor.
Dev taş heykelleri, değişik hayvan motifli kabartmalarıyla
dinsel törenlerin yapıldığı eski dini merkezlerin gösterişi
kayboluyor, her şey sıradanlaşıyor. Kısaca, eski tanrıların
yerini başka şeyler alıyor. Öyleyse, çanak-çömleksiz neolitik
çağ bir gelişme döneminin sonu mu? Belki de tersine, çok
sonraları başka bir yerde ortaya çıkacak yeni bir dönemin
habercisi oldu bu çağ; bizler henüz aralarındaki bağlantıyı
kuramadık.
Hauptmann konuya şöyle bir yorum getiriyor: Belki de
neolitik çağ insanlarının "tanrıları", 4000 ila 3000 yıl önce
Mezopotamya uygarlığı insanlarının taptıkları tanrıların
benzerleriydi. Nevali Çori ve Göbekli Tepe'de, daha sonra
Sümerlerin kültürlerinde bulacağımız bir şeylerin ön hazırlığı
oluşturuldu. O halde tanrılar tümüyle yeryüzünden
silinmiyorlar, yalnızca başkalaşım geçiriyorlar.
(TÜBİTAK Bilim
ve Teknik, Eylül 2000 -
Ayşegül Yılmaz Günenç) |