Türk ırkı tarihin erken çağlarında Orta Asya’da ortaya
çıkarak, doğuda Kadırgan dağlarından, batıda Orta Tuna
havzasına, güneyde Hindistan, İran ve Mısır’dan, kuzeyde
Lena, Volga ve Kama ırmağı
havzasına kadar uzanan geniş bir bölgeye yayılmıştır. Türk adı
ilk kez Orhon yazıtlarında geçer. Kaşgarlı
Mahmut’a göre 11.YY’ın ikinci
yarısından sonra Oğuzlar, Siriderya
boylarından Ön Asya ve Anadolu’ya, Kıpçaklar da
İrtiş havzasından Hazar Denizi ve
Karadeniz’in Kuzeyindeki ovalara
doğru kitleler halinde göçtüler. Bugün Oğuz boyu Batı
Türkleri, Kıpçaklar ise Doğu Avrupa Türkleri diye bilinen
gruba esas oldu. Üçüncü grupsa Çağatay ve Öbek ulusunun
kaynaşmasından meydana gelen Doğu Türkleri veya Türkistan
Türkleridir. Bu topluluğu Orta
Asya’da kalan diğer Türk boyları meydana getirdi. Dördüncü
grubu meydana getiren Türkler, Sibirya ve Altay
Türkleridir.
TÜRKLERİN TARİHİ
Türklerin tarihi Kunlar veya
Hunlar ile başlar. Çin
kaynaklarına göre MÖ. 3.bin yıldan
itibaren Çin’in kuzeyindeki Asya bozkırlardan olan atlı ve
okçu kavim olarak söz edilir. Daha önce inanç bakımından Şaman
olan eski Türkler MS.10 yy.dan itibaren kitle halinde Müslüman
oldular. İlk Müslüman Türk devletleri
Karahanlılar, Gazneliler ve
Selçuklulardır. Yerleşik bir yaşam düzeninden sıkılan, organize
topluluklar halinde yaşayan eski Türklerde (MÖ..3.yy) barış
zamanlarında halk ve ordu diye bir ayrım yoktu. Halk gerektiği
zaman silahlanarak orduyu meydana getirirdi. İslam dini
benimsendikten sonra Selçuklularda
ilk ordu teşkilatı kuruldu.Türkler çağlar boyunca hoşgörülü ve
akılcı gelenekleri sayesinde var olmayı sürdürmüşler ve dünya
tarihinde önemli roller oynamışlardır. Birlik ve beraberliği
sağlamak için ortak kültür değerleriyle beslenerek yetişmenin
gereğini, atalarımız çok iyi kavramışlar ve bunu binlerce yıl
gelenek halinde devam ettirmişlerdir. Çeşitli yönlere yapılan
göçlere rağmen, Türk boylarının büyük bir kısmı Orta Asya’da
kalmıştır. Yani Türklerin göçüne sebep, Orta Asya’nın onları
besleyememesi ya da herhangi bir
korku değildir. Adeta göçmen kuşlar gibi dünyaya güdüsel
olarak yayılmaları, genlerine kayıtlı olan misyon ruhuyla
ilgilidir. (Ergenekon destanı
gibi)
TÜRKLER ANADOLU’YA NEDEN GÖÇTÜLER?
Türkler neden Anadolu’ya göçtüler ? Neden Asya, Avrupa ve
Afrika kıtalarının tam merkezi olan Anadolu’yu durak yaptılar?
Bunun nedenini dışsal anlamda, Anadolu’nun özel coğrafi konumu
nedeniyle sinesinde biriktirdiği zengin kültür birikiminde
arayabiliriz. Yani Anadolu, Türklerin ekecekleri bereketli
tohumlar için önceden hazırlanmış en uygun topraktı. Ezoterik
nedeni ise biraz daha kapsamlı… Anadolu tarihini kısaca
incelediğimizde, pek çok uygarlığın bu topraklar üzerinde
derin izler bıraktığını, her birinin zarif bir motif
katmasıyla ortaya emsalsiz canlılıkta bir gergefin çıktığını
görürüz. Anadolu, Asya ve Avrupa kıtalarının buluştuğu noktada
olduğu için, uygarlığın bilinen başlangıcından beri her iki
kıtadan gelen sayısız göç ve fetih dalgalarına sahne olmuştur.
Doğu uygarlığı Batıya, Batı uygarlığı Doğuya Anadolu yoluyla
gitmiş ve hepsi de Anadolu’dan etkilenmiştir.
MEDENİYETLER BEŞİĞİ ANADOLU VE
TÜRK İNSANI
Anadolu tarih boyunca pek çok medeniyetin beşiği oldu. Pek çok
medeniyet onun bağrında serpildi, yetişti, battı
ya da değişime uğradı. Frigya
Krallığı, Lidya Krallığı, Persler, Büyük İskender’in istilası,
Mısır’daki Ptolemaios hanedanı,
bazı Kelt kabileleri, Roma
imparatorluğu, Hıristiyanlığın
yayılması ile Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılışı ve Doğu
Roma’nın payına düşen Bizans, üç yüz
yıl boyunca süren Arap istilası, Bizanslılarla
Abbasi halifelerinin çatışmaları, Selçuklu hükümdarı Alp
Arslan ’ın Bizans’ı Malazgirt’te
yenişi ve Anadolu’nun Türklere
kapılarını açması…
İşte Görkemli
Anatolia’nın, (Anadolu’nun)
görkemli tarihçesinde çok kısa bir gezinti…
Böylesine yoğun bir tarihi geçmişi olan Anadolu, aralarında
sürekli dil, din, inanç, kültür alışverişleri ve kaynaşmaları
olan topluluklara barınak oldu. Kültür harmanlanmasına hep
hizmet etti. Bu yoğun kültürel harmoni Anadolu’yu Türkler için
cazip hale getirdi. Çünkü onların
da bu topraklara hediye etmek istedikleri,
taa
Uygurların hatta Mu ve Atlantis’in göçe mecbur olan
asil ari ırkından gelen genleri
vardı. Bilimsel araştırmalara göre İslam öncesi,
Ergenekon destanı gibi töresel
destanlarla ve Şamanik etkilerle
ruhsal eğitim gören Türkler, akılcı, zeki, çevik, teşkilatçı,
cesur, samimi, dürüst, sözünün eri, hoşgörülü ve ruhsal
değerleri, ata-gelenek bilgileri olan özel insanlardı… Onlar
bu halleriyle, insanlık ailesi için saf bir örnek teşkil
ediyorlardı. Her ne kadar geçen bin
yılların etkisiyle, bu kökler kısmen dejenerasyona
uğradıysa da, aynı gen, damarlarda akan aynı asil kan, hep
uyaran bekler haldedir!... Atatürk, İstiklal Savaşını böyle bir
geçmişe sahip Türk ulusunun çocuklarıyla kazandı ve tüm
dünyaya örnek oldu.
“Damarlarındaki asil kan”
sözcükleri
ezoterik tarihi gerçeklere dayanır ve Atatürk’ün de
‘Mu Kıtası
ve onun batışı’
ile ilgili kitaplar okuduğu artık resmen
bilinmekte ve M.E.B Yayın’da da
satılmaktadır.
TÜRK SÖZCÜĞÜNÜN ETNİK YAPISI
Türk
sözcüğünün yapısını incelersek; Ziya
Gökalp bu sözcüğün,
“Töre-Türe” sözcüğünün (k) eki
almasıyla oluştuğunu ve köken olarak
“töreli, nizamlı ve yasa
ile düzenlenmiş kavim” anlamına geldiğini söyler. L.Bazin
ise, A. Vamberg gibi sözcüğün
“türe” fiilinden geldiğini kabul eder. Aynı zamanda
Kaşgarlı Mahmut’tan da ilham
alarak “Türk” sözcüğünün
‘törük-türük-türk’
biçiminde değişime uğrarken, anlam bakımından da
“türemiş,
gelişmiş, gelişip olgunlaşmış” şeklinde ortaya çıktığını
benimser. Meta anlamda Türk kavminin, yasa ile düzenlenmiş,
töreli, nizamlı bir kavim olması onun genetik miras olarak
belki de iki bin yıldır pek söze dönmeyen, soyut bir etki
taşıdığının da göstergesidir. Eskilerden gelen bir halk
deyişi de aynı şeyi söyler:
“Türkler Tanrı’nın
askerleridirler. Tanrı cezalandırmak ya
da ödüllendirmek istediği ulusların başına Türkleri gönderir…
” Bu deyiş ne kadar gerçek bilemiyoruz ama yıllardır Türklere
karşı duyulan gizli tedirginliği de çok iyi ifade ediyor.
Yerleşik kültüre sahip olmamak, hep göçebe, zorluklar içinde
ve dimdik ayakta kalabilmek dışsal anlamda kültür noksanlığı
şeklinde gözükebilir ama bu değerler içsel anlamda Türkleri,
çok dayanıklı ve çok güçlü kılıyor. Bu gerçek aslında hala da
değişmiş değil.
Şu
aralar biz AB’ye girerek, o ulusları ödüllendiriyoruz,
bereketlerini arttırıyoruz ama onlar
bunun ne kadar farkında ya biz
neyin farkındayız bilmiyoruz.
Gereksiz komplekslerden
kurtulmanın zamanı gelmedi mi? AB birliği artık üretim ve
tüketim açısından belli bir noktaya geldi. Üretimini
paylaşacağı, istihdam edeceği yeni kaynaklara ihtiyacı var
çünkü oldukça katı bir maddecilik etkisiyle donatılmış olan
kendi uluslarının insanları artık çocuk doğurmuyorlar ve çocuk
doğuranlar için devlet desteği, ödüller sunuluyor. Dolayısıyla
nüfus yaşlanıyor ve bu gelecek
için tehlike oluşturuyor.
Türkler, “Türk” sözcüğünün anlamına
paralel yaşam özelliklerini sergilemiş ve sergilemekte olan,
bu yüzden de sık sık diğer
ulusları ürküten, durdurulmaya çalışılan bir topluluktur. Ruhsal olgunluğu, özgür
yapısı ve hoşgörüsüyle başka uluslara örnek olma vazifesiyle
yüklüdür. Türklerin Anadolu’ya
göçlerinin ardında bu vazife ezoterik anlamda saklıdır. Ve pek
bilinmemektedir…
|