Bilinçaltımız bir çocuk gibi davranır.
Bir çocuk ana babasının kendisiyle
yeterince ilgilenmediğini, onu yeterince dinlemediğini
düşündüğünde bunun değişmesi için ne gerekirse yapar. Bebeklik
çağında ağlar, bağırır ve bu işe yarar, demek ki sistem iyidir.
Daha sonra bir tabağı kırarak, okulda kötü notlar alarak, hatta
küçük kız ya da erkek kardeşini döverek aynı şeyi yapacaktır.
Biz de anababalar gibi davranırız. Fazla meşgul olduğumuz için
içsel çocuğumuzun ihtiyaçlarının farkına varamayız.
O zaman, ancak çağrı rahatsız edici,
yani olumsuz hale geldiğinde harekete geçeriz.Önceden hiçbir şeyi anlayamayız. Bilincimiz ve
bilinçdışımız arasında da
durum tam olarak aynıdır.
Bilinçdışı, mesajlar ya da rüyalar gibi
bize çok sayıda "olumlu" mesaj gönderir, ama biz bunları
çoğunlukla anlayamayız ya da anlamaya hazır değiliz.
Bilinçdışı, iç ses ya da bilinçaltı, o
zaman "olumsuz" nitelikte olaylar yaratmaya ve dikkat çekmeye
çalışır. Diğer bir deyişle dinlememiz ve anlamamız için, sıkıntı
yaratan mesajların düzeyine, ikinci düzeye geçer.
Eğer hala iletişim varsa, bilincin aşırı
baskılanmasıyla iletişim kesilmediyse mesaj, bedensel ya da
ruhsal gerilimler, kabuslar aracılığıyla ya da hafif "başarısız"
eylemlerle (dil sürçmesi, değerli nesneleri kırma vb.)
gerçekleşecektir.
Eğer iletişim çok kötü nitelikteyse,
hatta neredeyse yoksa, mesajın gücünün artması gerekecektir.(Telefonda hat kötüyse, karşımızdaki
tarafından duyulmak için bazen bağırmak zorunda kalırız bunun
gibi düşünün).
Bu ikinci düzeyde travmaları harekete
geçirmek ve elde etmek için kaza ya da çatışma evresine
gireriz. Hasta olmaya bile çalışabiliriz (soğuk almak, aşırı ya
da yetersiz yemek içmek vb).
Eğer iletişim tamamen kesilmişse, o
zaman derin, yapısal (bağışıklık sistemi hastalıkları, kanserler
vb.) hastalıklar da ortaya çıkabilir ama tabii ki bu en
istenmeyen yoldur ve giderilmesi için hayli zahmet acı çaba emek
gerektirir.
İç gerçeğimiz, bilinçdışımız; psişemiz,
ruhumuz (farklı tercihlere göre) bizimle konuşur, yolunda
gitmeyeni durmadan bize söyler. Ama biz dinlemeyiz ve duymayız.
Niçin?
Sağırlığımızın iki nedeni var. Her
şeyden önce, bize gönderilen "doğal" mesajları (rüyalar,
sezgiler, önseziler, fiziksel duyumlar vb.) anlayamıyoruz ya da
dinlemek istemiyoruz. Bu durumda, onları duyabilmemiz ya da
kendimizi durmaya zorlamamız için mesajların gitgide daha güçlü
ve daha etkili (hastalıklar,kazalar, çatışmalar, ölüm vb.)
olmaları gerekir. İkinci neden de, çoğu kez ağrıyı algılamak
kaçınılmaz olsa da, ağrıyı çekmekten başka ne yapılabilir?
diyemiyoruz, bu başımıza gelenlerin şifresini çözemiyor,
anlayamıyoruz."
Michel Odoul
Eş Zamanlılık
Ayna etkisinin bileşeni, Holografik
Bilincimiz, Bilinçdışımız, iç Ses ya da Rehberimizin, bizi uygun
olan kişilerle karşılaşmaya yönlendirmesidir . Bu ilke olumlu ve
olumsuz yönde çalışır. Bir şeyi gerçekten istediğimizde, bize
yardımcı olacak kişilere, kitaplara ya da radyo veya televizyon
yayınlarına tesadüfen rastladığımızda böyle olur. Ama aynı
zamanda, anlamamız, yaşam tutumumuzda değiştirmemiz gereken bir
şey olduğunda, C.G. Jung'un "eşzamanlılık" fenomeni adını
verdiği, "uygun olmayan" kişilerle karşılaşmamızı sağlayan da
yine bu ilkedir. Bazen kavramak ya da kabul etmek zordur, fakat
her durumda, sorulacak tek soru, "Bu durumda benim anlamam
gereken şey ne?" ya da "Bu karşılaşma, bu durum bana ne
öğretmeye çalışıyor?" sorusudur. Samimiysek, cevap hemen gelir.
Lamalar ve Tibetli Budistler zaten, "hayatta en iyi
öğreticilerimiz (bizi daha çok harekete geçiren, ilerleten
kişiler) en kötü düşmanlarımızdır, bize en çok acı çektiren
kişilerdir ... " derler." |