1888 yılında, H.P. Blavatsky kimya biliminin öleceğini ve
varisi olan “Metakimya”da veya “Yeni Simya”da
doğacağını söylemiştir
(1).
Seçilen bu iki kelime, modern kimyayı güçlü bir şekilde
karakterize ederken görüşlerini tesadüfe yer bırakmayacak
şekilde ruhsal akışlara dayalı olarak kurmalıydı ve bu akışlar
bu yeni bilimin isimlerinin ifade ettiği gelişmelerin doğru ve
çok çeşitli göstergelerinin arasına katılmalıydı.
Blavatsky aynı zamanda Yeni Astroloji’yi de tanımlamış ancak
isimlendirmemiştir; bunu ise, astrolojinin gerçekte kadim
bilginin bir kutsal emaneti olduğu halde şu anda anlaşılan
haliyle cehaletin sonucu olarak materyalize edilmiş ve
şarlatanlar tarafından seviyesi düşürülmüş olduğunu söylerek
yapmıştır. Böylece bir zamanların gerçekliği tanınan, ruhsal
öğretilerde sunulan, tartışılan Teozofi’nin diğer dallarıyla
aynı esasa dayalı bir biliminin göstergesi olmak yerine yanlış
yönlendiren bir rehbere dönüştürülmüş olduğunu belirterek
yapmıştır.
Astrolojinin genel doğasının bir aşamasını ise Hermes
Trismegistus’tan bir alıntıyla açıklamaya çalışmıştır:
Hayatın Güneş tarafından yaratılması Onun ışığının sürekliliği
kadar süreklidir; hiçbir şey onu durdurmaz veya sınırlamaz.
Etrafında, bir uydular ordusu gibi sayısız melekten oluşan bir
koro bulunur… Onlar, tanrıların iradesini fırtınalar, yangın
ve depremler vasıtasıyla yerine getirirler (karma), tıpkı
kıtlıklar ve savaşlar vasıtasıyla yaptıkları gibi; bunlar,
Tanrı’ya yapılan saygısızlığın cezalandırılması içindir… Tüm
varlıkları koruyan ve besleyen Güneş’tir; ve tıpkı duyusal
dünyayı kuşatan İdealar Dünyasının da bunu bollukla ve
formların evrensel bir çeşitliliğiyle doldurduğu gibi Güneş de
ışığıyla her şeyi kuşatır , her yerde doğumu ve canlıların
gelişimini gerçekleştirir… Tüm bu koruyucu varlıklar dünyasal
işleri yönetir, ülkeleri ve bireyleri sarsar ve yıkımlarını
sağlar; Ruhlarımıza kendi suretlerini mühürlerler, onlar
sinirlerimize, iliklerimize işlidirler, damarlarımızda akar,
beyin kimyamızda yeralırlar. (S.D., 1888, I, 294).
Astroloji şu an bilimselliğe doğru yavaş yavaş yaklaşıyor,
belki henüz tanınmıyor ve isimlendirilmiyor ama en az ataları
olan kadim zamanların fiziği ve kimyası kadar şüphe bırakmaz
bir şekilde bunu gerçekleştiriyor. Güneş sikluslarını hayvan
çokluğuyla ve bunun gibi şeylerle deneme amacıyla; çekinerek
de olsa birleştiren bilim insanları modern arenaya neyi kılık
değiştirterek gönderdiklerini bir parça fark etmektedirler:
“Çok şükür, modern ekonomistlerin stok pazarların
dalgalanmalarını güneş enerjisi patlamalarıyla ilişkilendirme
çabaları birazcık başarılı oldu!”
Ancak yol açık ve bu, insanlığa şu anki dünyaya nazaran
gelecek yüzyılda yeryüzüne “cennet” niteliğini kazandıracak
olan fırsatı yakalama imkanını sunacaktır ve bu da stok
fiyatlarını tahmin etmeye çalışarak değil, yolu tam tersi
yönde döşemekle; yani güneş sikluslarıyla kendini tanımaya
kendini kontrol etmeye yönelik olarak çalışmakla olacaktır. Bu
fikir (şimdilik) şaşırtıcı geliyor olmalı!
Düşünen her insanın kendisini, çevresinin genel-geçer iyi ya
da kötü düşünce diye adlandıramadığı daha farklı istek ve
duygu dalgaları içinde bulduğu olmuştur. Psikologlar insan
duygu sikluslarının haftalık grafiklerini oluşturmayı
denemişler, ama hiçbiri bu değişimleri ay ile ilişkilendirmeye
çalışarak “boş inanç sahibi” damgasını yemeye cesaret
edememiştir. Bir kişinin belli bir zaman aralığındaki
duygularını hatırlaması ortalama bir kişi için hafızayı
başarılı bir şekilde geliştiren bir durumdur. Bizler aylık ve
yıllık grafikler yapılmadan önce uzun bir periyod boyunca
beklemek durumunda kalabiliriz; çok daha büyük bir süreç
içinse, insanlık için büyük sonuçlarının farkına varılması ve
üzerinde çalışılmasıyla daha da fazla bekleyebiliriz; (onbir
senenin ve belli bir bölümün süreci gibi). Bu arada Hermes ile
aşağıdaki Secret Doctrin’den alıntı olan ifadeler
arasında bir psiko-tarihsel bir ilişkilendirme yapabiliriz:
“Gizli
Güneş’in gerçek maddesi Ana Madde’nin çekirdeğidir. O, güneş
sistemimizde varolan tüm canlı ve varolan güçlerin matriksi ve
kalbidir. O, tüm güçlerin siklus yolculuklarında yaymaya devam
ettikleri ve atomları kendi fonksiyonel görevlerinde eyleme
soktukları çekirdektir ve her onbir senede Yedinci Özleri’nin
içinde yeniden karşılaştıkları odaktır”… (I, 290).
Dolayısıyla Güneşin kalbi olan sistemimizde hayati sıvının
düzenli olarak dolaşımı mevcuttur ve bu insan bedenindeki kan
dolaşımının aynısıdır. Manvantarik
(2)
güneş periyodunda ya da hayatında Güneş insan kalbinin ritmi
kadar ritmik bir şekilde sözleşmesini yenilemeye devam
etmektedir. Güneş kanının akciğerleri temizlemek için bir
devri tek bir saniye değil on yıl sürerken, kapakçıklardan ve
karıncıklardan geçmesi ise tam bir sene sürmekte, ardından da
bu kan, sistemin büyük damarlarına ve arterlerine geçmektedir…
İnsan kalbi ışıklı bir yapıya dönüştürülebilse ve yaşayan,
çarpıp duran bu organ bir ekranda izlenebilecek şekilde
görünür hale getirebilse, tıpkı astronomların konferanslarında
yaptıkları gibi; örneğin ay için bu yapılsa, o zaman herkes
Güneş fenomeninin kasılmalarla kanı pompalamasının her saniye
tekrarlandığını herkes görebilecektir. (I, 541-2).
Kişisel ego evrensel alanın ağında kendini bir kesişim noktası
olarak kabul edebilir. O sadece kozmosun işlerinde bir
yaratıcı-katılımcı değildir, aynı zamanda tüm evrensel ya da
kozmik değişimleri; mikrokozmik doğasının ona denk gelen
bölümlerinde düşük ya da yüksek oranlarda yansıtmaktadır. Buna
ayrıca evrensel gücün ruhsal ve maddi yanları arasında
gerçekte bir ayrım olmadığı gerçeğini de ekleyin, göreceksiniz
ki kozmostaki hemen her ruhsal değişim fiziksel işaretlerle
açığa vurulur ve devamında bunların da duygu ve kavrayışın
içsel halleriyle ilişkili olma potansiyeline sahip olduğu
ortaya çıkar. Bilgelik arayışında olan kişi böylelikle, doğru
anlaşıldığında kendi doğasının olumsuz titreşimlerini tahmin
ederek onlara karşı korunabileceği bir çizelge elde edecek,
kendisinin de dahil olduğu doğanın ruhsal gizemlerinin
periyodik açılımlarından yararlanmayı sabırsızlıkla
bekleyecektir. Kadim ve gerçek astrolojinin faydaları
bunlardır.
Batının güneş lekeleri bilgisinin tarihi 1610 yılına
gitmektedir, Hollandalı Fabricius onları güneşin döngüsünü
araştırmak için kullanmıştır. Sonraki yıl Galileo güneşin
dönüşünün sürekliliğini güneş lekeleri vasıtasıyla
belirlemiştir. O zamandan beri astronomlar, ünlü bir Cizvit
Babası’nın bu keşfini aldatmaca olarak niteleyerek “Aristo’yu
birkaç kez okudum ve sizi temin ederim ki orada buna benzer
hiçbirşey yoktu” demelerine rağmen itiraf etmeliler ki,
karanlık noktaların güneş yörüngesinden geçişini ilgiyle
izlemişlerdir. Lekelerin dikkatli bir sayımı her sene amatör
astronom, Dessau’lu Baron Schwabe tarafından yapıldı; Schwabe
onları 1826’da saymaya başladı. 1878’den beri gözlemciler
lekelerin kapladığı alanı ölçmüşler, aynı zamanda da
sayılarını kaydetmişlerdir. Güneşle ilgili olan
karışıklıkların periyodik olduğu ilk olarak Schwabe tarafından
farkedildi ve kısa süre sonra da diğer astronomlar güneşin bu
döngüsünü kendi gözlemlerinin temeli yaptılar ve lekelerin
maksimum ve minimumlarının dikkatli bir çalışmasını da sonuç
olarak beraberinde getirdiler. Zürich Rasathanesi’nden M. R.
Wolfe, gözlemlerin 1610’daki başlangıçlarından itibaren 1978’e
kadar geçmiş kayıtlarını ve sabit tarihlerini araştırmıştır.
Kayıtlar o zamandan beri elbette ki çoktu.
Güneşin 1937-1938’deki şu ana en yakın
(3)
karışıklık dönemi ile ilgili hem bilimsel hem de popüler
literatürde çok fazla tartışma gerçekleşmiştir. Şuna dikkat
edilmesi de önerilmektedir ki, eğer maksimumlar periyodunu
önceki yılı da içine alacak şekilde genişletir ve bir
“maksimumlar dönemi” haline getirirsek dünyanın yakın zamanda
meydana gelen politik karışıklıklarının pek çoğu bu periyodun
içinde kalır. 1936’da Etiyopya patlayan sivil savaşla birlikte
İtalya ve İspanya tarafından işgal edilmişti; 1937’de Japonya
Çin’i işgal etti ve doğuda da Afgan isyanı meydana geldi.
Avrupa’da kriz 1938’de gerçekleşti.
Diğer
maksimumlardaki dönemlerde veya ona yakın zamanlarda
gerçekleşen olaylara ilişkin benzer çizelgelerin gösterdikleri
de eşit derecede ilginçtir. Bir yüzyıl içindeki ya da daha
sonrasındaki savaş ve benzeri toplumsal olayların büyük
çoğunluğunun maksimum tarihlerle yakın bir ilişki gösterdiği
keşfedilmiştir. Her ne kadar bazı tanımlanan olaylar onun
konumlanmalarının ardından tezahür etmiş olsa da gökyüzü
geçmişe yönelik böyle bir derleme çalışmasının yapılmasına
izin vermeyecektir.
19.
yy’dan tarihsel öneme sahip üç tarih seçin. Seçiminiz doğal
olarak 1815, 1848 ve 1870 yılları olacaktır. Bunlardan son
ikisi maksimum yıllar olurken ilk tarih sadece maksimum yıldan
uzakta bir yıl olacaktır. Politik önem taşıyan bir diğer yıl
ise 1859’dur ve bu da bir maksimum güneş lekesidir. Bu güneş
lekesi siklusu tezahürleri döneminde iyi bilinmeseler de şu
karışıklıklar oldu: Meksika Sivil Savaşı, 1858; John Brown
İsyanı, 1859; Amerika’da sivil savaş, 1861; Hintli
ayaklanması, 1857; İtalya-Avusturya Savaşı, 1859;
Garibaldi’nin ayaklanması, 1860; Kafkasya Savaşları, 1859;
Çin’e karşılık Anglo-French Savaşı, 1857; Meksika’da Fransız
İstilası, 1862.
Elbette
istisnalar, “güneş lekesi maksimumlar dönemi”nden çok farklı
zamanlarda gerçekleşen vakalar da var. Ama genel olarak tablo
gerçekliğini koruyor, yani savaş haline varan karışıklıkların
büyük çoğunluğu güneş lekesi maksimumlar yılı içinde ya da ona
yakın bir dönemde gerçekleşmiştir.
Yapıcı bir doğanın ve onun sikluslarının olaylarına göre
Kali Yuga’daki
(4)
insanlık tarihi az bir bilgi verir, bununla birlikte Rus
kölelerinin savaş veya isyan olmadan azad edilmesi, Teozofi
Derneği’nin, U.L.T.’nin, ve Etik Kültür Derneği’nin
formasyonu, hepsi minimumlarda ya da ona yakın tarihlerde
gerçekleşmiştir . Barış ve yararlı amaçlar için kurulan
çeşitli Amerikan derneklerinin kuruluş tarihleri de benzer bir
önem taşımaktadır. Bunlardan bazıları şöyle:
12 tanesi
güneş lekesi maksimlarının içinde yeralmıştır..
22 tanesi 1 maksimumlar yılı içinde yeralmıştır.
16 tanesi 2 maksimumlar yılı içinde yeralmıştır..
19 tanesi 3 maksimumlar yılı içinde yeralmıştır. 24 tanesi 4
maksimumlar yılı içinde yeralmıştır.
40 tanesi minimumlar yılı içinde veya yakınında yeralmıştır.
Yine
de hepsi döngüsel tekrarlayışlar konusunda yetkili kişilerce
önceden haber verilen gelecekteki böyle olayların herhangi bir
oranda tahmin edilmesinde, psişik bir fenomen yoktur. Bu ne
bir önsezidir ne de bir kehanettir; bu, bir kuyrukluyıldızın
ya da yıldızın ortaya çıkmadan birkaç sene önce işaret
verişinden başka bir şey değildir. Doğunun bilgelerini ikna
eden sadece bilgi ve matematik olarak doğru hesaplamalardır,
örneğin İngiltere şöyle bir felaketin eşiğinde, Fransa şöyle
bir siklus noktasına yaklaşıyor veya Avrupa genel olarak kendi
ırk karmasının onu götürdüğü bir felaketin tehdidi altında ya
da eşiğinde gibi. Bilginin güvenilirliği elbette büyük ve
tarihi bir gözlem periyodu iddiasının kabulü ya da
reddedilmesine dayanmaktadır. Doğu İnisiyeleri,
gelenekselleşmeden önce gelen Dördüncü Irk’tan bu yana ırksal
gelişmelerinin ve evrensel öneme sahip olayların kayıtlarını
korumayı sürdürmüşlerdir.
Şu anda ispatı çok açıktır ki, horoskoplar ve
adli astroloji çoğunlukla bir kurguya dayalı olmamaktadır,
ayrıca yıldızların ve takımyıldızların bireyler üzerinde okült
ve gizemli bir etkileri ve bağlantıları vardır. Ve eğer
kişiler üzerinde böyle bir etki varsa neden milletler, ırklar
ve insanlık üzerinde de olmasın?... (S. D. I; 646-7)
Öyleyse bizler bu geçmişten geleceğe ilişkin ne gibi bir
tahminde bulunabiliriz? Veriler kusursuz değil ve parçalar
halinde ama eğer bunları iyi bilinen bir yüzyıl siklusu ile
bağlantılı olarak çalışırsak, siklusun açılım yıllarının
uluslararası bir sorunlar zamanını genel devrimsel
hareketlerin takip ettiğinin göstergelerini buluruz. Ortadaki
on yıllar belirgin bir biçimde devrimci bir periyod olarak
ortaya çıkar, ama bunlarda çok fazla bir dışsal sorun yoktur.
Bizim zamanımızdan
(5)
bahsedecek olursak mevcut güneş siklusunun tehlike zirvesinden
daha henüz geçtik. Bizim onları görebildiğimiz gerçekler (ki
bunlar hakikatten bir derece farklı da olabilirler) şunu öne
sürüyor: Eğer dünya işleri iki ya da üç yıl daha kontrol
edilebilirse bir sonraki tehlike siklusu 1945’e kadar
başlamayacak; 1945’teki hadise ise 1949’da patlak veren bir
krize dönüşecek. Bu krizin uluslararası bir form alıp
almayacağı ve yeni bir Dünya Savaşı’nın tehlikelerini getirip
getirmeyeceği ise muhtemelen belirli ve sıkıntı içindeki
ülkelerin dünyanın geri kalan kısmı ile gelecekteki
ilişkilerine bağlı olacak. Eğer uluslar arası bir felaket
oluşmazsa bir sonraki güneş lekesi siklusu olan 1946-1949
yılları arasında yaygın bir ölçüde devrimsel hareketler
bekleyebiliriz. Eğer uluslararası gerilim yüksek olursa,
basınç ulusal birliği güçlendirmeye ve birleştirmeye hizmet
edecek, böylece patlamaya müsait bazı eğilimleri bir dünya
savaşına yöneltecektir. Bu ise sadece, “savaş için hazırlık
savaş üretir” gerçeğini ifade etmenin başka bir yoludur. Eğer
bunu dünya savaşı izlerse bir dünya devrimci terörü mutlaka
gerçekleşecektir ve bu da tarihin daha önce hiç görmediği bir
şekilde gerçekleşecektir.
Bizim
kendi ulusumuzun ise yüzyılın kalan kısmında ciddi veya
silahlı bir çatışma olmaksızın yeniden düzenlenmeler içinde
olması umudu bulunmaktadır. Teozofik hareket, 1859’da hiç
olmadığı bir şekilde birden fazla yolda yürümekte ve çok az
kötü düşünceye neden olan bir gücü kullanmaktadır. Bununla
beraber, her olayda 1975’teki Amerikalıların bizim mevcut
sosyal, ekonomik ve devlet sistemimizi büyük oranda
onaylamaları oldukça imkansız görünmektedir.
Gelecek yıllarda doğanın faydalarını önemseme konusunda
bizlere yardımda bulunulması beklenebilir; zira doğanın
faydaları “kılık değiştirmiş birer kutsanma” olarak karşımıza
çıkacaktır. Prof. Rafaele Bendandi, etkileyici bazı deprem
tahmini kayıtlarına sahiptir (Avezzena 1915, Tokyo 1923 ve
Santa Barbara 1925 depremleri dahil); ve gelecek yedi yıl
içinde 1939-1945 yılları arasında Kuzey Amerika’nın şiddetli
deprem sarsıntıları yaşayacağını bildirmektedir. Söylediğine
göre, yaklaşan krizin fiziksel kanıtı ise şimdiden mevcuttur
(6).
(Yakın zamanda Şili’deki yerkürenin kabarması uyarıcı bir
olaydır). Madam Blavatsky bu yüzyılda yaşanabilecek bazı
sarsıntılara dair birtakım imalarda bulunmuştur ve onun
imalarının, zaman içinde kaderin hakimiyetinin karakterini
göstermeye başladığı açıkça ortadadır.
Peki, böyle bir bilgiden nasıl bir fayda elde edebiliriz ya da
etmeliyiz? Bir astronomi siyaseti yaparak onu diplomatlara mı
satmaya çalışmalıyız? Tabi ki hayır! Böyle kanunların yaygın
olarak bilinmesi bir yanda tehlikeli dönemlere askeri bir
hazırlık yapılmasına neden olacağı gibi sorun çıkarmaya
niyetli olanların böyle krizlerden faydalanmaya çalışmalarına
da neden olacaktır. Ne yazık ki insanlar bu yasalara karşı
genel bir cehalet içinde kalmaya devam etmelidir, ta ki bizler
fiziksel duyularımızın ve bedenimizin ürettiği dışarıdan gelen
itilimler yerine içsel olana göre hareket etmeye başlayana
kadar… Ve gerçekten de bu durumla ilgili tek teskin edici
olan, gerçek bir kardeşliğin oluşu ve diğerkamlığın
(7)
sadece sözde kalmadığı gerçeğidir.
(8)
Mevcuttaki böyle çalışmalar zamanımıza ancak teozofistlerin
bilgilerini ve amaçlarını güçlendirerek hizmet edebilecektir,
zira ellerinde tek kalan, kardeşliğin nihai zaferi için
beslenen umuttur. |