Himalaya Dağları’nın arkasındaki gizli Bhutan Krallığı, eşsiz
bir mistik Budist Geleneği dünyasıdır. Bu uzak ve özenle
korunan bölgeye gitme şansını bulanların ziyaret merkezi
mutlaka Batı’daki heybetli Paro Dzong Kalesi olacaktır.
Tapınağın avlusundan insanın soluğunu kesen bir manzara
görülür. Sağlam duvarlar boyunca uzanan çardaklar manzarayı
daha da güzelleştirir ve freskleri gölgeler. Budist
ikonografisiyle ilgilenen ziyaretçiler gözlerine
inanamayacaklardır. Doğu kapısının solunda parlak kırmızı
renkte, alevden bir halkayla çevrili dev bir mandala freski
göze çarpar. Bu mandala’daki üçlü helezon, Evreni oluşturan “İlk
Hareketi”
simgelemektedir. Aslında bu tasvirde, geleneksel
mandalalardaki özelliklerin çok azı bulunmaktadır. Bir galaksi
tasvirini ya da bir atom modelini andırması nedeniyle, tuhaf
bir model niteliği vardır.
Tapınağın duvarlarındaki öbür dört mandala freski ise, Evrenin
biçimlenirken geçirdiği evreleri yansıtmaktadır. Maddeleşmenin
giderek artması, salt enerjinin maddeye dönüşmesi, birbirini
izleyen fresklerde gittikçe sayıları artan kare biçimleriyle
yansıtılmıştır. Bu mandalalar dizisinde yansıyan ve eski
yazıtlarda değinilen Budistik kozmoloji, sonsuz bir uzayın
içindeki milyonlarca dünyayı ve yıldız sistemleirni, sonsuz
bir evrim, yokoluş ve yeniden doğuş süreci gösteren yüz
milyonlarca yıllık çağları kapsar. Bu kozmolojiye göre,
dünyamız sayısız yersel hayat biçimlerinin yalnızca küçük bir
tezahürüdür. Nitekim Dünya Gezegeni “Ölümlülerin
Dünyası”
adıyla anılmakta ve bir sürü evrenden biri olan evrenimizi
oluşturan binlerce dünyadan yalnızca bir tanesi olarak
anlatılmaktadır. Bu bitmez tükenmez uzaydaki her bir evren,
simgesel olarak “rüzgar” veya “mavi-yeşil hava” adı takılmış,
çapraz şimşeklerle tasvir edilen, birbirine örülü kozmik
enerjilerin oluşturduğu bir ağla dengelenmektedir. Eski
yazılarda sürekli olarak “güç”
ve “enerji”
sözcüklerine rastlıyoruz. Geçen yüzyılın batılı bilim adamları
bu evren görüşünü tuhaf, gerçek dışı ve yalnızca mitolojik bir
fantezi olarak görüyorlardı. Oysa bugün bu görüşün şaşılacak
derecede bir gerçeklik taşıdığını fark etmeye başladık.
Mandala
bir psikogramdır. Yansıttığı biçimler, ruhsal bir içeriğin
izdüşümleridir ve bu içeriğin bir anahtarı vardır. Meditasyon
yapan kişinin düşünceleri, bu ikonografik araçlar, yani görsel
araçlar (yantralar) yardımıyla iç benliğe yönelir ve orada
kişi gerçekleşme bulur.
Paro
Dzong’daki tapınağın avlusunda görülen kozmik mandalalardan
biraz daha sonraki bir döneme ait olan geleneksel mandalalarda
bir daireyle sınırlanan bölüm, meditasyon yapan Budistin
ruhsal zenginliğe kavuştuğu; vecd haline vardığı
[1]
alandır. Mistik meditasyon bir coşku durumu yaratmamalı,
kişinin “kendi
dışına çıkmasına”
(yani vecd haline) yol açmamalı, tersine ancak ilahi
kıvılcımın belirdiği derin benlikte bulunabilecek bir
bilinçlilik durumu yaratmalıdır. Mistik meditasyon yapan kişi,
ilahi enerjiyi çağırarak, bu enerjinin iç benliğinde belirmesi
sonucunda onunla özdeşleşir. Bu durumu gerçekleştirmede
kullanılan yollardan biri, hatta kişiyi çevreden merkeze
ulaştırdığı için belki de en eşsiz araç mandaladır.
Nisbeten
basit ve kolay kavranabilen, Mahayana ekolüne ait mandalalar
bir kılavuz yahut bir “çözgü”
ya da “izleme
aracı”
(tantra) olarak kullanılır; “görsel
araç”
(yantra) ile “düşünsel
araç”
(mantra), yani aydınlatıcı sözcük “tantra”yı
tamamlar. Mantralar çok eski çağlardan süregelmeleri nedeniyle
bugün derin anlamlarını yitirerek “kutsal
formüller”
haline gelmişlerdir.
Mandalanın bugün Batı’da tanınan daha genel ve klaisk biçimi
altındaki fonksiyonu, kozmik içeriğinin anlaşılmasını sağlar.
Mandala zihinde dünyanın oluşumuyla ilgili görüntüler
yaratarak, ilk insanın yeryüzünde belrimesinden önceki bir
zamana geri dönüş sağlar; insanlar arasındaki kozmik bağı ve
zamanın başlamasından önceki dönemi, yer ve yerüstü
düzeylerinde olmakta olanların özünü yansıtarak “ilk harekete”
ve bunu izleyen fiziksel biçimleşmeyi yaratan ilk yoğunlaşmaya
götürür bizi. Bu resimler yalnızca mistik geleneğin “düşünce
araçları” ya da “yol gösterici çözgüleri” olsalar bile, ruhsal
zenginliği sürdürmek ve bize ileterek karanlıklara gömülmesini
önlemek için bir çaba da sayılabilirler. |