Amerikalı yazar Dan Brown'ın
'Da
Vinci Şifresi'yle birlikte dünyada çok satan
'Melekler ve
Şeytanlar'
adlı kitabında adı geçen ve romanın konusu gereği
din adamlarıyla bilim adamlarını birbirine düşüren
Cenevre'deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN), gerçek
hayatta da Türk fizikçilerin arasını açtı. Bilim çevrelerinde
'evrenin yaratılış teorisi'
olarak kabul gören
'Big
Bang (Büyük Patlama)',
CERN'deki hızlandırıcılı
laboratuar ortamında 2007'de
yapılacak bir deneyle
'tekrar canlandırılacak'.
Ancak Türkiye 1954'te kurulan merkeze üye olmadığı ve aidat
ödemediği için, dünyanın heyecanla beklediği bu deneye
katılmak isteyen Türk fizikçilerini büyük zorluklar bekliyor.
Bu yüzden fizikçiler arasında tartışmalar yaşanıyor. Gazetelerde çıkan bu haber,
Astro Set ekibinin dikkatini çekti
ve en çok okunanlar listesinin ilk sıralarına giren Melekler
ve Şeytanlar kitabını sizlerle paylaşmak için okuduk. Romana
ait bazı temel noktaları kısaca özetledikten sonra ilginç
bulduğumuz ve bizce romanın özünü oluşturan bazı bölümlerle
ilgili alıntılar yaptık.
Karşı
Madde
Dünyanın
en büyük bilimsel araştırma tesisi -İsviçre’deki CERN- Avrupa
Nükleer Araştırma Merkezi yakın zaman önce ilk
karşı madde zerreciklerini
üretmeyi başardı. Karşı madde, bir
farkla fizik madde ile özdeştir. Karşı
madde, normal maddelerde bulunan elektrik yüklerinin
zıddı zerreciklerden oluşur. Karşı
madde,
insanlığın bildiği en güçlü enerji kaynağıdır. Yüzde yüz
verimlilikle enerji çıkarır (nükleer yarılım verimliliği yüzde
bir buçuktur). Karşı madde kirliliğe yada radyasyona neden
olmamakla birlikte, bir damlası gün boyunca New York Şehri’ni
aydınlatmaya yeter. Buna
rağmen, bir sakıncası vardır… Karşı
madde
son derece kararsızdır. Herhangi bir şeyle… havayla bile
temasa geçtiği anda tutuşur.
Karşı maddenin bir gramı, 20
kilo tonluk-Hiroşima’ya atılan
bombayla aynı büyüklükte -nükleer bomba enerjisini içerir. Yakın
zamana kadar karşı madde sadece
küçük miktarlarda üretiliyordu (bir defada birkaç atom). Ama CERN, yeni Antiproton Hız
Kesicide
(çok daha büyük miktarlarda karşı madde üretebilecek gelişmiş
bir karşı madde üretim tesisi)
büyük gelişmeler kaydetti. Ortaya bir soru
çıkıyor; patlamaya son derece hazır olan bu madde dünyayı mı
kurtaracak, yoksa şimdiye dek yapılan en ölümcül silahı
üretmekte mi kullanılacak?
Yazarın Notu
Bu
romanda adı geçen Roma’daki tüm sanat eserleri, mezarlar,
tüneller ve mimari yapılar (bulundukları yerler de dahil olmak
üzere) tamamen gerçektir. Günümüzde hala görülebilirler.
İlluminati kardeşliği de gerçektir. Yazarımızın böyle bir
iddiası var. İnanıp inanmamak size kalmış.
-
Okumayanlar için romanın
kısa özeti - Robert Langdon’un Cern’le ilgili serüveni başlıyor
Cern Laboratuarı fizikçisi Leonardo Vetra’nın öldürülmesi ile başlayan
roman, Da Vinci’nin de kahramanı olan Harvard Üniversitesi’nde
dini simge bilim profesörü Robert
Langdon’un bu cinayeti
aydınlatması için Cern sorumlusu
ayrık zerrecik fizikçisi, Maximillian
Kohler tarafından aceleyle
Cern’e çağrılmasıyla başlar.
Cesedin resmini faksla gönderirler.
Langdon büyük bir şaşkınlıkla yazıya bakakalır,
simge bilime uygun tarzda yazılmış
‘İlluminati’
yazısı cesedin üzerine dağlanmıştır ve feci bir
yanık izi vardır. Serüven başlar. Haşhaşın
denen bir suikastçı da devrededir ve dört cinayet daha
işleyecektir. Langdon Cern’e gider ve cesedi inceler, bu
gerçek bir semboldür ve konuyu bilen insanlar tarafından
işlenmiş bir cinayete benzemektedir. Daha önce
Cern adını hiç duymayan
Langdon çok şaşkındır.
Kohler bu şaşkınlığı anlar ve
yanıtlar. Çoğu Amerikalı, Avrupa’yı bilimsel araştırmalarda
dünya lideri olarak kabul etmez. Onların bize bakış açısı,
değişik bir alışveriş mekanından öteye
geçmiyor. Aslında Einstein, Galileo ve Newton gibi
adamların milliyetleri düşünüldüğünde, bunun tuhaf bir bakış
açısı olduğunu söylemek mümkün. 'Langdon Cern’in içini dolaşırken ödüllerle
donatılmış geniş bir koridorda bir yazı dikkatini çeker ve
okur: ARS ELEKTRONİK ÖDÜLÜ
"Dijital çağdaki kültürel buluş için
tüm Berners Lee ile
CERN’e İNTERNETİ icat etmeleri sebebiyle verilmiştir."
Web’in
bir Amerikan buluşu olduğunu düşünen Langdon’un şaşkınlığı bu muazzam kuruluş karşısında,
içini dolaştıkça artar. Az sonra Kohler,
‘Peki kim bu İlluminati?’ diye
sorar. Langdon bu kardeşlikle
ilgili bildiklerini anlatır.
"Tarihin
başlangıcından beri, Bilim ve Din arasında derin bir uçurum
var olmuştur. Copernicus gibi
sözünü sakınmayan bilim adamları, bilimsel gerçekleri
açıkladıkları için kilise tarafından öldürüldüler. Din daima
bilime zulmetti. 1500’lerde bir grup adam Roma’da kiliseye
karşı savaştı. İtalya’nın en aydın kişilerinden
bazıları-fizikçiler, matematikçiler, astronomlar- kilisenin
hatalı öğretileri hakkında kaygılarını paylaşmak için gizlice
buluşmaya başladılar. Kilisenin
‘gerçek’
üzerindeki tekelinin,
dünyadaki akademik aydınlanmayı engellemesinden korkuyorlardı.
Kendilerine
‘aydınlanmış kişiler’
diyerek, dünyadaki ilk
bilimsel beyin takımını kurmuş oldular. Avrupa’nın en eğitimli
zekaları kendilerini bilimsel gerçek arayışına adadılar;
İlluminati.. (Romanda
İlluminati'nin ne olduğu anlatılıyor)
Katolik Kilisesi tarafından zalimce avlandılar. Bilim adamları
sadece gizlilik törenleri sayesinde hayatta kalabildiler.
Anlatılanlar, akademik çevrelerde gizlice yayıldı ve
İlluminati kardeşliği tüm
Avrupa’dan akademisyenler edinerek büyüdü. Bilim adamları Roma’da Aydınlanma
Kilisesi dedikleri muazzam gizli bir barınakta
düzenli olarak buluştular. İlluminati’den
çoğu kimse, Kilisenin zorbalığına şiddet gösterileriyle karşı
koymak istedi ama en saygın üyelerinden biri onları bundan
vazgeçirdi. Tarihin en ünlü bilim adamlarından biri olmakla
beraber, barışçı biriydi. Onun adı
Galileo
Galile idi.
Galileo bir İlluminati
üyesiydi. Aynı zamanda dindar bir
Katolik'ti. Bilimin Tanrı’nın varlığını inkar
etmediğini, tam aksine
kuvvetlendirdiğini ilan ederek, kilisenin bilime
karşı tavrını yumuşatmaya çalıştı. Bir keresinde,
teleskopundan dönen gezegenlere
baktığında, kürelerin müziğinde Tanrı’nın sesini duyabildiğini
yazmıştı. Din ile bilimin düşman olmadığını,
müttefik olduklarını savundu; aynı hikayeyi,
simetri ile dengenin
hikayesini anlatan iki farklı dil…
cennet ve
cehennem, gece ve gündüz, sıcak ve soğuk, Tanrı ve Şeytan.
Bilim ve Din Tanrı’nın simetrisinde neşe buldu… Işıkla
karanlığın sonsuz yarışı…
Galileo’nun
tutuklanması İlluminati ’de kargaşa
yaratmıştı. Hatalar yapıldı ve kilise dört üyenin ismini
keşfetti. Bu kişileri yakalayıp sorguladılar. Ama dört bilim
adamı hiçbir şey açıklamadılar… İşkence gördükleri halde. Canlı
canlı dağlandılar. Göğüslerinden. Bir güç
sembolü ile…
Ardından
bilim adamları acımasızca
öldürüldüler, cesetleri, İlluminati ’ye
katılmayı düşünen diğerlerine
gözdağı vermek için Roma sokaklarına atıldı. Geri kalan
İlluminati üyeleri kiliseyi
enselerinde hissedince İtalya’dan kaçtılar.
İlluminati
iyiden iyiye gizli bir örgüt oldu. Katoliklerin
uyguladığı temizlikten kaçan diğer mülteci
gruplarıyla-mistikler, simyacılar, medyumlar, Müslümanlar,
Yahudiler- karışmaya başladılar.
İlluminati geçen yıllarla birlikte yeni üyeler edinmeye
başladı.Yeni
bir İlluminati doğmuştu. Daha
karanlık bir İlluminati. Koyu bir
Hıristiyanlık karşıtı
İlluminati,
Çok kuvvetli oldular, gizemli
ayinler düzenlediler, büyük bir gizlilik vardı, bir gün
yeniden ayaklanmaya ve Katolik Kilisesi’nden intikam almaya
and içtiler. O kadar kuvvet sahibi
olmuşlardı ki, kilise onları dünyadaki en tehlikeli tek
Hıristiyanlık karşıtı güç olarak
gördü. Vatikan, bu kardeşliğin Şeytan olduğunu ilan etti.
Çoğu kimse Satanist mezhepleri Şeytan’a tapan
canavar ruhlu kimseler olarak tahayyül ettiğini, ama tarihte
Satanistlerin kiliseye düşman,
eğitimli kimseler olduklarını açıkladı. Hayvan kurban edilen
kara büyüler ve beş köşeli yıldız ayinlerine dair söylentiler,
kilisenin kendi düşmanlarına karşı yürüttüğü karalama
kampanyası dahilinde yaydığı alanlardan başka bir şey değildi.
Zaman içinde, İlluminati’ ye
benzemeye çalışan kilise karşıtları yalanlara inanmaya ve
onları gerçekleştirmeye başladılar. Böylece modern
Satanizm doğmuş oldu. Cesedin
üzerine dağlanmış olan sembol, on altıncı yüzyılda Galileo’nun
simetri aşkı onuruna ismi bilinmeyen bir
İlluminati sanatçısı tarafından üretilmişti. Bir çeşit
kutsal İlluminati logosu oldu.
Kardeşliğin bu deseni sadece yeniden ortaya çıkıp, nihai
hedeflerine ulaşacak gücü topladığı zaman
göstermek üzere gizli tuttuğu iddia edildi.
İlluminati
hayatta kalmak için azimliydi. Roma’dan kaçtıklarında, yeniden
bir araya gelebilecekleri güvenli bir yer bulmak için tüm
Avrupa’yı
dolaştılar. Onları başka bir gizli cemiyet kendi çatısı altına
aldı. Bu kişiler Farmason denilen
Bavyeralı taş ustalarıydı. Şimdiki adıyla Mason kardeşliği.
Mason kardeşliği İlluminatiyle birleşiyor
Mason kardeşliğinin, yarısı Birleşik
Devletlerde, bir milyondan
fazlasının ise Avrupa’da yaşadığı dünya çapında beş milyondan
fazla üyesi vardı. Masonlar kesinlikle satanist değiller. Kendi yardımseverliklerinin kurbanı
oldular. 1700’lerde kaçan bilim adamlarına yataklık ettikten
sonra Masonlar farkında olmadan
İlluminati ’ye paravan oldu.
İlluminati onların arasında büyüdü ve localardaki
iktidar pozisyonlarını ele geçirdiler. Bilimsel
kardeşliklerini Masonlar arasında usulca yeniden
kurdular…Gizli bir cemiyetin içindeki gizli cemiyet oldular.
Ardından İlluminati Mason
localarının dünya çapındaki bağlantılarını kendi nüfuzlarını
yaymak için kullandı.
İlluminati ’nin
anayasasında Katolikliğin yok edilmesi yer alıyordu.
Kardeşlik, kilise tarafından dayatılan batıl dini inançların,
insanlığın en büyük düşmanı olduğuna inanıyordu. Din, asılsız
efsaneleri mutlak doğru diye göstermeye devam ederse, bilimsel
gelişimin duracağından ve insanlığın anlamsız cihatların
yapıldığı cahil bir geleceğe sürükleneceğinden korkuyorlardı. İlluminati
Avrupa’da gücünü arttırdı ve gözünü Amerika’ya dikti. Orası
liderlerinin pek çoğunun Mason-George Washington, Ben
Franklin-olduğu, dürüst ve Masonların
İlluminati ’nin barınağı olduğunun farkında olmayan
Tanrı’dan korkan kişiler olduğu yeni bir hükümetti.
İlluminati içlerine sızarak,
durumdan faydalandı ve bankaların, üniversitelerin ve nihai
hedeflerine maddi imkan sunacak sanayicilerin kurulmasına
yardımcı oldu. Birleşmiş tek bir dünya
devleti kurulacaktı, bir çeşit laik Yeni Dünya Düzeni
Yeni Dünya Düzeni, bilimsel
aydınlanma üstüne kurulacaktı. Buna Lusifer
Doktrini dediler. Kilise,
Lusifer kelimesinin
Şeytan’a atıfta bulunduğunu iddia etti ama kardeşlik,
kelimenin Latince deki gerçek
anlamında kullanıldığı konusunda ısrarcı oldu, yani
ışık taşıyan.
Ya da Aydınlatıcı (Illuminator)
Langdon
sözlerini bitirdiğinde kendini yorgun hissetti. Kohler büyük bir dikkatle onu
dinliyordu. İşlenen cinayetin
İlluminati ’ye bağlanamayacağını sözlerine ekleyen
Langdon “Semboller” dedi.
“Hiçbir surette, onları ilk
meydana getirenlerin varlığını doğrulamaz.”
İlluminati
gibi organize felsefeler varlığını yitirdiğinde, geride
sembolleri kalır… Ve diğer gruplar bu sembolleri
kullanabilirler. Buna
aktarım denir. Simge bilimde
çok sık rastlanır. Naziler gamalı haçı Hindulardan almıştı,
Hıristiyanlar haç şeklini
Mısırlılardan alıp benimsediler.
Komplo meraklıları işlerini sürdürüyorlar. Modern pop kültürde
süregelen komplo teoriler çok bol. Medya kıyametle ilgili
manşetlerin peşinden koşuyor. Kendilerini
‘mezhep uzmanı’ ilan
eden kişilerse, İlluminati ’nin
hala yaşadığı ve Yeni Dünya Düzeni kurduğuna dair uydurma
hikayelerle Milenyum
dolandırıcılığından kazanç sağlıyordu. Kısa süre önce New York
Times, Masonlarla garip bağları olan sayısız
ünlü ismin listesini vermişti:
Arthur Conan
Doyle, Kent Dükü,
Peter Sellers,
İrving Berlin, Prens
Philip, Lous
Armstrong ve günümüzün tanınmış sanayicileriyle bankacıları.
İlluminati
Hıristiyanlığın sona erdirilmesi
gerektiğine inanmış olabilir ama güçlerini siyasi ve mali
araçlarla kazanmışlardı, terörist etkinliklerle değil. Bunun
dışında, düşman gördükleri kişilere karşı katı ahlak kuralları
vardı. Bilim adamlarına büyük saygı duyarlardı. Leonardo Vetra gibi meslektaşları bir bilim
adamını öldürmüş olmalarına imkan yok. Langdon
açıklamalarını bitirdikten sonra Vetra ’nın ofisine gittiler. Kitap desteklerinden birine
şu sözler oyulmuştu. "GERÇEK BİLİM, HER KAPININ ARDINDA
BEKLEYEN TANRI’YI KEŞFEDER"
PAPA XII.PIUS
Öldürülen
Leonardo Vetra aslında bir Katolik papazıydı. Hem bilim hem din
adamıydı. Tarihte böyle örnekler var. Fiziği Tanrı’nın doğa
yasası’ olarak kabul ederdi. Etrafımızı saran doğal düzende
Tanrı’nın el yazısını görmenin
mümkün olduğunu iddia ederdi. Bilim sayesinde şüphe duyan
topluluklara Tanrı’nın varlığını kanıtlamayı ümit ediyordu.
Kendisini bir ilahiyatçı-fizikçi olarak görürdü. Zerrecik
fiziği alanında son zamanlarda şok edici buluşlar
yapıldı… anlam bakımından hayli ruhani buluşlar. Ruhanilik ve fizik!
Leonardo Vetra zerrecik fiziğinde en uç
noktaya ulaşmıştı. Bilimle dini kaynaştırmaya başlıyordu… Hiç
beklenmedik şekillerde birbirini tamamladıklarını
gösterecekti. Bu sahaya “YENİ
FİZİK” diyordu. Tanrı,
Mucizeler ve Yeni Fizik adını taşıyan bir kitap
da yazmıştı. Kohler Leonardo
Vetra ile ilgili açıklamalarına
devam etti: “Bu saha küçük, ancak bazı eski sorulara yeni
cevaplar getiriyor, evrenin kökeni ve hepimizi bağlayan
güçlerle ilgili sorular. Leonardo araştırmasının milyonları
daha ruhani bir hayata yönlendirme potansiyeline sahip
olduğuna inanıyordu. Geçen sene,hepimizi birleştiren bir
enerji kuvvetinin varlığını kanıtladı. Hepimizin fiziksel
açıdan birbirine bağlı olduğunu gösterdi…Yani sizin
vücudunuzdaki moleküllerin benimkiyle iç içe
olduğunu…Hepimizin içinde tek bir kuvvetin hareket
ettiğini…Kesin kanıt. Scientific
American dergisinin
son sayısındaki bir makalede Yeni
Fiziğin Tanrı’ya giden, dinden emin bir yol
olduğu anlatıldı.Vetra’nın bilim
dünyasında pek çok düşmanı vardı. Saf bilime inananlar onu
küçümsüyordu.CERN’de bile… Dini
ilkeleri destelemek için analitik fizikten faydalanmanın
bilime ihanet olduğunu düşünüyorlardı.”
Katil Vetra’nın gözünü oymak suretiyle
çalmıştı. Bunun nedeni daha sonra anlaşılacaktı. Vetra’nın
evlat edindiği kızı Vittoria
Vetra, aylar boyunca tehlikeli
ekolojik sistemler üzerinde çalışan, sıkı bir
vejetaryen ve
CERN’in Hatha Yoga
gurusu olan güçlü bir kadındı. Hep
birlikte Dr. Vetra’nın
yeraltındaki laboratuarına indiler. Orada
Vetra’nın yaptığı “Geniş Hadron
Çarpıştırıcısı” yani
“Zerrecik Hızlandırıcısı” vardı. Bilim
adamları tüpün içinde zıt yönlerde iki zerreciği hızlandırıp
çarpıştırarak, zerrecikleri yapıcı parçalarına
ayrıştırabildiklerini ve doğanın en temel öğelerini
görebiliyorlardı. Zerrecik hızlandırıcıları bilimin geleceği
açısından büyük önem taşıyordu. Zerrecikleri çarpıştırmak,
evrenin yapı taşlarını anlamakta anahtar rol oynuyordu.
Zerrecikleri çarpıştıran bu dairesel tüp Langdon’un çok ilgisini çekti. Yeraltında bir tünele
indiler. Tır kamyonunun geçebileceği
genişlikte, pürüzsüz beton bir
tünel… Langdon aygıtı görünce
hayal kırıklığına
uğradı. Aygıt yaklaşık bir metre çapındaydı ve karanlıkta
kaybolana kadar tünel boyunca yatay olarak dümdüz uzanıyordu.
Personel, hızlandırıcının bir daire olduğunu anlattı. Düz
görünmesi görsel bir yanılgıydı. Tünelin çevresi o kadar geniş
ki, eğriliği fark edilemiyor.. Aynı dünya gibi.
Tünel yirmi yedi km. uzunluğundaydı. Ve mükemmel bir çember
oluşturuyordu, Fransa’ya kadar uzanıp sonra tekrar bu noktaya
geri dönüyordu. Tam hıza ulaşan zerrecikler çarpışmadan önce
tüpün içinde saniyede on bin defadan fazla dönüyorlardı.
Cern’dekiler gerçeği bulmak için değil tünel kazmak, dağları
yerinden oynatmak gerektiğine inanıyorlardı. Vetra’nın
laboratuarının duvarlarında bir düzine, gelişigüzel çizgilerle
spirallerin karmaşık negatiflerine benzeyen resimler asılıydı.
Vittoria açıkladı; “ Dağınık
şemalar. Karmaşa içinde neredeyse görünmeyen belli belirsiz
bir şekli işaret etti. Zerrecik çarpışmalarının bilgisayar
görüntüleri. Z zerreciği adı verilen bir zerrecik saf enerji
ve hiç kütlesi yok. Doğadaki en küçük yapıtaşı olması
muhtemel. Madde sıkıştırılmış enerjiden başka bir şey
değildir. Madde ve enerji Zen öğretilerindeki bütünlüğü
anımsatıyor.” babasının deneyimini
anlatmaya devam etti.
Bilimle dini
bir araya getirmek babamın hayattaki en büyük hayaliydi.
Bilimle
dinin birbirini tamamlayan
iki saha olduğunu kanıtlamayı umut ediyordu, aynı gerçeği
bulmak için iki farklı yaklaşım düşündü. Yaradılışla
ilgiliydi. Evrenin nasıl olduğu üzerine verilen savaş… Elbette
İncil, evreni Tanrı’nın yarattığını söyler. Tanrı Işık olsun
dedi ve gördüğümüz her şey bir anda yoktan var oldu. Ne yazık
ki, fiziğin en temel yasalarından biri, maddenin yoktan var
olmayacağını söyler. Tanrı’nın ‘hiçbir şeyden bir şey’
yarattığı fikri, modern fiziğin kabul edilen kurallarına
aykırı. Bu yüzden bilim adamları Başlangıç’ın bilimsel açıdan
saçma olduğunu iddia ediyorlar. Büyük
Patlama, evrenin yaratılmasında kabul edilen tek bilimsel
model. Teoriye göre, enerjinin yoğunlaştığı tek bir nokta
müthiş bir patlamayla dışa doğru yayılarak evreni oluşturdu.
Katolik Kilisesi ilk olarak 1927’de Büyük Patlama Teorisini
ileri sürdüğünde, Katolik bir keşiş olan Georges Lemaitre tarafından
ortaya konmuş bir teoriydi. İki yıl sonra da
Harvardlı bir astronom olan
Edwin Hubble, ‘Büyük Patlama’
ile ilgili bildirisini yayınladı.Hubble adı teleskopuyla da
ünlüdür. Lemaitre
Büyük Patlama Teorisi ’ni ilk ileri sürdüğünde bilim adamları
bunun son derece saçma olduğunu iddia ettiler. Bilim maddenin
hiçbir şeyden var olamayacağını söylüyordu. Bu yüzden Hubble,
Büyük Patlama’nın bilimsel açıdan doğru olduğunu ispatlayarak
tüm dünyayı şoka uğrattığında, kilise bunu İncil’in bilimsel
açıdan doğruluğunu ispatlayan müjde kabul ederek zaferini ilan
etti. İlahi gerçek doğrulanmıştı. Elbette bilim adamları
buluşlarının dini yüceltmek için kilise tarafından
kullanılmasını pek haz etmediler, bu yüzden Büyük Patlama
Teorisini derhal matematikleştirerek, tüm dini imaları
çıkarttılar ve kendilerine ait olduğunu iddia ettiler. Ama ne
yazık ki, onların denklemleri, bugün bile kilisenin
vurgulamaktan hoşlandığı ciddi hatalar içeriyordu. Bugün bile
bilim yaradılışın ilk zamanını anlayamıyor. Denklemlerimiz
zamansız evreni
etkin biçimde açıklayabiliyor, ama işin içine zaman girince,
sıfır zamanına yaklaştıkça, birden tüm matematiksel hesaplar
bozuluyor ve her şey anlamsızlaşıyor. Özet şu ki, babam her
zaman için Büyük Patlama’ya Tanrı’nın
müdahale ettiğine inanmıştı. Bilim yaradılışın ilahi
zamanını anlayamasa da, babam bir gün anlaşılacağına
inanıyordu. Her şüphe duyduğumda bana şu mesajı okurdu:
"BİLİMLE DİN BİRBİRİNE ZIT DEĞİLDİR SADECE BİLİM, ANLAMAK İÇİN
HENÜZ ÇOK GENÇ "
Büyük
Patlama’yı daha küçük boyutlarda yaptı. İşlem son derece
basitti. Hızlandırıcı tüpün içinde zıt yönlerdeki iki
ultra-ince zerrecik huzmesini
hızlandırdı. Huzmeler muazzam hızlarda kafa kafaya çarpıştılar
ve birbirlerinin içine girerek tüm enerjilerini tek bir
noktada
sıkıştırdılar. Madde Hiçbir şeyden oluşmaya başladı. Atomdan
küçük zerreciklerin muhteşem havai fişek gösterisi gibiydi.
Minyatür bir evren doğuyordu. Sadece maddenin hiçbir şeyden
yaratılabileceğini ispat etmekle kalmadı, aynı zamanda Büyük
patlama’nın ve Başlangıç’ın muazzam bir enerji kaynağının
varlığını kabul ederek açıklanabileceğini
gösterdi.
Evrende iki tür madde bulunur. Bilimsel bir gerçek.
Tanrı her şeyi zıddıyla beraber yarattı. Simetri. Mükemmel
Denge. Bilim Dinle aynı şeyi söylüyor.
Büyük patlama
evrendeki her şeyi zıddıyla meydana getirdi. Bu laboratuarda
da, dünyadaki ilk karşı madde
örnekleri var. Bilim adamları 1918’den beri
Büyük Patlama’da iki çeşit madde yaratıldığını biliyorlardı.
Madde türlerinden birini burada dünyada görüyoruz, kayaları,
ağaçları, insanları meydana getiriyor. Diğeri tam tersi
zerrecik yüklerinin zıt olması haricinde madde ile tüm
açılardan aynı. Yaratılan karşı madde örnekleri kutuya
değmiyor. Karşı madde asılı
duruyor. Kutulara ‘karşı madde
tutucuları’ deniyor çünkü gerçekten de
karşı maddeyi kutunun merkezinde sıkıştırıp, yanlardan
ve tabandan güvenli bir mesafede uzak tutarak asılı
bırakıyor. Vittoria’nın bu açıklamalarından
çok etkilenmişti. O icat edilen
alete bakmak istedi, gördükleri çok etkileyiciydi. Nesne,
beklediği gibi kutunun dibinde değildi, bunun yerine merkezde
süzülüyordu-havada asılı kalmıştı-parlak bir cıva benzeri sıvı
damlacığı görüyordu. Sihirli gibi havada sallanıp duran sıvı,
boşlukta geziniyordu. Damlacığın yüzeyinde metalik
dalgalanmalar oluşuyordu. Havada asılı duran sıvı
Langdon’a, bir zamanlar sıfır
yerçekimindeki su damlasına ait seyrettiği videoyu
hatırlatmıştı. Damlacığın mikroskobik boyutlarda olduğunu
bildiği halde, küçük plazma küresi yavaşça salınırken her
dalgalanmayı ve her titreşimi görebiliyordu.
Karşı madde adeta yüzüyordu. Vittoria
açıklamalarına devam etti.
Karşı madde
son derece kararsızdır. Enerji bakımından
karşı madde maddenin ayna görüntüsüdür, bu yüzden ikisi
temasa geçtiğinde anında
birbirlerini yok ederler. Elbette karşı
maddeyi maddeden ayrı tutmak zor çünkü dünyadaki her
şey maddeden yapılmıştır. Örneklerin herhangi bir şeye
dokunmadan saklanmaları gerekir…
havaya bile. Eğer
karşı maddeyle madde temas ederse,
her ikisi de aynı anda yok olur. Fizikçiler bu işleme ‘imha’
diyorlar. Doğanın en basit tepkisidir. Bir madde zerresiyle
karşı madde zerresi iki yeni
zerrecik ortaya çıkarmak için birleşirler, bunlara foton
denir. Foton, ufak bir ışık kümesidir. Karşı madde
saf enerjiyi serbest bırakır. Kütle fotonlarının yüzde yüz
dönüşümü. Bu yüzden doğrudan örneğe
bakmamak gerekir. Vittoria
düğmeye bastı. O
anda Langdon’un gözleri karardı.
Kutunun içinde bir ışık noktası parlayarak, her yöne yayılan
bir şok dalgasıyla dışa doğru patladı ve önündeki cama muazzam
bir güçle püskürdü. Patlama odayı sarsarken geriye doğru
sendeledi. Işık bir süre kör edici şekilde parladıktan sonra
içe doğru çekildi, kendine doğru küçüldü ve minik bir noktaya
dönüşerek yol oldu. Langdon
görüşünü yavaşça düzeltmek için acıyla gözlerini kırpıştırdı.
Yerdeki kutu tamamıyla yok olmuştu. Buhar olup uçmuştu. Geriye
hiçbir iz kalmamıştı. Şaşkınlık içinde bakakaldı.
‘T…Tanrım.”
Vittoria
kederle başını salladı. “Babam da aynen böyle söylemişti.”
Romanın bundan sonraki
bölümlerinde kutunun çalınışı var. Katil
Vetra’nın gözünü çıkarıp, göz taramasıyla girilen en
gizli bölüme girerek, anti madde
kutusunu çalar. Serüvenin bu en hızlı ve akıcı bölümünde
müthiş bir takip var. Vatikan Şehri’ni yıkmak için harekete
geçen İlluminati, örgüt üyesi
haşhaşın adlı katil aracılığıyla,
Papalık seçimi sırasında dört kardinali kaçırarak, her birini
ayrı yerlerde ama İlluminati
simge bilimine göre önceden
hesaplanmış özel alanlarda öldürür.
Langdon cinayetleri engellemek için
İlluminati ’nin bazı gizli
şifrelerini çözmeye çalışır ve her ikisinin de yaşamı
tehlikeye girer. Ayrıca belli bir süre vardır ve bu sürede
şehri imha için kullanılacak kutunun nereye yerleştirildiğini
bulmak ve onu yok etmek gerekmektedir. Nefes kesici olaylardan
sonra Vittoria ve
Langdon tüm bunları organize eden
İlluminati ’nin başındaki kişinin
kim olduğunu anladıklarında şaşkınlıktan şoka girerler. Kitabı
okuyacaklar için sona ait tadı bozmayalım ve sonu okuyuculara
onlara bırakalım… Sadece kardinaller
öldürüldükten sonra Sistine
Şapeli’nde, en eski rahiplerden
Camerlengo’nun bir önceki Papa’nın da
İlluminati tarafından
öldürüldüğünü anladıktan sonra BBC muhabirleri aracılığıyla
canlı yayında tüm dünyaya ilettiği mesaj oldukça dikkat çekici:
Camerlengo
bir adım öne çıktı. Sert bir ses tonuyla,
‘İlluminati’ye
sesleniyorum” dedi
“Savaşı kazandınız”. Zaferiniz
kaçınılmazdı. Daha önce, hiç şu anda olduğu kadar aşikar
olmamıştı. Yeni tanrı bilimdir.
Tıp, elektronik haberleşme, uzay yolculuğu, genetik
mühendislik artık çocuklarımıza anlattığımız mucizeler bunlar.
Bilimin bize cevap vereceğini kanıtlayan mucizeler
bunlar. Bilim hastalıkların ve ağır işlerin
yükünü hafifletmiş, çevremiz ve rahatımız için yararlı aletler
üretmiş olabilir, ama bize gizemsiz bir dünya bıraktı. Gün
batımlarımızdan artık dalga boyları ve frekanslarla
bahsediliyor. Evrenin karmaşası matematiksel denklemlere
indirgendi. Hatta insan olmanın kıymeti bile ucuzlatıldı.
Bilim, Dünya Gezegeni ile onun üstünde yaşayanların, evrensel
boyutta önemsiz noktacıklar olduğunu söylüyor. Kozmik bir
kaza. Bizi birleştirmeyi vaat eden teknoloji bile bizi
birbirimizden ayırıyor. Artık her
birimiz tüm dünyayla elektronik bağlantı içindeyiz, ama
aslında son derece yalnızız. Vahşet, ihtilaf, ayrılık ve
ihanet bombardımanına tutulduk. Şüphecilik fazilet oldu.
Alaycılık ve kanıt talebi, aydınlanmış düşünce diye kabul
ediliyor. İnsanlığın artık tarihteki herhangi bir dönemden çok
daha fazla buhrana sürüklenmesine ve hayal kırıklığına
uğramasına şaşmamak gerek. Bilim katlanarak gelişiyor. Bir virüs gibi kendi
kendini besliyor. Her keşif, yeni keşiflere kapı açıyor.
İnsanlığın tekerlekten arabaya geçmesi
binlerce yıl almıştı. Ama arabadan uzaya geçiş arasında on
yıllar var. UFO’lar görüyoruz,
bağlantılar kuruyoruz, ruh çağırıyoruz, beden dışı deneyimler
yaşıyoruz, geçmiş hayatlarımızı sorguluyoruz… Tüm bu tuhaf
fikirleri bilimsel bir kalıba uyguluyorlar ama hepsi de
düpedüz mantıksızlık.
Yalnız, azap çeken, kendi
aydınlanmasının ve teknolojiden bağımsız herhangi bir şeyin
olabilirliğini kabul edemeyişinin esiri olmuş ruhların çaresiz
yakarışları. Bilim bizi
kurtaracak diyorsunuz. Ben, bilim bizi mahvetti diyorum.
Bizler
yok olma yolunda ilerleyen… Kopuk ümitsiz türleriz. Kim bu
bilim tanrısı? İnsanların, nasıl kullanılacağını açıklayacak
ahlaka sahip olmadan, güç teklif eden Tanrı kim? Nasıl bir
Tanrı çocuğa ateş verip tehlikeleri hakkında onu uyarmaz?
Bilim dilinde iyi ya da kötü diye
yön göstericiler yok. Bilim
kitapları bize nükleer reaksiyonun nasıl oluşturulacağını
anlatıyor ama hiçbir bölümde iyi ya
kötü olduğunu sormuyor. Tanrı’nın var olduğuna dair kanıt
göster diyorsunuz. Cennete bakmak için teleskoplarınızı
kullanın ve nasıl olmadığını söyleyin. Tanrı’nın neye
benzediğini soruyorsunuz. Ben bu sorunun nerden geldiğini
soruyorum. Cevaplar birbirinin aynı ve tek bir cevap var.
Bilimde Tanrı’yı görmüyor musunuz? Nasıl oldu da onu
atladınız? Yerçekimindeki ya da
atom ağırlığındaki en ufak bir değişikliğin, evreni
gökcisimleriyle dolu bir deniz yerine, içinde hayat olmayan
bir sise çevireceğini iddia ettiğiniz halde, nasıl oluyor da
bu işin içinde onun eli olduğunu anlamıyorsunuz? Milyarlarca
kağıt arasından doğru kartı çektiğimize inanmak gerçekten de
o kadar kolay mı? Bizden daha büyük bir güç yerine,
matematiksel imkansızlıklara inanacak kadar inancımızı
tükettik mi? Tanrı’ya
ister inanın, ister inanmayın. Ama şuna inanmalısınız. Bizden
daha büyük bir gücün varlığına olan güvenimizi kaybettiğimiz
anda, sorumluluk duygumuzu yitiririz. İnanç… Tüm
inançlar… Anlayamadığımız bir şey olduğunu nasihat eder,
sorumlu olduğumuz bir şeyin… İnanç sayesinde, birbirimize,
kendimize ve daha büyük bir gerçekliğe karşı sorumluluk
duyarız.
BİLİM
VE DİN KAÇINILMAZ ŞEKİLDE BİRLEŞİYOR
Bilimle din arasında Dan Brown’un romanında da okuduğumuz gibi
beş yüz yıldır süren kavga bitmek
üzere… Bilim ruhsallaşıyor. Zerrecik fiziği en temele indiğinde
sadece enerjiye rastlıyor. Hepimizi sarıp sarmalayan ve bizi
özde birbirimize eşit kılan asli enerji, araştırmalar
derinleştikçe kaçınılmaz olarak yeni bir birleşme alanı
sunacak bu mavi gezegene ve ne de iyi olacak... 2007 yılında
Cern’de yapılacak olan Büyük
Patlama’yla ilgili deney tüm dünyaya bilimin gücünü
kanıtladığı gibi aslında ruhsallığın bilimden asla
ayrılamayacağını da göstermiş
oluyor. Basit bir rastlantıymış
gibi gözüken Cern’deki
gelişmelerle, romanın konusunun aynı olması bir
eşzamanlılıktan başka bir şey değil. Yani anlamlı bir tesadüf…
Dan Brown’un kitaplarının tüm
dünya liste başı olmasının nedeni de satır aralarında bize
yeni bir bilgiyi, yeni bir bakış açısını sunması… Gerçekleri
duymaya öyle susadık ki… Ona rastladığımız her yerde dört elle
sarılıyoruz. Ve bu konuda da çok haklıyız… Yeni Fizik
kavramının daha iyi anlaşılması için
Astro Set olarak sizlere
‘Metafor’ u
hazırlıyoruz. Metafor’da yeni fiziğin günlük yaşama
yansımalarını gözlemleyebilirsiniz. Yeni Fizik sandığımız gibi
bizden uzakta değil, aksine mikro düzeyde
taa içimizde ve birbirimizi de etkilememize,
değiştirmemize neden oluyor. Bu yeni bakış açısının rahat
algılanması için biraz felsefe ve tarih boyunca dünyayı
etkilemiş ruhsal öğretileri de kısaca bilmemizde yarar var.
Nereden geldik, nereye gidiyoruz soruları; genişleyen bir
zihin hali içinde çok rahat günlük yaşamın bir parçası gibi
algılanacaktır.
Aslında doğrusunu
söylemek gerekirse, anlayışın hızlanması ve Bireysel Gelişim
için en emin yol, kurs ya da
seminerlere katılarak, grup içinde anlamaktır ama ilk
basamak açısından da, bu içsel çalışmaların ne kadar gerekli olduğunun anlaşılması
için web sayfasından okuma yoluyla iletişim kurulabilir. Daha
sonra bu iletişim biçiminin yeterli olmadığını sizlerde fark
edecek ve hissedeceksiniz… Canlı sorulara
web'de yanıt verilemiyor maalesef ve anlayışı
hızlandıracak pek çok ip ucu elimizden kaçıp gidiyor… Yazıları
okurken kim bilir kaç kez
zihninizde bir aydınlanma, parlama oldu, bir şeyler
hissettiniz; iki dakika sonra çalan telefon, odaya giren biri,
sizi çağıran çocuk ya da ebeveyn
kafanızı karıştırdı. Bu tip çalışmaların da kendine has bir
konsantrasyonu vardır. Ve görülmeyen düzeyde de bilgi
tanecikleri birbirimiz arasında ancak bu konsantrasyon
aracılığıyla gidip gelir… fark etmeden birbirimizin eksiğini
tamamlarız. Nasıl mı? Metafor
sayfasına müracaat edin, yakında birbirinden ilginç yazılarla
karşılaşacaksınız.
|