Ezoterizm ve Gizemcilik

WWW.ASTROSET.COM

ÖLÜLER ARASINDA

James H. Connelly
Çeviren: Işık UÇKUN
Yayın Tarihi: 02.Eylül.2008
WWW.ASTROSET.COM

Burada kendi kararımla  hiçbirşey yazmamam gerekiyor,

Sadece bana yazmam için verileni yazabilirim.

Bana kimin hükmettiğini görmüyorum,

Onu ne duyuyor ne de biliyorum. Ama bu düşünceler,

Ve onları zenginleştiren bu sözler onun, benim değil.

Benim zihnimde oluşuyorlar,

Ama benim tarafımdan değil. Kalemi tutuyorum, hepsi bu.

  Beni sabah bulduklarında soğuk ve sessizdim. ‘ölmüş’ dediler yatağımın ağır ipeksi perdelerini kaldırıp, soğuk gri ışığın yüzüme düşmesine izin verirlerken. ‘Ölmüş!’ dediler, ‘acıları, endişeleri ve üzüntüleri geçti. Dinleniyor artık. Ama ardında kalanların hatırına insanların nasıl öldüğünü bilmeleri iyi değil’. Bu yüzden, nazik doktor gerçeği gizledi ve dünya ona inandı. Ama kalbi atmadan, nefes almadan orada öylece önlerinde yatan ben konuşmalarını duyuyordum ve bunu kendim yaptığımı biliyordum. Hayatın kavgalarından yorulmuştum, olanlardan dolayı üzgündüm ve olacaklardan korkuyordum.

  İnsanlar arasındaki yerime yakışır bir törenle beni yıkadılar. Tabutumun başına üzüntü ve yas sembolleri yığmışlardı. Aşağıda duran başımın yanında duran biri benim için övgü dolu sözler söylüyordu. Bunlar maskaralıktan başka bir şey değildi. Bense bunları duyuyor ve gerçeklerin şuurunda olarak derinlerimde bunu hak etmediğimi biliyordum. Ne yazık! Donmuş dudaklarım o sahte dalkavuklukları yüzüne haykıramıyordu!

  Ardından görkemli bir müziğin derinden gelen sesi duvarları ve yukarıdaki kemeri titretti, hatta herkesin durup bana son kez bakabileceği bir şekilde orada yatan ben bile bu müzikle titredim. Bana bakıp duran ve hiç önemsemeyen onca insanın arasında beni seven sadece birkaç kişi vardı, Onların gözyaşları donmuş kaşlarımı öpmek için eğildikçe yüzüme düşüyordu ve onlara hissettirdiğim acıdan dolayı yaydıkları güçlü merhamet duygusu ile hayata dönmem ve onları rahatlatmam için duydukları nafile özlem bana hızla çarpan bir acı hissi veriyordu.

  Derken yüzümü örttüler ve beni son istirahat yerime taşıdılar. Yol boyunca, orada karanlıkta yatmama rağmen görmeyen gözlerim, sağır kulaklarım ve suskun dudaklarımla terk ettiğim sevgili canlı dünyanın sonsuz sevecenliğini gördüm, hayatın seslerinin, sadece varolmaktan duyulan sevince duyulan şükrana karıştığını duydum ve tekrar bunun bir parçası olmak için duyduğum vicdan azabıyla dolu özlemimden, sadece kendi ruhumda yankılandığını duyduğum ıstırap çığlığı yükseldi.

  Yüksekte bir tepe üzerinde yığdıkları toprak tabutumun üzerine gürültüyle düşmeye başladı. Beni koydukları yerde her şey sessiz, soğuk ve nemliydi. İşeri bitince gittiler… ve artık her şey sessizdi. Hayata duyduğum özlemin anlık sancısı geçmişti, artık vazgeçmiştim. Son kez uyuyup bir daha ebediyen uyanmamak için gönüllü olarak ölmüştüm. Ama uyuyamıyordum ki! Her duyum keskin bir biçimde uyanıktı. Artık asla uyuyamayacağımı anlamıştım, ölüm ebedi bir uyanıştı aslında! Bu uyanış, en azından benim için mezardaydı. İsimsiz, söze gelmeyen ve kocaman bir korku üzerime çökmüştü.

  Etrafım başlangıçta yalnız ve karanlıktı. Ama giderek karanlığa alıştım, belli bir ölçüde karanlığa sokulabiliyordum artık ve yalnız olmadığıma dair bir şuur gelişmişti içimde. Acaba orada yatan komşularım var mıydı benim? Onlar da benim gibi uyanık mıydı? Öyleyse onları görebilir miydim ve bana hangi formlarda görünürlerdi acaba? Hayalgücüm aniden beni boğan karanlığı ürkütücü şekillerle doldurdu. Bulanık bir şekilde hissediyordum ki ben ölümü istemeyenler gibi değildim, onları tanıma zamanım gelmeden zorla dünyalarına girmiştim ve sanki hala yaşıyormuşum gibi onlardan korkuyordum.

  Çoğu zaman yanıma fazla yaklaşmıyorlardı ama her şeyin gölge olduğu yerde gölgenin en derinlerinden daha uzak değillerdi. Sessizce yatıp sürekli kendimi düşünmekten başka yapacak bir şeyim yoktu, bazen acıyarak ve bazen hor görerek ama genellikle öfkeyle kendimi düşünüyordum çünkü orada olmaktan ve kendi kararım hakkında düşünmekten dolayı çok yorgundum.

  Bütün bu süre içinde doğa benden kendine ait olanı geri istiyordu, benim formumdaki toprağı ona iade edilmeliydi. Onun bana dönüşmesi ne korkunç ve iticiydi!

  Yine de ona bağımlıydım, ondan ayrılamıyordum. Bu korkunç kütlenin her bir lifi, her bir dokusuyla yarı maddi ikinci bedenim, yani astral bedenim iyiden iyiye karışmıştı ve şimdi bildiğim bir gerçek şu ki ancak bedenin çürümesiyle ve elementlerine ayrışmasıyla ayrılabiliyorlardı. Toprak, hava, su, her biri saftı ama yine de çözüldükleri sırada mezarda ne kadar da isyankardılar. Ve işte şeytani kurt! Asla durmaz, doymak bilmezdi, onun işkencelerini ancak ölüler bilirdi, canlı etin ıstırabı ona eğlenceydi… Yine de bütün bu korkunç kötülükler, onların çıldırtan kirletmeleri ve verdikleri acılar, astral bedenimin hissettikleri, yaşadıkları halde bütün yolları had safhada bir şuurla dolu insanların hissettiklerinden daha keskindi. Ah bu söze dökülemeyen sefillik, isteksizlik, bu berbat hapishanenin korkusu…

  Üzerimde meydana gelen bu değişimlerin yavaş işleyişiyle birlikte şuurlu ikinci bedenim yavaş yavaş özgürlük kazandı. Artık kendimi daha iyi tanıyordum, önümde ölülerin evlerinden oluşan kalabalığın manzarası vardı ve komşularımı tanıyordum. Ve tüm mezarların korku dolu hapishaneler olmadıklarını görüyordum, hepsi benimki gibi cehennem ortamı değildi. Bazılarında yüzü toprağa dönük cesetler vardı, bunlarda hapsolmuş bir ruh yoktu. Günahın kötü niyetini fark edemeyecek kadar kısa bir yaşam sürebilmiş olan ruhlar ve kendi paylarına düşen zamanı sonuna kadar gerektiği gibi yaşayıp iyi niyetle zarif eylemlerle geçirenler de dünyaya ait bedenlerini terk etmişlerdi ve onlar için ebedi uyanış, ışığın gerçekliklerinde huzur vericiydi. Ama burada benimle aşağıda olanlar, benim gibi hayattaki görevlerinde sabırsız davrananlardı. Dünyadaki hayat süresini kendi elleriyle zorla kısaltan kendi kendinin katili olan kişiler yalnız da değildi. Aşırı derece para kazanma, hırslarını tatmin etme çabası içinde olanlarla şehvet düşkünü olup dünyevi ihtirasları ve kötülükleri terk ederek zamanından önce ölümü seçenler de aynı kadere tabi oluyorlardı. Bunlar benim dahil olduğum gruptu.

  Ah ne demokrasidir şu ölümle gelen! Kederli ölüler diyarında maskeler yoktur, numaralar boşunadır orada. Herkes diğerlerinin önünde çıplak, şeffaf durur, herkes diğerlerinin küçük görmelerini hak ederek birbirlerinden uzak durur, herkesteki kendini suçlama ve faydasız pişmanlık duygusu bir diğerinin üzüntüsünü düşünmeyi engelliyor. Bilgisiz delilik, geçmişe endişe duyan çaresizlik oraya acı çektirmeden giremez. İnsan burada şuurlu olmalı ve umudunu yitirmemeli, hatta o umut da bir tür cehennem olsa bile, aksi taktirde daha da fazla acı çekmek mümkün. Peki ne kadar? Ah Dünya’nın Rabbi, daha ne kadar sürecek? Ancak böyle bir umut belirdiğinde insan biraz rahata erebilir, son belirene kadar, uzak ama kesin olan sona,ve  ancak bedene ait tüm bağlar kopunca kurtuluş gerçekleşebilir. Bu umut herkeste en sonunda belirir ve yıllar geçtikçe yavaş bir işleyişle farkına varılır.

  Ve sonunda bir kez daha, şekilsiz tozlar arkada kaldığında özgürleşen ruh yaşayan insanların dünyasına döner. Ben de böylelikle göçtüm, geride ıstırabı birbirinden keskin ve öğrenilmesi gereken dersleri bırakarak. Ölüler kentinin dar hapishanelerinde bana kalan yorgun zamanlardı, sanki güçlü bir büyü ruhumu bedenime ait maddelere bağlıyordu, günlerim insan acılarının sesleri ve görüntüleriyle doluydu ve tüm gecelerimde etrafımı sayısız hayalet formları, vicdan azabı ve günah, utanç ve bir zamanlar insanlara ait olan korkular ile insan ruhlarından nefret eden bendesiz varlıklar sarmıştı. Bereketli çimenlerin üzerindeki çiğler orada gözyaşları gibi görünüyordu, rüzgarın çıplak dallardaki kederli iniltileri feryatlardı ve hızla geçen bulutların arasından gelen ayın soğuk ışığı, biz ölülerin dehşetli görüntüsüyle titriyor gibiydi.

  Hayattayken sevdiklerime bakma isteği bende giderek daha güçlü belirmeye başladı, ta ki en sonunda irademin gücü beni mezarımda tutan bağları koparmaya yetene kadar ve başka bir mezarın içine dalar gibi onlara geri döndüm.

  Onların çok uzaklarda olmalarına rağmen düşüşü gördüm, yaptığım düşüncesizce eylemlerin, lanetlemelerimin korkunç sonuçlarını gördüm, yine de kıyaslamak gerekirse onlara hayattayken duyduğum sevgi ve sempati sonsuz olanla atomun yan yana duruşu gibiydi ama şimdi giderek büyüyordu. Ama işte cehennemim de burada durmaya devam ediyordu. Onların tehlikelere maruz kalışları ve acıları, kaygıları ve günaha teşvik edilişleri benim için bildik şeylerdi, açılmış parşömenler gibi nettiler, hatta onları bekleyen kaderleri bile okuyabiliyordum, onlara görünmez olan ve ruhların kaybolduğu boşluklardan uzanan, onları aşağı sürüklemeye, kaçmak için boşa uğraşlarını güçlendirmeye çalışan merhametsiz elleri görebiliyor, yanılmaz bir kesinlilikle yenilgilerini önceden okuyabiliyordum. Ayrıca, sürekli olarak onlara nasıl yardım edileceğini, nasıl kurtarılabileceklerini de bildiğim halde yine de bunu yapacak gücüm yoktu. Maddi olmayan dudaklarımdan çıkan sözler onların kulaklarına erişmiyor, gözlerimdeki acıyı görmüyorlardı, pasif bir uyku halinde olan zihinlerine onları etkilesin diye göndermeye çalıştığım düşünceler gereksiz hayaller değillerdi ve etrafta dolaşıp duran kötü niyetli yaratıklar güçsüzlüğümle alay ediyorlardı.

  En nihayet son geldi. Sonsuz İrade’nin mükemmel bilgeliğine karşı isyan etmekten duyulan pişmanlık, Sonsuz Adaletin verdiği cezanın sona erdirmesini sağlıyor, tüm dünyevi bağlardan kurtulmayı, huzuru müjdeliyordu.

http://www.theosociety.org

 

© Astroset 2004-2010