Opera kelimesinin bilinen anlamı “müziğe
uygun olarak hazırlanmış dramatik bir eser”dir.
Buradaki dramatik eser, hayatın içindeki bir dizi olayı ortaya
koyan bir oyun olurken müzik ise işitme duyusu ile doğal
yaşamı insanların oluşturduğu bütünle birleştiren ve ona nüfuz
eden içsel dünyanın uyumunun bir tezahürüdür; dolayısıyla
drama ve müzik sanatlarının bir birleşimi olan opera bu iki
sanata derin ve vazgeçilmez bir önem atfetmektedir.
Opera, en
geniş ve gerçek anlamıyla ele alındığında insanın tüm içsel
hayatının dışavurumudur. İçsel ve dışsal olansa, tek bir
gerçekliğin iki yönüdür ve dışsal olan; içsel şuurlu
algılayışları ile titreşimsel bir uyum içinde olanlar dışında
hiçkimse tarafından algılanamayacaktır. Sempati ya da benzer
titreşimler yasası, içsel ve dışsal olan arasındaki benzerliği
ve soyut ile somut arasındaki uyumlanmayı meydana
getirmektedir.
Operada
ruh, tüm insan özellikleri arasındaki karşılıklı etkilenmeye
ve bunların eyleme geçmelerine şahit olabilir ve bu
niteliklerin bünyesinde hareket ettiği ve sentezlendiği nüfuz
edici Ruhsal Gerçekliği ayırt edebilir ki bu Ruhsal Gerçeklik
sayesinde Ruh zihnin üzerinde parıldar, aydınlatır ve
bilgilendirir. Operada ruhsallık belirli bazı karakterlerde
veya olaylarda yer alıyor değildir. Bir operada ruhsallığı
yakalamak için oradaki olayların arka planına bakmak gerekir,
besteciyi başlangıçta ilhamlandıran o altın dokunuşla, bütün
detayların etrafında örüldüğü o bağlantıyla ilişki
kurabilirsek bunu yapabiliriz. Ruhtan gelen ışık her zaman
sanatsal şekilden önceliklidir ve ruhun yarattığı şekli o ışık
yönlendirir.
Yaratılan ister bir kutsal kitap, ister bir drama, bir resim
ya da bir opera olsun, her dehanın eserinin ardında sanatsal
bir formda cisimleşmiş görünmeyen bir Üçleme vardır. Bu üçleme
düşünce-ışık-birleştirmedir
ve bunların üçü tek bir bütündür. Çok yaygın bir örnekle bunu
anlatmak mümkün. Dilde 26 harf var ve bunlar dil kullanılarak
çeşitli ifade derecelerindeki her şey için tüm dil formlarında
kullanılabiliyor. Yüzeysel bir romanla Aşil Draması arasındaki
farkı öne çıkaran unsursa, ortalama bir zekaya sahip olan
herhangi biri tarafından hemen algılanabiliyor. Sözcüklerdeki
tüm hayat insanın içindeki, kelimeleri sınıflandıran ve
birleştiren o güçten yükselir ve bu güç dil tarafından çok
çeşitli aktarıcı vasıtalar sayesinde iletilir. Klasik
edebiyatın arkasında pek çok renklendirilmiş anlamlarıyla
ışığı yayan Düşünce ile bu çalışmanın süreklilik kazanmasını
sağlayan Birleştirme gücü vardır. Cam, aktardığı
Işık
değildir, benzer şekilde kelimeler de kendi başlarına
hiçbirşey değildirler. Onlar ancak
Ruh onları ifade için birer
vasıta olarak kullanmak istediğinde o an için canlanırlar.
Dolayısıyla ruhsal anlam; ses, renk ya da dil gibi vasıtaları
sınıflandıran o “şey”in içinde aranmalıdır. Bu sınıflandırma
gücü kendi kendini inşa eden o görünmez üçlemedir ve üçleme
hayattaki, doğadaki ve zihindeki her formun derecesini
belirler. Üzerine dağınık demir tozları saçılmış bir sayfa
kağıdın altına yerleştirilmiş bir mıknatıs bu gerçeği güzel
bir şekilde açıklar. Görünmeyen bir manyetizma demir
tozlarının hareket şeklini belirler ve bu şekli düzenleyen
demir partiküllerinin kendileri değildir. Aynı gerçek doğanın
tüm çalışmalarında çeşitli derecelerdeki birleştirmeler,
şekillendirmeler vs. halinde enkarne olan Ruh veya Varlığın
rolüne göre görülür.
Bir operada tezahür eden gerçeklik aslında görünmeyen bir
güçtür, bu güç beynin şuurunun yarattığı görüntüler
vasıtasıyla tezahür eden bir üçlemeye dönüşür ve oyundaki
detaylar ve olaylar olarak karşımıza çıkar.
Şimdi bu
ruh operasının ilk kez kendi içinden doğduğu dehayı hayal
edelim. İzleyiciler dışsal olanla izlemeye başlar ve ilk
olarak detayları fark eder, ardından formu ve en son olarak da
oyunu lütuflandıran düşünceyi ya da akışı fark ederler. Deha
ise bunun tam aksine, diğer kutuptan, Ruh’tan işe başlar.
Güzellik ve güç düşüncesi burada doğar. Bu, yaratılmak üzere
olan işin Kelamı’dır. Bunun ışığı altında besteci sesin temel
dünyasından zihnindeki düşünsel esiri form üzerinde görkemli
bir mabed inşa eder. Sesin bu mabedi, birleştirici olan güçle
bir arada tutulur ve klasik ebedi bir çalışmanın tesirini
açığa çıkarır; onu kutsal bir yere koyar ve bu çalışma
Kelam’dan veya ilk ilhamdan yayılan ışıkla aydınlanır; bu ışık
ve birleştirici güç her zaman, ancak yüceltilmiş bir yürekten,
yüceltilmiş bir zihinden doğabilecek olan ruhsal düşünceyle
ilişkilidir. Böyle ruhlar insanlığın bütünün evrimleşme
sürecinde erişerek daha güçlü olacakları (ya da
erişemeyecekleri) bir noktanın ilhamlı birer türüdürler. Ama
şu anda usta müzisyenler tarafından inşa edilmekte olan “Ses
Mabedi” bizlerin rehberi ve sığınağıdır.
İnsan
eliyle yapılmış olmayan bu mabedin dış avlusunda insanlık
tapınmayı ve ilahi “gizem oyununa” şahit olmayı sürdürüyor, bu
oyunu ise operanın karakterleri; içsel mabedin, Tanrının
Rahipleri olarak ortaya koyuyor. İnsanlarsa sadece dışsal
sunumun “küçük gizemlerini” algılayabiliyor, ama müzisyeni ve
benzer insanları bir araya getiren şey “müzik”; yani ruhsal
hayatın ahengi olmaktadır. Onun içinde içsel ve dışsal hayatın
büyük ve küçük gizemleri tek bir bütün halinde bulunur ve
insanlık onda dünyasal varoluşun ahenksizliklerinden bir an
için sıyrılabilme imkanı bulmaktadır. Evrensel ve ilahi müzik
(aynı zamanda toprak anadır) ruhun ilk kılıfıdır. O, tüm
tezahürün temeli ve destekleyici gücüdür, onun saf akışlarında
temizlenen zihin kendini Bilgeliğe ve Tanrı’ya ulaştıran yolda
bulur. Ne yazık ki genellikle bu güzel sanat duygusal bazı
temalara hizmet etmektedir ama güzel ve yüce olan Büyük
Tanrıça kendini Beethoven vasıtasıyla açığa çıkardığında bu
müziğin de mutlak yükselişi olmaktadır.
Müziğin ancak işitme organının algılayabildiği sınırlı bir
skalada başlayıp bittiğini düşünmek büyük bir hatadır. Şu anda
algılanabilen insan oktavı, Evrensel Senfoni’nin yalnızca
kısmi bir izlenimidir ve son derece sınırlı bir genişliktir;
bu, alıcı bir enstrümanın uyumlandığı müziğin çok küçük bir
kısmını algılayabilme kapasitesidir. Oktav bu anlayışla ele
alındığında, Göksel Şarkıcıların üzerinden geçtiği
Evrensel
Merdiven'in yukarı ve aşağı basamaklarından bir tanesidir.
Onlar bu duyma ve kavrama küresinden geçtiklerinde insan bir
eko yakalar. Her iki yönde de bizlerin zihin ve kulaklarımızın
akort olabildiğinin ötesindeki skalada iplik bütün bu
oktavları birleştirip tek bir bütün haline getirir ve onun
parlayan yolu da tüm insanlığa açıktır. Bu ipliği büyük bir
operanın içinde bulmak dünyanın yaşayan ruhundan bir ışık
parçasıyla temas etmek demektir ve bu ışık, yarışın zihinsel
karanlığında ana kaynağın hiç bitmeyen ve sınırları olmayan
daha da fazla ışığı barındırdığı mesajını iletir; bu ışık
insanların içinde hoşnut olduğu cehaletin karanlığını
çatlatmaya yetecek yoğunlukta bir istek meydana geldiğinde
insanlığın önüne dökülmeye hazırdır. Tanrının müziği asla
bitmez, onun şuurlarda tezahürünü sınırlayan tek şey bizlerin
gelişmemiş zihin ve duyu organlarımızdır.
Müziğin
unsurlarından oluştuğu sesle ilgili olarak birkaç söz daha
söylemek gerekirse, gerçek hayatın tüm yansımalarını
canlandıran ve yükselten unsurlarla özdeş olduğu ortaya
çıkacak olan ahenkli sesler yoluyla dışavurumun altında yatan
bazı gerçekleri ortaya koymak mümkün. Müziğin üzerinde
şekillendiği matematiksel temel, kendisinden ortaya çıkan
düşüncelerin kolaylıkla kavrandığı bir mutlak bir zemin
oluşturur. Müzikal bir forma işlenen ses unsurları kendi
saflıkları içindeyken son derece kristalimsidirler ve onların
ahenkli oranlarını ve birleşmelerini yöneten yasa, ses
kardeşliği öğretisinin mükemmel bir temizlik ve berraklık
olmasını gerektirir.
Tüm sesler gerçekte altta yatan tek bir titreşimin farkı
görünümleri, onun detaylı alt bölümleridir ve içlerinde
evrensel bir anahtar notayı barındırırlar. Herhangi bir beste
aynı zamanda atomlardan meydana gelmiş bir moleküldür çünkü
kendi içinde küçücük bir “sesler evrenini” barındırmaktadır ve
bu, insanın dışsal kulağı ile algılayabildiği düşük seviyeden
başlayıp titreşimsel hareketin derecelerinin matematiksel
olarak ilişkili olduğu bir merdiven boyunca devam edip, tüm
sesleri içinde barındıran tek bir eterik vasıtanın titreşimine
ulaşır. Böylelikle müziğin tüm notaları en yüksek
seviyelerinde birleşir, öz ve titreşim olarak özdeş hale
gelirler. İşte birliğin bu yüksek düzlemlerinde Ruh, sesler
arasında yaratıcı düşüncelerini empoze eder ve bu düşünceler
birleştirici bir güç ve ruhsal bir anlam olarak, üzerine
eklendiği ışığın uzanımlarının arkasında varlığını sürdürür ve
bir müzik bestesi olarak oluşturulmuş notaları aydınlatır.
Müzikte
perde farklılığına neden olan dalga uzunluğudur ve ahenkli
olarak çalınan ya da söylenen üç ya da daha fazla notadan
ortaya çıkan farklı ses dalgalarının birleşimi, akaşik
okyanusta yüzen geometrik formlardır. Ayrıca, imajinasyonda
bir müzik eserinin içindeki her bir tonun formu, ardı ardına
gelerek biri diğerini etkiledikçe zihin de orada harika bir
esiri mabedin inşa edilişini resmedebilecek, bu mabedin içine
ise ruh doğal evi olarak girebilecektir.
Görüldüğü
gibi dış kulağa ayrı ayrı ulaşan müziğin notaları gerçekte tek
bir elin parmaklarıdır ve bir şaheseri oluşturan ve aydınlatan
Ruhun; ışığını yansıtmak, duyuların ve karanlığın yeraltı
dünyasını sevmek amacına yönelik olarak yaydığı titreşim
dalgalarını şekillendirmek, onları sınıflandırmak için ona
tepeden baktığı esiri denizin çok ötelerinde olduğu açıktır.
Yine de ruhun zihinlerimizden ve yüreklerimizden uzak olduğu
düşünülmemelidir. Ruh, bize hayatta her şeyden daha yakındır
çünkü o gerçekte bedenimizi bir tezahür aracı gibi kullanan
kendi varlığımızdır. İnsan bedeni, dünyadaki en mükemmel müzik
enstrümanıdır ama farklı organlar birbirlerine olan
akortlarını kaybetmişlerdir. Bizler, akordu her bozulduğunda
onu yeniden akort etmeye hazır olan gücü kalbimizde ve
şuurumuzda bulabiliriz. Gerçekte içsel ve dışsal olan bir
oldukları için, ruhsal bir lidere olan bağlılık, zihnin ve
kalbin insanın içindeki Tanrı’ya denk gelen kutuplaşmasını
işaret eder. Bu iki kutup kesinlikle ilişkili ve birbirlerine
karşılıklı bağımlıdırlar.
Öyleyse operanın İlahi Görevi budur; yani insanlık ruhuyla kör
olan alt benlik arasında aracı olmak.
Eski Grek Rahipleri, görevlerinin gerçek doğasını
bilmekteydiler ve müzikli dramalarında, gerçekte insan
varlığının yüksek hallerini temsil eden tanrıların formlarını
kişileştirmekteydiler. Saf yaşamları ve derin ruhsal
bilgelikleri sayesinde gerçekleştirdikleri ritüeller sırasında
kişileştirdikleri güçlerle özdeşleşmeyi içsel olarak
başarabiliyorlardı ve kendi zihinsel ve fiziksel formlarının
nakletmek için eğitildiği titreşen enerjileri insanların aç
yüreklerine aktarabiliyorlardı.
Burada şekiller dünyası ile şekilsiz hayatlar denizinin
ilişkileri gösterilmiştir. Günışığı herkesin bildiği gibi,
tezahür ederken onu emen ve yansıtan organizma tarafından renk
olarak ortaya çıkar. Aynı şekilde ruhtan gelen ışık da insan
hayatı vasıtasıyla tezahür ederken insan ırkının zihninde
varolan zihinsel ve duygusal formlar olarak belirirler. Dünya
atmosferi kendi üzerinde yüzen ağır bulutlarla kaplandığında
ve güneş ışığının önü kesildiğinde, ışığın bir kısmı emilir ve
kalan kısmı yansıtılır. Ama bulutların ötesinde parlak ve
yayılan bir ışık varlığını sürdürür. İşte
insanlık ile ilgili gerçek de böyledir. İnsanlığın Ruhu her
zaman temiz ve parlaktır ve bu hiçbir zaman sona ermez; hatta
fırtınalar ve tutkular zihinsel gökleri kararttığında ve ışığı
altbenlikten ayırdığında bile. Altbenliği yenmek demek, şuurun
yıldızlara ait bilgisini bu temiz geçirgen düşünce formlarına
dönüştürmek demektir, böylelikle Ruh alt benliği üzerinde
bembeyaz pırıltısıyla ışıldayabileceği bir vasıta
bulabilecektir.
Saf bir
müzik düşüncenin bu kişisel olmayan formlarını sağlayabilir ve
zihni kendi tesiri altında bırakıp onun niteliklerini Tanrı’ya
yöneltmek durumunda bırakabilir; çünkü uzun süre bu yönde
çalıştığı için yerleşen düşük seviyeli düşüncelere yönelik
kutuplaşmayı gevşetecektir.
Ruhsal ışık sonsuza dek bizimledir, onu sadece temiz olmayan
düşünce bulutları ve kontrol dışı tesirlerden fışkıran karışık
duygulanımlar gözden ve duygulardan saklayabilmektedir. Ruhsal
ışığın şuuru aydınlatabilmesi için saydamlaşacak kadar temiz
bir yürek ve zihin gereklidir ki ışık engellenmeden onun içine
girebilsin tıpkı güneş ışığının yeryüzündeki çiçeklere ulaşıp
onları o muhteşem renklerine boyayabilmesi için temiz bir
atmosfere gereksinim olması gibi.
İnsan
kendi içinde bilginin ve gücün öyle tohumlarına sahiptir ki
gelecek nesillerin düşüncelerinin yüksekliği onları gören
zihinleri büyüleyecektir çünkü insan formu içinde geçmiş
evrimleşmelerin hatıraları ve özleri kilitli kalmış değildir;
öyleyse bu, dünya ruhu içindeki evrimleşme sürecinin
başlangıcından beri her hayat formu vasıtasıyla açığa mı
çıkmaktadır? Bu hatıralar, Kali Yuga’yı, yani Demir Çağı’nı
uzun süren uykusundan yeniden uyandırabilmek için Ruhun Güneş
Işınlarına gereksinim duymaktadır. İnsanlığın yüksek ruhu
ebedidir, değişen tek şey en alt düzeyden mükemmel insan
formuna doğru, yani “Tanrı’nın Mabedi”ne doğru sayısız ayrılma
ve yeniden oluşmalar yoluyla eriştiği göklerin bilgisidir.
Operadaki ruhsal doku, (operanın insan şuuru içindeki güçlerin
dışsal sunumu olduğunu hatırlayın) giderek daha da parlak bir
şekilde ışıldamaya yöneliyor ve insan yüreğine, kendisinin de
bir akışı olduğu güneşin verdiği ve giderek yükselen güvenini
taşıyor; hedefi şu anda insanlığın yüreğini kaplayan sisleri
ve dumanları dağıtmak. Son iki yüzyıldır opera ile sağlanan
büyük ilerleme, eski uygarlıkların usta müzisyenlerinin hizmet
ettikleri, ruhsal enerjilerin lütuflandıracağı ‘Yeni Sanat’
eserlerini yaratacağı bir zamana doğru hızla yaklaşmakta
olduğumuza dair şüpheleri silmektedir.
Yoğun bir
düşünce temizliği ve yapılan uygulama çalışmalarının
toprağında, kökleri giderek daha da derinlere inen görkemli
bir ağaç gibi yayılan insanlık sevgisi, koşulların oluşmasını
sağlayacak ve giderek artan bir çabayla da o günün gelişi
hızlanabilecektir. Bu, okültizmin kökü ve dalıdır ve her ikisi
de birbirine bağımlıdır. Tıpkı, toprağın derin köklerine
tutunabilmesi sayesinde doğanın tüm fırtınalarına karşı
mükemmel bir dayanma örneği gösteren meşe ağacı gibi insan da,
Tanrı’nın krallığında ayakta kalmayı başarabilir, çünkü insan
ırkına şefkat dolu bir hizmetin içinde köklenmiştir.
İçsel
nitelikler, düşük seviyeli duygulara köle olmanın uç noktaları
ile evrensel güçlerle özdeşleşme arasında, sınırsız ölçüde
uygulamalar
yapabilme yeteneğine sahiptir. Bu şekilde çalışan insanlar,
hayatın sürekli olarak derece derece yükselen yanının
hizmetkarları olurlar. Tek seferde ve aynı anda Ruha
zincirlenmeleri, yüksek birer kişiliğe bürünmeleri mümkün
değildir. Ruhsal bilgiye ve güce erişebilmek zihnin ve
yüreğin, insanlığa yönelik olarak tamamen sabitlenmiş,
değişmez bir hale getirilmiş şefkatli bir tutum içinde
olmasına bağlıdır. Geçmiş
bugünde de varlığını olduğu gibi korumaktadır. Yüreğin ve
ruhun içinde tüm dünya dinlerinin, felsefelerinin ve
sanatlarının ilk ilhamları bulunuyor. Yapılan evrensel bir
çalışma, yine tüm geçmiş zaferlerin getirdiği aynı
enerjilerle, dışsal hayatı dönüştürmekte ve tüm eski
şaheserleri yaratan ruhsal dokuyu yeniden canlandırmaktadır.
|