Ezoterizm ve Gizemcilik

WWW.ASTROSET.COM

OPERANIN RUHSAL DOKUSU

William A. Dunn
Çeviren: Işık UÇKUN
http://www.theosociety.org

 

  Opera kelimesinin bilinen anlamı “müziğe uygun olarak hazırlanmış dramatik bir eser”dir. Buradaki dramatik eser, hayatın içindeki bir dizi olayı ortaya koyan bir oyun olurken müzik ise işitme duyusu ile doğal yaşamı insanların oluşturduğu bütünle birleştiren ve ona nüfuz eden içsel dünyanın uyumunun bir tezahürüdür; dolayısıyla drama ve müzik sanatlarının bir birleşimi olan opera bu iki sanata derin ve vazgeçilmez bir önem atfetmektedir.

  Opera, en geniş ve gerçek anlamıyla ele alındığında insanın tüm içsel hayatının dışavurumudur. İçsel ve dışsal olansa, tek bir gerçekliğin iki yönüdür ve dışsal olan; içsel şuurlu algılayışları ile titreşimsel bir uyum içinde olanlar dışında hiçkimse tarafından algılanamayacaktır. Sempati ya da benzer titreşimler yasası, içsel ve dışsal olan arasındaki benzerliği ve soyut ile somut arasındaki uyumlanmayı meydana getirmektedir.

  Operada ruh, tüm insan özellikleri arasındaki karşılıklı etkilenmeye ve bunların eyleme geçmelerine şahit olabilir ve bu niteliklerin bünyesinde hareket ettiği ve sentezlendiği nüfuz edici Ruhsal Gerçekliği ayırt edebilir ki bu Ruhsal Gerçeklik sayesinde Ruh zihnin üzerinde parıldar, aydınlatır ve bilgilendirir. Operada ruhsallık belirli bazı karakterlerde veya olaylarda yer alıyor değildir. Bir operada ruhsallığı yakalamak için oradaki olayların arka planına bakmak gerekir, besteciyi başlangıçta ilhamlandıran o altın dokunuşla, bütün detayların etrafında örüldüğü o bağlantıyla ilişki kurabilirsek bunu yapabiliriz. Ruhtan gelen ışık her zaman sanatsal şekilden önceliklidir ve ruhun yarattığı şekli o ışık yönlendirir.

  Yaratılan ister bir kutsal kitap, ister bir drama, bir resim ya da bir opera olsun, her dehanın eserinin ardında sanatsal bir formda cisimleşmiş görünmeyen bir Üçleme vardır. Bu üçleme düşünce-ışık-birleştirmedir ve bunların üçü tek bir bütündür.
  Çok yaygın bir örnekle bunu anlatmak mümkün. Dilde 26 harf var ve bunlar dil kullanılarak çeşitli ifade derecelerindeki her şey için tüm dil formlarında kullanılabiliyor. Yüzeysel bir romanla Aşil Draması arasındaki farkı öne çıkaran unsursa, ortalama bir zekaya sahip olan herhangi biri tarafından hemen algılanabiliyor. Sözcüklerdeki tüm hayat insanın içindeki, kelimeleri sınıflandıran ve birleştiren o güçten yükselir ve bu güç dil tarafından çok çeşitli aktarıcı vasıtalar sayesinde iletilir. Klasik edebiyatın arkasında pek çok renklendirilmiş anlamlarıyla ışığı yayan Düşünce ile bu çalışmanın süreklilik kazanmasını sağlayan Birleştirme gücü vardır. Cam, aktardığı Işık değildir, benzer şekilde kelimeler de kendi başlarına hiçbirşey değildirler. Onlar ancak Ruh onları ifade için birer vasıta olarak kullanmak istediğinde o an için canlanırlar. Dolayısıyla ruhsal anlam; ses, renk ya da dil gibi vasıtaları sınıflandıran o “şey”in içinde aranmalıdır. Bu sınıflandırma gücü kendi kendini inşa eden o görünmez üçlemedir ve üçleme hayattaki, doğadaki ve zihindeki her formun derecesini belirler. Üzerine dağınık demir tozları saçılmış bir sayfa kağıdın altına yerleştirilmiş bir mıknatıs bu gerçeği güzel bir şekilde açıklar. Görünmeyen bir manyetizma demir tozlarının hareket şeklini belirler ve bu şekli düzenleyen demir partiküllerinin kendileri değildir. Aynı gerçek doğanın tüm çalışmalarında çeşitli derecelerdeki birleştirmeler, şekillendirmeler vs. halinde enkarne olan Ruh veya Varlığın rolüne göre görülür.

  Bir operada tezahür eden gerçeklik aslında görünmeyen bir güçtür, bu güç beynin şuurunun yarattığı görüntüler vasıtasıyla tezahür eden bir üçlemeye dönüşür ve oyundaki detaylar ve olaylar olarak karşımıza çıkar.

  Şimdi bu ruh operasının ilk kez kendi içinden doğduğu dehayı hayal edelim. İzleyiciler dışsal olanla izlemeye başlar ve ilk olarak detayları fark eder, ardından formu ve en son olarak da oyunu lütuflandıran düşünceyi ya da akışı fark ederler. Deha ise bunun tam aksine, diğer kutuptan, Ruh’tan işe başlar. Güzellik ve güç düşüncesi burada doğar. Bu, yaratılmak üzere olan işin Kelamı’dır. Bunun ışığı altında besteci sesin temel dünyasından zihnindeki düşünsel esiri form üzerinde görkemli bir mabed inşa eder. Sesin bu mabedi, birleştirici olan güçle bir arada tutulur ve klasik ebedi bir çalışmanın tesirini açığa çıkarır; onu kutsal bir yere koyar ve bu çalışma Kelam’dan veya ilk ilhamdan yayılan ışıkla aydınlanır; bu ışık ve birleştirici güç her zaman, ancak yüceltilmiş bir yürekten, yüceltilmiş bir zihinden doğabilecek olan ruhsal düşünceyle ilişkilidir. Böyle ruhlar insanlığın bütünün evrimleşme sürecinde erişerek daha güçlü olacakları (ya da erişemeyecekleri) bir noktanın ilhamlı birer türüdürler. Ama şu anda usta müzisyenler tarafından inşa edilmekte olan “Ses Mabedi” bizlerin rehberi ve sığınağıdır.

  İnsan eliyle yapılmış olmayan bu mabedin dış avlusunda insanlık tapınmayı ve ilahi “gizem oyununa” şahit olmayı sürdürüyor, bu oyunu ise operanın karakterleri; içsel mabedin, Tanrının Rahipleri olarak ortaya koyuyor. İnsanlarsa sadece dışsal sunumun “küçük gizemlerini” algılayabiliyor, ama müzisyeni ve benzer insanları bir araya getiren şey “müzik”; yani ruhsal hayatın ahengi olmaktadır. Onun içinde içsel ve dışsal hayatın büyük ve küçük gizemleri tek bir bütün halinde bulunur ve insanlık onda dünyasal varoluşun ahenksizliklerinden bir an için sıyrılabilme imkanı bulmaktadır. Evrensel ve ilahi müzik (aynı zamanda toprak anadır) ruhun ilk kılıfıdır. O, tüm tezahürün temeli ve destekleyici gücüdür, onun saf akışlarında temizlenen zihin kendini Bilgeliğe ve Tanrı’ya ulaştıran yolda bulur. Ne yazık ki genellikle bu güzel sanat duygusal bazı temalara hizmet etmektedir ama güzel ve yüce olan Büyük Tanrıça kendini Beethoven vasıtasıyla açığa çıkardığında bu müziğin de mutlak yükselişi olmaktadır.

  Müziğin ancak işitme organının algılayabildiği sınırlı bir skalada başlayıp bittiğini düşünmek büyük bir hatadır. Şu anda algılanabilen insan oktavı, Evrensel Senfoni’nin yalnızca kısmi bir izlenimidir ve son derece sınırlı bir genişliktir; bu, alıcı bir enstrümanın uyumlandığı müziğin çok küçük bir kısmını algılayabilme kapasitesidir. Oktav bu anlayışla ele alındığında, Göksel Şarkıcıların üzerinden geçtiği Evrensel Merdiven'in yukarı ve aşağı basamaklarından bir tanesidir. Onlar bu duyma ve kavrama küresinden geçtiklerinde insan bir eko yakalar. Her iki yönde de bizlerin zihin ve kulaklarımızın akort olabildiğinin ötesindeki skalada iplik bütün bu oktavları birleştirip tek bir bütün haline getirir ve onun parlayan yolu da tüm insanlığa açıktır. Bu ipliği büyük bir operanın içinde bulmak dünyanın yaşayan ruhundan bir ışık parçasıyla temas etmek demektir ve bu ışık, yarışın zihinsel karanlığında ana kaynağın hiç bitmeyen ve sınırları olmayan daha da fazla ışığı barındırdığı mesajını iletir; bu ışık insanların içinde hoşnut olduğu cehaletin karanlığını çatlatmaya yetecek yoğunlukta bir istek meydana geldiğinde insanlığın önüne dökülmeye hazırdır. Tanrının müziği asla bitmez, onun şuurlarda tezahürünü sınırlayan tek şey bizlerin gelişmemiş zihin ve duyu organlarımızdır.

  Müziğin unsurlarından oluştuğu sesle ilgili olarak birkaç söz daha söylemek gerekirse, gerçek hayatın tüm yansımalarını canlandıran ve yükselten unsurlarla özdeş olduğu ortaya çıkacak olan ahenkli sesler yoluyla dışavurumun altında yatan bazı gerçekleri ortaya koymak mümkün. Müziğin üzerinde şekillendiği matematiksel temel, kendisinden ortaya çıkan düşüncelerin kolaylıkla kavrandığı bir mutlak bir zemin oluşturur. Müzikal bir forma işlenen ses unsurları kendi saflıkları içindeyken son derece kristalimsidirler ve onların ahenkli oranlarını ve birleşmelerini yöneten yasa, ses kardeşliği öğretisinin mükemmel bir temizlik ve berraklık olmasını gerektirir.

  Tüm sesler gerçekte altta yatan tek bir titreşimin farkı görünümleri, onun detaylı alt bölümleridir ve içlerinde evrensel bir anahtar notayı barındırırlar. Herhangi bir beste aynı zamanda atomlardan meydana gelmiş bir moleküldür çünkü kendi içinde küçücük bir “sesler evrenini” barındırmaktadır ve bu, insanın dışsal kulağı ile algılayabildiği düşük seviyeden başlayıp titreşimsel hareketin derecelerinin matematiksel olarak ilişkili olduğu bir merdiven boyunca devam edip, tüm sesleri içinde barındıran tek bir eterik vasıtanın titreşimine ulaşır. Böylelikle müziğin tüm notaları en yüksek seviyelerinde birleşir, öz ve titreşim olarak özdeş hale gelirler. İşte birliğin bu yüksek düzlemlerinde Ruh, sesler arasında yaratıcı düşüncelerini empoze eder ve bu düşünceler birleştirici bir güç ve ruhsal bir anlam olarak, üzerine eklendiği ışığın uzanımlarının arkasında varlığını sürdürür ve bir müzik bestesi olarak oluşturulmuş notaları aydınlatır.

  Müzikte perde farklılığına neden olan dalga uzunluğudur ve ahenkli olarak çalınan ya da söylenen üç ya da daha fazla notadan ortaya çıkan farklı ses dalgalarının birleşimi, akaşik okyanusta yüzen geometrik formlardır. Ayrıca, imajinasyonda bir müzik eserinin içindeki her bir tonun formu, ardı ardına gelerek biri diğerini etkiledikçe zihin de orada harika bir esiri mabedin inşa edilişini resmedebilecek, bu mabedin içine ise ruh doğal evi olarak girebilecektir.

  Görüldüğü gibi dış kulağa ayrı ayrı ulaşan müziğin notaları gerçekte tek bir elin parmaklarıdır ve bir şaheseri oluşturan ve aydınlatan Ruhun; ışığını yansıtmak, duyuların ve karanlığın yeraltı dünyasını sevmek amacına yönelik olarak yaydığı titreşim dalgalarını şekillendirmek, onları sınıflandırmak için ona tepeden baktığı esiri denizin çok ötelerinde olduğu açıktır. Yine de ruhun zihinlerimizden ve yüreklerimizden uzak olduğu düşünülmemelidir. Ruh, bize hayatta her şeyden daha yakındır çünkü o gerçekte bedenimizi bir tezahür aracı gibi kullanan kendi varlığımızdır.
  İnsan bedeni, dünyadaki en mükemmel müzik enstrümanıdır ama farklı organlar birbirlerine olan akortlarını kaybetmişlerdir. Bizler, akordu her bozulduğunda onu yeniden akort etmeye hazır olan gücü kalbimizde ve şuurumuzda bulabiliriz. Gerçekte içsel ve dışsal olan bir oldukları için, ruhsal bir lidere olan bağlılık, zihnin ve kalbin insanın içindeki Tanrı’ya denk gelen kutuplaşmasını işaret eder. Bu iki kutup kesinlikle ilişkili ve birbirlerine karşılıklı bağımlıdırlar. Öyleyse operanın İlahi Görevi budur; yani insanlık ruhuyla kör olan alt benlik arasında aracı olmak.

   Eski Grek Rahipleri, görevlerinin gerçek doğasını bilmekteydiler ve müzikli dramalarında, gerçekte insan varlığının yüksek hallerini temsil eden tanrıların formlarını kişileştirmekteydiler. Saf yaşamları ve derin ruhsal bilgelikleri sayesinde gerçekleştirdikleri ritüeller sırasında kişileştirdikleri güçlerle özdeşleşmeyi içsel olarak başarabiliyorlardı ve kendi zihinsel ve fiziksel formlarının nakletmek için eğitildiği titreşen enerjileri insanların aç yüreklerine aktarabiliyorlardı.

  Burada şekiller dünyası ile şekilsiz hayatlar denizinin ilişkileri gösterilmiştir. Günışığı herkesin bildiği gibi, tezahür ederken onu emen ve yansıtan organizma tarafından renk olarak ortaya çıkar. Aynı şekilde ruhtan gelen ışık da insan hayatı vasıtasıyla tezahür ederken insan ırkının zihninde varolan zihinsel ve duygusal formlar olarak belirirler. Dünya atmosferi kendi üzerinde yüzen ağır bulutlarla kaplandığında ve güneş ışığının önü kesildiğinde, ışığın bir kısmı emilir ve kalan kısmı yansıtılır. Ama bulutların ötesinde parlak ve yayılan bir ışık varlığını sürdürür.
  İşte insanlık ile ilgili gerçek de böyledir. İnsanlığın Ruhu her zaman temiz ve parlaktır ve bu hiçbir zaman sona ermez; hatta fırtınalar ve tutkular zihinsel gökleri kararttığında ve ışığı altbenlikten ayırdığında bile. Altbenliği yenmek demek, şuurun yıldızlara ait bilgisini bu temiz geçirgen düşünce formlarına dönüştürmek demektir, böylelikle Ruh alt benliği üzerinde bembeyaz pırıltısıyla ışıldayabileceği bir vasıta bulabilecektir.

  Saf bir müzik düşüncenin bu kişisel olmayan formlarını sağlayabilir ve zihni kendi tesiri altında bırakıp onun niteliklerini Tanrı’ya yöneltmek durumunda bırakabilir; çünkü uzun süre bu yönde çalıştığı için yerleşen düşük seviyeli düşüncelere yönelik kutuplaşmayı gevşetecektir.

  Ruhsal ışık sonsuza dek bizimledir, onu sadece temiz olmayan düşünce bulutları ve kontrol dışı tesirlerden fışkıran karışık duygulanımlar gözden ve duygulardan saklayabilmektedir. Ruhsal ışığın şuuru aydınlatabilmesi için saydamlaşacak kadar temiz bir yürek ve zihin gereklidir ki ışık engellenmeden onun içine girebilsin tıpkı güneş ışığının yeryüzündeki çiçeklere ulaşıp onları o muhteşem renklerine boyayabilmesi için temiz bir atmosfere gereksinim olması gibi.

  İnsan kendi içinde bilginin ve gücün öyle tohumlarına sahiptir ki gelecek nesillerin düşüncelerinin yüksekliği onları gören zihinleri büyüleyecektir çünkü insan formu içinde geçmiş evrimleşmelerin hatıraları ve özleri kilitli kalmış değildir; öyleyse bu, dünya ruhu içindeki evrimleşme sürecinin başlangıcından beri her hayat formu vasıtasıyla açığa mı çıkmaktadır? Bu hatıralar, Kali Yuga’yı, yani Demir Çağı’nı uzun süren uykusundan yeniden uyandırabilmek için Ruhun Güneş Işınlarına gereksinim duymaktadır. İnsanlığın yüksek ruhu ebedidir, değişen tek şey en alt düzeyden mükemmel insan formuna doğru, yani “Tanrı’nın Mabedi”ne doğru sayısız ayrılma ve yeniden oluşmalar yoluyla eriştiği göklerin bilgisidir.

  Operadaki ruhsal doku, (operanın insan şuuru içindeki güçlerin dışsal sunumu olduğunu hatırlayın) giderek daha da parlak bir şekilde ışıldamaya yöneliyor ve insan yüreğine, kendisinin de bir akışı olduğu güneşin verdiği ve giderek yükselen güvenini taşıyor; hedefi şu anda insanlığın yüreğini kaplayan sisleri ve dumanları dağıtmak. Son iki yüzyıldır opera ile sağlanan büyük ilerleme, eski uygarlıkların usta müzisyenlerinin hizmet ettikleri, ruhsal enerjilerin lütuflandıracağı ‘Yeni Sanat’ eserlerini yaratacağı bir zamana doğru hızla yaklaşmakta olduğumuza dair şüpheleri silmektedir.

   Yoğun bir düşünce temizliği ve yapılan uygulama çalışmalarının toprağında, kökleri giderek daha da derinlere inen görkemli bir ağaç gibi yayılan insanlık sevgisi, koşulların oluşmasını sağlayacak ve giderek artan bir çabayla da o günün gelişi hızlanabilecektir. Bu, okültizmin kökü ve dalıdır ve her ikisi de birbirine bağımlıdır. Tıpkı, toprağın derin köklerine tutunabilmesi sayesinde doğanın tüm fırtınalarına karşı mükemmel bir dayanma örneği gösteren meşe ağacı gibi insan da, Tanrı’nın krallığında ayakta kalmayı başarabilir, çünkü insan ırkına şefkat dolu bir hizmetin içinde köklenmiştir.

  İçsel nitelikler, düşük seviyeli duygulara köle olmanın uç noktaları ile evrensel güçlerle özdeşleşme arasında, sınırsız ölçüde uygulamalar yapabilme yeteneğine sahiptir. Bu şekilde çalışan insanlar, hayatın sürekli olarak derece derece yükselen yanının hizmetkarları olurlar. Tek seferde ve aynı anda Ruha zincirlenmeleri, yüksek birer kişiliğe bürünmeleri mümkün değildir. Ruhsal bilgiye ve güce erişebilmek zihnin ve yüreğin, insanlığa yönelik olarak tamamen sabitlenmiş, değişmez bir hale getirilmiş şefkatli bir tutum içinde olmasına bağlıdır.
  Geçmiş bugünde de varlığını olduğu gibi korumaktadır. Yüreğin ve ruhun içinde tüm dünya dinlerinin, felsefelerinin ve sanatlarının ilk ilhamları bulunuyor. Yapılan evrensel bir çalışma, yine tüm geçmiş zaferlerin getirdiği aynı enerjilerle, dışsal hayatı dönüştürmekte ve tüm eski şaheserleri yaratan ruhsal dokuyu yeniden canlandırmaktadır.

Yayın Tarihi: 12.Kasım.2009
www.astroset.com

 

© Astroset 2004-2010