Ezoterizm ve Gizemcilik

WWW.ASTROSET.COM

TEOZOFİ NEDİR?

Helena Petrovna BLAVATSKY
Çeviren: Işık UÇKUN

  Teozofi terimi, sözlük anlamıyla ele alınırsa iki Yunanca kelimeden oluşmaktadır; theos, yani “tanrı” ve sophos, yani “bilge”. Buraya kadarı doğru olmakla birlikte devamındaki açıklamalar teozofi hakkında net bir fikir vermekten uzaktır. Webster sözlüğü teozofiyle ilgili en orijinal tanımlamayı şöyle getiriyor: “Tanrı ve yüksek seviyeli varlıkların bağlantı kurdukları farzedilerek ve fiziksel işlemler, bazı kadim Platoncuların teürjik operasyonları ya da Alman ateş felsefecilerinin kimyasal işlemleri sonucunda da insan üstü bir bilgiye erişmesi.”

  Vaughan sözlüğü ise çok daha iyi, daha felsefi bir tanımlama getirmektedir. “Bir teozof” demektedir, “size, bir vahiy olarak değil ama kendine ait bir ilhamı barındıran ve bunun temelini oluşturduğu Tanrı’ya ait bir teori ya da Tanrı’nın eylemlerini sunan kişidir.”
  Bu görüşe göre her büyük düşünür ve filozof, özellikle yeni bir dinin, felsefe okulunun veya mezhebin kurucusu mutlaka bir teozoftur. Dolayısıyla teozofi ve teozoflar, insanların içgüdüsel olarak kendi bağımsız düşüncelerini ifade etmelerine neden olan henüz olgunlaşmamış düşüncelerinin ilk parlayışlarından beri vardırlar.

  Hıristiyanlık Çağı’ndan önce de teozoflar vardı, bununla birlikte Hıristiyan yazarlar *Eklektik (*Pek çok farklı kaynağı kullanarak, kendi stilini yaratma sanatı) teozofik sistemin gelişimini kendi çağlarının üçüncü yüzyılının erken dönemine yüklemektedirler. Diogenes Laertius ise teozofiyi, tarihini daha eskiye attığı Ptolemy hanedanının dönemine dek izler ve bu hanedanın kurucusunun da Pot-Amun adındaki Mısırlı bir kahin olduğunu ifade eder; bu bir *Kıpti (*Mısır asıllı Hıristiyan) ismidir ve bilgelik tanrısı Amun’a adanan bir rahibi ima etmektedir. Ne var ki tarih teozofinin Yeni Platoncu Okul’un kurucusu olan Ammonius Saccas tarafından yeniden canlandırıldığını göstermektedir. Tüm mezhepleri, halkları ve ulusları tek bir ortak inanç altında uzlaştırmak Ammonius’un hedefi ve amacıydı; bu inanç tek bir yüce, ebedi, bilinmeyen ve isimlendirilmemiş güce sahip olan, değişmez ve ebedi kanunlarla evreni yöneten bir inançtı. Ammonius’un amacı, teozofiye ait primitif bir sistemi kanıtlamaktı; bu sistem ise başlangıçta aslında tüm ülkelerde benzerdi, tüm insanları çekişmelerini, birbirleriyle olan mücadelelerini bir kenara koyup, tek bir ortak annenin çocukları olarak, böylece insan unsurunun yarattığı kirlilikle zamanla bozulmuş ve üzeri örtülmüş olan kadim dinleri saf felsefi ilkeler altında toplayarak ve yorumlayarak arındırma amacında ve düşüncesinde birleşmek için ikna etmeye yönelikti. Böylece, Budist, Vedantik ve Magi inancı ya da Zerdüştlük sistemleri Eklektik Teozofi Okulu’nda tüm Yunan felsefeleriyle birlikte öğretilmekteydi. Dolayısıyla, Budist ve Hint niteliklerinin hakim olduğu kadim İskenderiye Teozoflarının arasında anne babalara ve yaşlılara olan saygıdan dolayı tüm insanlık için kardeşçe bir sevgi, hatta dilsiz hayvanlar için bile şefkat dolu bir sevgi vardı. İnsanları kendi ülkelerinin kanunlarına göre yaşama görevini benimsetmeye yönelik bir ahlaki disiplin sistemi kurmayı isterken, mutlak bir gerçek üzerine düşünme ve araştırma ile zihinlerini yükseltmek temel hedefiydi, çünkü herkese ulaşmak ona göre çeşitli dini öğretilerden, çok akortlu bir enstrümandan tek bir ahenkli melodi çıkarabilmek gibiydi ve bu, her gerçekten seven kalpte karşılık bulabilirdi.

  Bu durumda teozofi, kadim Bilgelik-Dini olmaktadır; bu, bir zamanlar her kadim ülkede bilinen ve uygarlaşma üzerinde de hakkı olan ezoterik doktrindir. “Bilgeliği”, tüm eski yazınlar bize İlahi Prensipler’in yayılımı olarak göstermektedir ve bunun belirgin olarak kavranışı şu isimlerde sembolleşmektedir: Hintli Buda, Babilli Nebo, Memphis’li Thoth, Yunanistanlı Hermes; lakaplarda ise tanrıçalardan Metis, Neitha, Athena, Gnostik Sophia ve nihayet “bilmek” kelimesinden türeyen *Vedalar (*Vedalar Aryenlerin kutsal kitabıdır ve”veda” sözcüğü “vid; yani bilmek” eyleminden türetilmiştir) Böyle bir organizasyon altında, Doğu’nun ve Batı’nın tüm kadim filozofları, eski Mısır’ın kahinleri, Aryavart’ın Rişileri, Yunanistan’a ait *theodidactoi (*Tanrı düşüncesi, Tanrı’dan öğrenilenler), okült ve gerçekte ilahi olanın tüm bilgisine sahip olmaktadırlar.

  Eklektik Teozofi’nin ana düşüncesi, basit bir “bilinmeyen ve bilinemeyen Mükemmel Öz” düşüncesidir ve örneğin *Brihadaranyaka Upanishad da (*Hinduizm'in kutsal kitaplarından biri) “kişi bileni nasıl bilebilir?” düşüncesini araştırmaktadır. Sistemi, üç ayrı nitelik ile karakterize edilmiştir, bu, yukarıda Öz olarak adlandırılan teoridir ve insan ruhunun doktrini, onun bir yayılımıdır çünkü aynı doğaya ve teürjiye sahiptir. İçinde bulunduğumuz materyalist çağda Yeni Platoncuları yanlış tanınmaya yönelten de işte bu “teürji” bilimidir.
  Teürji esas olarak insanın ilahi güçlerinin doğanın kör güçlerine itaat etmesi sanatıdır, bu sanatı uygulayanlara ilk olarak “
majisyen” denilmiştir; ki bu da bilge veya bilen insan anlamında olan “Magh” kelimesinin bozulmuş, yozlaştırılmış halidir.

  Teozofi nedir
 
Modern teozofi de; İlahi Öz; ruhun ve canın doğası hakkında kadim teozofinin düşündüğü gibi düşünmektedir: Aryenlerin popüler *Diu’su, (*Tanrı), (Ari, Sanskritçe bir kelime olup asil, değerli, güvenilir anlamına gelir ve sonradan Hindistan’a, İran’a ve Avrupa’ya göç etmiş olan Orta Asya’nın kadim halkına verilen addır) Kaldeliler’in Lao’suyla özdeştir ve hatta eğitimsizlerin Jüpiteri ve Romalıların filozofları ile birlikte Samiriye'lilerin Yahve’si ile, Normanların Tiv’i veya Tiusco’su, *Britonların (*eski zamanlarda Britanya adasının güneyini istila eden Keltlerden biri) Duw’u ve Trakyalılar’ın Zeus’u ile de aynı şekilde özdeştir.
  İster Yunan Pisagor’u kabul edelim, ister Kaldeli Kabalistleri veya Aryen felsefesin; Mutlak Öz’e, Bir ve Her şey Olan’a göre yukarıdaki kavramların her biri bizleri saf ve mutlak Teozofi’ye götürebilmektedir. Öyleyse
“bir vahye dayanmayan ama kendi zemininde bir ilham sahibi” olarak bir Tanrı teorisine sahip olan her teozof yukarıdaki tanımlamalardan herhangi birini kabul edebilir ya da bu dinlerden herhangi birinin mensubu olabilir ve yine de teozofinin mutlak sınırları içinde kalabilir.

  Teozofi için Tanrıya olan inanç, “Tüm” olarak, bütün varoluşun kaynağı olarak, hiçbirşeyin kapsamına dahil olmayan ve bilinemeyen, evrenin kendisinden tezahür ettiği sonsuzluğa olan inançtır ve bazılarının tercih ettiği gibi “O” demek de onu bir insani, hatta cinsel bir kimlik vererek insanlaştırmaktır ki bu O’na yapılan bir hakarettir. 
  Teozofinin kaba bir materyalizasyondan çekindiği doğrudur, teozofi kendi içine çekilmiş bir sonsuzlukta Tanrı ruhunun bir şey istemediğini ve yaratmadığını, ama Büyük Merkez’den yayılan, tüm görünür ve görünmeyen şeyleri yaratan sonsuz parlaklığın kendi içinde yaratıcı ve tezahür ettirici, Yunanlıların Makrokozmos, Kabalistlerin Tikkun veya Adam Kadmon’un Arşetip Adam, Aryenlerin Purusha, “
Tezahür Etmiş Brahma” veya “İlahi Eril” adını verdikleri gücü barındıran bir ışın olduğuna inanmayı tercih etmektedir. Teozofi aynı zamanda Anastasis’e veya sürekli varoluşa inanmaktadır ve ruh göçüne (tekamül) veya ruhta belirgin felsefi prensiplerle açıklanabilen ve savunulabilen bir dizi değişime de, yalnızca Vedantinlerin *Paramatma’ (*aşkın, yüksek ruh) ile *Jivatma’(*şuurlu ruh) arasında bir ayrım yaparak inanmaktadır.

  Teozofiyi tam olarak tanımlamak için, onu tüm yönleriyle ele almamız gerekir. İçsel dünya, nüfuz edilmesi mümkün olmayan bir karanlıkla herkesten saklanmış değildir. *Theosophia (*Tanrı) bilgisi ile kazanılan yüksek sezgi, zihni veya şekli, dünyadan o şekli olmayan ruha taşımış ve insan zaman zaman her çağda ve her ülkede bir şeyleri içsel veya görünmez dünyada algılayabilmiştir. Böylelikle, Hindu *zahitleri (*dünya nimetlerinden kendini çeken kişi) Samadhi veya “Dhvan Yog Samadhi”, Yeni Platoncuların ruhsal aydınlanması, Roz-Kruvacıların ya da Ateş Filozoflarının yıldızlara ulaşan ruhları ve hatta mistiklerin vecd halinde yaşadıkları trans hali ve modern mesmeristler ile spiritüalistler, her ne kadar farklı tezahür etmiş de olsalar, doğaları itibariyle özdeştirler. İnsanın yüksek benliğine ilişkin araştırmalar, sıklıkla olduğu kadar yanlış da yorumlanarak bireysel bir Tanrı ile kişisel bir iletişim olarak yorumlanmaktadır ve bu, her mistiğin peşine düştüğü bir konu olduğu gibi, bunun gerçeklik olasılığına olan inanç, insanın yaratılışı ile başlamakta, her halkın buna farklı bir isim verdiği görülmektedir.
 “
*Tefekkür (*derin düşünce), kişisel bilgi ve zihinsel disiplin ile ruh, ebedi gerçekliğin, iyiliğin ve güzelliğin görüntüsüne sahip olabilir; bütün bu nitelikler “Tanrı’nın Görüntüsünü” ifade etmektedir ve bu *epoptei’dir demiştir Yunanlılar. (*Elözis İnisiyasyonunda en yüksek mertebe, durugörü vasıtasıyla sırlara erişme safhası)
  “Kişinin ruhunu Evren Ruhu’yla birleştirmesi” demektedir Porphyry, “mükemmelen arınmış bir zihni gerektirir”. Derin düşünce, mükemmelen saflaşma hali ve bedensel arınmışlıkla buna daha çok yaklaşabilmemiz mümkündür ve bu hal içinde gerçek bilgiye ve harika bir iç görüye ulaşabiliriz.
  Dolayısıyla, kendisi için hayat ve ölümün tüm problemlerini çözme gücü isteyen Ari Mistiği, bir zamanlar
*Atman (*özben ya da ruh) aracılığıyla bedeninden bağımsız olarak hareket edebilme gücüne sahipti ve Yunanlılar da *Thesmophoria (*Demeter kültünün temel ifadesi) Sırları’nın sembolik aynasıyla birlikte *Atmu’nun (*Gizli olan veya Tanrı), ya da insan ruhunun arayışına girmişlerdir.

  Bunun sonucudur ki günümüzün spiritüalistleri ruhların gücüne ya da bedensiz varlıkların ruhlarına,  bu varlıkların dünya üzerinde sevdikleri kişilerle görünür ve hissedilir biçimde ilişki kurabileceklerine inanmaktadır. Ayrıca bütün bu Ari Yoginleri, Yunan Filozofları ve modern spiritüalistler bu olasılığı, bedenlenmiş ruhla onun gerçekte bedenlenmemiş olan ruhunun (gerçek varlık) ne Evrensel Ruh’tan ne de diğer ruhlardan mekanla ayrılmış olmadıkları, yalnızca nitelikleriyle farklılaştıkları temeline dayanarak onaylamaktadırlar, zira uçsuz bucaksız evrende sınırlamalar olamaz. Pataniali Yogileri de böyle düşünüyorlardı ve onları izleyen Plotinus, Porphyry ve Neo-Platoncular da hayat süreçleri içinde *vecd halindeyken (*özellikle mistik, ezoterik ve tasavvufi çalışmalarda deneyimlenmesi amaç edinilen bir tür trans hali) Tanrı’ya bağlandıklarını ya da daha çok onunla bir olduklarını öne sürmüşlerdir. Bu düşünce, Evrensel Ruh’la olan uygulaması bakımından yanlış gibi görünebilir ki pek çok filozof tarafından da tamamen asılsız olduğu iddia edilmiştir. *Theodidaktoi’de (*Tanrı düşüncesi, Tanrı’dan öğrenilenler), aksi ispat edilebilen tek unsur, bu koyu mistisizm felsefesindeki karanlık nokta, duyular dışı algılama başlığı altında vecd halinde deneyimlenen bir aydınlanmayı da benimsemiş olmasıdır. *Isyara’yla (*Hinduizmde "Baş Tanrı" niteliğini taşıyan bir tanrı) yüzyüze görüşme yeteneğini sürdüren Yoginlerde ise, bu düşünce *Kapila’nın (*Vedik bilge) katı mantığı tarafından kapı dışarı edilmişti.

  İskenderiyeli Teozoflar kendi içlerinde çıraklar, inisiyeler ve üstatlar veya kahinler olarak ayrılırken kuralları ise, Herodot’a göre Hindistan’dan getirilen kadim Orfe Sırları’ndan alıntıydı. Ammonius, şakirtlerinin yüksek sırları kimseye anlatmamalarını onlara yemin ettirerek sağlıyordu, ancak ezoterik *hyponoia’ya (*mitlerin gizli anlamları) göre tam olarak inisiye olmuş ve çok değerli olup tanrılara, meleklere ve bedensiz varlıklara saygı göstermeyi öğrendikleri kesin olanlar bu zorunluluğa tabi değildi.
  “Tanrılar vardır, ama onlar eğitimsiz çoğunluğun zannettiği gibi
* hoi polloi (* Antik Yunan'da 'sıradan halk' anlamına gelen kavram) değildir” demektedir Epicurus. O, çoğunluğun tapındığı tanrıların varlığını inkar eden bir ateist değildi, daha çok çoğunluğun düşüncelerini bu tanrılara bağlayanlar gibiydi. Aristoteles ise kendi zamanı geldiğinde, “tanrılar olarak sembolize edilen ve tüm doğaya nüfuz eden İlahi Öz’ün ilk prensipler olduğunu” açıklamıştır.

  Plotinus ve “Tanrı düşüncesinin” şakirdi olan Ammonius, gizli *gnosisin (*mistik bilgi ve anlayış) ya da Teozofi bilgisinin üç derecesinin olduğunu söylemektedir; düşünce, bilim ve aydınlanma.
  “Bunlardan ilkinin vasıtası ya da enstrümanı duyu ya da anlayış, ikincisininki
*diyalektik (*Karşıtlıkları kullanarak gerçekleştirilen akıl yürütme biçimi) üçüncüsünün esntrümanı ise sezgidir. Sonuncusu için mantık ikinci derece önemlidir; bilinen nesneyle zihnin özdeşleşmesi sonucunda bulunan “mutlak bilgi”dir. Teozofi, mutlak psikoloji bilimidir; bu da şu demektir; doğal, hiçbir uygulamaya maruz kalmamış bir medyomlukla ilişkilidir, zira fizikteki bir Tyndall olayının bilgisinin de bir fizik öğrencisinin aklına yatması gibi. Bu, insanda doğrudan bir görü sağlar ve Schelling bunu “kişideki özne ve nesne kimliklerinin fark edilmesi” olarak tanımlamaktadır, böylece hyponoia bilgisinin etkisiyle kişi ilahi düşünceler üretir, her şeyi gerçekte oldukları gibi görür ve nihayet “Dünya Ruhu’nun bir alıcısı haline gelir” ve Emerson’a ait şu ifadeyi kullanır; “ ben kusurlu olan, kendi Mükemmelime tapıyorum
  Emerson bu ifadeyi harikulade makalesi Over-Soul’da (Ruhun Ötesinde) kullanmıştır. Teozofi, bu psikolojik ya da ruhsal saptama bir yana, bilim ve sanatın her branşını geliştirmiştir. İnsan, doğanın ezoterik ilahi sembollerinin gerçek anlamları konusunda cahil olmasının yanı sıra, kendi ruhunun güçleri konusunda da yanlış hesaplamalara yönelme eğilimindedir ve daha yüksek, göksel, pozitif varlıklarla (Platon Okulu’nun teürjistlerine göre tanrılar) ruhsal ve zihinsel olarak bağlantı kurmak yerine, şuursuz olarak insanlığın etrafında pusuda bekleyen kötü, karanlık güçleri (insanların işlediği sonu gelmez suçlar ve ahlaksızlıklar) çağıracak ve böylelikle de
*theugia’dan (*ak maji) *goetia’ya (*kara maji, büyücülük) düşecektir. Yine de, ne ak ne de kara maji, batıl inançların bu terimlerden anladığı anlamı içermemektedir. *Süleyman’ın anahtarını temel alarak (*ünlü bir maji kitabı) ruhları yükseltmek olasılığı, batıl inancın ve cahilliğin yüksekliğidir. Eylemlerin ve düşüncelerin saflığı bizleri tanrılarla iletişim kurmaya yükseltebilir ve amacımıza ulaşmamızı sağlayabilir.

  Ne Zerdüşt, ne Buda, ne Orfe, ne Pisagor, ne Konfiçyüs, ne Sokrates ne de Ammonius Saccas hiçbir şeyi yazmaya kalkmamıştır ki bu da dikkat çekicidir. Bunun nedeniyse açıktır. Teozofi iki uçlu bir silahtır ve cahil ya da bencil olanlar için uygun değildir. Her kadim felsefe gibi çağdaşları arasında kendi kitlesine sahip olmakla birlikte öğrencilerinin sayısı az olmakla birlikte çok çeşitli düşünce ve gruplaşmaları barındırmaktadır. “Tamamen teorik çalışarak ve hiçbir okul kurmadan felsefe üzerinde sessiz bir etki oluşturmuşlardır ve şüphesiz, zaman geldiğinde böylelikle sessizce öne sürülen pek çok fikir yine de insan düşüncesine yeni yönler verebilecektir.” 
  Kendisi de bir teozof ve mistik olan R. H. Mackenzie IX, geniş kapsamlı ve değerli çalışması The Royal Masonic Cyclopaedia’da böyle söylemektedir.
(New York Teozofi Derneği ve Teozofi makaleleri, s. 731) Ateş filozoflarının zamanından beri kendilerini hiçbir zaman toplum içine sokmamışlardır, çünkü Hıristiyan ruhban sınıfı tarafından vahşi hayvanlarmış gibi takip ediliyorlardı ve teozof olarak tanınmanın bedeli yaklaşık yüz yıl öncesinde genellikle ölüm oluyordu. İstatistiklerin gösterdiğine göre 150 yıllık bir periyoda Avrupa’da cadılıkla suçlanan en az 90.000 insan yakılmıştı. 1875’te bazı ileri aşamadaki mistikler ve spiritüalistler, spiritüalizme ilişkin teori ve açıklamalarla tatmin olmamışlar ve fenomenlere ait zeminin tamamını kapsayabilmekten uzak olduklarını fark ederek Amerika-New York’ta şu anda Theosophical Society (Teozofi Derneği) olarak tanınan kurumu kurmuşlardır.

 The Theosophist’den (1:1) alınarak özetlenmiştir; Ekim 1879; H. P Blavatsky: Collected Writingsde yeniden basılmıştır, 2:87-97

Yayın Tarihi: 29.Mayıs.2008
www.astroset.com

 

© Astroset 2004-2010