Teozofi
terimi, sözlük anlamıyla ele alınırsa iki Yunanca kelimeden
oluşmaktadır; theos, yani “tanrı” ve sophos,
yani “bilge”. Buraya kadarı doğru olmakla birlikte devamındaki
açıklamalar teozofi hakkında net bir fikir vermekten uzaktır.
Webster sözlüğü teozofiyle ilgili en orijinal tanımlamayı
şöyle getiriyor: “Tanrı ve yüksek seviyeli varlıkların
bağlantı kurdukları farzedilerek ve fiziksel işlemler, bazı
kadim Platoncuların teürjik operasyonları ya da Alman ateş
felsefecilerinin kimyasal işlemleri sonucunda da insan üstü
bir bilgiye erişmesi.”
Vaughan sözlüğü ise çok daha iyi, daha felsefi bir tanımlama
getirmektedir. “Bir teozof” demektedir, “size, bir vahiy
olarak değil ama kendine ait bir ilhamı barındıran ve bunun
temelini oluşturduğu Tanrı’ya ait bir teori ya da Tanrı’nın
eylemlerini sunan kişidir.” Bu görüşe göre her büyük düşünür
ve filozof, özellikle yeni bir dinin, felsefe okulunun veya
mezhebin kurucusu mutlaka bir teozoftur. Dolayısıyla teozofi
ve teozoflar, insanların içgüdüsel olarak kendi bağımsız
düşüncelerini ifade etmelerine neden olan henüz olgunlaşmamış
düşüncelerinin ilk parlayışlarından beri vardırlar.
Hıristiyanlık Çağı’ndan önce de teozoflar vardı, bununla
birlikte Hıristiyan yazarlar
*Eklektik
(*Pek çok farklı
kaynağı kullanarak, kendi stilini yaratma sanatı)
teozofik sistemin gelişimini kendi çağlarının üçüncü
yüzyılının erken dönemine yüklemektedirler. Diogenes Laertius
ise teozofiyi, tarihini daha eskiye attığı Ptolemy hanedanının
dönemine dek izler ve bu hanedanın kurucusunun da Pot-Amun
adındaki Mısırlı bir kahin olduğunu ifade eder; bu bir
*Kıpti
(*Mısır
asıllı Hıristiyan)
ismidir ve bilgelik tanrısı Amun’a adanan bir rahibi ima
etmektedir. Ne var ki tarih teozofinin Yeni Platoncu Okul’un
kurucusu olan Ammonius Saccas tarafından yeniden
canlandırıldığını göstermektedir. Tüm mezhepleri, halkları ve
ulusları tek bir ortak inanç altında uzlaştırmak Ammonius’un
hedefi ve amacıydı; bu inanç tek bir yüce, ebedi, bilinmeyen
ve isimlendirilmemiş güce sahip olan, değişmez ve ebedi
kanunlarla evreni yöneten bir inançtı. Ammonius’un amacı,
teozofiye ait primitif bir sistemi kanıtlamaktı; bu sistem ise
başlangıçta aslında tüm ülkelerde benzerdi, tüm insanları
çekişmelerini, birbirleriyle olan mücadelelerini bir kenara
koyup, tek bir ortak annenin çocukları olarak, böylece insan
unsurunun yarattığı kirlilikle zamanla bozulmuş ve üzeri
örtülmüş olan kadim dinleri saf felsefi ilkeler altında
toplayarak ve yorumlayarak arındırma amacında ve düşüncesinde
birleşmek için ikna etmeye yönelikti. Böylece, Budist,
Vedantik ve Magi inancı ya da Zerdüştlük sistemleri Eklektik
Teozofi Okulu’nda tüm Yunan felsefeleriyle birlikte
öğretilmekteydi. Dolayısıyla, Budist ve Hint niteliklerinin
hakim olduğu kadim İskenderiye Teozoflarının arasında anne
babalara ve yaşlılara olan saygıdan dolayı tüm insanlık için
kardeşçe bir sevgi, hatta dilsiz hayvanlar için bile şefkat
dolu bir sevgi vardı. İnsanları kendi ülkelerinin kanunlarına
göre yaşama görevini benimsetmeye yönelik bir ahlaki disiplin
sistemi kurmayı isterken, mutlak bir gerçek üzerine düşünme ve
araştırma ile zihinlerini yükseltmek temel hedefiydi, çünkü
herkese ulaşmak ona göre çeşitli dini öğretilerden, çok
akortlu bir enstrümandan tek bir ahenkli melodi çıkarabilmek
gibiydi ve bu, her gerçekten seven kalpte karşılık
bulabilirdi.
Bu durumda
teozofi, kadim Bilgelik-Dini olmaktadır; bu, bir
zamanlar her kadim ülkede bilinen ve uygarlaşma üzerinde de
hakkı olan ezoterik doktrindir. “Bilgeliği”, tüm eski yazınlar
bize İlahi Prensipler’in yayılımı olarak göstermektedir ve
bunun belirgin olarak kavranışı şu isimlerde
sembolleşmektedir: Hintli Buda, Babilli Nebo, Memphis’li
Thoth, Yunanistanlı Hermes; lakaplarda ise tanrıçalardan
Metis, Neitha, Athena, Gnostik Sophia ve nihayet “bilmek”
kelimesinden türeyen
*Vedalar
(*Vedalar
Aryenlerin kutsal kitabıdır ve”veda” sözcüğü “vid; yani
bilmek” eyleminden türetilmiştir)
Böyle bir organizasyon altında, Doğu’nun ve
Batı’nın tüm kadim filozofları, eski Mısır’ın kahinleri,
Aryavart’ın Rişileri, Yunanistan’a ait
*theodidactoi
(*Tanrı düşüncesi, Tanrı’dan öğrenilenler), okült ve gerçekte
ilahi olanın tüm bilgisine sahip olmaktadırlar.
Eklektik
Teozofi’nin ana düşüncesi, basit bir “bilinmeyen ve
bilinemeyen Mükemmel Öz” düşüncesidir ve örneğin
*Brihadaranyaka
Upanishad da
(*Hinduizm'in
kutsal kitaplarından biri)
“kişi bileni nasıl bilebilir?”
düşüncesini araştırmaktadır. Sistemi, üç ayrı
nitelik ile karakterize edilmiştir, bu, yukarıda Öz olarak
adlandırılan teoridir ve insan ruhunun doktrini, onun bir
yayılımıdır çünkü aynı doğaya ve teürjiye sahiptir. İçinde
bulunduğumuz materyalist çağda Yeni Platoncuları yanlış
tanınmaya yönelten de işte bu “teürji”
bilimidir. Teürji esas olarak insanın ilahi
güçlerinin doğanın kör güçlerine itaat etmesi sanatıdır, bu
sanatı uygulayanlara ilk olarak “majisyen”
denilmiştir; ki bu da bilge veya bilen insan anlamında olan “Magh”
kelimesinin bozulmuş, yozlaştırılmış halidir.
Teozofi nedir Modern
teozofi de; İlahi Öz; ruhun ve canın doğası hakkında kadim
teozofinin düşündüğü gibi düşünmektedir: Aryenlerin popüler
*Diu’su,
(*Tanrı),
(Ari, Sanskritçe bir kelime olup asil, değerli,
güvenilir anlamına gelir ve sonradan Hindistan’a, İran’a ve
Avrupa’ya göç etmiş olan Orta Asya’nın kadim halkına verilen
addır) Kaldeliler’in
Lao’suyla özdeştir ve hatta
eğitimsizlerin Jüpiteri ve Romalıların filozofları ile
birlikte Samiriye'lilerin Yahve’si ile, Normanların Tiv’i
veya Tiusco’su, *Britonların
(*eski
zamanlarda Britanya adasının güneyini istila eden Keltlerden
biri) Duw’u ve Trakyalılar’ın Zeus’u ile de aynı
şekilde özdeştir. İster Yunan Pisagor’u kabul edelim, ister
Kaldeli Kabalistleri veya Aryen felsefesin; Mutlak Öz’e, Bir
ve Her şey Olan’a göre yukarıdaki kavramların her biri bizleri
saf ve mutlak Teozofi’ye götürebilmektedir. Öyleyse
“bir vahye
dayanmayan ama kendi zemininde bir ilham sahibi” olarak bir
Tanrı teorisine sahip olan her teozof yukarıdaki
tanımlamalardan herhangi birini kabul edebilir ya da bu
dinlerden herhangi birinin mensubu olabilir ve yine de
teozofinin mutlak sınırları içinde kalabilir.
Teozofi için
Tanrıya olan inanç, “Tüm” olarak, bütün varoluşun kaynağı
olarak, hiçbirşeyin kapsamına dahil olmayan ve bilinemeyen,
evrenin kendisinden tezahür ettiği sonsuzluğa olan inançtır ve
bazılarının tercih ettiği gibi “O” demek de onu bir insani,
hatta cinsel bir kimlik vererek insanlaştırmaktır ki bu O’na
yapılan bir hakarettir. Teozofinin kaba bir materyalizasyondan
çekindiği doğrudur, teozofi kendi içine çekilmiş bir
sonsuzlukta Tanrı ruhunun bir şey istemediğini ve
yaratmadığını, ama Büyük Merkez’den yayılan, tüm görünür ve
görünmeyen şeyleri yaratan sonsuz parlaklığın kendi içinde
yaratıcı ve tezahür ettirici, Yunanlıların Makrokozmos,
Kabalistlerin Tikkun veya Adam Kadmon’un Arşetip Adam,
Aryenlerin Purusha, “Tezahür Etmiş Brahma” veya “İlahi Eril”
adını verdikleri gücü barındıran bir ışın olduğuna inanmayı
tercih etmektedir. Teozofi aynı zamanda Anastasis’e veya
sürekli varoluşa inanmaktadır ve ruh göçüne (tekamül) veya
ruhta belirgin felsefi prensiplerle açıklanabilen ve
savunulabilen bir dizi değişime de, yalnızca Vedantinlerin
*Paramatma’sı
(*aşkın, yüksek ruh) ile
*Jivatma’sı
(*şuurlu ruh)
arasında bir ayrım yaparak inanmaktadır.
Teozofiyi tam
olarak tanımlamak için, onu tüm yönleriyle ele almamız
gerekir. İçsel dünya, nüfuz edilmesi mümkün olmayan bir
karanlıkla herkesten saklanmış değildir.
*Theosophia
(*Tanrı)
bilgisi ile kazanılan yüksek sezgi, zihni veya şekli,
dünyadan o şekli olmayan ruha taşımış ve insan zaman zaman her
çağda ve her ülkede bir şeyleri içsel veya görünmez dünyada
algılayabilmiştir. Böylelikle, Hindu
*zahitleri
(*dünya
nimetlerinden kendini çeken kişi)
“Samadhi” veya “Dhvan Yog
Samadhi”, Yeni Platoncuların ruhsal aydınlanması,
Roz-Kruvacıların ya da Ateş Filozoflarının yıldızlara ulaşan
ruhları ve hatta mistiklerin vecd halinde yaşadıkları trans
hali ve modern mesmeristler ile spiritüalistler, her ne kadar
farklı tezahür etmiş de olsalar, doğaları itibariyle
özdeştirler. İnsanın yüksek benliğine ilişkin araştırmalar,
sıklıkla olduğu kadar yanlış da yorumlanarak bireysel bir
Tanrı ile kişisel bir iletişim olarak yorumlanmaktadır ve bu,
her mistiğin peşine düştüğü bir konu olduğu gibi, bunun
gerçeklik olasılığına olan inanç, insanın yaratılışı ile
başlamakta, her halkın buna farklı bir isim verdiği
görülmektedir. “ *Tefekkür
(*derin düşünce), kişisel bilgi ve
zihinsel disiplin ile ruh, ebedi gerçekliğin, iyiliğin ve
güzelliğin görüntüsüne sahip olabilir; bütün bu nitelikler
“Tanrı’nın Görüntüsünü” ifade etmektedir ve bu
*epoptei’dir”
demiştir Yunanlılar.
(*Elözis İnisiyasyonunda en yüksek
mertebe, durugörü vasıtasıyla sırlara erişme safhası)
“Kişinin ruhunu Evren Ruhu’yla birleştirmesi” demektedir
Porphyry, “mükemmelen arınmış bir zihni gerektirir”. Derin
düşünce, mükemmelen saflaşma hali ve bedensel arınmışlıkla
buna daha çok yaklaşabilmemiz mümkündür ve bu hal içinde
gerçek bilgiye ve harika bir iç görüye ulaşabiliriz. Dolayısıyla,
kendisi için hayat ve ölümün tüm problemlerini çözme gücü
isteyen Ari Mistiği, bir zamanlar
*Atman
(*özben
ya da ruh) aracılığıyla bedeninden
bağımsız olarak hareket edebilme gücüne sahipti ve Yunanlılar
da *Thesmophoria
(*Demeter kültünün temel ifadesi)
Sırları’nın sembolik aynasıyla birlikte
*Atmu’nun
(*Gizli olan veya Tanrı), ya da insan ruhunun arayışına
girmişlerdir.
Bunun
sonucudur ki günümüzün spiritüalistleri ruhların gücüne ya da
bedensiz varlıkların ruhlarına, bu varlıkların dünya üzerinde
sevdikleri kişilerle görünür ve hissedilir biçimde ilişki
kurabileceklerine inanmaktadır. Ayrıca bütün bu Ari Yoginleri,
Yunan Filozofları ve modern spiritüalistler bu olasılığı,
bedenlenmiş ruhla onun gerçekte bedenlenmemiş olan ruhunun
(gerçek varlık) ne Evrensel Ruh’tan ne de diğer ruhlardan
mekanla ayrılmış olmadıkları, yalnızca nitelikleriyle
farklılaştıkları temeline dayanarak onaylamaktadırlar, zira
uçsuz bucaksız evrende sınırlamalar olamaz. Pataniali Yogileri
de böyle düşünüyorlardı ve onları izleyen Plotinus, Porphyry
ve Neo-Platoncular da hayat süreçleri içinde
*vecd
halindeyken
(*özellikle mistik, ezoterik ve
tasavvufi çalışmalarda deneyimlenmesi amaç edinilen bir tür
trans hali)
Tanrı’ya
bağlandıklarını ya da daha çok onunla bir olduklarını öne
sürmüşlerdir. Bu düşünce, Evrensel Ruh’la olan uygulaması
bakımından yanlış gibi görünebilir ki pek çok filozof
tarafından da tamamen asılsız olduğu iddia edilmiştir.
*Theodidaktoi’de
(*Tanrı düşüncesi, Tanrı’dan
öğrenilenler), aksi ispat edilebilen tek unsur, bu koyu
mistisizm felsefesindeki karanlık nokta, duyular dışı algılama
başlığı altında vecd halinde deneyimlenen bir aydınlanmayı da
benimsemiş olmasıdır.
*Isyara’yla (*Hinduizmde "Baş
Tanrı" niteliğini taşıyan bir tanrı)
yüzyüze görüşme yeteneğini sürdüren Yoginlerde ise, bu düşünce
*Kapila’nın
(*Vedik
bilge)
katı mantığı tarafından kapı dışarı edilmişti.
İskenderiyeli Teozoflar kendi içlerinde çıraklar, inisiyeler
ve üstatlar veya kahinler olarak ayrılırken kuralları ise,
Herodot’a göre Hindistan’dan getirilen kadim Orfe Sırları’ndan
alıntıydı. Ammonius, şakirtlerinin yüksek sırları kimseye
anlatmamalarını onlara yemin ettirerek sağlıyordu, ancak
ezoterik
*hyponoia’ya
(*mitlerin gizli anlamları) göre tam olarak
inisiye olmuş ve çok değerli olup tanrılara, meleklere ve
bedensiz varlıklara saygı göstermeyi öğrendikleri kesin
olanlar bu zorunluluğa tabi değildi. “Tanrılar vardır, ama
onlar eğitimsiz çoğunluğun zannettiği gibi
*
hoi polloi
(*
Antik Yunan'da 'sıradan halk' anlamına gelen kavram)
değildir” demektedir Epicurus. O, çoğunluğun tapındığı
tanrıların varlığını inkar eden bir ateist değildi, daha çok
çoğunluğun düşüncelerini bu tanrılara bağlayanlar gibiydi.
Aristoteles ise kendi zamanı geldiğinde, “tanrılar
olarak sembolize edilen ve tüm doğaya nüfuz eden İlahi Öz’ün
ilk prensipler olduğunu” açıklamıştır.
Plotinus ve
“Tanrı düşüncesinin” şakirdi olan Ammonius, gizli
*gnosisin
(*mistik bilgi ve anlayış) ya da Teozofi
bilgisinin üç derecesinin olduğunu söylemektedir;
düşünce,
bilim ve aydınlanma. “Bunlardan ilkinin vasıtası ya da
enstrümanı duyu ya da anlayış, ikincisininki
*diyalektik
(*Karşıtlıkları kullanarak gerçekleştirilen akıl yürütme
biçimi) üçüncüsünün esntrümanı ise
sezgidir. Sonuncusu için
mantık ikinci derece önemlidir; bilinen nesneyle zihnin
özdeşleşmesi sonucunda bulunan “mutlak bilgi”dir.
Teozofi, mutlak psikoloji bilimidir; bu da şu demektir; doğal,
hiçbir uygulamaya maruz kalmamış bir medyomlukla ilişkilidir,
zira fizikteki bir Tyndall olayının bilgisinin de bir fizik
öğrencisinin aklına yatması gibi. Bu, insanda doğrudan bir
görü sağlar ve Schelling bunu “kişideki özne ve nesne
kimliklerinin fark edilmesi” olarak tanımlamaktadır, böylece
hyponoia bilgisinin etkisiyle kişi ilahi düşünceler
üretir, her şeyi gerçekte oldukları gibi görür ve nihayet
“Dünya Ruhu’nun bir alıcısı haline gelir” ve Emerson’a ait şu
ifadeyi kullanır; “
ben kusurlu olan, kendi Mükemmelime
tapıyorum
” Emerson bu ifadeyi harikulade makalesi
Over-Soul’da (Ruhun Ötesinde) kullanmıştır. Teozofi, bu
psikolojik ya da ruhsal saptama bir yana, bilim ve sanatın her
branşını geliştirmiştir. İnsan, doğanın ezoterik ilahi
sembollerinin gerçek anlamları konusunda cahil olmasının yanı
sıra, kendi ruhunun güçleri konusunda da yanlış hesaplamalara
yönelme eğilimindedir ve daha yüksek, göksel, pozitif
varlıklarla (Platon Okulu’nun teürjistlerine göre tanrılar)
ruhsal ve zihinsel olarak bağlantı kurmak yerine, şuursuz
olarak insanlığın etrafında pusuda bekleyen kötü, karanlık
güçleri (insanların işlediği sonu gelmez suçlar ve
ahlaksızlıklar) çağıracak ve böylelikle de *theugia’dan
(*ak maji)
*goetia’ya
(*kara maji, büyücülük)
düşecektir. Yine de, ne ak ne de kara maji, batıl inançların
bu terimlerden anladığı anlamı içermemektedir.
*Süleyman’ın
anahtarını temel alarak
(*ünlü bir
maji kitabı)
ruhları yükseltmek olasılığı, batıl inancın ve cahilliğin
yüksekliğidir. Eylemlerin
ve düşüncelerin
saflığı bizleri tanrılarla iletişim kurmaya
yükseltebilir ve amacımıza ulaşmamızı sağlayabilir.
Ne Zerdüşt,
ne Buda, ne Orfe, ne Pisagor, ne Konfiçyüs, ne Sokrates ne de
Ammonius Saccas hiçbir şeyi yazmaya kalkmamıştır ki bu da
dikkat çekicidir. Bunun nedeniyse açıktır. Teozofi iki uçlu
bir silahtır ve cahil ya da bencil olanlar için uygun
değildir. Her kadim felsefe gibi çağdaşları arasında kendi
kitlesine sahip olmakla birlikte öğrencilerinin sayısı az
olmakla birlikte çok çeşitli düşünce ve gruplaşmaları
barındırmaktadır. “Tamamen teorik çalışarak ve hiçbir okul
kurmadan felsefe üzerinde sessiz bir etki oluşturmuşlardır ve
şüphesiz, zaman geldiğinde böylelikle sessizce öne sürülen pek
çok fikir yine de insan düşüncesine yeni yönler
verebilecektir.” Kendisi de bir teozof ve mistik olan R. H.
Mackenzie IX, geniş kapsamlı ve değerli çalışması The Royal
Masonic Cyclopaedia’da böyle söylemektedir.
(New York
Teozofi Derneği ve Teozofi makaleleri, s. 731) Ateş
filozoflarının zamanından beri kendilerini hiçbir zaman toplum
içine sokmamışlardır, çünkü Hıristiyan ruhban sınıfı
tarafından vahşi hayvanlarmış gibi takip ediliyorlardı ve
teozof olarak tanınmanın bedeli yaklaşık yüz yıl öncesinde
genellikle ölüm oluyordu. İstatistiklerin gösterdiğine göre
150 yıllık bir periyoda Avrupa’da cadılıkla suçlanan en az 90.000 insan yakılmıştı. 1875’te bazı ileri aşamadaki mistikler
ve spiritüalistler, spiritüalizme ilişkin teori ve
açıklamalarla tatmin olmamışlar ve fenomenlere ait zeminin
tamamını kapsayabilmekten uzak olduklarını fark ederek
Amerika-New York’ta şu anda Theosophical Society (Teozofi
Derneği) olarak tanınan kurumu kurmuşlardır.
|