Gürültünün karşıtı olan sessizliğinin ne anlama geldiği hakkında
hiç derin düşündünüz mü?
Aslında gürültü nedir? Sessizlik nedir?
Son zamanlarda günlük yaşamın patırtısı gürültüsü o kadar arttı
ki, değil içimizi dinlemek birbirimizi bile yeterince dinleyemez
olduk. Günlük yaşamın kalabalığı, hay huyu bizleri daha fazla
içine almadan yapacak bir şeylerimiz olmalı diye
düşünenlerdensiniz değil mi? Hepimizin dağlara kaçacak, mağaralara kapanacak, manastırlarda
yaşayacak, mabetlere sığınacak zamanı yok ki! Onlar eskidendi
artık her şey değişti!
Her bir yaprakta bulunan eşsiz benzersizlik gibi bizlerde
benzersiz yapılarımızla kendi iç sessizliğimizi yakalamanın
yollarını aramaya başlasak iyi olacak yoksa gürültüden kendimizi
de duyamayacak noktaya gelebiliriz. Bir mağarada yaşamayı
başaramadığımız sürece zihnimizi dağıtan dış etkenleri yaşamımızdan
eleyebilmek için yapabileceğimiz fazla bir şey yoktur. Bilgi
patlamasının bütün hoş taraflarının yanında, sadece birkaç tuş
kullanarak tonlarca bilgi edinebilmek heyecan verici ve kişi için
elverişli bir durumdur, ayrıca kablolu televizyon kanallarının
çoğunu izlemek son derece eğitici olmaktadır. Ama hepsi bu kadar
değil tabii ki!
Dinleme
yeteneğimizi zorlayan; sadece gürültülü bir çevre, alışveriş
merkezindeki inanılmaz geniş seçim olanakları, aynı anda birden
fazla işi yapma, aşırı bilgi yüklemesi ya da uzaktan kumanda aleti
değildir. Mutlak varlığımızı ve daha iyi bir dünya için
umutlarımızı tehdit edenler aslında içsel zihin dağıtıcılarıdır;
zaman takıntısı, hız ve iş konusundaki açgözlülük, insanlara ve
değişime yönelik önyargı ve nefret, utangaçlık, ego tatmini, kendi
kendine negatif konuşmalar, had safhadaki seçenek sayısı, gelecek
takıntılarının yanı sıra geçmişi eşeleyip durmak ve bu inançları
sürdürebilmek için yoğun olarak çalışmak.
Bütün bunlar bizim
birbirimizle bağ kurmamızı, birbirimizi anlamamızı ve uyum içinde
yaşamamızı tehlikeye atan kuruntular ve asıl içsel sessizliği
bozan gerçek gürültülerdir. Fizikteki gürültüden kurtulmak için
pencereleri, kapıları kapatabiliriz ama ya içerdeki gürültü ne
olacak? En çok rahatsız eden de o değil mi?
Medyanın
ve teknolojinin getirdiği gürültü ve zihin dağıtıcı özellikteki
etkileri bizlere her gün yeni sorular sorduruyor. Kimim ben? Medya
maymunu mu? Tüketim psikolojisinin bir kurbanı mı? Yoksa kendim
olmaya ama öncelikle insan olmaya çalışan biri mi? Bazen dış gürültüler kendi içsel gürültü düzeylerimizle kıyaslandığında
oldukça sessiz görünmektedir.
Eğer her gün ilişkide bulunduğumuz kişilerin beynine bir ses
verici sistemi kurulabilseydi ve bu, özellikle de onlar bizi
dinlemeye çalıştıklarında yapılabilseydi zihinlerinden çıkan
sinyallerin negatiflikleri, kaos ve gürültünün yüksekliği,
sorgulamaları, görsel değerlendirmeleri, kendi görünümleri ile
ilgili kompleksleri, geçmişle veya gelecekle ilgili düşünceleri ve
bazı konularda duydukları korku karşısında şok geçirirdik. Bu
durumda da muhtemelen bizimle ve kendileri ile ilgili böyle şeyler
düşünen kişilerle beraber olmayı istemezdik.
Karşımızdakini
yeterince dinlemiyor oluşumuzun temel nedenlerinden birisi de
içsel gürültü seviyelerimizin çok değişken ve rahatsız edecek
kadar yüksek olması ve bundan dolayı da diğerlerinin
söylediklerini örtmeleridir. Karşı tarafın mesajı bizim zihinsel
karışıklığımızın barajını ancak bölük pörçük bir şekilde
aşabilmektedir. Tıpkı dışsal karışıklığı (radyodaki frekansların
karışmasını) ayar düğmesiyle ayarlamayı öğrendiğimiz gibi, örneğin
ailemizin, iş arkadaşlarımızın ve müşterilerimizin mesajları gibi
dinlememiz gereken mesajları da ayarlamak bizde bir nevi
alışkanlık halini almıştır. Yanlış anlamaya, duyulmamaya ve iyi
dinlememeye bağlı olarak çok önemli bir bilgiyi kaçırmak sosyal
hastalıkların en önemlisidir. Dinlemeyi geliştirmeye yönelik
geleneksel yaklaşımlar genellikle etkisizdirler çünkü bunlar,
kendimizi temelde yeniden şekillendirmek yerine yüzeysel
özellikleri değiştirmeye yönelik bir bakış açısından meydana
gelmektedirler. Eğer dinlememekten kaynaklanan sorunlarımızı sona
erdirmek istiyorsak, gerçek kaynağa ulaşabilmek için daha derine
inmeliyiz; böylece değişim meydana gelebilir.
Kişisel ilişkiler, görüşme teknikleri, satış ve müşteri hizmetleri
üzerine yazılmış olan pek çok kişisel gelişim kitabı bizlere, iyi
dinlemenin kişisel ve profesyonel hayatımızda başarılı olmak için
vazgeçilmez olduğunu söylemekte ancak
nasıl
dinlememiz gerektiğini açıklamamaktadırlar. Daha iyi dinleme
konusunda uygun olan
‘nasıl olmalı’
yaklaşımları sizlere listeler dolusu davranış biçimleri
sunmaktadır, sanki bir nevi sihir kullanarak bu tekniklere hakim
olup onları kendinize katabilirmişsiniz gibi ifadeler
kullanmaktadırlar.
Birçok kişisel gelişim kursunun çoğunun ardından olduğu gibi
birkaç gün yeni davranışlara kendinizi zorlamayı deneyebilirsiniz
ama bu değişimler için bir temel bulunmadığından dolayıdır ki
insanları dinlememeye ve yanlışları tekrar etmeye olan eski
eğilimleriniz yavaş yavaş tekrar ortaya çıkarlar. Çünkü içerideki
asıl gürültücü ses hala susmamıştır ve sakin değildir, bir minik
dere gibi yatağında ve şırıl şırıl akamamaktadır.
Oysa
dinlemek ve içsel yalınlığı yakalayabilmek özel bir haldir ve
bunu öğrenmek de diğer tüm Bireysel Gelişim uygulama alanları gibi
çaba ister, emek ister, okumak ister, çalışmak, üzerinde derin
düşünmek ister. Dinlemek üzerine yoğun düşünmek ve onu bir zen
uygulaması gibi ele almak için başvurabileceğimiz kaynaklar
elbette ki var!….
|