Dünyaya gelip de ruhumuzu keşfetmeden her geri gidişimizde, ruhu
inkar eden bir ortam yarattık kendimize. Adına da
‘Dünya Yaşamı’
dedik. Onun tüm getirilerini maddi hazlara ve maddeden gelecek
etkilere bağladık. Madde varsa varız, madde yoksa yokuz gibi garip
ve kısır bir insanlık tablosu çıktı ortaya.
Yaşamın küçük
sevinçlerini
yaşamayı unuttuk. Yeni açan bir bahar dalı, batan
güneş, yağan yağmur, doğanın sessiz ve sözsüz ahengi, yüzü
çizgilerle dolu yaşlı kadının gözlerindeki ışıltı, çocuğun şen kahkahası bize bir şey söylemez oldu. Biz özümüzü, aslı geldiğimiz
yeri ve buranın geçici bir misafirhane olduğunu bu kadar
unuttuysak değişim zamanı gelmiş demektir.
Artık bu görmeyen göz, hissetmeyen kalp duruşunu değiştirmek,
kendimizi yenileştirip yeni bir duruşa, yeni bakışa yönelmekte
büyük yararlar var. Çünkü kozmosun bizim şu anda tam
anlayamadığımız dengeleri nedeniyle bir kozmik çalar saat, zamanın
dolduğunu ve değişmeyi ertelemenin ancak yeni sıkıntılar anlamına
geleceğini, eylemde bulunmanın ise o sıkıntılara katlanmaktan daha
kolay olduğunu haber veriyor hepimize !... Bu yüzden değişmek için
şimdiye dek yaptığımız her hareketi, duygusal iyileşme ve arınma
isteğiyle yeniden gözden geçirebiliriz, neyi değiştirmem gerek
deyip, çekmeceleri boşaltabiliriz sonra da yeni bağlantılar
kurarak kendimizin tespit ettiği yenilenmesi gereken yönlerimizi
mercek altına alıp, o derinlerden özlediğimiz yenilik ruhunu
yaratabiliriz. Duygusal birikintiler arınmadan, iyileşmeden
eskinin acılarından kurtulmadan yenilik hayal olur !…
Günümüz insanı Bireysel Gelişim adı altındaki tüm araştırma ve
çalışmalarda bu tortulardan kurtulmaya ve kendini yeniden
yaratmaya,
"Yeni Bir Şuur"
oluşturmaya çalışıyor. Derin
hissedişler, yüksek algı kapasitesi, sevgiyle dolu bir kalp
olmadan; evrene
ve özümüze ait kristal küremizin yüzeylerine yansıyan kozmik
enerjileri, bu güzel mavi gezegene ve kendimize yansıtamayız ki…
Eskiden piramitlerin tepesine yerleştirilen kristallerle evrenden,
‘Büyük Beyaz Yıldızdan’
ya da diğer adıyla ‘Beyaz Parlak’tan gelen olumlu enerjilerin dünyaya yansıtılması hedeflenirdi. Bu
yansıtma işlemi çok uzun süre de işe yaradı, bu dev kristaller
karşılıklı yansımalarla gezegen enerjilerinin seviyesini
yükselttiler ama artık dışarıdan destekle yansıtıcılık zamanı
değil. Her insanın kendi özündeki kristali parlatıp, onun
enerjisini bu güzel mavi gezegene yansıtmasının zamanı geldi…
Ertelesem olmaz mı? Diyemeyeceğimiz zamanlar bunlar… Siz
dilerseniz adına ‘Uyanış Zamanı’ da diyebilirsiniz. Evrenden her an yayılan yüksek enerjili, olumlu yansımayı alma ve
kendi prizmasından geçirip yansıtmayı bilmek için derinlik
gerekmez mi? Derinlik kazanmak için sıkıntıya katlanmayı göze alma
cesareti bulmak istenmez mi, peki tüm bunlar yaşanacak yeni bir
şuur halini kazanmak için değmez mi?... Derin denizlerin
enerjisini, okyanusların gel-gitlerini bilmeden, damla olmadan, su
olmadan, dalga olmadan okyanus olunur mu?
Artık rahatlıkla diyebiliriz ki, biz de şimdi ve geçmişte pek çok
sıkıntıyı bu nedenlerle yaşadık ve bizi bizden başka her şey
yönetiyor. Korkularımız, endişelerimiz, hayal kırıklıklarımız!...
Ve o ağırlıklara göre şekilleniyoruz yaşamda. Hep onlara göre
atıyoruz adımlarımızı. Yaşadığımız her bir zor tecrübeyi
dışlayarak, yıllar içinde, onu olduğundan da kötü anımsar
oluyoruz. Oysa evrenin bir dili var. Olayların bir nedeni var.
Bunu hiç düşünemiyoruz ya da düşünmek istemiyoruz…Kadersiz
kaderimize ağlarken geçirdiğimiz tüm zamanlarda, sadece olayların
bize bir şeyler işaret etmeye çalıştığını; ya bizi güçlendirmek ya
da bizi eğitmek üzere geldiğini kavrayabilsek, tüm bunlar sadece
deneyimden ibaret olurlar ve kendimizi aşma fırsatı verdikleri
için sevince dönüşürlerdi. Oysa
“Sonsuz yolculuk içinde sonsuz deneyimler”
hepsi de… Ne biri ötekinden daha önemli ne de daha önemsiz …
Kendimizi neden kısıtlamak zorundayız. Neden sınır, kalıp koymak
zorundayız. Neden şekillere ve şekilciliğe bağlı kalmak
zorundayız. Evren bize her an hafiflemeyi ve özgürleşmeyi işaret
ederken bu ağır yükler neden? Kendi esaretlerimiz içinde
kaybolmaktayız. Şekillerimiz, kalıplarımız, sınırlarımız zaman
içinde bizim mutsuzluğumuz oluyor ama biz hala bu mutsuzluğu
yaşamaya devam ediyoruz. Maddede aradığımız mutluluğu, şekilci
maneviyatla onarmaya çalışıyoruz. Sorumlu arıyoruz. Yerde, gökte,
nasılsa pek çok sorumlu var bu olup bitenlerden diyerek,
başlıyoruz hayıflanmaya. Ama yapamadığımız tek bir şey var. Dönüp
de bir kendimize; bir de yaptıklarımıza bakmak. Bulamadığımız
mutluluğu nerede arıyor olduğumuza görmek. Ve sadece gördüğümüz o
gerçeği olduğu gibi kabul etmek... Üzerimizde fazla fazla
taşıdığımız her bir istek, bizi aslında kendimizden özümüzden
uzaklaştırıyor. Yalın olmak, sanıldığı gibi hiçbir şey olmak
değildir. Ya da çok şey; itibar, mevki, hüküm sahibi olmak demek
değildir. Ne zenginlikler gizlidir o yalınlıkların içinde! Nasıl bir
korkusuzluk, nasıl bir güç ve cesaretli duruş saklıdır!...Hiçbir şeye ihtiyaç duymayan adamın öyle çok şeyi vardır ki...! Ve her şeye iştahla ihtiyaç duyanın da, öyle çok şeyi noksandır ki...! Şaşalı,
gösterişli her kapının ardında, gerçekten uzak şeyler vardır.
Çünkü gerçek yalın olandır, sade olandır. Onun gücü, kendi
varlığında saklıdır ve hiçbir gösterişe ihtiyacı yoktur. Oysa
her gösterişle boyanmış, kapatılıp gizlenmişin ardında bir
aldatmaca, bir kurgu vardır. Ve o şaşa ile kendine çeker. Göz
kamaştırarak kendine doğru sürükler. Ve bizde onların peşinden
koşarak fazlalıklarımıza fazlalık katarız. Kalıplarımız iyice
kırılmaz, sınırlarımız daha da esnemez olur. Ve buna rağmen
yinede mutlu olamayız. Tüm o fazlalıkları bir gün elde etmiş
olsak, şaşalar içinde oyalansak bile, içimizde bir şey bizi
durmadan dürter. Oysa, bize, içsel ıstırapların, korkuların ve
ümitsizliklerin olduğu yeri açmamızı ve arındırmamızı söyleyen
duyguyu ve iç sesi ondan korkmadan duyabiliriz.. Hissedişin en
ince ve yüksek noktasında, vicdanın ilahiliğe, kozmosa
bağlandığı noktada kalplerimizden enerji ve huzurun yeniden
ışımaya başlayabileceğini hep anımsayabiliriz.
Günümüz Dünya insanlığı tek tek kendisiyle karşılaşmaya,
yüreklerdeki ilahiliği öğrenmeye hazırlanıyor ve bu konuda cesur
olmamız gerekiyor. Bu yeni yüzyılda her insanın tek tek olma ve
ayrı olma duygusunun üstesinden gelmesi istenmektedir. Böyle bir
dönemde ego, görevini tamamlamış olacak ve daha yüksek bir forma
yükselecektir. Yükseliş için boyutsal değişimler gereklidir. Eski
Mısırlılar ve Kadim Bilgelik Okulları, kendi bedenlerini çok
boyutlu hale getirmek için onu nasıl hızlandıracaklarını
biliyorlardı. Bizler de kendi duygusal bedenlerimizi arındırmak,
öncelikle duygusal sağlımıza yeniden kavuşmak zorundayız. Realiteyi değiştirmeye karar verebileceğimizi fark edebilmek derin
bir uykudan emekleyerek çıkmak gibidir hepimiz kendimizi bir üst
boyut içinde hissetmeyi öğrenmek istiyoruz. Bu yaşamdayken şuurlu
hareket etmeye çalıştıkça, sarsıntı dolu geçmişte deneyimlenen acı
ve direnç yeniden su üstüne çıkabilir. Ne zaman kendimizle ilgili
yeni bir görüş elde etmeye çalışsak, hücresel düzeyde direnç ve
acı labirentinden geçmek zorunda bırakabilir bizi. Yeniye giden
yolu araştırırken bizi bir şekilde sınırlayan eskiyle ilgili
bağlarımızı bir süre askıya almak, yola devam etmek sonra dönüp
bir daha bakmak gerekebilir, artık bize gerekli olup olmadıklarını
ancak böyle anlayabiliriz.
Zaman
duygusal tortulardan ve acılardan arınma zamanı, onları isteyerek,
severek, bağışlayarak nazikçe bir kenara bırakma zamanı… Bunun
için kullanacağımız öyle çok yöntem var ki günümüzde… Bu
uygulamalara duyguları iyileştirme-şifalandırma diyoruz. Duygusal
sağlık (Emotional Healing) insanın bireysel gelişimi, sıçrama ve
aşama yapabilmesi için çok önemlidir. Duygusal sağlığınızı onarmak
için İsterseniz terapi yapın, isterseniz enerji alan dengeleme
çalışmaları yapın, isterseniz meditasyon-yoga yapın, seçim sizin.
Sonuç sizin tercihlerine göre karşınıza çıkacaktır. Önemli olan bu
şuura ulaşmak ve bu tortularla kristal enerjileri
kullanamayacağımız bilmek… Eğer dünya üzerinde yeni dersler ortaya çıkacaksa duygusal bedeni
arındırmayı öğrenerek tekamülümüz hakkında yeni bir şuura ulaşmayı
seçebiliriz. Bunu ortaya çıkaracak kapasite her insanın ruhsal
bellek bankasında mevcuttur. Duygusal beden arındırıldığında yani
duygusallıklar yenildiğinde ruh ve beyin çok boyutlu bir gelişme
yapar ve yeni derslere hazır olur.
Artık
“Yıldızlara ait bedenimizin enerjilerini taşımaya hazır mıyız?”
Kimimizin uzun zamanlardır beklediği ve
aradığı her şey, ışıktan gelen, görkemli yıldızlara ait olan enerjileri
gezegenimize kristal berraklığında yaydığımızda ortaya çıkacak…
“ Ufuk gözleyicileri, yeni bir şafağı açacak dönüşü bekliyorlar !
Ufuk gözleyicileri hiçbir maske takmayanları, kalplerini açanları, benliklerinin derinlerine bakacak kadar yaşama ve evrene
güvenenleri ve kalplerini evrensel sevgiye açanları
bekliyorlar !...”
|