Bazen yaşamın içinde çok karışıkmış gibi görünen olaylar
vardır. Ama aslında onu karışık yapan, içinden çıkılmazmış
gibi yapan kendimizden başkası değildir. Düşüncelerimiz,
endişelerimiz, korkularımız olaya eklendiği zaman karışıklık
başlar. Çünkü onlar karışınca bazen doğru bildiklerimizi bile
yapamaz hale geliriz. Aslında cevabı biliyor olmamıza
rağmen, duygularımıza yenik düşeriz. İçimizin gerçek sesi
yerine, duygusal yanımızı ön plana çıkararak hareket ederiz.
Oysaki o duygu girdapları, zaten çoğu zaman karışıklığı
yaratan şeyin ta kendisidir. Belki de, onları kenarda tutarak
karışık diye nitelendirdiğiniz herhangi bir olaya baktığınızda
meselenin çok basit, çözümün ise çok kolay olduğunu
görebiliriz. Korku ve endişelerimizden uzaklaştığımızda, o
çözümü uygular hale gelebiliriz.
Aşırı
duygusallıkta bir çeşit zafiyettir aslında. Çünkü bizi bizden,
gücümüzü içimizden, mantığımızı aklımızdan alır. Tamamen onun
kontrolü altında hareket etmeye başlarız. O esaret altında
gerçekten yapmamız gerekenleri yapmakta zorlanır ve gecikiriz.
Ve biz geciktikçe de işler olduğundan daha karışık görünmeye
başlar. Oysa evren
bizlere çözemeyeceğimiz problemler vermez. Sonuçlara
götürmeyen nedenlerle karşılaştırmaz. Her şeyin bir nedeni,
her nedenin bir sonucu, her sonucunda birbiriyle ilişkisi
vardır. Bir hareket, diğer bir hareketten etkilenerek meydana
gelir ve o da yeni bir hareketi oluşturur. Çünkü her şey
birbiri için vardır ve birbirine hizmet eder. Bu evrenin en
yüksek vazifesidir. Karşımıza gelen zor olayların
çoğu zaman zor oluyor olmasının sebebi, bu neden-sonuç
ilişkisinden bağımsız düşünüyor olmamızdır. Hangi olayın,
hangi olayı tetiklemesi sonucu bugün içinde bulunduğumuz
duruma gelmişizdir? Bunu hiç sorgulamayız...! Sadece esareti
altında olduğumuz duygularımızla; üzülerek, öfkelenerek,
kontrolümüzü kaybederek hareket ederiz. Kendimizi o duygusal
zafiyetten arındırdığımız anda, önümüzde bekleyen problemin
hemen yanı başında çözümünün de durduğunu görebiliriz. Aslında
o hep orada duruyor,sadece biz onu görmeyi seçiyor ya da
seçmiyoruzdur. Tamamıyla duyguların kontrolü altında hareket
etmek, bizi güçsüzleştirmekten ve gerçekleştirmek istediğimiz
şeyleri geciktirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Çünkü o
duygu girdabına kapılarak, onlara tutunup hareket etmeye
çalıştıkça; karmaşık diye nitelediğimiz olaylar daha da
karmaşık, daha da içinden çıkılmaz hale gelecektir.
“ Varlığın içsel donanımını
keşfedebilmesi, evrenle olan gerçek bağını görebilmesi için
pek çok tekamül evresinden geçmesi gerekmektedir. Oldukça
kaba, kalın ve yoğun bir enerji alanı olan madde enerjisinden
sıyrılarak, giderek incelip hafiflemek ancak bu süreçlerin
sonunda gerçekleşebilir. Bu
kaba madde enerjisinin tesiri altındayken, varlığın kendi
varoluş maksadının bilgisine vakıf olması pek olasılık
dahilinde değildir. Yaşamakta olduklarının gerçek amaçlarını
ve nedenlerini çözebilmesi çok kolay değildir. Çünkü içinde
bulunmakta olduğu yoğun ve baskın alan, onun evrenle olan
ilişkisini sınırlandırıp, kısıtlamaktadır. Böylece o alanın
gerçekliklerini gerçek, bilgisini bilgi, gereklerini
gereklilik gibi görmesine neden olmaktadır. Ancak bu tekamül evrelerinin ardından başlayan süptilleşme sürecinde, bu kaba ve yoğun alanın zaman içinde
sırasıyla terk edilmesinden sonra, varlık nihayet evrenle olan
gerçek ilişkisini fark etmeye başlar. Ve yavaş yavaş ‘asıl
olanın’ gerçek bilgisine doğru bir yolculuğa çıkar. Orada
keşfedecekleri daha çok, kendisinin asıl kaynakları,
varoluşunun maksadı, evrenin gerçek nicelik ve nitelikleri
gibi şeyler olacaktır. Bir önceki tekamül evresinde, terk
etmiş olduğu yoğun madde alanlarının esareti olmadan, bu defa
yeniden kendini var etme imkanına ve deneyimine sahip
olacaktır. Ve gelmiş olduğu bu yeni şuur hali ile üzerindeki o
sınırlı ve kısıtlı alanlardan kurtulmak suretiyle; evrendeki
nice geniş deneyimlere, yepyeni bilgilere, başka başka
gerçekliklerin imkanlarına doğru açılma olanağı bulacaktır.”
Her son yeni bir başlangıçtır Yeni
çağ
hafiflemek demektir. Üzerimizdeki tortulardan kurtulmak, asıl
varlığımıza daha da yaklaşmak, nihayet evrenin dilini anlamaya
başlamak demektir. Yani gözlerimizin, suretini değil aslını
görmesi demektir.
Gerçek
sandığımız şeylerin ne kadarı gerçekten gerçek? Değerli dediğimiz
şeylerin ne kadarı gerçekten o değere sahip? Değerliye
yüklediğimiz anlamlar, çoğunlukla maddeden, şan şöhretten geçiyor.
Zengin olmak, ünlü olmak, en güzel olmak yaşamın gayesi, hedefi
haline geliyor. Maddeye sahip olduğunuz oranda güç sahibi, otorite
sahibi hatta saygınlık sahibi oluyorsunuz. O kadar ki, o maddeyi
hangi yollarla ele geçirmiş olduğunuzun bile bir önemi kalmıyor.
Alın teriyle kazanılmış gerçek hak mıdır, değil midir kimsenin
gözü görmüyor.
Bu maddenin
gücüdür. Kapılan içinde uzunca bir yoldur. Çık çıkabilirsen
içinden, uğraş dur. Çünkü maddeye sahip oldukça üzerimize,
gözlerimize bir kat daha perde iner, kabuklarımız birer kat daha
kalınlaşır.
Eskiden
erenler, ermeye dağlara çıkar kendilerini ararlardı. Her şeyden
arınıp, kendi özlerine, Tanrı’larına bir kat daha yaklaşmak için
türlü sıkıntılara katlanırlardı. Onları gören halk da, saygıyla
onları izler, sözlerine itimat ederlerdi.
Şimdilerde
bilginin, bilgeliğin bile kısadan bir yolu, bir fiyatı var. En
çabuktan nasıl ererim formülleri, eh formüle göre de bedelleri var
elbette. Kendini Tanrı yoluna adamış Yunus’ların ise sadece adı
var, o da duymak isteyene. Ne
zor iştir kendinden geçip de, gerçeğe doğru yürümek. O kabukları
bir bir aşıp da, içerdekine varmak.
Eski doğu öğretilerinde, her bir değere varabilmek için yıllar,
onun karşılığı da ömürler verilirdi. Ne bir acele, ne de bir telaş
içinde olmadan ince ince işlenirdi
bilgiler. Ta ki, en derinlere nüfuz edene
kadar.
Şimdiyse,
birkaç ay içinde belli başlı kurslara gidip, birkaç kitap okuyarak
her şeye sahip olmak mümkün. Zahmetsiz ve
kolay yoldan, sadece bedelini ödeyip tüm zamanların sırlarına
ulaşmak mümkün. Tüm bunlar bir sonun başlangıcı aslında.
Yozlaşan değerler, kaybolan nizamlar, yitirilen manevi ilkeler
başka neyin habercileri olabilir ki?
Sonun
yaklaştığını değil, bizzat onun içinde bulunduğumuzun ifadesinden
başka bir şey değil bu göstergeler. Ancak her son yeni bir
başlangıç demektir. Ve bu da eski ve dejenere
olmuş bir çağın kapandığını, yepyeni bir çağın başlayacağını
işaret ediyor. Gözlerimizin suretini değil, aslını göreceği
yepyeni bir çağ... |