Değişim gelişmelere ayak uydurmaktır !
Çağımızın en büyük temel sorunu sevgisizlik, yalnızlık; insan
olarak birbirinden kopmanın, ayrışmanın günlük yaşamın bir
parçası haline gelmesi değil mi? Bugün çevremizde ve şu an
içinde yaşadığımız toplumda hatta ülkemizde ve diğer dünya
ülkelerinde görüp izleyip memnun olmadığımız, hoşnutsuz
kaldığımız ne varsa; iyice kökene ve derinine indiğimiz zaman
hepsinin temelinde yatan gerçek nedenin sevemiyor olmak
olduğunu; hırsın, nefsaniyetin, vicdansızlığın, adaletsizliğin
ve her türlü kötülüğün altında sevgi ve anlayış noksanlığı
olduğunu görürüz. Merhamet, sevgi, şefkat, hoşgörü ve
anlayışın olduğu yerde ise sadece katıksız sevgi vardır.
Sevebilmek evrensel ilke ve yasalara uygun yaşamayı doğal
olarak gerektirdiğinden gerçekten seven insan, kendisine
yapılmasını istemediği hiçbir şeyi başkasına yapmaz daha
doğrusu yapamaz…
Kendinin dışında olanlarla ve doğal olarak kendisiyle de
iletişimi kopmuş, anlayışsızlığı hat safhada yaşandığı bir
dünyanın çocukları olarak yapabileceklerimiz var mıdır
derseniz elbette vardır demek gerekir. Ama öncelikle bazı
temel soruların büyük bir dürüstlükle sorulması ve içtenlikle
yanıtlanması gerekir ki insan değişmek arzusunu hiçbir zorlama
ve yaptırım olmadan hissedebilsin.Yüreğindeki kuruluğu bahar
sevincine dönüştürebilsin…
Biz insanlar olarak
birbirimizi daha iyi anlamak için neler
yapabiliriz acaba, diye sormadan bir adım bile ilerlemek
mümkün olmuyor, teknoloji gelişiyor ama içsel varlıklar aynı
ilkel hırslarla boğuşmaya, hem kendilerini hem başkalarını
rahatsız etmeye ve düzeni bozmaya, gezegene küresel zarar
vermeye devam ediyorlar. Bu gezegenin iyiliği için yaşama
geçirilmeye çalışılan tüm kalkınma projelerine zarar veriyor.
Anlamak demek sevmek demektir
Öncelikli
olarak anlayış dediğimiz şeyin ne olduğuna bakmak lazım değil
mi? Anlamak demek, sevmek
demektir. İşin aslı da
budur!
Çünkü sevmeden hiçbir şeyi anlayamazsınız.
Varlığınızın bir köşesine azıcık da olsa biraz sevgi sıkışmış
olmalıdır. Sevgiyi her insan tatmıştır ve bu ayrımı yapabilir.
Sevme eylemine insanı sevmek,
doğayı sevmek, Tanrı’yı sevmek, eşi sevmek, çocuğu sevmek vb.
gibi isimler takabilirsiniz. Ama sevmek tek yolludur.
Aslında Tek’tir. Elbette gerçek sevgiden söz ediyoruz,
şarkılara ve günlük konuşmalara pelesenk edilen sözcüklerden
söz etmiyoruz. İşte o gerçek sevgi bir aracılıkla varlığımıza
bulaşınca zamanlar içinde dallanır budaklanır ağaç kökleri
gibi toprağın altından yayılır da yayılır. Ve gün olur her
şeyi sevmeye başladığımızı fark ederiz. Her şeyi Tanrı’da
bulmak ve o sevgiden ötürü kabullenmektir bu. İşte anlayış bu
aşamalarda doğar. Sevmek kapasitesi arttıkça anlayış dediğimiz
şeyde filizlenmeye başlar. Bencillik, ben merkezcilik, ego
yavaş yavaş silinirken, yerini anlayışın tohumları tutmaya
başlar. Ruhsal Dünya açısından da bir tanım ister anlayış
nedir derseniz;
anlayış
sevmektir. Her şeyi, her anı, her olanı sevmektir, kabul
göstermektir.
Kabul göstermek genelde pasif bir durum
olarak anlaşılır ama bu doğru değildir. O zaman onun adına
adamsendecilik demek gerekir. Gerçek kabul ve sabırda her
şeyin selameti ve iyiliği için pozitif kabul edilen tüm
eylemlerin ardı ardına ve hiç gecikmeden yapılması ve sonra da
olayın akışa
bırakılması anlatılmak istenir. Peki
hani her şeyi sevmeyi varıncaya kadar, sevmenin yani anlamanın
yolu yordamı yok mu derseniz, ona da birkaç kelam bulunur.
Anlamayı
denemek için, bunun alıştırmalarını yapmak için öncelikle
karşımızdaki insanın yerine koymak lazım kendimizi. Onun
koşullarını, ruh halini görmeye çalışmak lazım. Ve o koşullar
içinde, ruh hali içinde neden, nasıl, niçin öyle davranıyor
onu anlamaya çalışmak lazım. İlişkiler iki taraflıdır. İster
eşler, ister dostlar, ister anne-çocuk olsun hiç fark etmez
her zaman iki taraf vardır. Demek ki bunu iki tarafında
yapması lazımdır. Hem de eşit miktarda. İki tarafında eşit
seviyede bu tavrı göstermesi, birbirinin elini tutmaya niyet
etmesi lazımdır. Anlayış ancak o zaman doğar. Sevgi ancak o
zaman çoğalır.
Ne de
kolaydır karşıdakini davranışından ötürü yargılamak,
beğenmemek, burun kıvırmak, itmek, aşağılamak, ama ne zordur;
onu her haliyle kabul etmek, anlamaya
çalışmak
ve hissetmek, içinde bulunduğu hisleri, duyguları hatta
gelişim kapasitesini görmek ve onu olduğu gibi kabul etmek.
Yani anlamak.
Gerekirse yardım etmek, dost olmak. Karşıdakini ve onun
Dünya’sını anlamak. Orada neler olup bittiğini anlamaya, onun
elini tutmaya çalışmak.
Şimdi
şöyle bir soru sormak mümkündür başkasını bu kadar derinden
anlamak aslında kendini anlamak değildir de nedir? Kendini
anlamayan, sevmeyen başkasını sever mi? Sevebilir mi?
Gerçekçi olmak gerek sevemez. Öyleyse anlamak-sevmek eyleminin
içinde KENDİNİ BİLME-KENDİNİ
TANIMA çalışmaları saklıdır. Kendini bilmek, anlamak ve
tanımak için hiç çaba harcamayan insanların sık sık sevgiden
söz etmesi laf-ı güzaftan öte gidemez… Çünkü sevmek ve anlamak
aynı zamanda da değişime ayak uydurmak anlamına gelir.
Değişime Ayak Uydurmak
Sevmek
ve anlamayı birinci temel faktör olarak kabul ettikten sonra günümüzdeki gibi toplumsal değişim hareketlerin hızlı
metaforlar yarattığı, her şeyin güllük gülistanlık olmadığı
günlerde; küresel bir dünyada yaşadığımız için bireysel
gelişimimiz adına hepimiz kendimize bazı sorular sorabiliriz
ve sormalıyız da:
“Yaşadığımız toplum hayatı
gerçekten bozulma ve yozlaşma içinde mi, yoksa bize mi öyle
geliyor?
Eğer bir değişim söz konusu ise bu değişime ayak uydurmak,
teslim olmak mı gerekir, yoksa elden geldiğince değişimle
mücadele mi etmek gerekir?
Değişimin yönünü nasıl saptayabiliriz?”
Bu derin kavrayışlı sorunun
yanıtı iki uçludur. Yani günümüz toplumları hem bozulma ve
yozlaşma içindedirler hem de değildirde, bu bir dualitedir. Bu
ikilik, sistemin içinde ve bütünde daima mevcuttur. Denge
bunun üzerine kurulmaktadır.
Evet! Yaşadığımız
toplumdaki yaşam yozlaşma ve bozulma içindedir. Tüm değerler
alt üst edilmekte, özdeki bilgiler önemsenmemekte, manaya
değil maddeye yönelinmektedir. Yani Tanrı’nın nefesinden
oldukça uzaklara... Ancak bir o kadar da uzaklaşma yerine
yakınlaşma vardır da diyebiliriz çünkü olup bitenlerin tümü
gelişimin, dönüşümün bir parçasıdır. Ortaya yeni bir şeyin
çıkabilmesi için öncelikle bir öncekinin iyice tüketilmiş
olması gerekir. Yani en dibe kadar inmelidir. Çünkü bu sıçrama
noktasını yaptıracak olan şeydir. Dönüşümü başlatacak olan
şeydir. Vazifesini tamamlayan bir önceki realite, artık
dönüşüme yeni realiteye geçmeye hazır olacaktır. Ve sıçrama
gerçekleşecektir.
Dibe inmek yeni bir realiteye sıçramaya neden olur Bu
iki bilgiyle beraber bakıldığında bu yozlaşma diye tabir
ettiğimiz durum hem iyidir, hem kötüdür. Değerlerin
kaybedilmesi elbet kötüdür. Ama bu kayboluşun yeni alanlara
zemin açmak üzere sıçrama yaptıracak olması ise iyidir. Bu
gelişimdir. Bir oluşum vazifesini tamamlar ve diğerinin
zeminini hazırlar. Ve sıçrama meydana gelir.
Böylesine değerlerin
alt-üst olduğu günlerde içsel ve dışsal sükuneti, barışı
korumak, olaylara karınca bakışı ile yataydan değilde kartal
bakışı ile daha üst bir boyuttan dikeyden bakabilmek için
bizim tutumumuz kendi değerlerimizi korumak ve
dokunabildiklerimizi uyandırabilmek yönünde olmalıdır…
Dokunamadıklarımızı sistemin işleyişine emanet etmek, olan
bitenin ardındaki görünmeyen nedenler yüzünden bazı şeylerin
anlayışların yükselmesi için yaşanması gerektiğini gözlemlemek
ve ne ayak uydurmak ne de mücadele etmek daha yararlı sonuçlar
getirir. Gerekli senaryolar ilgili kişilerin zaten önünde
durmakta ve onlar tarafından iki uçlu olarak pozitif ve
negatif yönüyle yanıtlar hızla verilmektedir. Bu yanıtlar
sıçrayışın ve elemenin basamak taşlarıdır.
Bizlere
düşen asli görev ise olup bitenlerin bu sistemin sıçrayışı
için en uygun olan olduğunu bilerek, pozitif düşünce ve eylem
yayınını kesmeden, karmaşaya girmeden kendi öz değerlerinizi
korumak, onlara sahip çıkmak, onlarında bu sel sularında
yozlaşmalarını önlemek ve değebildiklerinize ışık tutmak, yol
göstermek, ışıktan haber vermek, doğru yolu göstermek
olmalıdır. O değilemeyenleri ise diğer kafileye katıp, sisteme
emanet etmek, sistemin kaotik bile görünse içindeki gizli ve
derin düzeni hissetmeye çalışmak günümüzün karmaşık dünyasında
elle tutulur, gözle görülür bir amaç oluşturur.
Anlamak sevmek olduğuna
göre olup biteni sahiden meta yönüyle de anlamaya çalışmak;
ihtiyacı olanlara sevgi enerjisini, canlılığı, umudu, neşeyi,
içsel barışı göndermek, Bütün’ün hayrı için işleri
kolaylaştırmak değildir de nedir!...
|