Hepimiz her sabah yatağımızdan kalkıp gece tekrar yatana kadar
türlü olayların içine giriyor, bir karmaşadan diğerine
sürükleniyor ve yaşadığımız iniş çıkışlı olaylarda enerjimizi
korumakta da doğal olarak zorlanıyoruz. Üstelik bu iniş
çıkışların olması için çok büyük, dramatik olayların olması da
gerekmiyor. Sadece içine girdiğimiz bir trafik sıkışıklığı
bile bütün enerjimizi bir anda değiştirebilme
potansiyeline sahiptir aslında.
Hal bir trafik için bile böyleyken, gün boyu yaşadığımız onca
hadisenin bizleri ne kadar çok etkilediğini bir düşünün!
İlişkilerimizde yaşadığımız türlü etkileşimler, belki bir şeyi
başaramamaktan ötürü kendimize yönelttiğimiz haksız
suçlamalar, belki iletişim kurarken kendimizi yanlış ifade
etmekten ötürü dışarıdan gelen tepkilerin yarattığı incinmeler
bunlardan sadece birkaçı olabilir. Gün içindeki bu
farklı olayları deneyimlerken olup bitene genelde tek yönden,
sadece kendi penceremizden bakma eğilimindeyizdir, oysa
etkilendiğimiz olayın bütününün bize anlatmak istediği bir şey
var ki genelde gözden kaçırdığımız asıl püf noktası da orada
saklı…
Yaşam bize sessiz ve
huzurlu bir ortam sağladığında bir şeylerin doğrusunu
düşünebilmek genelde kolaydır ama hepimizin bildiği gibi
bunları yaşama geçirebilmek hiç de öyle kolay olmaz. İşte bu
en çok canımızı sıkan olaylar (kabul etmesi zor da olsa)
yaşamın bize sunduğu en önemli fırsatlardır aslında. Yani
parkta dolaşırken kendi kendimize “sabırlı olmak iyidir” demek
kolaydır ama parktan çıkıp kalabalık caddeye adım attığımızda
sonu gelmeyen gürültülü araçların yol vermesini beklerken
sabır göstermek çok daha zordur. Ama kabul etmeliyiz ki asıl
iş tam burada başlıyor, yani beklemek zorunda kaldığımız,
sinirlerimizi zorlayan o anda… Peki ne yapabiliriz?
Parktayken üzerimizde biriken o güzel enerjileri kaybetmemek
için nasıl bir yol izleyebiliriz?
Örneğin işe, tepki vermeden önce derin bir nefes almakla
başlayabiliriz. Hemen ardından da “sonu gelmeyen bu trafik
bana ne söylemek istiyor?” diye sorabiliriz. “Komik bu!”
diyebilirsiniz belki ama asıl böyle zorlandığımız anlarda
evrenden bize gelmiş bir mesaj vardır; örneğin “sabır
yeteneğinin gelişmeye ihtiyacı var” gibi. Bu sıkıcı durumlarda
eğer o an içindeyken böyle bakabiliyor, içeriğini çözsek de
çözmesek de en azından bir
“mesaj olduğunu”
fark edebiliyorsak zaten işin en önemli kısmını halletmiş
sayılırız. Çünkü üzerimize gelen her türden baskılı, incitici,
zorlayıcı olaylara karşı böyle bir farkındalık hali
geliştirmek olaya karşı tutumumuzu da etkileyecek ve bu da
bizde bambaşka, çok daha yüksek bir anlayışın gelişmesine
kapıyı açarken; bizi zorlayan olayın gidişatını olumlu yönde
değiştirme imkanını da beraberinde getirecektir. İşte bu
şekilde kendimizi, olayları ve enerjileri pozitife dönüştürme
eylemini gerçekleştirmiş oluruz.
Sadece içine girdiğimiz bir trafik sıkışıklığı bile tüm zihin
halimizi, enerjimizi değiştirebiliyor ve kişinin kendi kendine
yaşadığı farklı bir etkileşim içeriyor. Oysa bizler baskılı,
zorlayıcı olayları daha çok karşılıklı ilişkilerimizde
yaşıyoruz. Örneğin işyerinde her gün uyum içinde çalıştığınız
arkadaşınız aniden size tepki dolu ve incitici tavırlar
göstermeye başlamışsa bilin ki
“mesajınız
var”.
Bu durumda tutum olarak hemen tepki vermeye başlamak yerine
örneğin, yine önce derin bir nefes alarak ve ardından da
karşımızda sürekli olarak size oklar yağdıran kişinin akışının
yönünü değiştirebilecek bir şey yapmayı tercih edebiliriz.
Örneğin tam bu sırada edeceğimiz ani bir iltifat, hiç
beklenmedik bir şekilde birdenbire atacağınız kahkaha
karşınızdaki kişinin bütün bakış açısını bir anda bambaşka,
çok daha “yukarıda” bir noktaya yükseltebilir. Ama unutmayın
ki burada asıl durması gereken kişi o değil, bizizdir. Neden?
Çünkü mesaj kutusunu açabilen biziz, karşımızdaki değil. Böyle
bir durumda mesaj belki dikkatsizce konuşup “kelimelerin
etkisini” göz ardı ettiğimiz, ya da kendimize gösterdiğimiz
duyarlılığı başkalarına göstermediğimiz veya bambaşka bir şey
de olabilir.
Söz konusu farkındalıkla
hareket etmekle olayı çok daha olumlu bir noktaya sürüklerken
kendimizle birlikte karşımızdaki insana da (ve buna şahit olan
diğerlerine, hatta kelebek etkisini düşünecek olursak belki de
dünyanın öbür ucundaki birilerine de) farklı bir anlayışın
anahtarını sunmuş oluruz.
İşte
“nasıl
daha fazla ışık getirebilirim?”
diye soruyorsanız, olaylara bu şekilde bir
“üzerine
çıkma” çabası içinde
yaklaşmak yerinde bir yanıt olacaktır.
Her gün pek çok sıkıntıyı
bize getiren hayat aslında hep daha yükseğe tırmanabilmek
adına bize fırsatlar sunan bir laboratuvar ortamıdır. Onunla
aramızdaki bu iletişimi fark edip görünmeyen posta kutumuzu
sık sık kontrol etmek, özlemini duyduğumuz çok daha uzak
sahillere bizi götürecek araca ilk adımı atmak olabilir.
|