Pek büyük bir başarıyla hep beraber uyguladığımız “kendimizi
aldatma”
işlemini spiritüel ahlak ve bilgi açılarından da ele almak
gerekiyor. Bu psikolojik gerilemenin birçok yönlü uygulaması
vardır. En yaygın olarak görüleni ise “*tevilciliktir”
(*çevirme,
döndürme). Tevil, insan ruhunun tekamülüyle ilgili bir
davranış şeklidir. Realitenin gerek gördüğü eylemin Doğru’ya
(gerçeğe) göre sapkınlık göstermesi tevili oluşturur. Başka
bir deyişle doğru olanın değişik bir mantıkla çarpıklaştırılıp
başkalaştırılmasıdır.
Günlük
hayatımızda bilerek ya da bilmeyerek gereksinme duydukça
tevillere başvururuz. Toplum hayatımızın birçok kuralları,
yaptırımları, kınamaları tevile zorlayıcı birtakım
hareketlerde bulunmamıza sebep olmaktadır. Uygulamada daha
çok, kişiliğimizin, Ben’imizin değerini başkalarının gözünde
küçük düşürtmemek, maddi-manevi çıkarlarımızın doyurulmasından
yoksun kalmamak için sürekli olarak tevile başvurulmaktadır.
Konun psikolojik yanı ele alınırsa korkunun burada esaslı bir
rol oynadığını görüyoruz. Istıraptan kaçıp mutluluğu aramak
doğal bir eğilim, belki de bir ilke. Istırap verecek her
şeyden için için çekinmek ve korkmak, temelde cahilliği içeren
bir içgüdüdür. Ben’in bütünlüğünü korumak, gereksinimlerini
sağlamak, çıkarlarını savunmak hakkıdır, ama hayatın anlamını
ve kendini bilememe, bu şuursal karanlık, körlemesine bir
ıstıraptan kaçışı, mutluluğa koşuşu doğurmaktadır. Maddesel
hayatın amacı mutlu olmak değildir. Mutluluğu sağlayacak
bilgi-görgü ve deneye sahip olmak, asıl amaçtır. Kişisel
tevillerin Ben-Vicdan, Sapkın-Normal, Çıkar-Sağduyu mücadelesi
olarak belirdiğini görüyoruz.
Spiritüel anlamda
*Nefis
(*Bilgisiz
Ego) kendi kendini denetlerken, eksik ve kusurlu
yönlerini gözden geçirirken, çeşitli kanıtlar ileri sürerek
kendini mazereti var gibi gösterir. Başarısızlıkların, haksız
fiillerin, tecavüzlerin, zulüm ve adaletsizliklerin, kısacası
bilgisizliğin sonuçlarını hafifletmeye çalışır. Eksiklik
kompleks haline gelince, kendimize olan güvenin azalmasına,
manevi yoksulluğa, hatta aşağılık duygusuna sahip oluruz.
Özellikle
maddi ve manevi yetersizliğimizi gidermek yerine bu durumu
haklı bir sebebe dayandırmaya çalışırız. Kendine güven ile
kendini beğenme çok kere birbirine karışırlar. Kendine
güvenende bulunan sükunet, sabır ve hoşgörü kendini beğenende
yoktur denebilir. Hep haklı olmak ve haklı çıkmak çabası
içindedir kendini beğenenler ve bu nedenle tevilciliği iyi
kullanırlar. Ama, gün be gün, toplumdaki durumları güvenilmez
insan halini alır.
Acaba vicdani uyarı ve zorlamalar karşısında durumumuz nedir?
Vicdani uyarı ve öğütleri zaaf olarak gören insanlar vardır.
Bu kanaldan gelen bilgiyi değiştirmek ya da sesi susturmak,
onların ilk başvurdukları çözüm yoludur. Kuşkusuz, böylesi
ince ve seyyal bir etkiye karşı şuurları cevap veremeyecek
kadar güçsüzdür. Çıkarcı ve bencil gerçeklikleri içinde
yaşayan kimselerde her yönüyle hakkaniyetin tevil edildiğini
görmek olağandır. Kendilerince kurdukları hayatın anlamı ile
insansal ve ahlaksal değerlerinden çıkmamak için mücadele
verirlerken tevile başvurulur. Sorumluluk ve yükümlülüğün
karşılığını vermek gerektiğinde bunun gerçek değerini
bulmadan, çıkarcı akıl oyunlarına başvurmak sözde tatmin ve
borcu yerine getirme yoluyla da tevilcilik yapılabilmektedir.
“Kitabına
uydurma”
deyimini biliriz. Ne yapmak istiyoruz? Doğruyu kendimize
uyduruyoruz. Bilgisizliğimizi örtbas ediyoruz. Özetlemek
gerekirse: Hayatımızı kısır döngülere sürükleyen tevilcilik
sinsi ve sevimli bir düşmandır. Bu düşmanla işbirliği
yapılmasının nedenlerine gelince:
1-Şuurlar
karanlıktır, kapalıdır.
2- Yaşam
dar ve basit bir anlam içinde, yüzeysel olarak yaşanmaktadır.
3- Vicdan
sesi denen, tekamülle gelişen doğal insan bilgisi, şuur
alanına yerleşmiş bulunmamaktadır.
4- Kişiler
arasında makul bir çıkar dengesi kurulmamıştır.
5-
Aldatmanın normal bir prensip olarak kabul edilmesi çoğunlukça
benimsenmiştir.
6- Yüksek
ve geri düzeyli etkilerin uygulama alanı içinde bulunan
insanın en eski korkusu, hayatı sürdürememe korkusunun
mücadelesi devam ediyor; ölmek, açlık, hastalık, doğal
afetlerden binlerce yıldır sürüp gelen korku (arşetipik
imajlar), uygar düzeyde biçim değiştirerek, ama daha da
yaygınlaşarak sürüp gitmektedir. Bunlara kişiliğin korunması,
her türlü çıkarcılığı da eklemek gerekir.
Bilgisizlik, anlayışsızlık, sevgisizlik ve güvensizlik
insanlığımızı hızla kemiren kötülüğün mayasıdır, özüdür.
Toplumların temel sorunu ne ekonomik, ne siyasal, ne de
felsefidir. İnsanın insanla olan ilişkisini araya girerek
kesen, örten, saklayan güçleri apaçık şekilde görememektedir.
|