“Hayat sevinçtir” sözünün ve düşüncesinin herkesin kabul
ettiği türden bir gerçeklik olmadığı göze çarpan bir
olgudur. Her ne kadar herkes bunu bilse de, on
kişiden dokuzu doğruluğuna itiraz edecektir. Çünkü onlar
hayatı, olaylarla karıştırıyorlar. Oysa hayatın sahibi
insandır, olaylar sadece onun arkasında açılan birer manzara
olmaktan ibarettir. Ayrıca herkes şunu bilir ki insan ne kadar
hayat doluysa kendini de o kadar sever. İnsanın duyduğu
sevinç, içinde hissettiği hayatla orantılıdır. İnsanın
olaylardan duyduğu zevk veya acı ise olayların, hissettiği
canlılığı artırmasından ya da azaltmasından kaynaklanır.
Duyarlılık önce hayatı kendi derinlerinden çağırır, ardından
elde ettiğinde ise onu boşa harcar. İnsanlar onu çağırma
eylemini bilir, arar ve hayatlarına alır; sonrasında ne
yapacaklarını ise ya tam bilemezler ya da hiç bilemezler.
Sevinç duyar ama bundan dolayı bir tepki vermeyi unuturlar.
Dolayısıyla da pek çok enkarnasyon (doğum yoluyla yeniden
yaşam bulmak) boyunca kötü alışkanlıklar edinirler ve bunları
büyük zorluklar yaşamadan aşamazlar ya da aşamayacaklarını
düşünürler ki bu da aynı şey demektir.
Sevinç arayışı gerçekte hayatın arayışıdır ve belirli koşullar
altında tamamen yerinde bir davranıştır. Sevinç kelimesinin
anlamı doğrudan ifade edildiğinde, duyulan sevinç bir tepki
yaratmıyorsa ve bir acı tat vermiyorsa yerinde bir davranış
olarak kabul edilir. Hayat açısından bakarsak da, hayat boşa
harcanmak için çağrılmıyorsa uygun bir davranış olarak kabul
edilir, yani bu eylem ölüme doğru bir adım değilse doğru kabul
edilir.
İster fiziksel, ister ruhsal olsun sevinç, kalpte varolan
şuurun parıldayan hali olarak ortaya çıkar.
Hindular en yüksek hali tek bir bileşik kelimeyle ifade
ediyorlar;
Sat-chid-ananda;
ve bu
"şuurlu
olmak sevinçtir" anlamına
geliyor, ama bence onlar dünyada sıradan bir hayat sürerken
bunu sürekli kılma olasılığını fark etmemiş olmalılar.
Sevinç hissetmek için olaylara bağımlı değiliz. Eğer öyle
olursak bize sevinç getiren olay bittiğinde de üzüntü duymamız
gerekir. Sevincin pek çok tonu vardır ve bunların hepsinin
sesinin duyulması gerekir, yoksa araç, yani insan
yorulacaktır. Kalpte sevinç ışığının parlaması diğer
insanlarda da bu hissi uyandıracak ve onlar da kendi
notalarıyla buna yanıt vereceklerdir. Etki bizden yayılır,
tekrar bize döner ve tekrarlanan etkiler diğer insanları da
tetikleyerek kendilerini zenginleştiren daha da güçlü duygular
oluşturmalarına neden olur.
Eğer bir insan sadece düşük seviyeli kişisel doğasının sesini
yansıtıyorsa yani duygusallık arıyorsa, bedeni bundan
yorulacaktır; kendini sürekli alt seviyeli kanaldan besleyecek
ve sonunda ruhsal açıdan bir aptala dönüşecektir.
Olaylardan bağımsız bir şekilde kalpte sevinç yaratmak,
“hayat sevinçtir”
diye düşünmek olumlu bir eylemdir. Belki denemelere rağmen
uzun süre başarılı olunduğu görülmeyebilir ama her gün yeniden
denedikçe bir güç birikmesi gerçekleşir ve bir gün kişi bu
gücün kendisinde ne kadar çoğaldığını fark eder, kalbi sanki
içinde altından bir alevi barındırıyor gibi hissetmeye başlar.
Bu altından aleve benzeyen sevinç belki birkaç dakika içinde
kaybolabilir ama eğer devam ederse bir süre sonra kalıcı
olmaya başlar ve hayattaki bütün görevlere parıltısını katar.
Her ne kadar sadece o birkaç dakika boyunca kişiliğin ötesine
geçmiş de olsa (giderek kendisinin de Tanrı-Ruhu olmaya
başladığı düşünüldüğünde) ruhun neye benzediğini, dünya
kalbinin nasıl bir şey olduğunu hissetmeye başlaması açısından
önemlidir.
Eskiden “Tanrı geometrik hesaplarla çalışır” diye bir söz
vardı. Bu dünya zihniydi. Dünya kalbi tüm üretken sevgide
enerji yüklenirdi ve geometri O’nun enerjisinin, şartları
belirleyici formuydu. İster formu en son çalışın ya da yok
sayın, insan en sonunda her ikisine de erişecektir.
Bilgelik,
sevgi ve sevinç bizlerin erişmek istediği üçlü olmalıdır,
hayat bunların hepsini kapsar.
|