Günün Penceresi

WWW.ASTROSET.COM

PARLAYAN KALP

Gertrude W. Van Pelt
Çeviren: Işık UÇKUN
Yayın Tarihi: 06.Haziran.2009
http://www.theosociety.org

  Bir zamanlar ışık saçan, hayat dolu, mutluluk dolu bir varlık vardı. Bu varlık Işık Ülkesi’nde gücünden ve özgürlüğünden memnun, mesut yaşardı. Ama öyle bir zaman geldi ki, derinlerden gelen ve emreden bir ses duydu. Öyle derinden geliyordu ki bu ses, adeta onun varlığının ta merkezinden geliyordu; şöyle diyordu: Kaderin seni Gölgeler Diyarı’na yöneltiyor. Görevin artık orada sürecek.

  Işıktan Varlık geri çekilmese de asil bir azimle heyecan duydu ve kendini Gölgeler Ülkesi’nin girişine sundu. Kapının yanında görkemli bir varlık duruyordu; gücünün ifadesini sunan bir yüze ve öylesine derin bir şefkate sahipti ki bu cismi olmayan varlık bile önünde saygıyla eğiliyordu. Yine aynı ses zengin ve nüfuz edici tonlarla konuşarak ortaya çıktı. Kapının yanında duran güzel bir forma bürünmüş varlık, elindeki bir enstrümanının tellerinde geziniyordu. Ses her yere nüfuz etti, böylece kimse onun nereden geldiğini açıklayamadı ve ses ışığa dönüştü; bütün renklerde müziğini çaldı. Işık bir parlayan kalp şeklini aldı, bu özgür ve korkusuz ruhu sarıp sarmalayan bir kalbe. Her yer müzikle dolmuştu ve ses sanki şunu söylüyordu, “Senin görevin Gölgeler diyarında. Bu şekle bürün. !”

  O anda büyük bir sessizlik oldu ve parlayan kalp kayboldu. Kapı açılıp tekrar kapandığında dar bir koridorun içine girmişti. Karanlık ve dolambaçlı bir kanalda ilerliyordu şimdi ve sonunda donuk bir ışığın aydınlattığı bir odaya gelmişti. Burada üç kızkardeş oturmuş bir giysi dokuyordu; koyu renkli, ışık geçirmez bir giysiydi bu. Parlayan kalbe bakıp “Senin gelişin müjdelendi.  Bu giysi senin için hazırlandı” dediler. “Gitmek üzere olduğun ülkede sana kadın diyecekler”diyerek parlayan kalbi giydirdiler. Giysi, ışıklar saçan varlığı sarıp gizlediğinde onu garip bir uyuşukluk ve unutkanlık ele geçirmiştiı. Dolambaçlı koridoru geride bıraktığında geçmişin hatırası artık solmuştu ve sersemlemiş haldeki varlık anlayamadığı bir güçle hareket ettiriliyor, yavaş yavaş yarı aydınlık Gölgeler Diyarınında belirmeye başlıyordu.

  Görkemli varlık yine yanındaydı, ama artık göremiyordu ve sesi boğuk ve uzak geliyordu. “Çocuğum” diyordu;

  “Artık Gölgeler Diyarı’ndasın ve senin yaptığın iş onları yükseltmeye hizmet etmeli. Burada da seveceğin ve seni sevecek kızkardeşlerin, erkek kardeşlerin var ve sen onları tanıyamayacaksın çünkü giysileri onları gizliyor. Tıpkı seninkinin de seni gizlediği gibi. Ama unutma ki senin yakınındalar ve her gittiğin yerde onlarla karşılaşıyorsun. Pekçokları yollarını kaybettiler, pekçokları çamura bulandılar ve pekçokları da düşman gibi çıkacaktır karşına çünkü bu ülkenin zehirli dumanları onları aldatıyor ama bütün bunların altında onlar aslında kardeştirler.

  Bu kör edici buharlar en yoğun vadilerde bulunur. Oralarda çok durma yoksa seni ele geçirirler ve çalışmanı engellerler. Dağlara tırmanmayı öğren, varlığını her gün o dağları saran temiz havayla doldur. Bu ülkede ancak böyle çalışabilirsin, çünkü gölgeler o yükseklere çok nadiren dokunabilirler. Orada giysilerin incelir ve parlayan kalbinden yayılan ışıklar etrafındaki havaya karışır. Şimdiden başla, ayakların henüz tırmanmayı öğrenemeyecek kadar narin olsa bile. Şu anda senin için kolay olacak ve izlediğin yol ileride sen yorulduğunda yürüyüşünü kolaylaştıracak.

  Her yerde arkadaşlarınla karşılaşacaksın, vadilerde, yükseklerde, ülkelerin içerilerinde… Ama sen onları yalnızca yükseklerde ara. Çünkü sende onlara dokunacak sihir mevcut. Her nerede bulunursan bulun, orada arkadaşların olacak ve onlar artacak. Vadilerde onlara çok yakından bile dokunsan arkadaşlarını tanıyamayacaksın ve etrafındaki gölgeler giderek kalınlaşacak. Sen ve kardeşin ıstırap ve çaresizlik içinde ancak el yordamıyla yürüyebileceksiniz. Eğer yükseklere karışırsanız, oraların ışığı giderek hafifleyecek, seni bir ışık sarıp sarmalayacak ve etrafın mutlulukla coşacak. Parlayan kalbin genişleyecek ve onun ışığı vadilere kadar ulaşacak, hatta oluşan gölgeleri eritecekler. Orada tanıştığın yoldaşlarını kaybetmeyeceksin. Onların  yüzlerini orada gördüğünde, tıpkı bir mutluluk görüntüsü gibi bu senin içinde kalacak,  her nereye gidersen git. Her zaman gelişinin amacını hatırlamaya çalış ve ancak onu yerine getirdiğinde huzur bul”.

  Ses kayboldu ve gecenin sessizliği her yeri kapladı. Çocuk iki dünya arasında asılı kalmış gibi hareket edemeden öylece kalakaldı; ne görebiliyor ne de duyabiliyordu. Hafif bir rüzgar havada geziniyor, şafak vaktinin kutsal sessizliğini kuşların zarif şarkıları bölüyordu. Harika bir ışık yavaşça büyüdü, şekilsiz olanı şekle dönüştürdü ve tüm doğayı altından bir sis sevgiyle ve gizemle doldurdu. Çocuk kımıldamadı ve yankılanan sesin hatırası yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Bakışları önünde açılan güzelliğin görüntüsüne takılmıştı. Büyülenmiş bir halde ileri doğru yürümeye başladı, sabahın tazeliği yayılıyordu.

  Yıllarca yürüdü,yürüdü… Bir zamanlar ona garip gelen görüntüler şimdi tanıdık geliyordu. Sesin hatırası kaybolmuştu ama etkisi hala onunlaydı. Dağlara tırmanmayı öğrenmişti ama onu tutma gücünün tadını vadilerde henüz hissedemiyordu. Vadilere pişmanlıkla girdi, buralarda motivasyonunu kaybetti. Henüz hiçbir arkadaşını bulamamıştı, sık sık onların yüzlerini gördüğünü sanıyordu ama yakaladığı resimler hep görünmeyen bir el tarafından ondan alınıyordu. Yalnızlık onu ele geçirmişti.

  Bir gün yollar sıcak ve tozluydu. Önünde uzanan vadiler yürümesi daha kolay gibi göründü ona ve ruhunun yorgunluğu içinde buraya girdi. Dikkatsiz ve kayıtsız bir halde giderek daha da aşağılara indi, zehirli buharları tedbirsizce içine aldı. Ardından diğerleriyle karıştı, kendi kaderini ve onlarınkini unutmuştu. Gölgeler büyüdü, bulutlar kalınlaştı ta ki acı ve ıstırap kalbini harekete geçirene kadar ve birden eski hatıralar geri döndü. Korkuyla adımlarını geri çevirdi. Ayakları ağrılaşmıştı ve bacakları yorulmuştu ama eskiden sahip olduğu yükseklere tırmanma gücü geri gelmişti; gücü ve keskinliği büyüyordu.

  Şimdi yalnızdı ama umursamadı. Yavaşça yamaca tırmandı, rüzgarlı yoldan geçti. Geride bıraktığı vadiye yukarıdan şöyle bir baktı, yarattığı gölgelerin içinde el yordamıyla hareket eden varlıkları izledi. Korkunç bir pişmanlık yüreğini kapladı. Henüz tanımadığı bir ıstırabın acısı onu ele geçirdi ve kuvvetli bir azim içinde belirdi. “bu gölgeler eriyecek” dedi, “hatta yolun üzerine bir ışık bırakacağım ki bu varlıklar onu izleyebilsin. İçindeki pişmanlık sevgiyle karışmıştı; acısını gömdü, yüzünü ileriye döndü.

  Yıllarca tırmanmayı sürdürdü. Tuzaklarla karşılaştı, onlardan kaçtı. Engeller çıktı önüne, onları da aştı. Dağlar giderek önünde daha da yükselse de o tırmandıkça tesirler giderek saflaştı ve tatlılaştı. Aniden bir yere geldi ve orada arkadaşlarıyla karşılaştı, onları tanımıştı. Ellerini uzatıp onu aralarına aldılar. Onlardan yayılan büyük bir ışık bu yükseklerde birleşti ve onların ellerine dokunduğunda ışık daha da parlaklaştı, öyle ki ta vadilere kadar uzandı.

  Şükranla gözlerini kaldırdı. İçinde bulundukları alanda sesler adeta şöyle söyler gibiydi; “Ey gökler, ismin mukaddes olsun...”

 
 

© Astroset 2004-2010