Bir zamanlar ışık saçan, hayat dolu,
mutluluk dolu bir varlık vardı. Bu varlık Işık Ülkesi’nde
gücünden ve özgürlüğünden memnun, mesut yaşardı. Ama öyle bir
zaman geldi ki, derinlerden gelen ve emreden bir ses duydu.
Öyle derinden geliyordu ki bu ses, adeta onun varlığının ta
merkezinden geliyordu; şöyle diyordu:
“Kaderin
seni Gölgeler Diyarı’na yöneltiyor. Görevin artık orada
sürecek. ”
Işıktan Varlık geri çekilmese de
asil bir azimle heyecan duydu ve kendini Gölgeler Ülkesi’nin
girişine sundu. Kapının yanında görkemli bir varlık duruyordu;
gücünün ifadesini sunan bir yüze ve öylesine derin bir şefkate
sahipti ki bu cismi olmayan varlık bile önünde saygıyla
eğiliyordu. Yine aynı ses zengin ve nüfuz edici tonlarla
konuşarak ortaya çıktı. Kapının yanında duran güzel bir forma
bürünmüş varlık, elindeki bir enstrümanının tellerinde
geziniyordu. Ses her yere nüfuz etti, böylece kimse onun
nereden geldiğini açıklayamadı ve ses ışığa dönüştü; bütün
renklerde müziğini çaldı. Işık bir parlayan kalp şeklini aldı,
bu özgür ve korkusuz ruhu sarıp sarmalayan bir kalbe. Her yer
müzikle dolmuştu ve ses sanki şunu söylüyordu,
“Senin görevin Gölgeler diyarında. Bu şekle bürün. !”
O anda büyük bir sessizlik oldu ve parlayan kalp kayboldu.
Kapı açılıp tekrar kapandığında dar bir koridorun içine
girmişti. Karanlık ve dolambaçlı bir kanalda ilerliyordu şimdi
ve sonunda donuk bir ışığın aydınlattığı bir odaya gelmişti.
Burada üç kızkardeş oturmuş bir giysi dokuyordu; koyu renkli,
ışık geçirmez bir giysiydi bu. Parlayan kalbe bakıp
“Senin gelişin
müjdelendi. Bu giysi senin için hazırlandı”
dediler. “Gitmek
üzere olduğun ülkede sana kadın diyecekler”diyerek
parlayan kalbi giydirdiler. Giysi, ışıklar saçan varlığı sarıp
gizlediğinde onu garip bir uyuşukluk ve unutkanlık ele
geçirmiştiı. Dolambaçlı koridoru geride bıraktığında geçmişin
hatırası artık solmuştu ve sersemlemiş haldeki varlık
anlayamadığı bir güçle hareket ettiriliyor, yavaş yavaş yarı
aydınlık Gölgeler Diyarınında belirmeye başlıyordu.
Görkemli varlık yine yanındaydı,
ama artık göremiyordu ve sesi boğuk ve uzak geliyordu.
“Çocuğum” diyordu;
“Artık Gölgeler Diyarı’ndasın ve senin yaptığın iş onları
yükseltmeye hizmet etmeli. Burada da seveceğin ve seni sevecek
kızkardeşlerin, erkek kardeşlerin var ve sen onları
tanıyamayacaksın çünkü giysileri onları gizliyor. Tıpkı
seninkinin de seni gizlediği gibi. Ama unutma ki senin
yakınındalar ve her gittiğin yerde onlarla karşılaşıyorsun.
Pekçokları yollarını kaybettiler, pekçokları çamura bulandılar
ve pekçokları da düşman gibi çıkacaktır karşına çünkü bu
ülkenin zehirli dumanları onları aldatıyor ama bütün bunların
altında onlar aslında kardeştirler.
Bu kör
edici buharlar en yoğun vadilerde bulunur. Oralarda çok durma
yoksa seni ele geçirirler ve çalışmanı engellerler. Dağlara
tırmanmayı öğren, varlığını her gün o dağları saran temiz
havayla doldur. Bu ülkede ancak böyle çalışabilirsin, çünkü
gölgeler o yükseklere çok nadiren dokunabilirler. Orada
giysilerin incelir ve parlayan kalbinden yayılan ışıklar
etrafındaki havaya karışır. Şimdiden başla, ayakların henüz
tırmanmayı öğrenemeyecek kadar narin olsa bile. Şu anda senin
için kolay olacak ve izlediğin yol ileride sen yorulduğunda
yürüyüşünü kolaylaştıracak.
Her
yerde arkadaşlarınla karşılaşacaksın, vadilerde, yükseklerde,
ülkelerin içerilerinde… Ama sen onları yalnızca yükseklerde
ara. Çünkü sende onlara dokunacak sihir mevcut. Her nerede
bulunursan bulun, orada arkadaşların olacak ve onlar artacak.
Vadilerde onlara çok yakından bile dokunsan arkadaşlarını
tanıyamayacaksın ve etrafındaki gölgeler giderek kalınlaşacak.
Sen ve kardeşin ıstırap ve çaresizlik içinde ancak el
yordamıyla yürüyebileceksiniz. Eğer yükseklere karışırsanız,
oraların ışığı giderek hafifleyecek, seni bir ışık sarıp
sarmalayacak ve etrafın mutlulukla coşacak. Parlayan kalbin
genişleyecek ve onun ışığı vadilere kadar ulaşacak, hatta
oluşan gölgeleri eritecekler. Orada tanıştığın yoldaşlarını
kaybetmeyeceksin. Onların yüzlerini orada gördüğünde,
tıpkı bir mutluluk görüntüsü gibi bu senin içinde kalacak,
her nereye gidersen git. Her zaman gelişinin amacını
hatırlamaya çalış ve ancak onu yerine getirdiğinde huzur bul”.
Ses kayboldu ve gecenin
sessizliği her yeri kapladı. Çocuk iki dünya arasında asılı
kalmış gibi hareket edemeden öylece kalakaldı; ne görebiliyor
ne de duyabiliyordu. Hafif bir rüzgar havada geziniyor, şafak
vaktinin kutsal sessizliğini kuşların zarif şarkıları
bölüyordu. Harika bir ışık yavaşça büyüdü, şekilsiz olanı
şekle dönüştürdü ve tüm doğayı altından bir sis sevgiyle ve
gizemle doldurdu. Çocuk kımıldamadı ve yankılanan sesin
hatırası yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Bakışları önünde
açılan güzelliğin görüntüsüne takılmıştı. Büyülenmiş bir halde
ileri doğru yürümeye başladı, sabahın tazeliği yayılıyordu.
Yıllarca yürüdü,yürüdü… Bir
zamanlar ona garip gelen görüntüler şimdi tanıdık geliyordu.
Sesin hatırası kaybolmuştu ama etkisi hala onunlaydı. Dağlara
tırmanmayı öğrenmişti ama onu tutma gücünün tadını vadilerde
henüz hissedemiyordu. Vadilere pişmanlıkla girdi, buralarda
motivasyonunu kaybetti. Henüz hiçbir arkadaşını bulamamıştı,
sık sık onların yüzlerini gördüğünü sanıyordu ama yakaladığı
resimler hep görünmeyen bir el tarafından ondan alınıyordu.
Yalnızlık onu ele geçirmişti.
Bir gün yollar sıcak ve
tozluydu. Önünde uzanan vadiler yürümesi daha kolay gibi
göründü ona ve ruhunun yorgunluğu içinde buraya girdi.
Dikkatsiz ve kayıtsız bir halde giderek daha da aşağılara
indi, zehirli buharları tedbirsizce içine aldı. Ardından
diğerleriyle karıştı, kendi kaderini ve onlarınkini unutmuştu.
Gölgeler büyüdü, bulutlar kalınlaştı ta ki acı ve ıstırap
kalbini harekete geçirene kadar ve birden eski hatıralar geri
döndü. Korkuyla adımlarını geri çevirdi. Ayakları ağrılaşmıştı
ve bacakları yorulmuştu ama eskiden sahip olduğu yükseklere
tırmanma gücü geri gelmişti; gücü ve keskinliği büyüyordu.
Şimdi yalnızdı ama umursamadı. Yavaşça
yamaca tırmandı, rüzgarlı yoldan geçti. Geride bıraktığı
vadiye yukarıdan şöyle bir baktı, yarattığı gölgelerin içinde
el yordamıyla hareket eden varlıkları izledi. Korkunç bir
pişmanlık yüreğini kapladı. Henüz tanımadığı bir ıstırabın
acısı onu ele geçirdi ve kuvvetli bir azim içinde belirdi.
“bu gölgeler eriyecek”
dedi, “hatta yolun üzerine
bir ışık bırakacağım ki bu
varlıklar onu izleyebilsin. ”
İçindeki pişmanlık sevgiyle karışmıştı; acısını gömdü, yüzünü
ileriye döndü.
Yıllarca tırmanmayı
sürdürdü. Tuzaklarla karşılaştı, onlardan kaçtı. Engeller
çıktı önüne, onları da aştı. Dağlar giderek önünde daha da
yükselse de o tırmandıkça tesirler giderek saflaştı ve
tatlılaştı. Aniden bir yere geldi ve orada arkadaşlarıyla
karşılaştı, onları tanımıştı. Ellerini uzatıp onu aralarına
aldılar. Onlardan yayılan büyük bir ışık bu yükseklerde
birleşti ve onların ellerine dokunduğunda ışık daha da
parlaklaştı, öyle ki ta vadilere kadar uzandı.
Şükranla gözlerini kaldırdı. İçinde
bulundukları alanda sesler adeta şöyle söyler gibiydi;
“Ey gökler, ismin mukaddes olsun...”
|