Krişna’nın verdiği eğitimin
(bilginin) özü “istekleri
feda etmektir”; Krişna “feda edin” demiştir. O,
Vedalardaki halk için olan özel seremonilerin ve yazılı
metinlerin dahi izlenilmesinin ne kadar yanlış olduğunu
göstererek bu yolu hazırlamıştır. Bu seremoniler ya cennette
alınacak armağanlar vaat ediyor veya şimdiki ya da daha
sonraki hayatlarda dünya hayatına ait bazı armağanlar
sunuyordu. Krişna’nın ne anlatmak istediğini; onun o günlerde
eski moda Hıristiyan inancındakine tamamen paralel olan,
Kutsal Kitabı izleyerek dünya üzerinde mutluluk ve başarı elde
edileceğini ve cennette de azizlerle sonsuza dek sürecek büyük
bir mutluluğa erişileceğine ilişkin, ödüllendirme şeklindeki
bir öğretiyi işaret ettiğini düşünürsek daha kolay
anlayabiliriz. O, bunu aldatıcı bir öğreti olarak
nitelendirmektedir. Krişna, uygulamayı ödüllerin takip
edeceğini söylememekte, sadece ödüllerin olacağını ima
etmektedir. Ama, tekrardoğuş döngüsü sürdükçe ve bizleri de
kaçınılmaz bir biçimde ölümlü bir bedene çağırdıkça hepimiz
aldanmaya devam edeceğiz ve amacımız olan ‘Tanrı’ya Erişmekte’
asla başarılı olamayacağız.
Cennet,
ister Hıristiyanların, ister Hinduların cenneti olsun,
Buda’nın bir başlangıcının olduğunu ve sonunun da olacağını
söylediği bir şey veya haldir gerçekte. Bu, kesinlikle çok
uzun zaman alabilecek bir süreçtir ama eninde sonunda bir
nihayeti olacaktır ve ardından da bu yorucu dünya görevi,
belki bu dünyada belki de başka bir dünyada yeniden
başlayacaktır. Krişna işte bu yüzden cennete ulaşmayı vadeden
ve ardından hiçbirşeyin elde edilemediğinin görüldüğü o
gösterişli cümlelerle insanların aldatıldığını söylemiştir.
Şüphesiz pek çok öğrenci vardır ki, cennete erişme olasılığına
inanmakta ve bu kadar uzun bir mutluluk süreci sona erdiğinde
ortaya çıkacak riskleri göze almaya hazır olduğunu
söylemektedirler. Oysa sayıca çok ve büyük olan bu riskler
yeterince anlaşılsa göze alınmazlardı. Pek çoklarını ifade
etmek olanaksız çünkü bunu daha iyi algılayabilmek için zihnin
gücüyle ve meditasyonun gerçek anlamıyla ilgili daha çok şey
bilinmelidir. Kabaca, gecikmiş karma ve hakkı verilmemiş
ilişkilerde bazı risklerin bulunduğunu söyleyebiliriz.
Bu iki
kavramın gücü kaynağını insan doğasının engin karmaşıklığından
alır. İnsanın karmaşıklığı ise kendisinin tamamlanmış bir
varlık olarak gökyüzüyle veya İlahi Olan’la bir parça bile
birleşmekten hoşlanmayışından kaynaklanmaktadır. Eğitimli
Teozoflar insanın
*Devachan’a
(*Teozofide insanın ölümü
ve yeniden doğumu arasındaki bir dönemde mutluluk içinde
varlığını sürdürdüğü cennet süreci)
gidişinden ve acı çekerek ya da hoşnut bir şekilde karmasını
tamamlayarak, dünyada varlığını sürdürmesinden bahsederler ki
aslında insanın sadece küçük bir parçası burada ya da
oradadır. Hayatını yaşayıp sonra Devachan’a gittiğinde
varlığının büyük bir bölümü oradaki varoluş biçiminindedir ve
sabırla geri dönüp karmasının bir bölümünü daha hafifletmeyi
bekler. Yani, herhangi bir hayatı esnasında sıradan varlığın
yaptığı, bedensel aracının izin verdiği ölçüde karmasını
temizlemektir. Karmanın gücünün bir bölümü “zihnin gizemli
gücünde bulunur” ve kendini kişinin sahip olduğu kendine has
cismani bedenine göre ortaya koyar. Dolayısıyla, kişi bu
hayatında “özel seremoniler” gerçekleştirebilir ve kutsal
metinlere ve öğretiye uymak suretiyle kendince cennetin
ödüllerine erişebilir. Ama hiç kullanmadığı o “gizemli zihin
gücünü” kendisinde saklar ve bu gücün gidişatının ne olduğunu
da bilemeyebilir. Riski çok kötü bir gidişatın olması ve ölüp
yeniden doğduğunda bir sonraki bedeni ile bu ödenmemiş karmayı
ortaya çıkaracak bir donanımla doğmasıdır. Bunun bir sonraki
bedeli de bir süre cehennemde kalmak olabilir.
Yeniden bedenlenişte bahsedilen gizemli güç diğer hayatlarda
tanıdığı sayısız kişiye uzanır ve kendisinin erişim
mesafesinde olanları yakalar. İnsanın tanıdığı diğer varlıklar
aynı anda onunla birlikte enkarne olurlar ve ancak onların
hayatlarında aktif olabilecek benzerlikleri, çekimleri ve
güçleri eyleme geçirirler. Bunların etkilerini hesaplayabilmek
mümkün değildir. İyi olabileceği gibi kötü de olabilir ve
kişinin kendisi bunlar tarafından sarsılabileceği gibi onun
etkileri de diğer varlığı sarsabilir, her birinin karması
böyle işleyecektir. Krişna bu yüzden Arjuna’ya niteliklerin
etkilerinden bağımsız olmayı tavsiye ediyor, böylece tam
anlamıyla yükselebilmesi mümkün olacaktır. Ayrıca bu özgürlüğe
kendisinin söylediğine göre ancak istekleri, feda edişler ile
ulaşılabilir.
Bu
etkiler, ayrılıklar ve sarsıntılar okültistler tarafından iyi
bilinmektedir. Karma yasası hem bir şefkat meleği hem de
adalet habercisidir çünkü o operasyonlarını riskler içinde
sürdürmekle birlikte, insanları doğanın lanetlenmesinden
kurtarmak için de bir araçtır.
Diyelim ki eski bir geçmişte sevdiğim bir arkadaşım, eşim veya
içsel olarak derin bir samimiyetimin olduğu biri vardı. Ölüm
bizi ayırdı ve sonraki hayatlarında o kendini doğruluğa,
bilgeliğe, içindeki en yüksek olana adadı; bense bütün bunlara
önem vermediğim gibi mevcut andan zevk almayı da alışkanlık
haline getirdim. Pek çok hayatlar sonrasında yeniden arkadaş
olarak ya da birbirini tanıyan insanlar olarak bir araya
geldiğimizi farzedelim. Başlangıçta eski yakınlık kendini
ortaya koyar ve eski arkadaşım (her ne kadar ikimiz de bunu
bilmiyorsak da) benim içsel dünyama dokunma konusunda garip
bir güce sahiptir, beni ve ruhumu gerçeği aramak için
uyandırmaktadır. Bu, henüz yaşanmışlığı gerçekleşmemiş bir
ilişkidir ve bunun yardımıyla doğa benim kurtuluşumu
sağlayacaktır.
Öyleyse her ikimiz de kendimizi adamalıyız. Bu adayış tüm
büyük öğretmenler tarafından öğretilen fedakarlıktır.
Bizlerin modern zihinlerine yabancı olan bir feda etme
kavramını içerir ama bu gerçekleştirilmelidir yoksa gerçek bir
işleyiş imkansız hale gelecektir.
Bizler İlahi Olan’a zihinsel
olarak kendimizi adamakla ki bu geri kalan her şeyin feda
edilmesi anlamına gelir, eylemlerimizin tüm sonuçlarından
özgürleştirilmiş oluruz. Bununla birlikte bir
eylemin sonucunun ne olabileceğini söylemek bize düşmez,
yasalar bu sonucu bize çok daha iyi sunarlar, belki de hayal
edebileceğimizden bile daha iyi… Eğer sonuçlar, günlük yaşam
koşulları beklediklerimiz değilse, o zaman feda etme yoluyla
bizler onları tam da yasaların istediği şekilde kabul
edebiliriz. Ama eğer isteklerimizi iyi bir sonuç verecek gibi
görünse de, sadece gerçekleşmeleri üzerine sabitlersek, kabul
olsun ya da olmasın o istek bizleri bağlar.
Feda
etmeye, kendini adamaya ilişkin bu tavsiyeler başlangıçta çok
basit veya çok zor da olabilir. Bazıları bununla alay ederler
çünkü onlar güç ve gelişmek isterler. Diğerleriyse bunun çok
basit olduğunu düşünürler ama bilge öğrenci başlangıçta
anlamını kavrayamasa da fedayı zihninde tartacak, çabalayacak
ve sonunda bu onun için erişilebilir bir şey olacaktır.
(Bagavatgita, William Brehon, s.
157)
Görüldüğü
gibi feda ediş, aydınlanmaya erişmek isteyen öğrencinin
yapması gereken bir eylemdir. Krişna’nın Arjuna’ya yanıtında
söylemek istediği budur. Yüreğine
giren tüm istekleri bir kenara koyup kendi içindeki benliğiyle
tatmin olduğunda ruhsal bilgi konusunda onaylanmış sayılır.
Kalbe giren
tüm istekler dikkati ele geçirme iznine sahip oldukları sürece
kendini tamamen ruhun emirlerine teslim etmek mümkün değildir.
Elbette
ki burada tanımlanan insan çoğumuza göre gelişme konusunda çok
daha yüksek bir ilerleme gösterebilmiş biridir. Ama bizlerin
de erişmek için kendimize yüksek bir hedef koymamız gerekir
çünkü düşük bir hedef aynı oranda çaba gösterilmesine rağmen
daha düşük seviyede bir sonuç verecektir. Kendi önümüze en
yüksekten daha düşük bir hedef koymamalıyız çünkü aksi
taktirde başarı oranımız olasılıkla düşündüğümüz kadar yüksek
olmayacaktır. Burada önemli olan dışarıdan net olarak
algılanan motivasyon, çaba ve hedef gibi dışsal sonuçlar
değildir. Çünkü bizler için geçerli olan hüküm insana ait
zamanın duyularına ait olanlar arasından verilmez, bu hüküm
zamanın durduğu daha geniş bir varoluş düzleminde verilir ve
burada bizler ne yaptığımızla değil ne olduğumuzla
karşılaşırız. Yaptıklarımız bize sadece ölümlü yaşam
sırasında, maddi varoluşun yanılgıları içindeyken dokunur,
ancak yaşamlarımızı birlikte sürdürdüğümüz itilimler daha
yüksek varlığımızı oluştururlar; daha geniş bir hayata, daha
gerçek olan benliğimize bizi yöneltirler. Eylemlerde bulunmak
zorundayız çünkü hiçbir ölümlü insan eylemde bunmadan
varlığını sürdüremez, pek çok yorucu enkarnasyon boyunca bizi
dünyaya, belki de bizler doğru itilimlerle ve gerçek
hedefimizle eylemlerimizi gerçekleştirmeyi öğrenene dek nihai
başarısızlığa geri getirmektedirler. Sonunda ulaştığımız
aşamada ise artık hiçbirşey bizi etkilemeyecektir, çünkü tıpkı
Krişna gibi bizler artık tüm eylemlerin mükemmel
uygulayıcıları olmuşuzdur. O aşamaya ulaşana kadar ise
kendimizi saflaştırıp itilimlerimizi ve hedefimizi yükseltir,
ruhsal olarak aydınlanır, zaman içinde ne yapılması ve
nelerden sakınılması gerektiğini görecek güce erişmeye
çalışırız.
Pek
çok sözde okültist, bazı teozoflar gibi bilginin bu aşamasını
görmezden gelir. Feda etmek onlar için herhangi bir çekiciliğe
sahip değildir, onlar bu görevi “iyi insan olacak olanlara”
aktarırlar, inançları ya da felsefeleri ne olursa olsun bunun
bir önemi yoktur ve sadece kitap okumaya, büyüye, ritüellere
ya da diğer pek çok yanılgıya önem verilir. Bu hatalı uygulama
ortaya yeni çıkmış değildir. Örneğin simyacılar arasında
yaygın bir uygulamaydı ve bazı vakalarda sonuç şöyle oldu;
öğrenciler şu anda değerli yıllarını ritüellerle,
Rose-croix’le
(1)
tılsım
bilgisiyle ve diğer pek çok şeyle kitaplarda yazılan bu tip
bilgilerle geçirmektedirler, bütün bunlar gereksiz
zihinsel fazlalıktır ve pozitif anlamda tehlikeyi ifade
ederler.
Söylemek
istediğim gerçek Rose-croix’lerin asla varolmadığı değil ya
da ritüel majilerinin hiçbir sonuç vermediği ya da tılsım
biliminin varolmadığı değildir. Bunların, gölgeler olarak
tabir edilen bazı gerçeklik boyutları da vardır. Ama bizler
ruhu kendimiz üzerinde özenle çalışmak suretiyle (kişisel
gelişim anlamında) bulmalıyız ki kitaplar sayesinde günümüze
kadar ulaşan tılsımların ya da ritüel büyüsünün etkilerinin
ardındaki gerçekleri bu kitaplar üzerinde çalıştıkça
bilebilelim. Ortaçağın sözde büyücüleri öğrenciler için şu
anda birer yanılgı ve tuzak teşkil eden, teozofik veya teozofi
harici bir dizi yazı bırakmışlardır. Bunlarda çeşitli uygulama
türlerine yönelik önemsiz bir dizi yönlendirici mevcuttur, ama
bütün bunlar insanların diğer ölümlüleri tamamen dışsal
yöntemlerle, astral veya doğal dünyayı kontrol etmeye itme
çabalarıdır. Bu uygulamacılar başarılı olamamışlardır ayrıca
günümüzde onların yolunu izleyerek bu tür uygulamalar
yapanların pek çokları da başarısızlığa uğrayacaklardır. Eski
Avrupa’nın sözde majisyenlerinin ve maji üzerine yazı
yazanların çoğu vakasında ürettikleri yayınlanmış eserler
sadece hayal kırıklığı yaşamış bir kibirin merhemleridir,
diğerlerindeyse bu onlardan öncekilerin kendilerine miras
bıraktığı formüllerin çoğaltılmasıdır.
Paracelsus
pozitif olarak gerçek majinin insanın içinde olduğunu, bunun
insanın içsel doğasının bir parçası olduğunu, başlangıçta
potansiyel halinde olup sonradan aktifleştiğini ve bu ritüel
ve törenlerin ise onları kullanan insanın kendisinin bir
majisyen olmadığı sürece çok küçük birer çöp parçaları
olduklarını söylemektedir. |