Gerçek
sevgi nedir dediğimizde bunun tanımı günlük yaşantımızda
alışageldiğimizden çok farklıdır. Sevgi çok sık ve gelişi güzel
kullanılmasından ötürü tam olarak anlaşılamamakta, gerçekte
son derece yüksek düzeyli bir enerji olup her şeyi yeniden
yapılandırma gücünü kendinde barındırmaktadır. Sevgiyi
metapsişik anlamda şöyle tanımlayabiliriz:
"Sevgi bir
enerjidir, bir güçtür. Tıpkı zaman enerjisi gibi, hayat
enerjisi gibi bir enerji türüdür. Sevgi enerjisinin en önemli
özellikleri bizlerde bazı ruh halleri meydana getirmesi ve
iletişimi sağlamasıdır. Sevgi enerjisi varlıktan varlığa bazı
ruh halleri, etkiler ve bilgiler taşır. Varlıklar arasındaki
temel bağlantı sevgi enerjisi ile meydana getirilir. Maddi ve
manevi tüm iletişimler sevgi enerjisi aracılığıyla olur. Başka
bir deyişle sevgi enerjisi ruhsal dünyadaki ve fizik dünyadaki
varlıklar arasındaki ilişkiyi sağlarken bu iki dünya
arasındaki ilişkiyi de sağlar. Galaksiler arasındaki esiri
dediğimiz bağların diğer ismi sevgi bağlarıdır, sevgi
enerjisidir."
Görüldüğü gibi
metapsişik tanımlama ile günlük yaşamda kullanılan sevgi
arasında oldukça büyük bir fark bulunuyor. Bizler bu çok
yüksek seviyeli enerjiyi sıkça kullanırız konuşmalarımızda,
örneğin iki gencin birbirine takıntılı bir duygusallık içinde
aşırı bağlılığını sevgi olarak niteleyebildiğimiz gibi böyle
bir çiftin böyle bir bağımlılık içinde birbirine zarar
vermesini bile “sevgi kaynaklı” şeklinde
nitelendirebilmekteyiz. Oysa gerçek sevgi zarar verici değil,
yapıcıdır; yeşerticidir, temizleyicidir. İçinde bulunduğumuz
devre sonunda yapmamız gereken içsel devrimde bizleri hasat
noktasına taşıyabilecek bir vasıtadır sevgi.
Sevgi Yoksunluğu Sevgiyi
anlayarak ondan faydalanmayı bilmek için sevginin derinlerine
eğilmek gerekir. Örneğin sevgiyi bir yeşertici güç olarak
zihnimizde canlandırabiliriz; hayatımızda yeni bir başlangıç
yapmanın yolu bu yeşertici gücü kullanmak olabilir. Evlerinde
bitki yetiştirenler sevginin yeşertici etkisini daha somut
olarak görebilirler. Bitkiler sevgi enerjisiyle bakım yapan
kişilerin evlerinde çok daha hızlı büyür, çok daha verimli,
canlı bir gelişim sürdürebilirler. Örneğin hayvanların da
sevgi dolu insanlara daha kolay yaklaştığını ve onlardan
ayrılmak istemediklerini biliriz. Sevginin etkilerini insan
hayatında ele aldığımızda ilk aklımıza gelen örnekse aile
ortamı olur.
Annelerin
sevgiyle büyüttükleri çocuklar daha olumlu, yapıcı, daha
sağlıklı, ruh sağlıkları daha yerinde ve daha kolay uyum
sağlayabilen insanlar olarak yetişirken sevgi eksikliği içinde
büyüyen çocuklar ileride bunu olumsuzluk olarak çevrelerine
yansıtır, zorluklara karşı daha dirençsiz olur, umutsuzluk,
öfke gibi olumsuzluk hallerine daha kolay yakalanıp bu
eksikliği bastırmak için onun yerine uyuşturucu gibi, alkol
gibi bağımlılıkları koymaya çalışırlar.
Pek
çoğumuzun en büyük sorunudur sevgisizlik. Ne var ki
sevgisizlik sorunu deyince bunun sorumlusu olarak anne
babamızın bunu bize göstermediğini söyleyip suçlama tavrıyla
bir kenara çekilmek bu eksikliğin telafisi olmayacaktır
elbette. Eğer çocukluğumuzda bize sevgi gösterilmediğini
düşünüyorsak neden o sevgiyi kendimize biz vermiyoruz? Sevgi
ihtiyacımızı gidermek istiyorsak yapmamız
gereken içimizdeki o tıkalı kanalı kendi ellerimizle açmaktır.
Örneğin hiç kendi kendimize sevgimizi dile getirdik mi?
Her gün 15 dakikamızı kendimizi sevmeye ayırsak, kendimize
“seni seviyorum” ya da “kendimi seviyorum” cümlesini sürekli
tekrar etsek bunun bize olası yararlarının neler olabilir
acaba…
Kendini
sevememe sorunu sanıldığından da büyük bir kitlenin sorunudur,
insanların anlaşmazlıklarının pek çoğunun arkasında kendini
sevememe gerçeği ve bunun yarattığı huzursuzluklar vardır. Ama
bunun için insanları ya da kendimizi kınamak değil bunu
gidermeyi denemek, yolları sevgiye açmanın çaresini aramak
gerekir.
Sevgi
Uygulamaları Sevgi
vasıtasını kullanarak tıkanıklıkları açmak ve hatta yepyeni
bir hayatı sıfırdan yaratmak için sevgi uygulamalarını hayata
indirmek zorundayız. Sevgi uygulaması kendi kendimize
vereceğimiz sevgi dolu telkinlere her gün belli bir zamanı
ayırmak şeklinde yapılabileceği gibi, dış ortamdaki çeşitli
problemlere karşı bir yaklaşım tarzı olarak da yapılabilir.
Sevgi, “yargılamak
yerine anlamak” demektir. Hissettiği eksikliği dışarıya
uyumsuzluk olarak yansıtan birine karşı bir değişiklik yapıp
öfke yerine beklenmedik bir sevgi tavrıyla yanıt versek neler
olabilir bir düşünelim… İçimizde bunu zayıflık olarak görenler
olabilecektir oysa sevgi göstermek zayıflığın değil güçlülüğün
göstergesidir. Örneğin diyelim ki işyerimizdeki her gün karşı
karşıya olduğumuz, birlikte çalıştığımız bir arkadaşımız var
ve kendini bazı konularda eksik hissettiği için mütemadiyen
açık bir şekilde sorun çıkarıcı, engelleyici bir tavır içine
giriyor… Böyle kişilere karşı genelde ilk tavrımız suçlamak
olur. Bize karşı şöyle ya da böyle davrandıkları için hiç
düşünmeden yargılamaya yöneliriz ve sonuç giderek artan
sorunlar, aksayan işler, giderek daha çok tıkanan ilişkiler
olur. Hiçbirimiz kişisel olarak böyle yargılayıcı bir tavırdan
fayda göremeyeceğimiz gibi bu durumda kollektif şuura da
eklediğimiz yegane enerji öfke, suçlama, nefret gibi negatif
enerjiler olacak ve elbette bunun “Sebep-Sonuç Yasası” gereği
bize geri yansımaları da olacaktır. Oysa içinde bulunduğumuz
gezegen yeterince negatif enerjiyi zaten barındırıyor, bunu
artırmak yerine pozitifle dengeleme yoluna gitmek daha olumlu
bir tavır olmaz mı? İşte bunu yapmak adına kullanabileceğimiz
en değerli araçlardan biri de “sevgi vasıtasıdır”.
Bir Enerji
Deneyi Hayatımıza
sevgiyle yön vermenin önemini açıklamak için Japon araştırmacı
Masaru Emoto’nun su molekülleri üzerine olan çalışması örnek
gösterilebilir. Emoto, insan bedeninin ve dünyamızın yüzde
yetmişten fazlasının sudan oluştuğunu belirterek su
moleküllerinin insanlardan yayılan titreşimsel enerjiyle,
düşünceleriyle, sözleriyle ve müzikle nasıl şekil
değiştirdiğini gösteren bir çalışma yaptı. Emoto’ya göre insan
bir süngere benzer ve suyu tutan trilyonlarca hücreyi
barındırır. Dolayısıyla da hayatımızın kaliteli oluşu suyun
kaliteli oluşuyla doğrudan orantılıdır. Su oldukça kolay şekil
alabilen bir maddedir. Şekli, içinde bunduğu ortama göre
kolaylıkla uyumlandığı gibi moleküler yapısı da bulunduğu
ortamın enerjisine veya titreşim seviyesine göre değişim
gösterir. Dolayısıyla su içinde bulunduğu ortamı hem görsel
olarak hem de molekül yapısıyla gösterecektir. Araştırmacı
Emoto, sudaki bu değişimleri fotografik bazı tekniklerle
görüntülemeyi başararak, farklı enerjiler taşıyan sözleri bir
banda kaydedip tüm gece boyunca birer şişe suya bunları
dinletmiş.
Su
Moleküllerinin Kendisine Yüklenen Enerjiye Göre Aldığı Biçim
Adolph Hitler
isminin tekrarlandığı şişedeki su moleküllerinin aldığı biçim
“Beni hasta
ediyorsun, seni öldüreceğim” sözlerinin dinletildiği şişedeki
su moleküllerinin aldığı biçim
“Teşekkür ederim”
sözlerini dinleyen moleküllerin aldığı form
“Sevgi ve
takdir” kelimelerinin dinletildiği şişelerdeki suların aldığı
form.
Fujiwara
Barajı-Duadan Önce Fujiwara Barajı-Duadan Sonra
Bu fotoğraflar
suyun ya da maddenin duygu ve düşüncelerimize aslında ne kadar
duyarlı olduğunun, aynı zamanda tavırlarımızla ve
duygularımızla kendimizi ve dünyamızı da nasıl
şekillendirdiğimizin de kanıtı. Sevgi dolu yönelimler, sevgi
enerjisi her şeyi güzelleştirirken nefret ve yıkım içeren
duygu ve sözler çirkinleşmeye ve muhtemelen devamında da
hastalıklara yol açabiliyor. Bizler de kendi hayatlarımızda bu
deneyin olumlu yanını uygulamakla herhangi bir kayıp
yaşamayız. İsterseniz bir deney yapalım ve sevgi enerjisinin
etrafımızı ve kendimizi nasıl etkilediğini ölçelim. Her gün
kendimize “seni seviyorum” diyelim, ağrıyan kolumuza, midemize
düzenli olarak “seni seviyorum” diyelim. Etrafımızdaki
insanlara “seni anlıyorum” “sen güzelsin” diyelim. Bir süre
bunu durmaksızın tekrarlayalım. Sonuçları bizi ve
çevremizdekileri nasıl şekillendiriyor birlikte inceleyelim ne
dersiniz?
|