Hepimizin hayatında geçişler olmuştur.
Belli bir noktada oyalanıp dururken hayat aniden “dur!”
der bize, “artık
burada kalamazsın, başka bir gerçeklik başlıyor”.
Ve ne kadar istemediğimizi söylesek de dinlemez bizi, artık
hiçbir şey aynı kalmayacaktır.
Bahsettiğimiz geçişin yaşantımızda çok çeşitli tezahürleri
olacaktır elbet, örneğin belli bir ülkede belirli bir ortamda
çok sıradan bir hayat sürerken aniden başka bir ülkede yaşamak
durumunda kalabiliriz, belki de tüm ailemizi, arkadaşlarımızı,
kurulu düzenimizi bırakıp bir anda dilini bile bilmediğimiz
bambaşka bir ortamda yaşamaya
da sürüklenmiş olabiliriz.
Ya da çok zengin bir işadamıyken aniden iflas edebilir, bundan
sonrasını ömrümüzde hiç yaşamadığımız koşullarda sürdürmek
durumunda kalabiliriz. Bunlar fiziksel ortamdaki geçişe dair
örnekler ama unutmayalım ki fiziksel ortamda yaşadığımız her
şeyin bir de arka planı var. Belki de yaşamımızı
başka bir ülkeye aniden
taşımamız ya da bunun gibi başka bir keskin geçiş, ruhsal
gerçekliğimizde yaşamak üzere olduğumuz bir geçişin, bir
değişimin, bir gelişmenin zemin hazırlığının doğal bir sonucu
olabilir.
Eğer fizik ortamda
önümüze çıkanlar görünmeyen bir ortamdaki eylemlerimizle
gerçekleşiyorsa, öncelikle bu ortamdaki, yani görünmeyen
yanımıza ait gelişmeleri ve dolayısıyla da geçişleri önemsemek
daha akıllıca olmaz mı?
Görünmeyendeki
geçişleri nasıl hissederiz dersek bunun yanıtı şu olabilir;
ruhsal yanımızda, anlayışımızda bir geçiş, bir kırılma noktası
ya da çok ani bir sıçrama diye nitelendirilecek bir gelişme
yaşadığımızda etrafımızda olan bitene dair her şeyi farklı
değerlendirmeye başlarız. Daha önce belki gördüklerimizi çok
daha dar bir bakışla değerlendirip gerçekten uzak sonuçlara
varırken artık yeni gözlüklerimiz bize daha gerçeğe yakın
görüntüleri vermeye başlar, sadece burnumuzun ucunu değil,
daha uzaktakileri de görebiliriz ve olan bitenlerin merkezine
yalnız kendimizi koymaktan vazgeçip yaşananlara, başkalarının
açılarından da bakmaya başlarız. Çünkü muhtemelen bize bu ani
sıçrayışı bize hediye eden şey, karşımızdaki insanın şu anda
yaşadığımız sıkıntıları daha önce yaşamış ve onlardan
kurtulmuş olduğu gerçeğini bir farkındalıkla veya belki de
farkında olmadan tam bir yansıtıcı olarak yansıtıp bir
sıçramaya neden olmasıdır.
Eskiden zihnimiz pek çok şikayetle, kuruntuyla, endişeyle,
şüphelerle ve beklentilerle doluyken şimdi bunların hiçbiri
yoktur, adeta bir mucize olmuş ve hepsi uçup gitmiş, onların
yerini “huzur” hissi ve pozitif bir ruh hali almıştır. İşte
bütün bu farklılığı bize getiren aslında mucize değil,
gelişmek adına onca çabayı göstermeye bizi iten
“sıkıntılardır”.
Kimimiz hastalık çekerek, kimimiz zorlu evliliklerin içine
girerek, kimimiz baskılı iş ortamları sayesinde ya da bambaşka
şekillerde sıkıntılar çekerek ulaşıyoruz bu noktalara…
Sıkıntıları yaşarken çoğumuzun alışkanlığı şikayet etmek, “sen
bana şunu ver ben de sana şunu vereyim” tarzında yaşamla
pazarlığa girişmek, gelen (belki de çok şiddetli olan) baskıya
direnç oluşturup zamanla depresyona girmek bile olabiliyor.
Böyle dönemlerde içinde bulunduğumuz kör noktada göremediğimiz
gerçekse, sıkıntının yada baskının getirmek istediğinden
"vazgeçmenin" asıl bize en büyük “yıkımları” getirecek
olduğudur.
Başka bir deyişle sıkıntıyı
hakkını vererek yaşamak bize geçişi, vazgeçmekse geriye gidişi
getirecektir. Baskı
altındayken ürettiğimiz “bunu kaldıramam” düşüncesi de gerçek
değildir, çünkü “herkese taşıyabileceği kadar yük verilir”.
Öyleyse şunu söyleyebiliriz, “yaşadığım acı ne kadar büyükse o
kadar güçlü omuzlarım var demektir”.
Geçişler ya da ruhsal sıçrayışlar derken bunu
“gerçek
potansiyelimizi açığa
çıkarmak” ya da “gerçek
bizle tanışmak” olarak da değerlendirebiliriz. Unutmayalım ki
bu sıkıntılar büyük olasılıkla hiç haberimizin olmadığı uyur
haldeki zenginliklerimizi ortaya çıkartmak istiyordur ve
sonuçta karşılaşacağımız manzara, belki de bize şunu
söylettirecek kadar güzel olacak;
iyi ki
katlanmışım, yaşam bütün o sıkıntılara değerdi !... |