Küçükken, büyükannem bana hayatta bir
tane temel kural olduğunu ve diğer tüm kuralların buna
dayandığını söylemişti. Sonra gözlerimin içine bakarak oldukça
ikna edici bir tavırla şöyle dedi,
“başkalarına, onlar sana nasıl davransın istiyorsan öyle davran.”
Yıllar içinde büyük bir haz
duyarak keşfettim ki bu temel manevi kural birçok inancın ve
manevi öğretinin temelini oluşturmaktadır.
İncil’de,
“İmdi, insanların size her ne yapmalarını istiyorsanız, siz de onlara öyle
yapın; çünkü şeriat budur, peygamberler de”
yazmaktadır.
(Matta, 7/12) Talmud’da
şöyle der,
“Sana hoş gelmeyen bir şeyi,
başkalarına yapma. Bütün kural budur, gerisi yorumdur.”
(Shabbat, 31) Hindular
bu konuda şunu der: “Bütün vazifen şudur:
Sana yapıldığında acı çekmene neden olan hiçbirşeyi başkalarına yapma.”
(Mahabharata 5, 1517)
Budistler
ise şöyle söyler: “Sana
kırıcı gelen bir şeyi başkalarına yapma.”
(Udana Varga 5,18) Konfiçyüsçülerin fikri ise şu sözden
anlaşılmaktadır: “Şüphesiz
ki iyiliğin kuralı şudur: Kendine yapılmasını istemediğini başkalarına yapma.”
(Analects 15, 23) Taoistler
ise şöyle söylemektedir
“Komşularının kazançlarını kendi kazancın, kayıplarını da kendi kaybın gibi
gör” (T’hai Shang
Kan Ying P’ien)
Zerdüştlük dini mensupları ise
“kendi için iyi olmayan bir şeyi başkasına yapmaktan alıkoyan bir doğa iyidir”
der
(Dadistan-I-dinik
94) Müslümanlar
ise “Kendiniz için istediğinizi kardeşiniz için
de isteyene kadar hiçbiriniz gerçek bir inanan değilsiniz.”
(Sünnet)
der.
Bu altın kural gerçekten bütün dünyayı kapsayan
birleştirici bir değerdir. Dünyada nereye giderseniz gidin, kendinizi bu
değerler doğrultusunda yaşamaya çalışan bir grup insan arasında bulursunuz. Bu
çok rahatlatıcı bir düşünce! Belki de bu değer insanları
“insan” yapan değerdir.
Bizlerin bir doğru ve yanlış anlayışı vardır ve yalnızca kendimiz için değil
başkaları için de doğru olanı bulmaya ve uygulamaya çabalarız. Merhametin
temeli de budur.
Öyleyse bu evrensel Altın Kural
“doğru olanın” özü olabilir
mi? Neden başkalarına kendimize davrandığımız gibi davranmalıyız?
Daha derin ve
gerçek bir düzlemde, belki de bir “başka” kavramı olmayabilir. Belki de
başkalarına yaptıklarımızı, gerçekte kendimize yapıyoruz.
Albert
Einstein’ın söylediği gibi:
“Bir insan; evren olarak adlandırdığımız bir bütünün parçası, zamanda ve
uzayda sınırlı bir parçadır. Kendini, düşüncelerini ve duygularını,
diğerlerinden ayrı olarak deneyimler ki bu aslında şuurunun bir çeşit oyunudur.
Bu oyun, bizler için bir çeşit hapishanedir, bizleri kendimiz için
istediklerimizden ve bize en yakın olan birkaç kişiye göstereceğimiz sevgiden
alıkoyar. Görevimiz; tüm doğayı ve üzerinde
yaşayan bütün canlıları kucaklamak için şefkat
çemberimizi genişleterek kendimizi bu hapishaneden kurtarmak olmalıdır.”
[Albert Einstein:
Ideas and Opinions,(Fikirler
ve Düşünceler) 1954]
Bizler
tüm yaşamın altında yatan birliğin farkına giderek daha fazla varıp,
düşüncelerimizi ve eylemlerimizi diğer canlılara olan şefkat ve değer verme
duyguları ile birlikte bilinçli olarak tartmaya ve seçmeye başladığımızda, er
ya da geç kendi yarattığımız bariyerlere çarparız.
İşte burası “kendi
kendimizi” *Eden Bahçesi’nden
(*Eden
Bahçesi: İncil’in Genesis bölümünde tanri'nin yaratmasindan sonra Adem ve Havva
'nın yasadiklari, tasfirleriyle cenneti animsatan bahce Ç.N)
uzaklaştırdığımız, kendimizi kusursuzdan ve ilahi olandan daha aşağıda
gördüğümüz yerdir. Eğer başkalarına da kendimize davrandığımız gibi
davranırsak, birçoğumuz o büyük sevgi, şefkat, sabır ve sevecenlikle hareket
edemeyiz.
Ruhsal arayışın temelinde, daha yüksekte olan ile
bağlantı kurma; insanlığı yükseltme, başkalarına hizmet etme, bu keyifli ve
anlaşılmaz dünyada pozitif bir etki yaratma isteği yatmaktadır. Öyle sanıyorum
ki bizler başkalarını ancak kendimizi çıkarabildiğimiz bir noktaya
çıkarabiliriz. Bu nokta, derinlerimizde gerçekten kim olduğumuzu kabul
ettiğimiz, başkalarını oldukları gibi kabul edip sevebildiğimiz noktadır. Bu
nokta, kendimize karşı
nazik ve anlayışlı, başkalarına karşı kibar ve sabırlı
olabildiğimiz noktadır.
İçimizdeki sevginin ve kendi yüreğimize olan
anlayışımızın sınırlarını genişlettikçe, tüm canlılar için yeniden Bahçe’ye
giden yoldaki dikenli bitkileri temizlemiş oluruz.
Şuurlu
ruhsal yol, temelinde, kendi ilahiliğimizi tanımak; şu anda olduğumuz kişinin
özünü sevmek, “bütün”
deki tanrılığı görebilmek, sevgiyi derinden bilmek gibi
gerçek inançlarımızı ve duygularımızı onurlandırma ihtiyacını ve amacını
barındırır.
“Eğer peygamberliğim olursa, ve bütün sırları ve her ilmi bilirsem ve eğer
dağları nakledecek bütün imanım olursa, fakat sevgim olmazsa, bir hiçim”
(1. Korintoslulara, 13/2)
|