Mistisizm fizik evrende varolan herşeyin
ruhsal bir karşılığı olduğunu öğretir. Tıpkı bir gözyaşı
damlasının insanın duygularının tezahürü oluşu gibi, tıpkı
kızgınlığın bastırılmış öfkenin dışavurumu olduğu
gibi fiziksel fenomenler ruhsal bir realitenin tezahürüdür.
Kar, enerji kanalının sembolüdür;
o, bizimle görsel imajlar yoluyla konuşan ve bu şekilde onu
anlamamızı sağlayan İlahi Ses’in sembolüdür.
Mistisizmde kar; tezahür eden kozmik enerjinin, etrafını
aydınlatan psişemizin arayüzlerinin temsilidir.
Su bütün formlarıyla bir bilgi
sembolüdür. Aşağı inen su, yüksek bir seviyeden daha alt
bir seviyeye, öğretmenden öğrenciye aktarılan bilgiyi
sembolize eder. Kozmik bir düzeyde yağmur ve kar, ilahi
enerjinin bize yüksek bir düzlemden akışının farklı yönlerini
yansıtır.
Aşağı inen su, bu şekilde tanrısal
enerjinin bize akışını ve maddi varoluşumuzla tanrısal
enerjinin kendisi vasıtasıyla etkileştiği kanalı tanımlar.
Eğer su; yani ilahi bilgelik sürekli
akıyor olsaydı, en sonunda tamamen her yeri doldurur ve başka
hiçbir varoluşa izin vermeyecek şekilde bir tıkanıklığa
yolaçardı. Dolayısıyla su çeşitli ölçülerde akarak
aktarılanların içselleşmesine de izin verir. Bazen su yağmur
olarak akar, bazen de çeşitli derecelerde donar ve kar, dolu
ve sulu kar oluşuma neden olur ki bunlar öğretmenin akışın
görüntülenebilmesi için onu formlara dönüştürerek öğrencinin
içine alabilmesini ve özümsemesini sağlaması için
gereklidir.
Yahudi sembolizminde karın nümerik
karşılığı 333’tür, ilk harf olan alefin üç katı
olarak kabul edilir.
Yağmur, kara nispetle ilahi
terimlerde daha çok yeri olan bir aktarımdır. Kabul edildiği
şekilde yağmur damlalar halinde düşerek belli bir seviyede
daralmayı temsil eder ama adeta bir bilgi sicimi gibi sürekli
akarak akışkanlığını korur ve toprak tarafından kolayca
emilir.
Buz sembolizmini inceleyecek olursak,
bu daha çok hassas olanların algılayabileceği türde bir
aktarımdır. Bilgi katılaşmış, sıkıştırılarak daha
yoğun bir hale getirilmiştir öğrenci bu şekilde onu içselleştirebilecektir.
Akış durmuş ve katı bir forma dönüşmüştür, böylece
öğrenci sürekli yeni düşünce akışlarının altında
kalmamaktadır.
Kar, sıvı haldeki su ve katı
haldeki buz arasındaki bir ara haldir. Bunun ruhsal anlamda
taşıdığı imaları değerlendirebilmek için, karın özelliklerini
incelememiz gereklidir.
Bir kar kristali oluşabilmek için en
az iki unsura ihtiyaç duyar. Soğuk havaya ilave olarak su
damlacıklarına ve bir çekirdeğe de gereksinimi vardır. Çekirdek,
tozdan, minerallerden ve havadaki mikroskobik parçacıklardan
oluşur. Bir kar kristali suyun bu mikroskobik parçacıkların
etrafında şekillenmesi ve soğuk havanın da onu buz
kristallerine dönüştürmesiyle oluşur. Böylelikle karın
iki bileşimi vardır: su ve toprak; toprak kısmı parçacıklar,
su kısmı da damlacıklardır. Toprak maddi dünyadır, hiçbir
tanrılık farkındalığı olmadan su, hiçbir kabın olmadığı
ilahi enerji bilgisidir. Böylelikle kar, yarı göksel yarı
dünyevi haliyle bu iki dünya arasında mükemmel bir aracılık
sağlar.
Bir öğretmen kendi bilgi seviyesinin
ve anlayışının çok altındaki bir öğrencisine bir şey
anlatmak durumunda kaldığında, suyun olduğu gibi akmasına
izin vermez, bilginin bu durumda mecazlara bürünmesi ve hızının
ayarlanması gerekir. Öğrencinin yeni bir kavramı
anlayabilmesi için öğretmenin örnekler, anekdotlar,
hikayeler , kıyaslar kullanarak bir referans noktası
yaratması gerekir. Dolayısıyla kar kristali, öğrenciye
anlayacağı dilde ve derece derece, adım adım bilgi vermeyi
temsil eder.
Kar nazik ve sessiz bir biçimde yağar;
böylelikle bize başkalarını ve kendimizi eğitme sürecimizde
nezakete ihtiyacımız olduğunu öğretir. Eğer yıkıcı
bir şekilde eğitmeye kalkarsak, bu hiç durmayan yağmur yağması
gibi ekinleri suların basmasına ve yokolmalarına neden
olacaktır. Dünyada yağmur yağdığında bilim, yağmurun
başlangıçta kar kristalleri halinde düştüğünü söyler.
Yani kar kristalleri ilk nazik adımın sembolüdür.
Karın duruluğu ve beyazlığı bizi
cezbeder. Sabah kalktığımızda karın saflığını
hissederiz, karın beyaz örtüsü tüm kirlilikleri örter.
Kar aynı zamanda büyük bir eşitleyicidir, bir bina ne
kadar büyük olursa olsun bir araba ne kadar pahalı olursa
olsun hepsi eşit olarak karla örtülür. Kar yaşamın saf
olmayan yanlarını örterek bize kendi saflığımızı hatırlatır.
Kar, bizimle konuşan gökyüzüdür;
bizimle saflık vasıtasıyla konuşur, nazikçe ve aşama aşama,
kendi terimlerimizle bize konuşur. Kar, yeryüzü ve gökyüzü
arasındaki ara safhadır. Her hava koşulu bize bir mesaj,
bir ders verir; ister yağmur olsun, ister kar, buz, ister
dolu olsun… Sonuçta amaç karın eriyerek suya dönüşmesidir.
Kar bir kez yağdığında ve her yeri kapladığında biz
onun erimesini isteriz. Bir ruhsal eğitim sürecinde öğrenci
bir durma ihtiyacı duyar ki bu suyun donmasıdır ama belli
bir noktada erimek ve sistemimize katılmak zorundadır, çünkü
böylelikle gelişmemizi sağlayacaktır.
Kardelen
Kardelen, saflığın, alçakgönüllülüğün
ve umutun sembolüdür. Hıristiyanlıkta Hz. Meryem’in ve
Meryem Yortusu’nun temsilidir.
Hz. Meryem yortusu, kadim bir
festivaldir ve kışın orta noktasını işaret eder; bahar
ekinoksu ile en kısa gün arasındaki yolun yarısıdır. Bu
yortu, Hz. Meryem’in, oğlu İsa’nın doğumunun ardından
gerçekleştirdiği kabul edilen 40 gün süren arınma ritüelinin
kutlanması adına yapılan bir festivaldir. O gün de Hz. İsa’nın
Mabede sunuluşunu hatırlarlar. Yahudi bebeğin doğumundan
sonraki kırkıncı günde onu mabede almak Kudüs'te bir
gelenekti.
Erken Hıristiyan dönemlerde, bu gün
“Işık Şöleni” olarak adlandırılırdı ve kış devamında
baharı getirdiğinden “yaşam veren güneşin gücünün
artışı” kutlanırdı. Kutlamalarda mumlar yakılırdı,
bu da İsa’nın dünyayı aydınlatmasının bir sembolüydü.
Kardelen Efsaneleri
Bir efsaneye göre kardelen, Adem ve
Havva Aden bahçesinden kovulduktan sonra umudun sembolü olmuştur.
Havva soğuk kışların biteceğinden umudunu kesmek üzereyken
bir melek belirir. Melek bazı kar kristallerini kardelen çiçeklerine
dönüştürür ve böylece kışların en sonunda yerini
bahara bıraktığını ispatlar.
Bir diğer efsaneye göre; günümüzden
yıllarca önce birbirini çok seven iki çiçek varmış.
Bunlardan erkek olan, sevgilisini o kadar çok seviyormuş ki,
baharda açtıklarında diğer çiçeklerden onu kıskanıyormuş.
Buna dayanamayan erkek çiçek, baharda binlerce çiçeğin içinde
açmak ve kalabalığın içinde kaybolmak yerine kışın
dondurucu soğuğunda açarak, canından çok sevdiği
sevgilisini daha fazla görmeyi hayal etmiş. Yine bahar gelmiş
tüm çiçekler toprağı yedi renge boyamış. Erkek çiçek,
kışın kurduğu hayallerini anlatmış. Dişi çiçek de
sevgilisinin fikirlerini çok beğenmiş ve bir dahaki sefere
hiç kimsenin açmaya cesaret edemediği, kışın dondurucu
soğuğunda açmak için sözleşmişler. Bahar bitmiş, yaz
geçmiş ve kış gelmiş. Sevgilisine kavuşma hayalleri ile
yerinde duramayan erkek çiçek, karın bir yorgan gibi kapladığı
toprağı delerek yeryüzüne çıkmış.
Bembeyaz karlar içinde o renkleriyle
göz kamaştıran sevgilisini aramış, aramış, aramış...
Ama bulamamış. Ümidini yitiren erkek çiçek bir süre
sonra üzüntüsünden boynunu eğmiş ve soğuğun şiddetine
daha fazla dayanamayarak hayatını kaybetmiş. İşte o günden
sonra aşkı için kışın dondurucu soğuğuna bile aldırmadan
karların içinde açan çiçeğe kardelen ve ona sadık
kalmayıp aldatan sevgiliye de hercai adı verilmiş.
Boynu bükük kardelen çiçeğinin
hikayesi böyle başlıyor. Bu hikaye insanları çok etkilemiş
olacak ki, o günden sonra kardelen ve hercai adına sayısız
şiirler yazılmış ve şarkılar bestelenmiş. Bilimsel adı
Galanthus olan kardelen ismi, Yunanca gala=süt, anthos= çiçek
kelimelerinden türetilmiş bir isim olup süt gibi beyaz
anlamında kullanılmakta. Eski çağ bilginlerinin kardelene
süt çiçeği adını vermelerinin sebebiyse, onun o yıllarda
bilinen en beyaz çiçek olmasından kaynaklanıyor. Rengi ve
görünüşü nedeniyle kardelen, her zaman saflığı,
temizliği sembolize etmiştir. Bu nedenlerle, çeşitli
yabancı dillerde saflığın çiçeği, gelin çiçeği gibi
isimlerle anılmıştır. Cesaret ve aşkın sembolü olan
kardelenin bir efsanesi daha vardır…
Minik Kardelenin cesareti
Kardelen
çiçeği, etrafındaki dostlarının anlatımıyla güneşe aşık
olur. Aslında hayatında güneşi hiç görmemiştir.
Çünkü
bilir ki güneşi gördüğü an canından olacaktır. Ama
bu aşk içinde öyle büyür öyle büyür ki artık dayanılmaz
bir hal alır ve Tanrıya dua eder,bana bir defacıkta olsun güneşi
görmeyi nasip et diye.
Ve
bir gün dayanamaz Tanrı'ın huzuruna çıkar
ve şöyle der; "Tanrım
güneşi görmem için bana izin ver."
Tanrı ona şöyle seslenir; "Ey
kardelen bilmez misin ki sen narin bir çiçeksin ve güneşle
karşılaştığın
an canından olabilirsin. İyi düşün sana 2 gün mühlet
veriyorum, ya güneş ya canın."
Kardelen
Tanrının huzurundan ayrılır ve düşünür. Ama içindeki
güneş sevdası adeta onu içten içe kemirir.
2.günün
sonunda Tanrının huzuruna çıkar ve şöyle der; "Bu
aşk beni öyle büyüledi ki güneşi görmek için can atıyorum.
Tanrı ona; "Cesaretini
taktir ederim ey kardelen ama bir yandan da üzülürüm,
çünkü
canından olacaksın." der ve kardelen güneşi görmenin
aşkıyla tutuşurken karın üstüne çıkmaya karar verir.
Tam o beyaz karın içinden kafasını çıkardığı an güneşi görür,
ama
ona daha önce söylendiği gibi canından
olur.
Bu
olay herkesin kalbinde yer eder. Herkes çocuklarına ve
torunlarına bu
olayı anlatır, nasihatte bulunurlar.
Eğer
günün birinde aşık olursan, birini çok seversen KARDELEN
gibi cesaretli ol. Eğer
KARDELEN kadar cesaretin yoksa sakın aşık olma!
|