Ne zaman makalelerimi yazma zamanım gelse
bir dizi düşünce ve fikir zihnimde kendilerine ilgi göstermem
için haykırmaya başlıyor. Bazen önceki makaleyle ilgili devam
eden düşüncelerim oluyor ya da bazen biri bana bir şeyler
yazmış oluyor ve makalemle ilgili yaptığı yorumlardan veya
sorduğu sorulardan ötürü o konuyu daha derinden araştırmam
gerekiyor. Bazen dünya hayatında cereyan eden olaylar da iyi
bir konu oluşturma potansiyelinde oluyor ve bazen de fikirler
verdiğim derslerden açığa çıkıyor.
Yazılarımın konuları ile ilgili bütün bu
beni cezbeden olasılıklar şu anda da var, ama benim için
içlerinde yeri en önemli olan, iki hafta önce içsel dünyama
ait, fiziksel olmayan arkadaşlarımdan birinin yaptığı yorum.
Benim için bu gerçekten anlamlıydı ve bana söylendiği andan
itibaren şuurumda güzel bir etki yaratarak ve şaşırtıcı bir
biçimde yankılanmaya ve büyümeye başladı. Bunu sizinle
paylaşmak istedim.
Ama önce biraz arka planına göz atalım.
Yıllar önce bir konferansta Taoist münzevilik (hermit)
geleneği eğitimi almış biriyle tanışmıştım. Sohbet etmeye
başladığımızda farklı ruhsal yollar izlememize rağmen
paylaşacak ortak çok şeyimizin olduğunu fark etmiştik.
Kendisi, o sıralar Amerika’ya gelmiş olan Çinli bir Taocu
münzevi ile çalışmış olmaktan dolayı pek çok ilginç deneyime
sahipti. Hikayelerini dinlemek hoşuma gitmişti. Bu
hikayelerden bir tanesi başka bir Taocu öğretmen ile çalışan
bir arkadaşı ile ilgiliydi. Arkadaşının anlattığına göre bir
gün öğretmeni ondan küçük bir taş bulup kendisine vermesini
istemişti. Öğrenci bunu yapmış ve öğretmen de taşı eline alıp
bir süre başparmağı ile bastırarak avucunda tutmuştu. Taşı
öğrenciye geri verdiğinde ise öğretmenin başparmağı taşın
üzerine adeta kazınmış gibi geçmişti. “Normalde böyle şeyler
yapmam” demişti öğrencisine, “ama bu sefer gerekli gördüm
çünkü bu sana şüphelerinin ötesine geçmeni sağlayacak olan
inancı verecek ve böylece sonraki adımı atabileceksin”. Bu
deneyiminin kanıtı olarak öğrenci sözkonusu taşı arkadaşına
göstermişti.
Bu hikayeyi aradan yıllar geçince
unutmuştum ama kısa bir süre önce size de gerçekten tavsiye
edeceğim ve Elizabeth Lloyd Mayer’in yazarı olduğu
Extraordinary Knowing (Olağandışı Biliş) adlı harika bir
kitap okuyordum. Konusu, “insan zihninin açıklanamayan
güçleri” idi. Kitabın kendisi zaten oldukça ilginçti ama
bundan da öte, konusu bilimin doğası ve “alışılmışın dışındaki
bilme hali” ile karşılaşılmaya ilişkin şüphecilik ve
gerçekliğin mevcut materyalist paradigmasına meydan okuyan
olaylardı. Bir psikoanalist olan Dr. Mayer sadece bu
paradigmanın ötesine geçen fenomeni deneyimleme hikayesini
anlatmıyor, aynı zamanda bilim adamlarını ve diğerlerini bu
tür fenomenlerin kanıtlarını, etkileyici ve kusursuz olsalar
bile reddetmeye iten kolektif psikolojik mekanizmaları da
araştırıyor.
Bu kitabı okumak bana zihin gücü ile kendi başparmağının izini
taşın üzerine kazıyan öğretmeni hatırlatan güçlerin doğasını
düşündürdü. İçsel arkadaşlarımdan birinin benimle yürüdüğünü
fark ettiğinde böyle bir fenomenin nasıl bir mekanizmasının
olması gerektiğini düşünüyor ve yürüyordum. “Güç
yoktur” dedi yanımdaki varlık, “sadece
ilişkiler vardır.” “Elbette” diye
düşündüm, “o öğretmen o taş üzerinde güce sahip değildi.
Onunla ilişkiye giriyordu”.
Bu basit yorum düşüncelerimi aniden
ilginç bir şekilde değiştirdi. Sadece normalde “güç”
kelimesini kullandığınız yerlerde onun yerine “ilişki”
sözcüğünü koyun ve ne olduğunu görün. Örneğin “iyileştirme
gücüm var” demek yerine “iyileştiren ilişkinin içindeyim”
deyin.
Bu değişimi yaptığımda bende iki yeni
anlayış oluştu; bunlardan birincisi şuydu: Güç yerine ilişkiler
olarak düşünmek, enkarnasyon ruhsallığı açısından çok önemli
olan ortaklık ve ortak-yaratıcılık unsurunu vurgulamaktadır.
The Magus of Strovolos
isimli kitapta Kıbrıslı Ruhsal
Öğretmen Daskalos hakkındaki bir hikayeyi hatırladım. Bu
kitapta Daskalos, bakır bir parayı alıp avucunda tutarak onu
altına dönüştürüyordu. (Para altın olarak kalmaya devam
etmiyordu sonradan tekrar bakıra dönüşüyordu çünkü onun gerçek
enerji hali buydu) Bunu nasıl yaptığını sorduklarında
Daskalos şöyle demiştir; “ ona spiritüel zeka ortamında
zihinsel değişimi kabul edip etmediğini sordum, kabul etti, en
azından bir süreliğine.” Yine burada da vurgulanan, üstadın
para üzerindeki gücü değil, onunla olan işbirliğidir.
İkincisi, kendim hakkında düşünüş tarzımı
değiştirmekle ilgiliydi. Kendimi “okült güçlere sahip biri”
olarak düşünmüyorum, en azından paraları altına dönüştüren ya
da parmak izlerini taşa kazıyan türden değil. Her ne kadar
çocukken en büyük isteği büyüyünce Süpermen olmak olan biri
olsam da (onun güçlerine sahip olmak hoş olurdu!) böyle güçler
benim için gizemini koruyor.
Ne var ki kendimi ilişkileri olan biri
olarak düşünebilirim. Okült güçler geliştirmenin bir yolunu
bilmesem bile ilişkiler geliştirmek hiç kimse için korkutucu
görünmez. Bir sopa yardımıyla dik bir yamaca tırmanırken
parmak izlerimi o sopaya kazımanın bir yolunu bilmeyebilirim
ama parmaklarım aracılığıyla sopaya nasıl sevgi ve neşe
göndereceğimi kesinlikle biliyorum. Ayrıca eğer o sopa benim
parmak izlerimi üzerine alacak yeteneğe ve isteğe sahipse bu
yeteneği kesinlikle benim onunla olan sevgi dolu ilişkim
sayesinde beslenecek ve büyüyecektir.
Güçler yerine ilişkiler bağlamında
düşünmek son iki haftadır benim için eğlenceli ve aydınlatıcı
bir zihin oyunu haline gelmenin yanı sıra bazı şeyler hakkında
kendim de dahil olmak üzere düşünme şeklimi çok değiştirdi.
Güçleri geliştirme düşüncesi ile gelen bir kendine odaklanma
oluşuyor ama onun yerine ilişkileri geliştirmeyi düşündüğümde
bu odak değişip dışımda olanla yer değiştiriyor ve
ortaklıkları oluşturmak için gerekene dönüşüyor. Bunlarla
ilgili olarak, tüm parmak izlerini taşın üzerine geçirmekte
kullanılan güç ile ilgili olarak daha ileri aşamada bir
farkındalığa sahip olduğumda birkaç gün boyunca bunu düşündüm.
Hepimizin içinde olan o güçle ya da o ilişkiyle ilgili olarak
bir uyumluluğumuz vardır. Bu ilişki biziz. Bu tür bir güç
dünyamızı bile değiştirebilir.
Her şey bir yana, hepimiz pek çok farklı
parmak izine sahibiz. Parmaklarımızın uçlarında bunların
fiziksel olanları bulunur ama hepimizin bir de enerjetik
“parmak izlerimiz” var ve bunlar düşüncelerimiz ve
duygularımızla yarattığımız ve şekillendirdiğimiz modellerdir.
Pencereden dışarı bakıp bahçeyi en son temizlediğimizden beri
çeşitli insanların orada bıraktığı kirli parmak izlerini ve
kirleri görebilirim ama bunların hepimizin paylaştığı enerji
alanında tekabül eden izlerini göremeyebilirim. Acaba
bulunduğum ortamda nasıl bir iz bırakıyorum?
Derslerim sırasında öğrettiğim bir
uygulama, Sevgi Dokunuşu adını taşıyor. Bu basit bir uygulama,
istek ve imajinasyonu kullanarak sevginin yüreğimizden akıp
parmak uçlarımıza ulaştığı ve dokunduğumuz her şeye sevgiyle
tesir ettiği düşüncesiyle hareket etme çalışması. İnsanlara
değerli bir şeyi ellerinde tuttuklarında ya da sevdikleri ya
da saydıkları birine dokunduklarında ellerinde
hissettiklerinin ne olduğunu imajine etmelerini istiyorum.
Sonra da ellerinde ve yüreklerinde bu hissetmiş olduklarını
hayatlarındaki sıradan şeylere dokunurken de duyumsamalarını
istiyorum, aradaki farkı görebilmek için.
Bu fiziksel bir egzersiz ama fizik
ötesinde de karşılığı olan bir eylem. Hepimiz birbirimize
enerji alanlarımızla, düşünce ve duygularımızla dokunuyoruz.
Hepimiz her zaman başkaları üzerinde enerjetik parmak
izlerimizi bırakıyoruz. Öyleyse bu psişik dokunuşu sevgiyle
yapmanın bize zorluğu ne olabilir ki? Onları dönüştürüp sevgi
örüntüleri ve helezonları yaratmak, etrafımızdaki dünyayı
oluşturan canlı enerji alanlarının ve diğerlerinin
yaşamlarının taşlarına parmak izlerimizi önemseme ve şefkat,
saygı ve sevinç olarak bırakmanın bize maliyeti ne olabilir
ki? Kesinlikle, gerekli ilgiyi ve niyeti gösterdiğimizde bu
hepimizin kapasitesinin yeteceği bir eylem olacaktır. İnsanın
bunu yapabilmesi için bir Taocu ya da Kıbrıslı Üstat olmasına
gerek yok. Sevginin parmak izleri: bu,
üretmeye değer bir güç ya da bir ilişki.
|