Doğrudan farkındalığın nüfuz edici özelliğinden yararlanarak
duygularımızı, açığa çıkmalarından önce fark edebilir ve
alışkanlık modellerimizin yanısıra onlarla olan bağlantımızı
kırmaya başlayabiliriz.
Farkındalık içimizde, kendi enerjimizle her zaman
ulaşabileceğimiz bir haldir. Ama dikkatimiz dağıtıldığında
veya duygusal karışıklık içine girdiğimizde içimizde gerçekten
neler olup bittiğine dair bir fikrimiz olmayabilirde. Her şey
tam bir rüya gibi gelebilir bize ve kendimizi bir diyalogdan
ya da aktiviteden diğerine koşarken karamsarlık içinde,
endişeli ve muhtemelen yanlış bir doğallık veya özgürlük hissi
içinde bulabiliriz. Ya da kendimizi eşzamanlı olarak
gerçekleşen sorunlar, tereddütler ve kendini aldatma halleri,
korkular, çılgınca aşık olma hali ve suçlamalar içinde
bulmamız mümkündür; bu durumlarda enerjilerimiz duygusal
karmaşalara yakalanmıştır ve kendimizi karışmış, yorulmuş,
gergin ve endişeli hissederiz. Bu duygular üzerinde meditasyon
yaparken çalışarak kendimizi onların etkisinden
kurtarabiliriz.
Duyguların gözleri, ağızları ya da mideleri olmayabilir ama
buna rağmen enerjilerimizi emebilir, bizleri hipnotize
edebilir ve doğal dengemizi bozabilirler. Duyguların bizleri
pozitif enerjilerimizin kontrolünü ele geçirebilecek yapay bir
his realitesine (gerçekliğine) cezbetme gücü vardır.
İnsanların duygulara olan ihtiyaçları ise yemekteki tuza olan
ihtiyaçları gibidir. Ancak, zevk olarak başlayıp acı olarak
biten duygular tehlikeli ve değişkendir. Ayrıca kendimizi
duygusal bir olay içinde bulduğumuzda bu durumun dinamikleri
algılarımızı ve bakış açımızı körleştirebilir.
Hakim olması en zor duygulardan
biri de endişedir. Yüzeysel olarak bakıldığında endişe büyük
bir sorun değilmiş gibi görünebilir ama şuurluluğumuz ele
alındığında endişe birbirimizi itmeye ve bölmeye, ayrılıklar
yaratmaya, karmaşaya ve tatminsizliğe yol açar. Endişelerimize
dikkat etmediğimiz taktirde giderek artarlar ve kontrol etmesi
zor birer soruna dönüşürler.
Bazen ihtiyaç duyma konusunda çok talepkar olabiliriz. Sürekli
olarak bizi tatmin edecek olanın ihtiyacı içindeyizdir.
Egomuzun, zihnimizin, duygularımızın, duyularımızın
isteklerinin peşinden koşarız. Güven eksikliğimiz,
arkadaşlarımız tarafından desteklenme ve uyarılma ihtiyacı
hissetmemize, zihinsel anlayışlara ve maddesel nesnelere
gereksinim duymamıza neden olur. Başkalarından böyle bir
desteği göremediğimizde ise kendimizi çok yalnız ve desteksiz
hissetmemiz mümkündür, böyle bir durumda hissettiğimiz endişe
bedenimizdeki tüm enerjiyi çekip alacaktır. Enerjimiz bir kez
tükendiğinde ise kendimizi boş, depresif, hatta umutsuz
hissedebiliriz.
Bize, kendi kendimizi tatmin etmek
için bildiğimiz tel yol sınırsızca istemek gibi görünür. Her
ne kadar bazen isteklerimizi geçici olarak tatmin edebilir
gibi görünsek de bu tatmin oluş hali sadece kısa bir süre
devam eder ve bizi daha da endişeli olmaya sürükleyen bir
hayal kırıklığı ile baş başa kalırız. Çoğu insan endişesini
sürdürmeye devam eder. Şiddetle istemek ve elde etmek mum,
endişeyse ateş gibidir. Bu sürekli hayal kırıklığı hali tek
kelimeyle ifade edilmek istenirse bu kelime “samsara”
olacaktır. Bu, tatminsiz ve mutsuz olduğumuz, çünkü
isteklerimizi nadiren elde edebildiğimiz anlamına gelmektedir.
Bizler sürekli olarak dışımızda olan bir şeylerin arayışı
içindeyiz. İçimizde güven eksikliği duyduğumuzda hayatımızı,
değerini ve anlamını günden güne yitirerek devam ettirmeye
başlarız. Sonunda ise tüm hayatımızın zevk ve acılardan oluşan
bir iniş çıkışlar bütünü olmasına dayanamadığımızı fark ederiz
ve işte o zaman gerçek tatmin oluş hissini bir şeyleri tutmayı
bırakmakla kendi içimizde buluruz.
Hayatımız dışarıdan bakıldığında nasıl görünürse
görünsün derinlerimizde, şuurumuzun daha süptil seviyelerinde
sorunlarımız her zaman vardır. Bunları yüzeye çıkarmanın
çeşitli yöntemleri vardır ama bir sorunu çözdüğümüzü
düşündüğümüz anda daha da büyük hayal kırıklıkları ve
tatminsizlikler ortaya çıkar. Bu, deniz kenarında kumda çukur
açmaya benzer, çukurdan bir avuç su çıkarsanız hemen o anda
daha çok suyun dolduğunu görürsünüz. Böylelikle, sonu gelmez
bir sorunlar silsilesine takılıp kalmaya devam eder, sürekli
geçici çözümler bulup daha büyük problemleri kendimize
çekeriz. Yüzeydeki gerginliğimizin bir kısmını duygusal
patlamalarla rahatlatabiliriz ve bir kez bunlar sona erdiğinde
kendimizi daha hafif, hatta daha gevşemiş bile bulabiliriz.
Ama bu, ağırlığın sadece yerini değiştirmek gibi olacaktır,
çünkü her ne kadar biz öyle olması isteğiyle değişerek daha
iyi olduğunu hissetsek de, sorun varolmaya devam etmektedir.
Çünkü altta yatan nedenler henüz çözülmemiş, aynı sorunlar ya
da örnekler meydana gelmeye devam etmektedir.
Bu güçlerle savaşmaya karar
verebiliriz, ama savaşmak genelde negatif enerjileri sürekli
kılar ve devamında da bizleri kendimize karşı yabancılaştırır.
Negatiflikle ne kadar savaşırsak o kadar çok güçlenecektir. Dolayısıyla sorunlarımızı çözmek
adına pozitif bir yaklaşım içinde olmamız gerekir. Ama
öncelikle şuurun alışkanlık modellerinden oluştuğunu anlamamız
gerekir. Ne kadar sabit veya ısrarcı görünürlerse görünsünler
modeller o kadar katı veya dayanıklı değillerdir, onları
değiştirebilir veya yeniden düzenleyebiliriz.
Negatif reaksiyonlar, modelleri
oluşturan güçleri yaratırlar, ama bu modellerin yıkılabilmesi
de mümkündür. Alışkanlık
modellerinin zihinde nasıl işlediğini öğrendikten ve uyanma,
farkındalık süreci başladıktan sonra farkındalık,
sorunlarımıza ve engellerimize nüfuz ederek onları
dönüştürmeye başlar. Dikkat etmeye başladığımızda kendimizi
çelişkilerde kaybedip sefalete, suçluluk duygusuna veya
melankoliye teslim olmak yerine, zorlandığımız sorunları hızlı
ve kolayca görebilir ve negatif enerjiyi pozitif enerjiye
dönüştürebiliriz. Bunu gerçekleştirebilmek uygulama yapmayı
gerektirir ama zarar verici durumları görmek ve hızla
değiştirmek için gerçek farkındalığı kullandığımızda
sorunlarımız çözülür ve içimizde huzur ve ışık büyümeye
başlar.
Meditasyon sırasında ya da günlük
hayatta sorunlar açığa çıktığında, aşırı derecede duygusallığa
saplandığımızda ya da acı çekmemize neden olan bir davranış
modeline takılıp kaldığımızda, dikkatimizi uyandırabilmek için
genişleme ve dengelenme uygulaması yapmamız gerekiyor
demektir. Örneğin son derece üzgün ya da kızgın
hissettiğimizde, eğer bu duygulara gerektiği gibi konsantre
olursak, ona yoğun bir konsantrasyonla aşağıdan ve yukarıdan
bakabilir ve doğrudan yüzleşebilirsek gerçekten uzaklaştırmayı
da başarabiliriz çünkü o zaman onun gerçekte “hiçbirşey”
olduğunu görürürüz. Uygulama yaptıkça, zihnimizi geri
döndürerek ve ileriye dönük olarak yeniden mutlu olmasını
sağlayarak bize basınç uygulayan veya hayal kırıklığına
uğramamıza neden olan olayı hızla dengeleyebilir; sonra
sürekli olarak içimizde neler olup bittiğini gözleyerek
yeniden üzgün halimize gidebilir ve onu mutlu bir ruh haline
dönüştürebiliriz.
İlk olarak pozitif, sonra
negatif bir eylem yapabiliriz; örneğin bir defalığına
zihninizi, üzerinizde baskı yaratan olaya döndürüp gerçekten
ağlayın. Sonra birden kahkaha atmaya başlayın. Bu duygular
gerçekten nedir? Bu duyguları neden kontrol etmeliyim? Bu
değişken ruh hallerini neden kontrol etmeliyim? Bu çalışma
size şizofrence bile gelebilir ama bunun üzerinde çalıştıkça,
kendimize ve dünyaya bakışımızla ilgili şuurumuzda önemli bir
değişimin gerçekleştiğini görürüz. Üzüntünün aslında o kadar
da ciddi olmadığını, mutluluğun da aslında o kadar önemsiz
olmadığını fark ederiz.
Hayat birkaç sene önceden bile çok
daha hızlı hareket ediyor ve değişiyor. Her gün pek çok
heyecan verici ve etkileyici olay meydana geliyor. Bu her
şeyiyle çok güzel bir dans. Her olay, her eylem, her düşünce
çalışmamızda yerini alıyor. Her deneyim bize fazla dramatik ve
ciddi olmanın ne kadar aptalca olduğunu öğretebilir, hatta
yaşadığımız zorlukların bile üzerine çıkabiliriz çünkü aslında
hiçbirşey kalıcı değildir.
Yine de, aynı zamanda bu farkındalık
hali uygulaması kolay bir çalışma değildir. Bizler, negatif
modellere o kadar bağlanmışızdır ki negatif duygularımızı
farkına bile varmadan güçlendiriyor olabiliriz.
Farkındalığımızın olmadığı ve üzgün, depresif veya mutsuz
olduğumuz zamanlarda bir kavanoza kapatılmış, oradan oraya
uçuşup kaçacak yer bulamadan vızıldayıp duran arılara
benzeriz. Aslında yine de tamamen kapatılmış değilizdir.
Duygusal sorunlar ve negatif tutumlar bir yerde bizlerin
öğrenme sürecinin bir bölümüdürler.
Farkındalık yoluyla duygularımız
yükseldikleri anda onlara karşı duyarlı olabilir ve böylelikle
duygusal modellerimizi ve onlarla olan bağlantılarımızı
kırabiliriz. Farkındalığımız ne kadar yükselirse pozitif
eylemde bulunmak için o kadar zamanımız olur, farkındalığı
olan bir insanda üç hafta olan süreç, farkındalığı olmayanda
üç ay sürebilir. Kendimize bedenlerimizi ve zihinlerimizi
farkındalığımızla uyum halinde tutmayı hatırlattığımızda,
düşüncelerimizdeki ve ruh hallerimizdeki her değişime
alışmamız da mümkün olur, böylece farkındalığımızı dengemizi
bozabilecek her olaya anında getirmemiz mümkün olur. Bu
uygulama yüzme öğrenmeye benzer, ilk kulaçları atmayı
öğrendikten sonra, çalıştıkça yavaş yavaş, yalnızca beş ya da
on dakika değil, istediğimiz kadar uzun süre yüzebilir hale
geliriz. Benzer şekilde geniş bir tutum içinde olabilirsek,
içinde bulunduğumuz eylem ne olursa olsun sürekli bir
meditasyon halini geliştirebilmemiz mümkün.
Endişe hali ister şuurlu ister
şuursuz olsun sorunlarımızın çoğunun sebebi olduğundan, ortaya
çıktığı anda üzerinde çalışmak önemlidir. Endişe için en iyi
panzehir meditasyondur. Meditasyonla duygularımızı kontrol
etmeyi öğrendiğimizde sorunlarımızdan duyduğumuz sıkıntı da
azalacak, beden ve zihinlerimiz daha sakinleşecek, endişe ise
gevşeme halimiz içinde erimeye başlayacak ve susacaktır. İşte
o zaman doğrudan sorunlarımız üzerinde çalışmaya
başlayabiliriz, çünkü artık onlardan kaçma ihtiyacı
duymuyoruzdur. Gerginliğimiz ve blokajlarımız doğal olarak
hafiflemeye başlar. Böylelikle artık “çok isteme” ve “endişe
duyma” döngüsüne yakalanmayız ve bedenimizde, zihnimizde
olmaktan zevk almaya başlayabiliriz. Bu, meditasyonun ilk
aşamasıdır.
|