Bir
zamanlar zengin bir teyzem vardı. Eşi işinde çok başarılıydı
ve ölümüyle birlikte ona büyük bir miras bırakmıştı. Bu
teyzem, annemin kızkardeşleri içinde en yaşlı olanıydı ve
sevgi dolu, cana yakın biriydi. Onu ziyaret etmeye her zaman
bayılırdım. Ne var ki, zengin bir kadın olarak beni şaşırtan
alışkanları vardı. Cömert bir kadındı, ama aynı zamanda da
kıtlık içindeymiş gibi davranışları vardı. Örneğin ne zaman
onunla yemeğe çıksak, kalkmamıza yakın masadaki bütün şeker
paketlerini alıp çantasına koyardı. Bir keresinde ona bunu
sordum, bana restoran masaya koyarak bunu bize verdiyse onları
alacağını söyledi. Evine sürekli şeker aldığı halde bana “Ne
zaman şekere ihtiyacın olacağını asla bilemezsin” derdi. Aynı
davranışı ketçap paketleri, hardal ve diğer baharatlar için de
sürdürürdü. Nasıl olup da bu kadar zengin olup yine de
restoranların insanların kullanmaları için ortaya koyduğu her
tür küçük şeyi yürüttüğünü anlayamıyordum. Annem bana bunun
açıklamasını şöyle yaptı, teyzem ilk gençlik yıllarındayken
büyük bir depresyona girmiş ve ailelerinin yaşadığı çok büyük
zorluklara katlanmak durumunda kalmıştı. O dönemlerde eğer bir
şey bedavaysa veya alınmasında bir sakınca yoksa teyzem onu,
bir sincapın fıstıkları kış için evine götürdüğü gibi
alıyordu. Annem de
o dönemlerde yaşamıştı ama o daha küçük olduğu için daha az
etkilenmişti. En büyük ablasıysa fakirlik korkuları içinde
depresyona girmişti ve bir kurtarıcının gelip onu bu durumdan
kurtarmasına ihtiyaç duyuyordu. Sonraki yıllarda son derece
verici birine dönüşmesiyse onun karakterinin büyüklüğünü
gösteriyordu ama o yıllardan kalma bir korkunun içinde
yerleştiğini ve yıllardır varolmaya devam ettiğini fark
etmiştim, ayrıca sonrasında pek çok dolu banka hesabının
olduğunu da öğrenmiştim.
Şimdi
yine zor zamanların eşiğindeyiz. Pek çok insan mevcut para
kaynakları serbest düşüş halinde azalmayı sürdürürken, bu
eşikte olmayı onun içine yuvarlanmaya tercih ediyor. Şu anda
1930’lardan beri yaşadığımız en kötü ekonomik krizin
içindeyiz, belki de başka bir ekonomik krizin içine doğru
yuvarlanıyoruz ve bu, ikinci dünya savaşı sonrası doğmuş ve
her zaman göreceli bir bolluk içinde yaşamış olup birkaç
sürekliliği olan önemli krize şahit olmuş bir nesil için
korkutucu bir bir düşünce. Yakında hepimiz şeker paketi
yürütmeye başlayabiliriz! Zaten kronik olan bu durum,
yaratılan korku atmosferiyle toplum içinde daha da kötü bir
hale sokuluyor. Korku; ticarette, siyasette ve ne yazık ki
spitüalizmde bile bir taktik olarak kullanılıyor. Korku
dramatik ve tetikleyicidir ve en az cinsellik kadar etkilidir.
Korku bir güç kaynağı olabilir. Şüphesiz, zihinleri manipüle
edilen kişiler ve birtakım organizasyonlar için korkunun ayrı
bir çekiciliği var. Kolektif enerji alanında çok fazla korku
tesiri biriktiğinde bundan etkilenmeden kalabilmek de
zorlaşıyor. Korku, zor zamanları daha da zorlaştırıyor.
Keşke
sizi ve bütün kayıplarınızı kurtarabilecek ekonomik kaynaklara
sahip olsaydım ama böyle bir gücüm yok ne yazık ki. Bununla
beraber enerjilerle ilgili olarak, zor zamanlarda ayakta
kalmakla ilgili bazı düşüncelerim var. İşte oniki maddelik
planım!
Açık
ve Akışkan Kalmak
Kızgınlık veya korku hissettiğimizde beynimizde akan kanın,
damarların büzüşmesiyle, yaratıcı düşüncenin üretildiği ön
loblardan saldırmayı veya kaçmayı yöneten beyin merkezlerine
doğru yönelmesi bir fizyoloji gerçeğidir. Acil bir durumda,
ani bir içgüdüsel harekette bulunmak yararlı olabilir ama bu
olduğunda aslında kendimize bir tür
*lobotomi
(*beynin
bir kısmının cerrahi müdahale ile tahrip edilmesi)
uygulamış oluyoruz. Bugün karşılaştığımız olayların pek çoğu
acil bir saldırıyı veya kaçmayı gerektirmiyor ki bir ekonomik
krizden kurtulmak için buna gerçekten hiç gerek yok. Oysa
beyin merkezlerimize yeterince kan akımının ulaşabilmesine çok
ihtiyacımız var ve bunun için de gevşeyebilmek gerekli.
Enerji
alanımız için de bu gerekli. Sağlıklı enerji, açık ve akışkan
olan enerjidir. Korku hissettiğimizde enerjimiz sıkışır,
geriliriz ve bu da daha geniş bir dünyayla ve de ruhsal
dünyalarla olan bağlantılarımızın azalmasına veya kapanmasına
neden olur. Tam da onlara en çok ihtiyacımızın olduğu bir anda
ruhsallık, yaratıcılık ve enerji kaynaklarımızla
bağlantılarımızı kaybederiz. Zor zamanlarda ayakta kalabilmek
ve gelişmeyi sürdürebilmek için enerjimizin açık, temiz,
berrak ve akışkan kalmasına ihtiyacımız var. Bunu
nasıl yaptığınız tamamen sizin durumunuza, içsel kapasitenize
ve karakterinize bağlı. İşte size bu durumlarla başa
çıkabilmek için oniki basit öneri.
1.
Fiziksel Aktiviteler
Hiçbirşey
enerjinizi fiziksel aktivite gibi akışkanlaştıramaz ve bu
aktivite nefes almak kadar basit olabilir. Paniklemek üzere
olduğunuz kimbilir kaç kez derin nefes almanız söylenmiştir
size! Bunun bir yolu ritmik olarak nefes almaktır. Nefesinizi
verirken onu önce ayaklarınıza, sonra da toprağa indirin.
Nefes alırken de onu önce başınıza kadar çekin, sonra da
gökyüzüne çıkartın. Nefesinizi verirken onu önce kollarınıza,
ardından da doğanın canlılığına ve dünyaya aktarın. Nefesinizi
içinize çekerken enerjiyi ilişkilerinize ve bütünselliğinize
doldurun ve bu bütünselliği tekrar kalbinize ve zihninize
aktarın. Yürümek, enerji akışını yenilemek için bir diğer
harika ve kolay yoldur. Kalbinizin kan pompalamasını
sağlayacak, kanınızın akmasını ve bedeninizin, korkunun
üretmiş olabileceği kimyasal toksinleri atmasını sağlayacak
bir şey yapın.
2.
Korkuyla Arkadaş Olun! Ben soğuk
havadan hoşlanmayan biriyim. Hava soğuk olduğunda gerildiğimi
hissederim. Bunun bir nedeni de çocukluğumdan beri kronik
astım hastası olduğum için ciğerlerimin zayıf olması; soğuk
hava ciğerlerimin incinmesine yol açıyor ve nefes almamı
zorlaştırıyor. Ama eşim Julie daha soğuk bir iklimde yetişmiş
biri ve bana hep şunu söyler; “Soğukla arkadaş ol”. Bunu
yaptığım zaman, bunu kabul ettiğim ve direnmemeye çalıştığım
zaman bedenimin gevşemeye başladığını hissediyorum ve daha çok
ısınıyorum.
Kısa bir
süre öncesi eşim bankaya gitti ve banka müdürüyle bir görüşme
yaptı. “Zor zamanlar yaşıyoruz” dedi müdür. “Evet” diye
yanıtladı Julie, “ama unutmayın, tek korkmamız gereken
korkunun kendisi”. Adam güldü ve şöyle yanıtladı,” Evet, ama
korku korkutucu bir şey!”.
Korku
korkutucu. Tıpkı soğuk gibi. Bizim gerilmemizi bu halimizi
korumamızı istiyor, hatta açık oluş halimizi ve enerji
akışımızı kaybettiğimizde bile. Bizi korkutan şeyden
kaçmamızı, ondan korunmamızı istiyor. Enerjetik olarak
yapılması gereken en iyi şey bununla yüzleşmek ve korku yüklü
enerjiyi kabul etmek olmalı. Bu cesaret isteyecektir ama
korkuyla yüzleşmek bizi güçlendirir. Bazen
korku duymakta haklı da olabiliriz. Korku da tıpkı acı gibi
bize yanlış olan ve dikkat etmemiz gereken bir şeyleri
gösterebilir. Bizi bir durumu düzeltmek için eylemde bulunmaya
çağırıyor olabilir. Ya da bu bilinmeyene duyulan bir korku
olabilir, adlandıramadığımız ya da göremediğimiz bir şeye
duyulan bir korku. Aslında bazı değişimler iyi olduğu gibi
bizi eskisinden daha güçlü yapmayı hedefliyor da olabilir ama
o an içinde bunu bilmediğimiz ve emin olamadığımız için korku
duyuyor olmamız mümkün.
Korkularınızı derinlemesine dinlemek üzerlerindeki yükü
azaltabilir ve sizi hayatınızda önemli değişimler yapmaya
yönlendirebilir. Bu dinleme sırasında korku duygusunun ya da
enerjisinin onu üreten olayla aynı oranda olmayabileceğini
fark etmek istersiniz, tıpkı bir insanın gölgesinin tam olarak
kendi bedeninin ölçülerinde oluşu gibi. Bazen önemsiz şeyler
bile paniklememize neden olabilir, özellikle de diğerleri de
bu korkuyu hissediyor ve onu abartıyorsa. “Ben korkunun
içeriğini dinlemek istiyorum, yani olayın gerçek halini ve
potansiyel sorunlarını dinlemek istiyorum, bunun
yansıtabildiği sırf duygusal ve imajine edilmiş bir dram
enerjisini değil” diyebiliriz. “Eğer bu bilinmeyene duyulan
bir korkuysa, olasılıklara ve pozitif sonuçlara olduğu kadar
potansiyel olarak negatif olanlara da dikkatimi yöneltmek
istiyorum” diyebiliriz.
3.
Suçlamayın Zor
zamanlar geçiriyorken ve korku kolektif enerjimizden üzerimize
son sürat koşuyorken, sorunlardan dolayı suçlayacak birilerini
aramak kolaydır. Yanlış eylemleri ve planlamaları tanımlamak,
neyin kırık dökük olduğunu tespit etmek kolaydır, bundan
sorumlu olanı bulmak ve onarmak için uygun yolları ortaya
koymak da kolaydır. Sorumluluğun olduğu yerde sonuçlar da
olmalıdır. Ama suçlama oyununu oynamak enerjetik olarak her
zaman zehirlidir. Suçlama korkudan ve kızgınlıktan
kaynaklanır, enerji alanımızı sıkıştıran ya da oluşturan
duygular çalkantılı ve inciticidir, suçlama, bir insana
saldırıda bulunmaktır, cezalandırmak için duyulan isteği
açıkça veya dolaylı olarak ifade etmektir. Bu, açık oluşa,
akışkan ve bağlantıda oluşumuza karşı çalışan enerji
alanımızı canlı tutmaya neden olur. Sorumluluğu tanımlasanız
bile kurbanlar bulmak ve suçlama yapmak için kışkırtıcılığa
karşı direnin. Çünkü sizler bir şeyleri onarmak ve
iyileştirmek istiyorsunuz, insanlara zarar vermeyi değil.
Zamanınızı insanları suçlamaya ve kızgınlığınızı dışa vurmaya
harcamak o an için iyi hissettirebilir, tıpkı kanınızda
yükselen şeker oranı gibi, ama bu ruhunuzun diyabete
uğramasına neden olur ki bu da körlükle ve başkalarını sevmek
ve kucaklamak için ihtiyacımız olan ruhsal kollarımızın
kesilmesiyle sonuçlanabilir. Hepimiz affedilmişizdir. Affetmek
için çalışmak suçlamanın yıkımlarını önleyen insülindir.
4. Her
şey dağılmıyor- Olumlu Bakış Açısını Korumak
Bütün
emeklilik birikiminiz gözlerinizin önünde erirken “her şey
dağılıyor” hissine kapılmak hiç de şaşırtıcı değil. Her şey
dağılmıyor, ya da en azından bir asteroidin dünyaya çarpıp tüm
hayatı silip süpürmek üzere olduğu bir durumda değiliz.
Sadece
bazı şeyler dağılıyor! Diğerleri büyük ihtimalle güzelce
birbirlerine tutunmuş, duruyor, hatta birbirlerini
geliştiriyor. Korku, dikkatinizi sizi dehşete düşüren şeye
odaklıyor ve daha geniş, daha holistik (bütünsel) bir
farkındalığı kaçırmanıza neden oluyor. Bu durumdayken
enerjinizin sıkıştığına şüphe yok. Bu durumda bakış açınızı
yeniden genişletmeniz ve yenilemeniz gerekiyor. Evet, bazı
şeyler kötü gidiyor, siz bununla ilgili dürüstçe tahminde
bulunmak ve istiyorsunuz ve gerekli eylem neyse onu yapmak
istiyorsunuz. Ama iyi giden ne var ki? Durup etrafınıza bir
bakın ve görmeye çalışın. Korkunuzun bir felaket balonu gibi
dünyanıza inmesine izin vermeyin. İşlerin yürüdüğü ve iyi
gittiği daha büyük bir dünyanın bir parçası olan bir kentli
olduğunuzu yeniden hissedin.
Mücadelemiz, bir dramın içine düşmekten korunmak adına. Bazı
dramlar eğlencelidir, hepimiz iyi hikayelerden hoşlanırız. Ama
özelliği olmayan dramlar sadece enerjimizi karıştırmaya yarar,
onu akışkanlaştırmaya değil. Hayat ihtiyaçlarımızı
varlığımızın temiz, berrak bir havuzunun içinde okuyabilir,
ama eğer suyun yüzeyi sürekli çalkantılıysa bunu yapamaz.
5.
Pozitif Düşünceler Üretmek Korku ve
panik anlarında bize pozitif düşünmemiz ve yüksek iyiliğimizin
ve tezahür gücümüzün ancak pozitif düşünceleri ve duyguları
tutmakla sağlanabileceği söylenmiştir. Bu, negatif düşünce ve
duygular içimize sızdığında bize geri dönecek olan tuhaf bir
kızgınlık ve korku yaratabilir; çünkü bunlar birbirlerine
bağlı enerjilerdir ve kolektif şuurdan sızıntıya neden olacak
en küçük bir çatlaktan birlikte içeri giriverirler. Bu şekilde
önce negatif bir düşünceye sahip olup ardından da bundan
dolayı kendimizle ilgili negatif hissetmek enerjimizi
kesinlikle bloke edebilir. Pozitif düşünce, başımızın üzerinde
tutacağımız bir sopa değildir. Gevşemiş olmak ve açık düşünmek
olarak daha iyi tanımlanabilir belki pozitif düşünmek, ya da
bağlantıda kalmamızı sağlayan, geniş ve akışkan kalabilmemize
izin veren düşünce biçimi olarak tarif edilebilir. Hayatımızda
ve dünyamızda neyin iyi gittiğine dikkatimizi vermek denge ve
pozitiflik duygumuzu yenileyebilir. Sık sık eğlenceli
hatıraları, deneyimleri, düşünceleri ve bunun gibi şeyleri
düşünmek ruh halimizi değiştirebilir. İnsanların enerji
alanlarını kontrol etmeleri alanında tanıdığım en iyi
öğretmenlerden biri olan Doktor William Bloom’un Endhorphin
Effect (Endorfin Etkisi) adlı kitabında söylediği gibi, bu
tür düşünceler beynin mutluluk kimyasallarının akışını
tetikleyebilir ve endorfin hormonu beden kimyamız üzerinde ani
ve pozitif etkiler meydana getirebilir. Mutlu bir beden ise
daha temiz ve akışkan bir enerji alanı yaratacaktır.
Pozitif
düşünce ve duyguları tutmak bizim için avantajlı olurken
burada kastettiğimiz bazı kartpostallarda yazan “pozitif
düşünüyorum” cümlesini benimsemekten daha öte bir eylem. Bu;
dünyayla ilgili, hayatla ve kendimizle ilgili her şeyin
gerçekten iyi olduğuna dair, işleyişini sürdüren gerçek bir
farkındalık hali. Bu aynı zamanda şuursuzca korkulara
kapılmayıp insanların hayatlarına pozitif enerji, pozitif
imajlar, düşünce ve duygular aktarmak ve böylelikle dünyanın
kalbindeki güzelliğe uyumlanmalarına yardımcı olmak demek.
Eğer korku şimdiki zamanımızın
*Balrog’uysa
(*Yüzüklerin
Efendisi isimli eserdeki Gandalf karakteriyle
Khazad-Dum Köprüsünde
bir karşılaşma yaşayan şeytan)
pozitif düşünce de köprünün üzerinde cesurca durarak,
“Geçemezsin!” diyen Gandalf’tır.
6.
Bağlantı Halini Korumak
Enerjilerimiz sıkıştığı zaman izole oluruz. Tezahür Kanunları
ve kutsanma, bütünsellik ve bağlantı halinde olunduğunda
gerçekleşebilir. Eğer korktuğumuz için bağlantımızı koparırsak
bize yardımların gelebileceği daha geniş bir dünyayla olan
iletişimimizi ve bağlantımızı koparmış oluruz. Aynı zamanda
yardım etme, başkaları için orada olabilme kapasitemizi
sınırlamış oluruz. Enerji bağlantılarımızı yenilemek için
mantıklı ve uygun bir şekilde başkalarına ve doğaya uzanırız.
Bunun için en basit adım, korkularımızı bir başkasına
anlatmaktır, ama bu muhtaç bir durumdaymışız gibi yapılmamalı
ya da korkularımızı bir başkasına aktarıp onu da korkutmak
şeklinde olmamalıdır. Olabildiğince sakin ve açık olmalı ve
karşımızdaki kişi de kendi korkularını bizimle paylaşırsa onu
da açık ve sessiz bir biçimde dinlemelidir.
Bir
başkasına nasıl yardım edebileceğimizi ve etrafımızda ne tür
toplu bağlantılar ve paylaşım kaynakları olabileceğini
keşfetmek enerjinizi açmak ve yeniden akar hale getirmek için
hayati öneme sahiptir. Bolluk, bütünlük ve bağlantılı oluş
halinde akar, bu, izole ve muhtaç bir durum içindeyken bize
verilmiş özel bir mucize değildir. Enerjinizin genişlemesini
ve dünyanın iyiliğine katılımda bulunmasını istiyorsunuz ki
dünya da size her zaman sizin için hazır bekleyen
hediyelerini, kutsamalarını sunsun.
7.
Cömertlik Zor
zamanlar yaşıyorken zorluklar bize vericiliği hatırlatır.
İster zamanımızı verelim, ister enerjimizi ya da paramızı;
cömert olmak kalplerimizi, zihinlerimizi açmanın; bir
akışı yenilemenin en hızlı ve emin yollarından biridir. Size
bununla ilgili bir sır vermek istiyorum.
Vermek hediye
etmektir. Karşılık gerektirmez. Cömertliğin doğası, kendinden
gerçekten bir şeyler verip karşılığında bir şey beklememektir.
Eğer karşılık olarak bir şey beklersek, beklenti kendiliğinden
bir sıkıştırmaya dönüşür, enerji alanımızda baskılayıcı bir
güç halini almaya başlar, özellikle de cömertliğimizin kabul
görmeyeceği ya da en azından tahmin ettiğimiz şekliyle
karşılığını bulamayacağı hayal kırıklığına, kızgınlığa
dönüşürse. Bir hediye hem vereni hem de alanı özgürleştirir,
onları bir zorunluluk ve beklenti zincirleriyle birbirlerine
bağlamaz.
8.
Şükretmek
Bir
ekonomik krizin doğası, kıtlığa; sahip olmadıklarımıza ya da
kaybetmekte olduklarımıza odaklanmaktır. Sonuç olarak korku,
kızgınlık ve hayal kırıklığı getirebilir. Bu dinamiği
değiştirmek için sahip olduklarımıza odaklanmak ve onun için
şükür duymak isteriz. Sadece akılda kalır bir şarkı sözü
olmaktan öte, “şükürlerimizi saymak” iyi bir enerji hijyeni
sağlar çünkü bu kalplerimizi minnet duymaya açar. Minnet
duymak bir bağımlılık tutumu değildir, karşılıklı bağımlılığın
farkına varma hali ve sahip olduklarımızın ve
hoşlandıklarımızın, hatta özel hayatlarımızın bile çoğunun
başka birinden veya başka bir şeyden geldiğini fark etmektir.
Minnet duymak sadece takdir etmek değildir. Bu bir hayatın
içten bağlantılı halinin ve büyük bir varoluş birliğinin
farkındalığı demektir. Farkındalık kalplerimizi açar ve
katılım ve akış hissimizi yeniler. Hayata, Kutsal olana
“teşekkür ederim” demek ve özellikle de kendi insanlarımıza
bunu söylemek bağlantılı olduğumuz herkese sunduğumuz bir
minnet haline gelir ve bizi kıtlık ve kayıp hislerinin üzerine
çıkartır, aksi takdir de onlar bizi aşağı çekecektir.
9.
Zamana Minnet Duymak İçinde
bulunduğumuz zamana ve bize sunduğu mücadelelere; ekonomik
krize, küresel iklim değişikliğine, terörizme, savaşlara,
enerji kıtlığına ve ufukta beliren diğer tüm felaketlere
minnet ve takdir duymak zor gelebilir. İnsana kendini iyi
hissettiren, barış ve sürekli sakinlik sunan bir çağa minnet
duymak çok daha kolay olurdu. Ama şunu unutmayalım ki zor
zamanlar aynı zamanda büyüme zamanlarıdır. Yeni içsel
kavrayışların ve fırsatların, yaratıcılığın ve yeni oluşların
zamanlarıdır. Eğer bir programla savaşamıyorsam, ona
uymalıyım. Zamanın getirdiği akışa direnmek boşuna, bizler
bütün bu mücadelelerle yüzyüze gelinen şimdiki zamanda
yaşıyoruz. Gelecek ise şimdiki kararlarımıza ve eylemlerimize
bağlı olarak ortaya çıkacak. Bu elbette korkutucu! Ama eğer
bundan kaçarsak enerjimiz sıkışacak, yaratıcı potansiyelimiz
kaybolacak ve gelecek de her halikarda gelecek ve hatta
hoşlanmadığımız bir biçimde gelecek. Yaşadığımız zaman
mücadeleyi gerektiriyor ama aynı zamanda yaratıcılığa ve yeni
doğumlara, yeni potansiyellere ve yeni olasılıklara açık
zamanlar. Olanlara bu yönünden bakmak enerjimizi yeniden
akışkanlaştıracak ve açacaktır.
10.
Bağımsızlığınızı Koruyun
Enkarnasyon ruhsallığında bağımsızlık, kendimizi yönetmemizi
mümkün kılan; bize seçimler yapabilme, maksadımızı ifade etme
ve bireysel kimliğimizi açığa çıkarma gücü veren ruh ile
kişilik arasındaki bütünselliktir. Bu, yalnızca bizim hayata
katabileceğimiz eşsiz hediyelerin kaynağıdır. Bağımsızlığımızı
korumak bu içsel bütünselliğe akort olmak ve kimliğimizi
onurlandırmak (kendimizi onurlandırmak) ve hayatla birlikte
oluşturduğumuz bağlantıları onurlandırmaktır. Ruhsal varlıklar
olarak holistik doğamız her zaman bizi kuşatan koşullardan
daha fazla genişleme potansiyeline sahip ve güçlü. Bu
genişlemeyi istediğimiz zaman kalplerimizi ve zihinlerimizi
gerçekten daha geniş bir kişilik boyutuna açarız ve enerjimiz,
bununla buluşabilmek için yükselir. Kimlik duygumuzu ve
kendimizi zayıflatırsak, onurunu korumazsak, kendimizi
küçültürsek zor zamanların ya da herhangi bir zamanın
gerektirdiği mücadeleleri nasıl karşılayabiliriz? Üretken olma
yeteneğimizden şüphe ettiğimiz sürece nasıl yaratıcı
olabiliriz ki? Kendi kimliklerimizin, düşüncelerimizin ve
duygularımızın başkalarının korkularıyla şekillenmesine izin
verdiğimiz sürece korku nerede duracaktır, özellikle de bizim
korku duymamızdan yararlanabilecek olanlar nerede duracaktır?
Büyük mücadeleler büyük insanlara gelir ve her birimizin
içindeki ruhun ve hayatın büyüklüğü çoğumuzun umduğundan daha
büyüktür. Bağımsızlığımızı korumak kapıları içimizdeki
genişliğe ve etrafımızdaki hayatla daha güçlü bir ilişki
kurmamıza açar.
11.
Sevecen Olun Yukarıda
bahsettiğimiz on öneri üç kelimeyle özetlenebilir:
Sevgi dolu
olun. Sevgi gerçekten de insani problemlere yanıttır; kendini
sevmek, başkalarını sevmek, bulunduğu yeri sevmek, yaptığı işi
sevmek, doğayı sevmek, hayatı sevmek, dünyayı sevmek, tüm
harikalığı ve ihtişamı içinde ruhu sevmek. Sevgi enerjimizi
özgürleştirir. Bizi açar ve pek çok düzeydeki ruh ve hayat
akışının içine bırakır. Sevgi tezahürün ardındaki gerçek
sırdır. Sevginin pek çok yüzü vardır; koruyuculuk, şefkat,
farkındalık, cesaret, yaratıcılık gibi; ama o anda hangi
yüzünü gösteriyor olursa olsun sevgi her zaman zor ve mücadele
gerektiren zamanlara bizim en güçlü yanıtımızdır.
Sevgi
sihirlidir. Shakespeare’in söylediği gibi, ne kadarını
verirsek o kadarını alırız. Sevgi adeta bir verme ekonomisinde
çalışır ve bu sadece bolluğu tanıyan bir ekonomidir. Dünyanın
bize korkmamızı söylediği ve her şeyi kaybettiğimiz bir
devirde sevgi bize güvende olduğumuzu, kendimiz ve başkaları
için zenginlik yaratıcı kaynaklar olduğumuzu söyler. Sevgi,
ekmek somunları ve balıkların mucizelerinin arkasındaki
güçtür. Cüzdanları açan, dolapları, buzdolaplarını, kilerleri
ve hepsinden öte kalpleri açan ve böylelikle bize birbirimizi
koruyabileceğimizi hatırlatan bir paylaşım akışına izin veren
bir güçtür. Sevginin olduğu yerde birbirimize yardımcı
olabiliriz. Sevginin olduğu yerde ayrılığın üstesinden gelme
ve ayrılığın getireceği korkuyu altetme isteği vardır.
Birbirimiz için birer yürek, zihin ve istek gücü olabiliriz.
İçinde bulunduğumuz zor bir zaman olabilir, ama sevgi
sayesinde zor insanlar olmaktan kurtulabiliriz.
12.
“Tanrı Dolu” Olun
Bu son
maddeyi özellikle vurgulamak için koydum, ama rahatlıkla ilk
adım da olabilirdi. Tanrı’nın önemi hayatidir. Tanrı aynı
zamanda bir gizemdir. Benim dilimde Yaratıcı Gizemdir. Tarih
boyunca insanlar bu nihai veya zemin niteliğindeki gerçekliğe
pek çok isim verdiler ve onu pek çok yönden gördüler. Ama ona
ne isim verdiğimiz ya da nasıl gördüğümüz onun içimizdeki
varlığının ne olduğunu anlamaktan daha az önemlidir.
O bize
gerçekten de evrende bir ev sağlamaktadır. Eğer açık ve
akışkansak bunun nedeni nihai varlığın açık ve akışkan
olmasıdır. Sevgi duyduğumuzda sevgimiz bu nihai varlığın sevgi
duyuşuyla yüzlerce, binlerce, milyonlarca kat artar.
Findhorn
Derneği çok basit bir önerme üzerine kuruldu: “Önce Tanrıyı
hayatınıza alın, ardından ihtiyacınız olan her şey size
gelecek.” Findhorn’un Kurucuları bunu ispatladılar ve
Findhorn tezahürün bu basit prensibinin sonucu olarak başarılı
oldu.
Benim
için, Tanrıyı en başa koymak “Tanrı Dolu Olmak” demek; sınırlı
bir varlık olarak benim kendi kapasitem ölçüsünde, bu
yaratıcı, sevgi dolu varlığın niteliklerini içimde barındırmak
demek. Kalbimi açmadan önce izin verin kalbim Tanrıyla dolu
olsun. Düşünmeden önce izin verin zihnim Tanrıyla dolu olsun.
Konuşmadan önce izin verin ağzım Tanrıyla dolu olsun. Bir şey
yapmadan önce izin verin kollarım Tanrı’yla dolu olsun. İzin
verin kişisel dünyam önce Tanrı’nın dünyası olsun, Tanrı dolu
bir dünyam olduğunda biliyorum ki diğer her şey sonradan
eklenecektir.
Tanrı
dolu olmak basitçe sevginin varlığının öncelikli oluşunu,
genişliğini, ihtişamını, yaratıcılığını, koruyuculuğunu kendi
dünyamda ve kendi içimde fark etmek demek. Basit bir ekonomik
kriz nasıl olur da bununla kıyaslanabilir ki? Yaratıcı gizem
iflas edemez. O, kıtlığa konu olamaz. Tanrı asla bitmez.
Gerçek
Soru Bazen
ruhsal bir öğretmen için çeşitli şeyler yapmak adına bir dizi
adım atmak bir zorunluluk oluyor: bunun için on adım, şunun
için oniki adım, diğer bir şey için yedi adım ve bunun gibi.
Ben hiçbir zaman işlerimi o kadar çok adımlara bölmedim, benim
ruh algım bir adımlar dizisinden çok bir rampaya benzer,
tırmandığımız bir merdivenden çok sürekliliği olan bir yüzey
gibi.
Ne var ki
zor zamanlar yeni olasılıklar da yaratıyor ve hatta yaşlı
kurtlar bile yeni oyunlar öğrenebiliyor! Dolayısıyla ben de
size zor zamanlarda ayakta kalmak adına oniki adımlık bir
program oluşturdum. İşe yarayacak mı? Bunlar üzerinde
çalıştığımızda hayatlarımız daha iyi olacak mı? Gerçek
soruysa; eğer işe yaramazsa bize ve dünyamıza neler
olacağıdır.
|