Beyin-Dalga
Fonksiyonu Uyarımında “SES”in Kullanılması
Dr Jeffrey D Thompson
Çeşitli ses ve sonik titreşimli
frekansları kullanan insanın, biyolojik tepkimesinin daha
önceki etkin kanıtlarından bazı seslerin fizyolojik sistemler
(örneğin:kalp atım hızı, solunum, Galvanik deri resistansı
(GSR), elektromiyografi-kasların kasılmasını sağlayan
elektriksel aktivitenin izlendiği ve yorumlandığı kas
incelemesi (EMG), Elektroansefalogram, kafatası yüzeyinde
çeşitli noktalar arasındaki elektriksel potansiyel farklarının
kaydı (EEG), Elektrokardiogram (EKG), vücud derecesi ve
diğerleri gibi) üzerinde doğrudan etkisi bulunmuştur.
Son zamanlardaki
teknoloji ve araştırmalardaki gelişmelerle insan bedeni ve
beyni üzerinde sonik dalga formlarının ve onların etkileri
konusunda geniş ve zengin bir bilgiye ulaşılmıştır. Müzik
terapisine paralel “psikoakustik” adı altında yeni bir bilim
dalı da böylelikle ortaya çıkmıştır. Bu alanın gözdesi sonik
titreşim, ses ve müzik, bilinçaltı tepkimeler ve fiziksel
uyarılar için kullanılmakta ve pozitif sonuçlar elde
edilmektedir.
Son zamanlarda
fiziksel ve fizyolojik tepkileri elde etmek için elektronik
ortamda doğadaki seslerin(okyanus, dalga, su, rüzgâr, hayvan,
insan, organik, yunus vs) gizlenerek kullanıldığı
gözlemlenmiştir. Bu sesler elektronik olarak hızlanan, azalan
değişik oktavlarda değişik filtrelerden geçirilir ve belirli
bir ses yayarlar. Bu seslerin frekanslar, hedef alınan durum
ne ise beyni rezonansa geçirerek o yönde bilinçaltını aktive
eder. Amerika Birleşik Devletleri’nin çeşitli merkezlerinde
yürütülen çalışmalarda, müzik ve ses- frekans uygulanmasının
pozitif fizyolojik tepkileri gözlemlenmiştir.
Güncel deneysel
projelerin bir bölümü, güçlü tepkiler gözlemlediğimiz
“İlkel-Başlangıçtan beri varolan Sesler”in kullanılması ile
oluşmakta. Bu sesler, bilinçaltı tarafından derinlemesine
tanımlanabilir seslerdir. Örneğin; doğa sesleri, fiziksel
organizma sesleri. Daha sonra bu seslerin bilinçli zihinin
tanımaması için bir şekilde gizlenmiş olarak biliçüstünden
gizlenerek kullanılmasından çok büyük sonuçlar elde
edilmiştir.
Bu sonra
bilinçaltı programlama tepkilerine benzer -sözel cümlelerin
tanımlanmaması için hızlandırılması ya da yavaşlatılması- bir
mekanizmayı aktive eder. Bilinçaltının rahatlıkla mesajı
duyduğu ve değişken davranışlar içerisinde belirgin sonuçlar
ürettiği gözükmektedir.
Daha sonra
deneyde deneklere ses ortamındaki gizlenmiş “ İlkel Sesleri”
açığa çıkarılıp, bunlar dinletilerek yükselmiş zihin
yatkınlığının oluştuğu bir bilinçaltı “açıklık” durumu meydan
gelmesi sağlanır. Bazı durumlarda hatta nöro-hormon ve
otomatik beden işleyişi bile bu belirli ses titreşim
modellerine tepki verdiği olmuştur. Bu seviyedeki iletişimin
yüksek beyin fonksiyonu ve psikoloji, öğrenme ve tedavi
alanlarındaki etkileri göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür.
Şu zamana kadar
kullanılan pek çok ses, NASA tarafından uzayda kaydedilen bir
takım seslerle çarpıcı bir şeklide benzerlik göstermektedir.
Aslında ilkel, doğa ve organik seslerin ilginç özelliklerinden
bir tanesi de bu seslerin değişik oktav seviyelerinde
birbirlerine benzer eğilim göstermeleridir.
Örneğin; yunus/
okyanus seslerini 64 defa yavaşlatırsanız, insan sesine çok
benzer bir ses duyulur. Yunusların sesini iki oktav
hızlandırdığınızda kuş sesi gibi bir ses ortaya çıkar. Martı
sesini iki oktav yavaşlatırsanız o zaman da o ses yunus sesine
benzer. İnsan sesini hızlandırırsanız da ilk önce yunus sesi
daha sonra da kuş gibi bir ses duyarsınız , vb… bunların hepsi
bilinçaltında kuvvetli bir etkiyle mevcuttur.
Daha kapsamlı
araştırmalar mevcut olan ve gözlemlenmiş beyin ve merkezi
sinir sistemi tepkilerini geliştirmek ve dışsal metodları
kullanarak da daha üst seviyede belirli beyin fonksiyonuna
geçmek için gereklidir. Eski çağlardan beri insanlar değişen
bilinç durumlarını çoğaltmak ve geliştirmek için sesi
kullanmaktalar.
Binlerce
yıldır hayatlarımızı değiştirmek, doğanın içsel ve dışsal
güçlerini kontrol etmek, insan bilincinin gücünün sırlarını
derinine incelemek için metodlar oluşturulmuştur. Çin
meditasyon gongları-çanları, Tibet’te mental “öten” çanaklar,
ziller,büyük ziller, şarkı okumalar, Hindistan’da
tambur,davullar ve “durak-tonik”a bağlı çok zengin müzikal
aletler ve buna benzer diğerler aletler tüm gezegende pek çok
kültürlerde kullanılmaktadır.
Eskiler,
çanaklar, ziller ve öten çanların, vs. nasıl sonik titreşim
kalıpları yaratabilidiği ve bu titreşimlerin de beyin
fonksiyonları ve bilincin durumlarını etkileyebilidiğine dair
gelişmiş ve sezgisel bilgiye sahiptiler. Tabii onlar
eski-teknoloji kullanmaktaydılar. Ama bugün, bilimdeki ani ve
hızlı gelişme ile yüksek-teknoloji uyarlı ses uygulamaları
bilincin gelişim aşamasında rol oynamaktadır.
Dünyadaki pek çok
sayıdaki üniversitelerin, hükümet araştırma merkezlerinin
gerçekleştirdileri daha önceki araştırmalarının ulaştıkları
sonuçlardan belirli bilinç durumlarının belirli beyin dalga
frekans modelleri ile bağdaştığı ortaya çıkmıştır. Bir diğer
araştırma 1940’lara kadar gitmektedir ve bu beyin dalga
frekans modellerini etkileme becerisi kulaklık ve hopalör
yoluyla atımlı/ayarlanmış ses frekansları kulllanılmasıdır.
Bu eskilerin
binlerce yıl önce “düşük-tekno”lu aletlerle çoktan
başardıklarının “yüksek- tekno” çözümüdür. Beyindeki gelişmiş
bilinç seviye ve durumlarını ve beynin bu bilinç durumlarına
seyahatini sağlayacak çok gelişmiş aletler ve teknolojik
bilgiyi kullanma yetimiz ile bugün, biyolojik becerilerimize
ve belki de kendi evrimimize ivme kazandırmaktayız.
İlk edindiğimiz
tecrübelerden bir tanesi de, anne karnındaki fetusun
geliştikçe sesleri duyma hissinin oluşması. Fetus, anne
karnında anne karın duvarına kadar genişlemeden önce anne
karnının içinde özgürce vücud ısılı amniyotik sıvısı içinde
yüzmekte- etkili bir şekildeki uyaran yoksunluk odası,
şamandıralı tank gibi- bu da dokunma hissinin olmadığı
anlamına gelmektedir. Fetusun ağzı ve burnu amniyotik sıvı ile
dolu olduğu için de tat alma ve koklama duyuları da henüz
yoktur.
Karın duvarı
dokusunun çoklu katmanları, plazanta duvarları, ve fetusun
gözünün kapalı olmasından dolayı fetusta görme hissi olmayıp,
sadece karanlık mevcuttur. Amniyo sıvısı ayrıca fetusun kulak
kanallarına dolacak ve kulakzarına doğru akacak ve baskı
yapacaktır. Ancak, ses suda seyahat ettiği için, hava yolu ile
seyahatten 5 kata daha verimlidir. Duyma hissi 5 kata daha
fazla güçlüdür.
Şimdi gelin bu
ses ortamının neye benzeyebileceğini hayal edelim… İlk olarak,
amniyotik sıvının şırıltı sesi gelebilir, sonra atardamarların
atışının sesi, daha sonra kulakzarı, ve sonra plazentanın
atardamarı yoluyla annenin nabız atışı ve sonra büyük ve küçük
bağırsak sesleri (çağıldayan ve guruldayan), sonra annenin
solunum sesi, annenin sesleri ve göğüs boşluğunu çınlatan
annenin kalp atış sesleri ve son olarak annenin genleşmiş
karın duvarı yoluyla güçlendirilmiş tüm dış dünya sesleri-
basınçlı amniyotik sıvı-fetusun kulak zarı-.” Başlagıçta Söz
vardı” demek başlangıçta SES vardı demekitr aslında ve ses,
bilinçaltının derin seviyelerine ulaşmak için çok kuvvetli bir
araç olarak kullanılabilir.
Bilinçaltının en
derin bölgesine kadar ulaşmasındaki uzaydan kaydedilmiş
seslerin kullanılmasındaki en büyük etki, belki de, psikolog
Carl Jung’un ortaya attığı ilk fikirlerden kaynaklanıyor
olabilir. Carl Jung’un “kollektif bilinç dışı” adı altındaki
fikri şuydu; eğer bir kişi yeterince bilinçaltının
derinliklerine ulaşabilirse, neticede ulaşacağı seviye tüm
insanların “ortak bilinçaltı”sı olacaktır. Kollektif bilinç
dışının bir seviyesi ve bilinçaltının derin , ilkel ses tanımı
ve enerji kalıp titreşimlerinin, aynı ilkel köklere sahip
olmasıdır.
Bu durum, bir ses ortamında bulunan kişiye orada hem tamamen
yabancı hem de aynı zamanda derinden tanıdık gelen, içsel
dengenin ve zihnin derin gevşemenin bir tecrübe yaşatır. Güneş
sistemimiz içerisinde kaydedilip gezegenimize geri yollanan
seslerle, elektronik ortamda gizlenerek kayıt edilen doğadaki
seslerin birbiri ile ürkütücü bir benzerliğe sahiplerdir ki
bunu sadece bilinç altı zihin tanımlayabilmektedir.
Örneğin; Voyager
uzay mekiği ile kaydedilmiş Jüpiter gezegenin yaydığı seslerin
kayıtlarına bakıldığında, bu seslerin yunuslarla çok benzerlik
gösterdiği görülmüştür. Uranüsün en küçük ayı (Miranda) nın
yaydığı sesler tıpkı şarkı söyleyen bir koronun sesi gibidir
ve Uranüs’ün halka kısımlarından gelen ses de Tibetlilerin
çanak ve zil sesleri gibidir.
Tekrarlanmış bu
şekildeki sesin açığa çıkarılışı ki bu içsel derinine seyahat
edilecek tanıdık bir yer zihinde “öğrenilmiş tepki”yi
oluşturmaktadır. Bu şekildeki tekrarlanmış tecrübe, kişiyi
bilincinin derine ve daha önemli bir kısmını çalıştırma
işlemine, bir çeşit “egzersiz”e başlatıyor gözükmektedir.
Tıpkı bir kasın gelişmesi için yapılan kas geliştirme
çalışmaları gibi. İşte bu tepki, o kadar önemlidir ki
insanların uzayda kaydedilmiş sesleri bu açıdan düzenli olarak
kullanılmasının sebebi de bu muhtemelen bu yüzdendir.
1960’larda
keşfedilen nöro-kimyasal tranmisterler (aktarıcılar) ve
onların zihin gelişimindeki etkilerinin bulunması ile birlikte
günümüze kadar uzanan yaygın kabul ediş; biyokimyasalların
hafıza dahil yüksek beyin fonksiyonu gelişiminde önemli bir
temel teşkil ettiğidir.
Bu kabul edişin
altında yatan bir anahtar faktör de belirli beyin durumları ve
fonksiyonları ile belirli beyin dışsal uyarı metodları
arasında bir bağ olduğunun kanıtıdır. Dışsal uyarılar vasıtası
ile beyin fonksiyonunun etkileşimi konusunda yapılan ilk
deneylerden bazıları 1950’ler Amerika Birleşik Devletleri
Donanması tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu deneylerdeki ilk
izlenimler, deneklerin beyin fonksiyonunun beyin dalgaları
içinde bir “biyolojik izleme tepkisi”nin sebep verdiği hızla
tekrarlanan elektronik flaşlarla kontrol edilebiliyor
olmasıdır. Bu durum, “Duyusal Uyarılmış Potansiyeller” adını
almış ve bu şunu göstermektedir; bedenin içsel ritm modelleri
en güçlü dışsal, doğal olarak nabız-atım modellerini takip
etmektedir.
Mark Rosenzwerg
ve meslektaşlarının zenginleşmiş ve emprovize ortamlarda
fareler üzerinde sürdürdükleri daha önceki deneylerde, öğrenme
ile beyin kimyası arasında bağlantı olduğunu göstermişlerdir.
Ayrıca Rosenzwerg ve meslektaşları, sonuçta beynin belirli
uyarımının beyin fonksiyonu becerilerinin artışına yol
açtığını gösterebilmişlerdir.
Bu zamana kadar
çok yoğun araştırma projeleri, Zihin Sağlığı Ulusal Enstitüsü;
Palo Alto’daki (US) Gazi Bakım Hastanesi, Kaliforniya; MIT,
Cornell Üniversitesi; Cal Tech (Takiji Kasamatsu); U.C. Irvine
(Gary Lynch); Northwestern Universitesi(Aryeh Routtenberg);
Johns Hopkins (Dr. Solomon Snyder, Psikiyatri ve Farmakoloji
Profesörü); Dr. Margaret Patterson, MD; ve Marie Curie Kanser
Vakfı, Surrey, England (Dr. Ifor Capel) bu adı belirtilen
kurumlardaki ekiplerce sürdürülmektedir ve bu araştırmalar
beyin elektirik aktivitesi ve nöro-kimyasal hormon fonksiyonu
ile daha derin hafıza tepkileri ve yayılmış beyin
fonksiyonlarına erişmek adına çalışmalar yapılmıştır.
Kuantum
Fiziği’nden de baktığımızda, maddeden yol çıkıp en küçük
parçacığa kadar incelendiğinde (hücre, molekül, atomlar,
protonlar/elektronlar, kuarklardan meydana gelmesi…) şöyle bir
hakikate ulaşırız; gerçekte isimlendirebileceğimiz daha küçük
parçacıklara erişmek yerine, ortaya çıkan şey aralarındaki
titreşim model ilişkisi olan Evrensel Enerji Matriksidir.
Gerçekte evrende hiç bir şey katî-somut değildir. Bilincin
kendisi bir titreşim modelidir. |