Günümüz
uygarlıklarının ve modern bilimin, ortaya çıkışını net olarak
açıklayamadığı Mısır uygarlığı, Mu ve Atlantis, Kayıp Uygarlıkları
araştırmak isteyen her
araştırmacıyı ilgilendirir. Ezoterik tradisyonlara dayanan
binlerce yılın kadim bilgilerine göre; Mısır Uygarlığı bir
kayıp kıtalar için ipucu niteliği
taşır. Hem Mu, hem de Atlantis
imparatorluklarının Mısır toprakları üzerinde kurdukları iki
ayrı koloninin tufandan sonra, zaman içerisinde birleşmeleri
ile meydana geldi. Her iki kolonide de başlangıçta tek Tanrılı
din ve Ezoterik öğreti geçerliyken, Mu kolonisi bir süre sonra
yozlaştı ve çok tanrılı inanca geçti. Atlantis kolonisi ise,
Hermes (Toth)
tarafından kurulmuştu ve Osiris
Dini'ni uyguluyordu.
Osiris'in
müritlerinden olan ve ondan 6 bin yıl sonra yaşayan
Hermes, ya da diğer bir adıyla
İdris, günümüzden 16 bin yıl önce, beraberindeki bir güç ile
Atlantis'ten Nil deltasına çıktı.
Burada bir Atlantis kolonisi kurdu ve
Osiris dinini Mısır'da yaymaya başladı.
Sais'de bir tapınak inşa eden
Hermes için, Mısır'ın ünlü
"Ölüler Kitabı"nda,
"ilahi kelamın efendisi ve ilahi
sırların sahibi"
denilmektedir. Kuzey Mısır, Hermes
döneminden, Firavun Menes dönemine
kadar (MÖ.5.000) Hermetik rahipler
tarafından yönetildi. Daha sonraları İdris Peygamber olarak
tek tanrılı dinlerin efsanelerine giren
Hermes'e Yunanlılar, aynı zamanda hem kral, hem büyük
rahip, hem de din kurucu olması nedeniyle, üç defa büyük
anlamına gelen
"trismegistus"
sıfatını layık gördüler.
TUFAN MU
VE ATLANTİS'İN BATIŞI
Binlerce yıldır efsanelere
konu olan Mu ve Atlantis
kıtalarının batışı ezoterik kaynaklarda tufanla
açıklanır.Tufan, bazı bilim adamlarının iddia ettikleri gibi
sadece Mezopotamya ve Ortadoğu ile sınırlı değildir. Aksine,
tüm dünya insanlığının hafızasında silinemeyecek izler
bırakmış olan bu felaketten en az etkilenmiş bölgelerin
başında Ortadoğu gelmektedir. Diğer
bölgeler tufandan çok daha fazla etkilenmişlerdir. Aynı anda iki dev kıtanın sulara gömülmesine neden olan
felaketten söz etmeyen, dini efsanelerinde, mitoslarında
kıyamet tasvirleri ile tufana yer vermeyen millet ya da kavim
yok gibidir.
İskandinavyalılar, Hintliler, Yunanlılar, Yahudiler, Türkler,
Şamanlar Kızılderililer, Polinezyalılar,
kısacası dünyanın dört bir köşesinden tüm kavimler tufan
olayından oldukça ayrıntılı biçimde söz ederler.
Bunun yanı sıra kutup buzullarının
da en son 12 bin yıl önce
çözüldükleri bilinmektedir.
Tüm dünyanın değilse bile, okyanuslara uzak bölgeler ve yüksek
yerler dışında her yerin dev dalgalar ve çözülen buzul sulan
altında kalmasına yol açan bu felakete ne sebep olmuştur?
Çeşitli ezoterik ve
okült
kaynaklarda, insanlığın neredeyse sonunu getirecek
nitelikte olan bu felaketin nedeni hakkında üç ayrı teori öne
sürülmektedir.
İnceleyince göreceğiz
ki, bu teoriler pek değişmeden günümüzde yine üretilmektedir.
Ama bu tip teorilerin Jung’un da
ifade ettiği gibi arşetipik
kayıtlarımızda olup, her değişimde
hafıza kayıtlarımızda yeniden kullanılmadığını nasıl
ispat ederiz ki? Edemeyiz! Her karışık dönemde pek çok teori
ürer ama sağduyuyu
yitirmeyebiliriz. Hiçbir şey
bildiğimizi sandığımız gibi de olmayabilir. Gereksiz yere
tufan, çarpacak meteor teorileri de üretiliyor olabilir. En
iyisi kadim uygarlıkları da güncel bilgilerle
birlikte incelemek ve aklın,
mantığın kılavuzluğundan da vazgeçmemek…
Teoriler sırasıyla
şöyle; 1-Bunlardan ilki,
uzaydan gelen çok büyük bir meteorun, dünyanın güneş
yörüngesindeki ekseninde dahi sapmaya yol açacak kadar büyük
bir şiddetle Mu kıtasına
çarptığını iddia etmekte. Bu teoriye göre Pasifik çukurunun
oluşması ve Mu kıtasından bu denli
az belirti kalmasının nedeni bu meteordur. Ancak bu teori,
eksendeki sapma nedeniyle Atlantis'in de battığını öne
sürerken, diğer kıtaların bu sapmadan niçin çok fazla
etkilenmediklerine açıklık getiremiyor.
2-İkinci teori
ise, James Churchward'ın öne
sürdüğü,
jeolojik nedenlerle
kıtaların batması teorisi.
Churchward, Atlantis
ve Mu kıtalarının denizden
yükselmelerine, bu kıtaların altındaki büyük gaz kütlelerinin
sebep olduğunu ve zamanla bazı noktalardan yeryüzüne çıkan
gazların, içinde bulundukları ceplerin boşalmasına neden
olduklarının öne sürüyor. Churchward'a
göre içleri boşalan bu ceplerin üzerindeki topraklar çökmüş ve
kıtalar da bu nedenle batmıştır. Ancak İngiliz araştırmacı, bu
olayın iki kıtada birden aynı anda ya da çok kısa aralıklarla
nasıl meydana geldiğini izah edemiyor. 3-Üçüncü teori
ise, uygarlık ve
teknolojide çok büyük aşamalar kaydeden Mu
ve Atlantis'in birbirleriyle savaşmaları ve kendi
sonlarını kendileri hazırlamaları
teorisi. Büyük tufandan sadece 12 bin sene, kendi
uygarlığımızın başlangıcı olarak kabul ettiğimiz tarihten
itibaren de sadece 6 bin sene sonra atomik güçleri
kullanabilecek aşamaya geldiğimiz düşünülürse, en az 70 bin
yıl yaşamış olan uygarlıkların
bilim ve teknoloji alanlarında da hangi boyutlarda
olabileceklerini tahmin etmek pek zor
da değil. İnsanoğlunun hırsının geçmiş dönemlerde bugünkünden
daha az olduğunu düşünmek için ise hiçbir neden
bulunmamaktadır. Dünya egemenliğini sağlamak için, evren
yasalarını kendi egoları
doğrultusunda kullanmak isteyen aynı düzeydeki iki kuvvetin,
iki süper gücün çekişmesine sadece günümüzde
rastlanabileceğini iddia etmek ise komik olur.
Bazı eski Tibet,
Maya, Hindu belgeleri ile, Tevrat gibi Ortadoğu dini
kitaplarında, bu iki uygarlık arasındaki savaşta kullanılan
silahlar hakkında; efsane, din ve mitoslarla karışmış nitelikte çeşitli bilgiler günümüze
kadar ulaşmıştır. İşte bu atomik ve bugünkü teknolojimizin
henüz bulamadığı, bilinmeyen daha güçlü bazı silahların
top yekun kullanımı, iki kıtanın
karşılıklı olarak aynı anda batmasına ve kutup
buzullarını dahi eritecek bir
sıcaklık şoku ile dev dalgaların oluşmasına neden olmuş
olabilir. Tabii şimdilik bu da bir teori çünkü dünyanın gerçek
tarihinin kayıtlı olduğu iddia edilen, taş yazıtları ve saklı
belgeleri henüz bulamadık. İddiaların hepsi bir teoriden öteye
geçemiyor maalesef. Dev dalgalar tüm dünyayı kaplarken, sadece
çok yüksek bölgeler ve her iki felaket noktasına da hemen
hemen aynı uzaklıkta bulunan
Akdeniz, Karadeniz, Kızıldeniz
gibi nispeten kapalı bir denizin iç kesimlerinde olan yerler
sel sularından daha az etkilenmiş gibi gözüküyor. Nitekim, Nuh
efsanesi ve benzeri efsanelerde görüldüğü gibi, kimi insanlar
basit tahtadan teknelere binerek dahi, bu büyük felaketi
atlatabilmişler dinler ve tüm ezoterik
tradisyonlar binlerce yıldır bize bunları bu şekilde anlatmaya
devam ediyor. Ancak, tufan sonrasında uygarlıkta gerileme
kaçınılmaz olmuş. Tibet, Maya, Mısır ve
Mezopotamya'da tufanın nispeten daha az etkili olması,
buralardaki uygarlıkların belli bir düzeyde varlıklarını
sürdürmelerini sağlarken, dünyanın büyük bir bölümünde
de korkunç bir gerileme yaşanmıştır. Buralarda, boğulmaktan
her nasılsa kurtulmuş olanlar taş devrine geri dönmüşlerdir.
İşte günümüz biliminin
5-6 bin yıl önce yaşandığını iddia
ettiği taş devrinin altında yatan gerçeğin bu gerileme
olduğunu iddia eden bu teoride ilginçtir.
Öte
yandan, tradisyonlar güneşten uzaklaşan gezegenlerin
soğuması gibi, ana ışık kaynağından yoksun kalan, ayakta
kalabilen tüm kardeşlik örgütleri ve ruhsal öğreti okullarının
da benzeri bir gerilemenin içine girmiş ve giderek
yozlaşmış olduklarını söyler. Bu yozlaşmayı nispeten
yavaşlatabilen Tibet, Maya,Mısır ve
Babil gibi merkezler ise bugünkü
uygarlığın beşiği olmuşlardır.
|