Mısırlı rahip-tarihçi Manetho’ya
ait bir papirüs, Atlantis bilgeleri’nin idaresindeki 13.900
yıllık bir döneme göndermede bulunuyor. Bu papirüs, Mısır
tarihinin başlangıcına denk gelen, yaklaşık 16.000 yıl önceki
bir dönemi, Atlantis uygarlığının zirvesi olarak kaydediyor.
Papirüste sözü edilen Bilgeler,
Atlantis krallarıydı. 13.900 sene hüküm sürdüler. Atlantis
11.500 yıl önce yok oldu. O halde 25.400 yıl önce Atlantis bir
krallıktı. Semboller, haritalar, fotoğraflar ve
açıklamalarıyla
‘Batık Kıta
Mu’nun Çocukları’
adlı kitap kayıp bir
uygarlığın izlerini günümüz dünyasında sürüyor.
Bütün hayatını Mu Uygarlığını
ortaya çıkarmaya adayan James Churchward,
elli yılı aşkın bir zamanı içeren araştırmalarının sonuçlarını
ve elde ettiği belgeleri
‘Batık Kıta Mu’
adlı eseriyle ortaya
koymuş ve Atatürk bu eseri önemli bularak bizzat incelemiş, Mu
Uygarlığının kökenlerinde Türklerin ilk ayak izlerini bulmaya
çalışmıştır..
Yaklaşık
12.000 yıl önce battığı varsayılan Mu
Uygarlığının izlerini süren ve bu uğurda hemen bütün dünyayı
dolaşan James Churchward’ın ortaya
koyduğu belgeler karanlık tarihe ışık tutmakla kalmıyor aynı
zamanda başka coğrafyalarda yaşamış başka kültürlerin
Hint, Peru, Maya,
İnka, Mısır ve daha pek çok
uygarlığın ortak motiflerinin kaynağını işaret ediyor.
Mu
uygarlığının ne zaman başladığı ve gerçek tarihi henüz
yeterince kanıt toplanamadığı için bilinemiyor.
Naacal
Tabletleri ve Meksika'da bulunan diğer tabletler de bu
konuda yeterince aydınlatıcı olamadı. Ancak tabletler,
Mu'nun kolonileşme ve uygarlığının
temelini oluşturan öğretiyi yayma aşamasına 70 bin yıl önce
geçtiğini işaret ediyorlar. 15 bin
yaşında oldukları belirlenen Naacal
Tabletleri evrenin başlangıcı ve ortaya çıkışı konusunda
ayrıntılı öngörüler kapsamakta. Bu tabletlerin kozmogonisine
göre, evrenin başlangıcında sadece ruh vardı. Daha sonra bu
ruhtan, bir kaosun hakim olduğu
uzay varoldu. Zamanla
kaos yerini giderek düzene
bırakmaya başladı ve uzaydaki şekilsiz ve dağınık gazlar
bir araya geldi. Bu gazlar, güneş
sistemlerini ve gezegenleri oluşturmak için katılaştı.
Katılaşma sırasında önce hava, sonra su oluştu. Sular dünyayı
kapladı. Güneş ışıkları havayı ve suyu ısıttı. Bu ışıklar ve
toprak altındaki ateş, üzerinde su bulunan toprakları
yükseltti ve bunlar açık toprak oldu. Güneş ışıkları suyun
içinde ve balçıkta kozmik hayat yumurtalarını
RNA-DNA’yı
oluşturdu. İlk hayat sudan çıktı ve tüm yeryüzüne yayıldı.
Mu kozmogonisi ilginç bir
şekilde günümüzde geçerli evren ve yaşamın oluşumu teorilerine
çok benziyor. Bu denli benzerlik tesadüf olabilir
mi?
sorularının yanıtlarını inanıyoruz ki günü gelince
tarih ve arkeolojik bulgular bizlere yanıtlayacaklar.
Mahabharata efsanesi ve
Sodom ve
Gomora'nın yok oluşu,
Aztek-İnka-Maya
efsaneleri gibi diğer dinsel motifli ya da
ezoterik kökenli bilgiler, Atlantis ve Mu kıtalarının batışı
teorilerini destekler niteliktedir.
Günümüze gelinceye
kadar gezegenimizde o kadar çok yok oluş
ve yeniden yapılanış programı
yaşanmıştır ki…
Mu
uygarlığı bir imparatorluktu ve imparatorların
ünvanı, güneşin oğlu da denilen
"Ra
Mu"
idi. Mu imparatorluğunun bir diğer adı da
"Güneş
İmparatorluğuydu".
Mu dilinde
"Ra"
kelimesi,
güneş anlamına geliyordu.
Mu'nun kolonisi olan Mısır’ da
da güneş tanrıya
"Ra"
adı verilmiştir. Ayrıca, kökleri Mu
uygarlığına kadar uzandığı sanılan Japonya'da da imparatorun
ünvanı
"Güneşin
Oğlu"
dur. Bunun yansıra eski Maya ve İnka
uygarlıklarında da krallar aynı ünvanı
kullanmışlardır.
İmparatorun
altında, hem bilim adamı hem de rahip olan
"Naacaller"
bulunuyordu ve bunlar yönetici sınıfı
teşkil ediyordu.
"Kutsal Sırlar Kardeşliği"nin üyesi olan
Naacaller 'in tüm dünyaya yaymış
oldukları
"Mu Dini", belki de insanlığın tanıdığı ilk tek
Tanrılı dindi. Naacaller bu dini,
sıradan insanlara, anavatan ve koloniler halklarına
anlatırken, anlaşılması daha kolay olan semboller dilini
kullanmayı tercih ediyorlardı. Bu sembollerin
ezoterik
anlamlarını sadece inisiye
edilmiş kardeşler ve imparator Ra-Mu
bilmekteydi.
Naacaller 'in sembolleri
daha çok geometrik şekilleri kapsıyordu.
Naacal öğretisi, evrenin ortaya çıkışında en önemli
görevin Tanrı’nın geometrik ve mimarlık vasıflarına uygun bir
açılımla ortaya çıktığını öngörmekteydi. Mu dinine göre Tanrı
kutsallığı nedeniyle, doğrudan ağza
alınamazdı. Bir sembol vasıtasıyla ifade edilmezse, sıradan
insanlar tarafından idrak
edilemezdi. Sembol var ediciye
duyulan saygı nedeniyle kullanılmalı, adı sık
sık gerekli gereksiz
anılmamalıydı. İşte bu Yüce Varlığın sembolü, Güneş yani
"Ra"
idi.
Tanrının güneş olduğu iddiasındaki tüm saptırılmış
iddiaların ve güneş kültü diye
nitelendirilen inanışların kökeninde yatan olgu
budur. Bu noktada çıkışı itibariyle
saf ve doğru olan bilgi, dejenere olmaya ve sapkınlaşmaya
başlar. Doğal olarak da daha iyi anlaşılması için konan
sembollerin Yaratıcı Güçle karıştırıldığı noktada bilginin
yozlaşmaması mümkün değildir.
Naacal öğretisinde Güneş doğrudan
Tanrı değil, onun birliğinin ve tekliğinin kitleler tarafından
daha iyi anlaşılması için seçilmiş olan bir semboldü.
Sembollerin kullanılmasındaki bir diğer amaç da, belirli ifade
tarzlarının kalıplaşmasını önlemek ve gelişmeler doğrultusunda
sembollere yeni anlamlar yükleyerek, dinin bağnazlıktan ve
doğmalardan kurtulmasını sağlamaktı. Ancak, uygarlık çöküp,
ana kaynak yok olunca, zaman içinde bu sembollerin kendileri
putlaştı ve çok tanrılı dinlerin doğmasına neden oldu.
Semboller vasıtasıyla tek Tanrıya
tapınımı öğreten dinin büyük rahibi, dolayısıyla kutsal
kardeşlik örgütünün de başı, Ra
Mu'nun kendisiydi. Ancak
imparatorun hiçbir Tanrısal kişiliği
yoktu ve sadece konumu nedeniyle, sembolik olarak
"Güneşin Oğlu"
ünvanını taşıyordu.
Naacal kardeşlerinin,
öğretilerini
yaydıkları
ve yeni üyeleri inisiye ettikleri
mabetler, kıtanın her yerine ve kolonilere dağılmış
vaziyetteydi. Dev blok taşlardan yapılan bu mabetlerin damları
yoktu ve bunlara
"şeffaf mabetler"
deniliyordu. Güneş ışıklarının
inisiyeler üzerine doğrudan
ulaşması için mabetlere dam yapılmıyordu. Bu da bir tür
semboldü ve ezoterik anlamı, Tanrı
ile insan arasında hiçbir engel olamayacağı şeklindeydi.
Günümüz Masonluğunda da aynı sembol kullanılmakta ve Mason
mabetlerinin tavanları, sanki üstü açıkmış gibi, gökyüzünü
sembolize eder biçimde düzenlenmektedir. Sembollerin kullanımı
ve uygulaması konusunda da elbette ki her grup kendi
sorumluluğunu taşır. Bilgi köken itibariyle tektir ama
uygulama insan nedeniyle çok çeşitlidir. Bilgiyi olumlu ya da
olumsuz yönde kullanmak ise burada yaşayan bizlerin
sorumluluğundadır.
|