|
VARLIK ve ZAMAN
Doç.Dr.
Haluk BERKMEN
|
Varlık hakkında eskiden beri birçok düşünce üretilmiştir.
Felsefenin temel konularından biri olan
“varlık”
konusu hakkında konuşmak demek varlık bilimi yapmak demektir
ki bu bilime
“Ontoloji”
denir. Ontoloji bilimi bizim düşünsel üretimimiz olmayan
alanla ilgilenir. Bizim düşünsel üretimimizle ilgilenen bilime
ise “Epistemoloji”
denir. Yani ontoloji
"varlık bilimi"
ise epistemoloji "bilgi bilimi"dir.
Ancak, hemen belirteyim ki ontoloji ve epistemoloji
birbirlerinden bağımsız değildirler. Birbirlerini etkilerler
ve dönüştürürler. Yani, insan kendi dışında olanı sadece
algılamakla kalmaz, aynı zamanda yorumlar.
Töz
Nedir? Duyularla algılanan
ontolojiye ait olsa da bu algılanan, her ne ise, daima bir
yorumu da beraberinde getirdiğinden epistemolojiye ait olur.
Örneğin, bilim adamları gözlemlerinde uzayda yeni bir tür
yıldız ortaya çıkarsalar derhal o yıldızın oluşumu veya
nitelikleri ile ilgili yeni modeller üretmeye başlarlar.
Gözlenen yıldız ontolojiye ait olsa da onun hakkında üretilen
modeller veya yorumlar epistemolojiye aittir. Bu açıdan
baktığımızda "varlık" tek tek nesneler olarak algımızın konusu
olması bakımından ontolojiye, onun mahiyeti ve özellikleri
hakkında yapılan yorumlar içerdiğinde epistemolojiye aittir.
Nesnelerin kaynağı olan varlık alanına “Töz” diyoruz. Töz
kavramı insanın düşünce ürünü olduğundan epistemolojik bir
kavramdır. Yani, biz tözü bizatihi, nesneleri algıladığımız
gibi algılayamıyoruz. Tözün varlığını varsayıyoruz. Olması
"gerektiği" sonucuna varıyoruz. Yani TÖZ zorunlu olarak
vardır.
Nesneler için asıl kaynak, cevher
veya töz ise insanlar için asıl kaynak, Ruh'tur. Fakat ruhsal
alan ile töz alanı farklı iki alan değildir. Bize, insan
olarak ruh kavramı töz kavramından daha yakın geliyor. Şu
halde töz ile ruh eşdeğer (birbirleri yerine kullanılabilen)
kavramlardır.
Ontolojide kalırsak şu soruya
ontolojik olarak yanıt verebilir miyiz? Tözün dışında, yani
varlık alanı dışında, töz olmayan farklı bir alan olabilir mi?
Vereceğimiz her yanıt varlık alanına ait olacaktır. Çünkü
“evet vardır” desek töz dışı bir alanının varlığından söz
etmiş oluruz ki o da varlık alanına ait olur. “Hayır, tözün
dışında başka alan yoktur” desek, varlık alanını onaylamış
oluruz.
Şu halde varlık alanının dışında
farklı bir alan yoktur ve varlığın karşıtı da yoktur. Fakat
mantıken her kavram, karşıtı ile birlikte bir çift halinde
oluşur. Şu halde varlığın karşıtı olması gerekmez mi? Varlığın
karşıtından söz etmek demek, onu zorunlu varlık olmaktan
çıkarıp, keyfi hale getirmektir. Çünkü tek zorunlu iken iki
bir seçim getirir. Bu da o ikili şeyin zorunlu olmasını
ortadan kaldırır.
İyi ve
Kötü Hem Vardır-Hem Yoktur
Biraz da epistemolojinin araştırma konularına bakalım.
Epistemolojinin 3 tane araştırma konusu vardır. 1. Etik
(ahlâk) konusu 2. Estetik konusu ve 3. Mantık konusu. Her üç
konuya ortak bir isim vermek gerekirse “Değerler
alanı” diyebiliriz.
Etiğin yani ahlâkın temel yargısı iyi-kötü ayırımıdır. Ahlâklı
kişiler aynı zamanda iyidir. Ahlâksız kişiler ise
kötüdür. Estetik konusunun temel yargısı güzel-çirkin
ayırımıdır. Mantık konusunun temel yargısı ise doğru-yanlış
ayırımıdır. Her üç yargı ikili mantığa dayanıyor. İyinin
karşıtı kötü, güzelin karşıtı çirkin ve doğrunun karşıtı
yanlış. Bu karşıtlar ontolojik olarak varlıkları var mıdır?
Hayır yoktur. Çünkü doğada iyi ve kötü nesneler yoktur. Bizim
onlara verdiğimiz değer sonucu iyi veya kötü olurlar. Keza,
doğada güzel-çirkin ayırımı da yoktur. Biz kendi kültürümüz ve
şahsi bakış açımızın etkisiyle güzel çirkin ayırımı yaparız.
Peki ya doğru-yanlış? Doğada ne doğru vardır ne de yanlış.
Doğa vardır ve ne doğrudur ne de yanlış. Doğru-yanlış bizim
aklımızın ürünü bir yargı çifti olup, yani epistemolojinin
temel aletidir, aletidir diyorum, çünkü ayırımcı rasyonel
aklın çalışması için mantığa ihtiyacı vardır ve yorum
yapabilmek için, kısaca düşünmek için mantık kullanmak
şarttır.
Her ne kadar düşüncede ayrılan karşıt
kavramlar değer içerseler de, yaşantımızı "pozitif
değerler" üzerine
kurmamızda fayda vardır. Yani bir seçim söz konusu olduğunda
iyiyi, güzeli ve doğruyu seçmek gerekir. Böylece hem
kendimize hem de çevremize yararlı ve hayırlı davranışlar
içine girmiş oluruz.
Aristo
Mantığı
Karşıt kavramları içeren ikili mantığa Aristo mantığı denir.
Bir bütünü iki ayrı parçaya ayırmaya kadim Yunan felsefesinde
“dikotomi”
adı verilmiştir. Bu ayırımda bir parçaya ait olan diğer
parçaya ait olamaz. Kavram çiftleri için de durum budur. Bu
tür bir ayırım ya karşıt veya tamamlayıcı olabilir ama üst
üste, girişim halinde olamaz. Aristo mantığının en temel
ilkesi özdeşlik ilkesidir. Bu ilkeye göre bir şey yalnızca
kendi olabilir. Yani, A ancak A olabilir ve A’dan başka
herhangi bir şey olamaz. Böylece bir bütün parçalara
ayrıldığında her parça yalıtık ve bağımsız bir birim olur.
|
|
Bütünsel Alan
Varlık
bütünsel bir alandır ve bu alanın karşıtı yoktur. Yani,
parçalanamaz. Parçalara bölünse de bu bölümler yalıtık ve
bağımsız birimler olamaz. Çünkü parçalara yalıtık ve bağımsız
birimler olarak bakmak demek, parçalar arası ortak noktaların
bulunmadığını ve girişim olmadığını iddia etmek demektir.
Oysaki her parça diğer parçalara muhtaçtır ve var olması diğer
parçalar sayesinde olur. Diğer parçalar olmasa kendisi de var
olamaz.
Hayvanlar birbirleri ve
bitkilerle beslenir. Bitkiler havadaki gazla, ışıkla ve
yerdeki minarelerle ve suyla beslenir. İnsanlar hepsiyle
beslenir. Demek ki fiziksel olarak doğa içi içe ve girişim
halindedir. Evren de öyledir. Dünyamız güneşin etrafında
döner, güneş Samanyolu gök adasının içindedir. Bu gök adası da
daha büyük bir sisteme bağlı olarak varlığını sürdürmektedir.
Mikro dünya da aynı durumda sürekli girişim halindedir.
Kuantum kuramı göstermiştir ki mikro âlemde madde denilen
nesneler hem dalgadırlar hem parçacık. Yani iki zıt özellik
aynı nesnede bulabilmektedir. Bu durum Aristo mantığına ters
düşmektedir.
Şu halde ileri sürülen kavram ile
onun karşıt kavramının aynı anda doğru olmalarına izin vermek
gerekir.Yani bir kavram hem kendi hem karşıtı olabilmelidir.
Çünkü doğada, yani ontolojik alanda girişim vardır ve kesin
ayırımlar söz konusu değildir. Fakat Aristo mantığında bir
kavram hem kendi hem de karşıtı olamaz. Örneğin bir insan hem
kısa boylu hem uzun boylu olamaz. Ancak bir diğer insana göre
(göreli olarak) kısa veya uzun boylu olabilir. Aristo
mantığında görelilik yerine mutlaklık geçerlidir. Oysa ki
doğaya yönelik olan her kavram görelidir. Benzer şekilde, bir
önerme hem doğru hem yanlış olamaz. Çünkü bu kabul özdeşlik
ilkesine aykırıdır. Demek ki Aristo mantığı doğaya uygun
değildir ve ontolojik alan için farklı bir mantığa gerek
vardır.
Klasik Yunan düşünürleri
doğada gözlem ve deney yapmakla pek ilgilenmezlerdi. Onlar
düşüncede ideal bir dünya ve ideal kavramlarla ilgilenirlerdi.
Göreli olanla değil, mutlak olanla ilgileniyorlardı. Zaten,
mutlaklık içeren "ideal"
sözü “idea”
dan türer ki düşünce demektir. Demek ki kadim yunan felsefi
doğadan kopuk idealar üzerine kurulu bir felsefe ve mantıktır.
16’cı yüzyıldan itibaren gelişen felsefe ise doğada yapılan
deney ve gözlemlerden büyük çapta yararlanmıştır. Aristonun
dikotomi mantığı doğanın mantığı ile uyuşmamaktadır. Doğada
ayırım değil, birliktelik ve bütünlük vardır. Doğaya uygun
yeni bir mantık gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır.
Hem-Hem Mantığı
Bu
mantığa “Hem-hem
mantığı” diyelim. Modern fizik bilimlerine ve
özellikle Kuantum kuramında Hem-hem mantığına uygun düşen
önermeler bulunmaktadır. Örneğin belirsizlik ve olasılık
ilkeleri hem-hem mantığına uygun ilkelerdir.
Kuantum
kuramının belirsizlik ilkesine göre bir elektronun (atom altı
parçacığın) uzaydaki yerini kesin olarak bilmek istersek onun
momentumu (hızı) hakkında kesin bilgiye ulaşamayız. Yani, atom
altı parçacıkların yerini kesinlikle saptamak istersek belli
bir anda onun fotoğrafını çekmek zorundayız. Bunun anlamı
belli bir anda zamanı durdurmuş olmamızdır. Çekilen fotoğraf
hep aynı anı bize gösterdiğinden fotoğraf çekmekle zaman
durmuş olur. Nesneleri maddeleştirmek zamanı durdurmak yani
varlığı dondurmak ve hareketi yok etmek demektir.
Hareketi yok etmek istemiyorsak
nesneleri madde olarak değil dalga olarak tanımlamamız
gerekir. Çünkü dalga bir noktada yoğunlaşmış bir nesne olmayıp
yaygın bir yapıya sahiptir. Her var olan nesne hareket
edebiliyorsa onun dalgasal özelliğinden dolayıdır. Demek ki
nesneler hem maddedir hem de dalga. Bu iki kavram ne karşıttır
ne de bitişik, fakat birbirlerini tamamlayıcıdırlar. Yani
nesnelerde bu iki özellik yan yana değil, üst üstedir. Biri
üste çıktığında diğeri altta kalıyor ve kayboluyor. Nesneleri
ya dalga veya parçacık olarak algılayabiliyoruz ama her iki
özellik aynı deneyde ortaya çıkmıyor.
An Kavramı
Kuantum kuramına göre zaman sürekli ve ölçülebilen bir
değişken değildir. Sadece süreksiz ve noktasal ‘an’
kavramı mevcuttur. İki an arasındaki süreyi doldurmak ve
zamanın akış yönünü saptamak bize düşmektedir. Zaman yönü bize
bırakılmış ise zamanın akış yönü geçmişten geleceğe doğru
olabileceği gibi, tam aksi yönde gelecekten geçmişe doğru da
olabilir. Geçmişten geleceğe doğru tek yönlü akan zaman
kavramı yerine, her iki yönde akabilen tersinir zaman
anlayışına varmak
“Hem-hem mantığını”
kabullenmemizi gerektirmektedir.
Ontolojik olan an kavramıdır.
Zaman kavramı ise epistemolojiktir. Yani, zaman kavramı bizim
beynimizin ve düşüncemizin ürünüdür. Evrende ontolojik zaman
peşpeşe dizilen süreksiz anlardan oluşur ama her an bir önceki
ve bir sonraki ana dalgasal olarak bağlıdır. Yani zaman hem
süreklidir hem süreksiz. Bu durum ancak hem-hem mantığı ile
anlaşılabilir.
Zamanın tersinmez olarak
geçmişten geleceğe doğru akmasını nasıl açıklayabiliriz? Bir
an önce geçmiş gitmiştir. Zaman kavramı ontolojik değil
epistemolojik bir kavramdır. Geçmiş yaşamıyoruz, sadece
hatırlıyoruz. Yani, belleğimizden bir imgeyi sanki varmış gibi
kabul ediyoruz. Şu andaki durumla biraz önceki durumu yan yana
getirdiğimizde zamanın geçmişten geleceğe doğru aktığı
sonucuna varıyoruz. Yan yana getirmek dikotomi yapmaktır.
Yani, Aristo mantığı ile düşünmektir. Oysaki hem-hem mantığına
göre yan yana getirmek yerine üst üste getirmemiz gerekir.
Hem-hem mantığı geçmişi ret etmez. Hem geçmişin hem de şu
andaki durumun eşit derecede önemli olduğunu kabul eder.
Şu an varsa şu anın
gereği yapılırken geçmişle bağların koparılmaması gerekir.
İşte, kültür ancak bu şekilde gelişir. Geçmişle bağlar
koparıldığında kültür zayıflar ve çöker.
Şu an hem geçmişten hem de gelecekten etkilenir. Her ikisinden
etkilenir çünkü zaman dalgasının bir ucu geçmişe diğer ucu
geleceğe bağlıdır. Şu an ise dalgayı oluşturan birçok
parçacıktan bir tanesidir. Bu durumu göz önüne getirmek için
bir tren katarını düşünün. Katar peşpeşe bağlı vagonlardan
oluşmuştur. Fakat her vagon kendi başına bir bütündür. Katar
dalgayı, vagon ise parçacığı simgeler. Biz birey olarak bir
vagonda bulunuruz. Ancak vagonun içini ve dışını görürüz.
Katarın kendisini göremeyiz ama onun varlığını kabul ederiz.
Vagonun içinde kaldığımız sürece vagon ontolojik, katar
epistemolojik birer kavram durumundadırlar.
|
|
Tek’lik-Bir’lik-Vahdet
Şu "varlık" konusuna
geri dönecek olursak, varlık ontolojik, yokluk epistemolojik
olmaktadır. Çünkü yokluk gözlenemez, ancak düşünülebilir.
Hem-hem mantığına göre varlık hem vardır hem yoktur. Benzer
şekilde Allah kavramı da hem ontolojik hem epistemolojiktir.
Allah kavramına önce tenzih ile yaklaşılır. Yani, Allah ona,
şuna, buna benzemez. Önce ret edilerek yokluğa ulaşılır. Bu
adım epistemolojiktir. Çünkü tenzih etmek ancak akıl yoluyla
olur. Gözlem yoluyla olmaz. Gözlem yoluyla ulaşılan sonuçlar
ontolojiktir. Allah önce tenzihle sonra da teşbihle
tanımlanır. Önce hiçbir var olana benzemediği söylenir, sonra
da onun 99 isminden (Ema-ül Hüsnalardan) söz edilir. Demek ki,
önce epistemolojik yaklaşım, sonra da ontolojik yaklaşım
gereklidir. Çünkü ontoloji sayesinde Allah’ın varlığı
onaylanmış olur. Allah bir töz olarak asıl cevherdir ve
bölünemez. nasıl ki Töz veya Ruh zorunlu varlık ise Allah da
zorunlu varlıktır. Keyfi olarak "ben inanmıyorum" demek bir
bakıma kendini de keyfi varlık olarak görmek demektir. Oysa ki
biz ruh-beden bütünlüğü olarak bu maddi dünyada zorunlu olarak
varız. "Ben bugün yok olacağım yarın beliririm" diyemeyiz.
Varlık alanı içinde yer değiştirebiliriz ama yok olamayız.
Bu görüş bizi Muhiddin İbnül
Arabi’nin Vahdet-i Vücud felsefesine götürür. Vahdet-i Vücûd
felsefesi varlığın tekliği demek olup, farklı yaklaşımların
yapay ayırımlar oluşturduklarını ve hakikatin teklikte
aranması gerektiğini savunur. İç ile dış arasındaki birliği ve
bütünlüğü vurgularken tümellerden söz eder. Tümeller, yani
idealar dışta var olmayan ama insanın zihninde gerçeklikleri
bulunan epistemolojik şeylerdir. Tümellerin bu iki özelliğini
Vahdet-i Vücûd felsefesinde adı çok geçen Ayan-i Sabite
kavramında bulmaktayız. Ayan-ı sabiteler, belirgin sabit
sıfatlar veya ilahi isimler ikili doğaya sahiptirler. Hem
Tanrı’nın güzel isimleri (Esma-ül Hüsna) hem de var olanların
hakikatleridir.
Demek
ki, kaynak olan Töz veya Ruh veya Allah kavramı dışında her
var olan ikilemle tanımlanabilir. Sadece Töz/Ruh/Allah
teklikle tanımlanır. Bu tekliğe "ehadiyet" denir. Ehad,
bölünemez tek olandır. Vahit ise ayırımlı tekliktir. Yani,
nesneler bu dünyada tek olarak bulunabilirler. Her insan
tektir ve kendinin bire-bir kopyası yoktur. Bu bakımdan her
insan vahittir ama ehad değildir. Ayan-ı Sabiteler de
vahittirler. Her biri kendi başına bir tümeldir ama birden
fazla olduklarından ehad olamazlar.
Ancak, onların ikili yapısı da
vardır. Bu yapı üst üste binmiş bir yapıdır. Çünkü bir yüzleri
Allah'a diğer yüzleri insan dönüktür. Bir yüzleri belirgin
olduğunda diğer yüzleri görünmez olur. İnsanlara dönük yüzleri
birtakım tümelleri belirlediğinde Allah'a ait tümeller yok
olur. Peki nedir bu tümeller? Bu tümellere "kategorya" denir.
Yani her nesnenin olmazsa olmaz özellikleri durumundadırlar.
Töz ise bir kategorya değildir çünkü iki yöne dönük yüzü
yoktur.
Dokuz Kategori
Dokuz adet tümelden (kategoriden)
söz edilir. Bunlar: 1. Nicelik, 2. Nitelik, 3. İlişki, 4.
Mekân, 5. Zaman, 6. Durum, 7. Sahiplik, 8. Hareket ve 9. İstek
Kadim düşünürler ilk
kategori olarak "Töz" kavramını ileri sürmüş olsalar da,
tözün gözlenmesi mümkün olmadığından bir kategori olarak
tanımlanamayacağı görüşündeyim.
Yukarıdaki kategoriler üzerine
düşünürsek aslında sayının dokuzdan daha az olduğu sonucuna
varabiliriz. Öncelikle nicelik gerekli midir? Her var olan
vahit olduğundan "nicelik" insan ürünüdür. Bir fabrikada
aynı nesneden binlerce aynı nesne üretebiliriz. Ama, doğa
böyle davranmıyor. Her var olan biraz farklı var oluyor.
Aynı ağaçtan toplanan elmalar birbirlerinin tıpatıp eşiti
değildir. Sadece birbirlerine benzerler. Şu halde "nicelik"
bir tümel değildir. Ama pratik olarak bizim düşüncemizle
üretilebilir. Matematik sayılar da insan üretimidirler.
Onlar da epistemolojik kavramlardır.
Bir de hareket ve zaman
kavramlarına bakalım. Zaman ve hareket birbirlerinden bağımsız
tümeller değildir. Biri olmadan diğeri var olamaz. Klasik
fizikte onlar ayrı kabul edilseler de Kuantum fiziğinde ayrı
değildirler. Çünkü Kuantum kuramına göre zaman sadece statik
anlardan ibarettir. Şu halde ya hareket veya zaman
kategorisini kabullenmek yeterlidir.
İstek
de bir tümel olup olmadığı tartışılır. Çünkü istek insan
ürünüdür. Ontolojik değildir. Doğa istemez, nasılsa öyledir.
Ama, doğa var olmayı ister. Bu bakımdan varlık varsa istek de
olmalıdır. Varlık ise bir kategori değildir. Çünkü bir idea
değildir. Varlık ontolojiktir. Eğer varlık zorunlu olarak
varsa diğer kategoriler (tümeller) keyfi veya "olası" duruma
dönüşürler. Olasılık bir çeşit kategorilerin zorunlu yönüdür.
Yani "olasılık" hem ontolojiktir, hem epistemolojik.
Ontolojiktir, çünkü gözlenir. Epistemolojiktir çünkü
hesaplanır.
Demek ki olasılık var
olanların zorunlu bir özelliğidir. Var olanlar zorunlu olarak
var değildirler sadece varlık zorunludur. Var olanlar valığın
titreşimlerinden veya yerel yoğunluklarından ibarettirler.
Yoğunluk farkları farklı nesnelerin oluşumuna olanak
sağlarlar. Ama bu olanak zorunlu olduğundan, farklı nesnelerin
ortaya çıkması da zorunludur. Şimdi neden doğada birbirine
tıpatıp aynı iki nesnenin oluşmadığını anlamış ve açıklamış
oluyoruz.
Görelilik Zorunludur
Farklı nesnelerin ortaya çıkması
sonucu görelilik de zorunlu olur. Çünkü iki nesne aynı ise
tepkileri de aynı olur. Yani doğa makina gibi tek tür üretim
yapmaya başlar. İki farklı nesne tıpatıp aynı olmadıklarından
birinin algısı diğerinden farklı olmak zorundadır. Böylece
görelilik ortaya çıkar. Görelilik kuramında zaman ve mekân
nesnenin hızına göre değişir. Bu da gösteriyor ki hız kavramı
(kategorisi) esas alınırsa ne zaman ne de mekân kategorisine
gerek vardır. Fakat hız görelidir. Neye göre veya kime göre
hızlı veya yavaş?
Görelilik en ez iki adet nesne
veya gözlemci gerektirir. Tek bir gözlemci kendinden başka bir
şey gözleyemeyeceğinden onun tek bir varlığı olabilir. Fakat
var olmak için istek de gerekli olduğundan varlık varlığını
sürdürmek için zorunlu olarak çokluğu oluşturmuştur. Bu
bakımdan Kuran'da "Küntü kenzen" ayeti vardır ve Allah'ın
kendi varlığını sürdürmesi için bilinmek istediği yazılıdır.
Burada, dikkat edin, "istek" vardır. Sonsuz ve bütünsel
varlık, varlığını sürdürmek için kendine ait fakat birey olan
ve bir miktar kendi isteği bulunan çokluğu yaratmak zorunda
kalmıştır.
Cüzi ve
Külli İrade
Her var olan nesne bir miktar
"istek" sahibidir. Bu duruma "cüzi irade" denir. Yani,
parçanın isteği veya iradesi olmalıdır. Ehadiyetin iradesi ise
kendi varlığını sürdürmekten ibaret olup bu isteğe "külli
irade" denir. Demek ki, var olanların var oluş nedeni bütünsel
varlığın varlığını sürdürmektir. Onun için her var olan varlık
alanında bir süre vardır ve bir süre sonra ehadiyet alanına
geri döner. Ama tümüyle yok oluş yoktur. Sadece enerji
yoğunluğunda değişiklik ve dönüşüm vardır. Madde olarak yoğun
enerji şeklinden daha ince ruhsal enerjiye dönüşür. Ama o
ruhsal enerji varlığını sürdürmek için yeniden yerel
yoğunluklar oluşturarak madde denen yapıların oluşumunu
sağlar. Bu döngü sürekli ve aynı zamanda kesiklidir. Yani
bitmez ama her var olan bir diğer var olandan farklıdır. Bu
bakımdan varlık hem süreklidir hem süreksiz. Çelişkiye
düşmeden anlayabilmek için Hem-hem mantığını kullanmak
gerekir.
İkili
Mantık Çelişki Yaratır
İkili mantık içinde kalanlar bu
konularda çelişkiye düşerler. İkili düşündüklerinden varlık
varsa yokluk da olmalıdır sonucuna ulaşırlar. İyilik varsa
kötülük de olmalıdır derler. Hem-hem mantığına göre her
davranış hem iyidir hem kötü. Birine göre iyi olan bir
diğerine göre kötü olabilir. Örneğin bankaların kişilere borç
vermesi hem iyidir hem kötü. İyidir çünkü bu sayede insanlar
eksiklerini tamamlarlar. Kötüdür çünkü insanları daha çok
harcamaya ve daha çok istek içinde bulunmaya iterler. Eğer
istekler külli iradenin (varlığın) var olması yönünde ise
mesele yok. Ama kişilerin bencil isteklerini tatmin yönünde
ise varlığın varlığını sürdürmesine hizmet etmeyeceğinden
sorun oluşturur. Fakat, Hem-hem mantığı içinde isek kişiler de
bütünsel varlığın parçası olduklarından, kendilerine dönük
kişisel istekler de bir bakıma bütüne yarar.
Tümel
Olanın Birimleri
Yerel olarak bakarsak ayırımlı
değerler oluşur. Tümel olarak bakarsak bu değerler yok olur.
Ne demek yok olur? Tümellerin insani yüzleri kayb olur, yerine
Tanrısal yüzleri belirir, demek. Yani kategoryalar kaybolur,
Esma-i Hüsnalar belirir. Bunlar da Tanrı'nın güzel isimleri
olduğundan her olayda Tanrı isteği olduğu anlaşılır. İşte, bu
yüzdendir ki "Allah'ın isteği olur" denmektedir. Bu istek de
insan isteği gibi olsa da tüm insanları kapsar. Çünkü her bir
insan o tümel enerjiden oluşmuş küçük bir parçadır. Tümel
enerji bu parçalar arasında ayırım yapmaz. Çünkü hepsi kendine
ait, eşit derecede önemlidir.
Varlığın tek isteği ayırımsız
olarak varlığını sürdürmektir. Bunun için farklılık gibi
görünen ayırımlara yerel olarak izin verir. Temelde herhangi
bir ayırım söz konusu değildir.
|
Yayın Tarihi: 30.Aralık.2008 |
|