Özgür irade var mıdır? Yok mudur? tartışması binlerce yıldan
beri soran, sorgulayan, okuyan, araştıran zihinler için hayli
önemli bir soru olmuştur.
Modern bilimin bir uzantısı olan Kuantum fiziğinin verileri
ışığında özgür iradeye farklı bir bakışla yaklaşmanın mümkün
olduğu gözükmektedir. Kuantum seviyesindeki belirsizliklerin
anlaşılmasıyla, teolojinin savunduğu mucizeler gibi evrendeki
ani ve keskin değişimler bile açıklanabilir. Bu bakış açısı,
Tanrı’nın etkinliğinin bu şekilde oluştuğu anlamına gelmese de
modern bilim anlayışının, doğa yasaları ihlal edilmeksizin,
mucizelerin ve Tanrısal etkinliğin gerçekleşebilmesine olanak
tanıdığını gösterdiği için değerlidir. Modern bilimin yeni
verileri bugüne kadar iki ayrı tartışma konusu olan bilimle
metafizik arasında yeni uyumların ve dengelerin bulunduğunun
bir habercisidir. Bilimin sürekli gelişen araştırmalarıyla
kısa bir süre sonra teolojiye yaklaşan yeni bir bilimle
karşılaşırsak hiç şaşırmayalım ve şimdiden içsel
hazırlıklarımızı yapalım. İki ayrı bakış açısı ortak bir
felsefi yorumda birleşiyor.
Bu
yeni bilimsel-felsefi yaklaşım, David Hume’un mucizelerin doğa
yasalarının ihlal edilmesi anlamına geldiğine dair tarifinin
ve Spinoza ile Schleiermacher gibi mucizelerin, Tanrı’nın
kendi doğasıyla veya doğa yasalarıyla çelişmesi anlamına
geldiğine dair itirazlarının düzeltilmelerine olanak
tanıdığından dikkate alınması gerekir. Fakat bu tür
yaklaşımların özgür irade sorununu tam olarak çözdüğünü
söylemek veya Tanrı’nın mucizeleri mutlaka bu şekilde meydana
getirmiş olması gerektiğini söylemek de hatalıdır. Bu noktada
teolojik savunma, tanrı tanırlık kadar tanrı tanımazlığın da
ikili mantık sistemine göre özgür irade sorunu içinde olduğunu
ve hiç kimsenin bu sorunu tam olarak çözecek bir modele sahip
olmadığını söylemekle sınırlı olmalıdır.
Ontolojik
İndeterminizm Evrende
ontolojik indeterminizm (yapısal belirsizlik) olmasından yola
çıkılarak, özgür irade sorununa yeni bakış açıları
geliştirilebilir ve bu soruna evrenin determinist olduğu
(belirlenmiş olduğu) varsayımına yeni düzeltmeler
getirilebilir. Kuantum fiziğindeki farklı mantık, kendisinden
önceki sebeplerle oluşmuş bir varlığın özgürlüğünden nasıl
bahsedebileceğimize dair bir ipucu verir, “Özgür irade hem
vardır, hem de yoktur” dememize neden olur. Çelişik gibi
görünen bu tür bir mantıkta ayırımlar yerine birliktelikler
önem kazanmaktadır. Karşıt kavramlar esasta yokturlar ve
onları üreten bizim zihnimiz ve doğaya bakış açımızdır.
Kuantum Kuramı gözleyen ile gözlenenin bir bütün
oluşturduklarını ve birbirlerini etkileyip değiştirdiklerini
savunur. İnsan-doğa ilişkisi bu tür bir karşılıklı etkileşme
içinde sürmektedir. İnsan doğadan etkilenip değişmekte ve aynı
oranda doğayı da değiştirmektedir. Bu durumda ne mutlak bir
özgür iradeden ne de mutlak bir bağımlılıktan söz edilebilir.
Tasavvufta
Özgür İrade
Tasavvufta
Külli İrade olarak adlandırılan Tanrısal İrade’nin nerede
bitip, bireylerin özgür iradesinin nerede başladığı konusu son
derece hassas bir konu olmasına karşın araştırmacılar olarak
biliyoruz ki, hem Külli hem de Cüzi İrade vardır. O nedenle de
insan seçme özgürlüğünden sorumludur ve kendi seçimleri için
Tanrı’yı mesul tutamaz. Külli İrade ile belirlenen genel
hatlar Cüzi İrade, yani insan tarafından hayata geçirilir ve
hayatın içinde verdiği kararlar da kişinin kendi özgür
iradesiyle oluşur. İnsanın kendi cüzi özgür iradesini kontrol
etmesi (denetlemesi) ve bütünün hayrına kullanması insanın
Tanrısal yanıdır ve onu, İnsan-ı Kamil’e yani Mükemmel ve
Kozmik İnsan modeline taşıyacaktır. Bütünün hayrına uygun
davranmak uzun vadeli fayda sağlamaya dönüktür, kısa vadeli
kişisel çıkarlar ise geçici faydalar sağlarlar.
Tasavvufta
bu konu hayli derin incelenmiştir ve sorumluluktan kaçan
insanların boyutu beşer boyutu olarak kabul edilir. Bu boyuta
“Nefs-i Emmare” (emreden benlik) denir. Bu tür insan
emir komuta altında yaşar ve hem içten hem de dıştan gelen
etkilere düşünmeden tepki verir. Bu boyut sorumluluk almak
istemez.
İkinci
boyut ise kendini sorgulayan benlik boyutudur. Bu boyuta
Tasavvufta “Nefs-i Levvame” denir. Levm etmek
sorgulamak demektir. Sorgulayan insan sorumluluk alır. Kendi
davranışlarını sorguladığından eylemlerinin sonuçlarını da
düşünür ve gerektiğinde eyleminden vazgeçer.
Üçüncü
boyuta ulaşan insan “Nefs-i Mülhime” (ilham içinde olan
benlik) boyutundadır. Sanat veya felsefe, hatta bilim bile
ilham yani sezgi boyutu gerektirir. Bilim sadece akıl ve
mantıkla yapılan bir eylem değildir. Sezgilerin de bilimde
önemli yeri vardır. İnsanın bu ilham boyutunu asla
küçümsememesi ve göz ardı etmemesi gerekir. Bu boyutta insan
tümel enerji ile yakın bir ilişki içinde olduğundan tüm
insanların hayrına olacak eylemlerde bulunur. Sorumluluğu
yakın çevresini aşar ve tüm insanlığı kapsar. Bagwan Shri
Nashrish,nin şöyle bir deyişi vardır:
Sezgi bir
sıçrayıştır. Adım adım gelen bir şey değildir. Sana gelen
değil, olan bir şeydir. Sezgi bilinmeyenle yani bilinmesi
mümkün olmayanla çalışır.
Bu bir
Kuantum sıçramasıdır, çünkü Kuantum boyutunda gerçekleşen her
olay ani bir sıçrama şeklinde oluşur. Kuantum kuramı varlık
(enerji) alanının süreksiz sıçramalarla belirdiğini söyler.
Benlik boyutunda değişim de sıçramalarla gerçekleşir.
Sıçramayı sağlayan da çoğu zaman bir şok olur.
Mucizeler
ve Özgür İrade Tanrı’nın
mucizeleri gerçekleştirmesinin, doğa yasaları çerçevesinde
kuantum belirsizliklerinin belirlemesi ile mümkün olduğunu
savunarak sadece bir olasılığın gerçekleşme ihtimalinin
olduğunu işaret etmek gerekiyor. Bir şeyin mümkün olması, onun
mutlaka oluşacağı anlamına gelmez. Bilimsel yaklaşım tarihinin
sürecinde, gerçekleşmiş mucizeleri ve kimi kişisel deneyimleri
ne ispat edebilir, ne de inkâr edebiliriz. Hem bir bilim
insanı hem de modern bir insan için en tutarlı yaklaşım,
mucizelerin nasıl oluştuğu konusuna (oluşup oluşmadığına
değil) agnostik yani bilinemezci kalması, olmadığını iddia
etmemeye çalışmasıdır.
Tanrı’nın
mucizeleri nasıl gerçekleştirmiş olduğuna dair bilimsel bir
bilgiye sahip olmadığımız gibi, Tanrı’nın doğa yasalarını
ihlal etmeyeceğine dair Spinozacı rasyonel bir ön kabulü de
temellendiremeyiz. “Tanrı doğa yasalarını ihlal etmez”
şeklindeki Spinozacı ön kabul ile mucizeleri inkâr iki tane
kibri içinde taşır. Bu kibirlerden birincisi Tanrı katındaki
tüm yasaları bildiğimize dair teolojik bir kibirdir, ikincisi
ise doğa yasaları ile ‘kendi içinde evrene’ dair her türlü
bilgiye sahip olduğumuzu iddia eden bilimsel bir kibirdir ki,
bu ikincisi özellikle 19. yüzyılın yaygın bir hastalığıdır.
Her şeyden önce, Tanrı katındaki yasaların bizim fizik
biliminde gördüğümüz doğa yasalarıyla özdeş olduklarını
savunmak büyük saflık olur. Evrenbilimin derin yasaları
arasında bilmediğimiz ve kullanamadığımız kim bilir ne çok
yasa var. Tanrısal yasaların fizik yasalarından daha geniş
yasalar olduğunu kabul edersek, Tanrı’nın bir eliyle koyduğu
yasaları diğer eliyle bozduğuna dair mucizelere getirilen
itiraz geçersiz olur.
Mucizeleri
de kuantum düzeyde ani bir sıçrama olarak tanımlamak
mümkündür. Mucize ile özgür irade çelişmez. Mucize daha ziyade
Külli irade’nin, kendi kontrol sistemi içinde Cüzi İrade ile
birlikte oluşturduğu bir sıçramadır ve tabii ki tam olarak
nerede başlayıp nerede bittiği hakkında bir sınır koyabilmek
de mümkün değildir.
Yoğunlaşmış
Enerji Kuantum
kuramına göre varlık bir enerji alanından türer ve kendisi de
yoğunlaşmış enerjidir. Varlık enerji ise enerjinin dönüşüp
değiştiği gibi değişir ve dönüşür. Enerji kapalı bir hacim
içinde korunur. Yani, sabit kalır. Ama canlı veya cansız tüm
var olanlar çevreleri ile etkileşim içinde olduklarından asla
kapalı değildirler. Kuantum kuramı için kesin sınırları olan,
belli bir yer kaplayan ve durağan bir varlık tanımı yoktur.
Enerji sürekli dönüştüğü için varlıklar da sürekli değişim ve
dönüşüm içindedirler.
Özne, en
genel anlamda farkında olan,
yorumlayan, yani
bilinçli fail olandır. Bu durumda olan kişilere uyanık
olanlar veya şuurlu olanlar da denir. İnsanın özü
enerji ise özne = şuurlu enerji olarak tanımlanabilir.
Çünkü bizim özümüz enerjidir. Biz ne sadece tiniz ne de
sadece bedeniz. Biz, her ikisinin bileşkesi olan bir şuurlu
(bilinçli) enerji paketiyiz. Şuurlu olmak ise kendi üzerine
düşünmek ve kendini sorgulamak demektir.
Bütün bu
ihtiyatlı yaklaşımlara karşın, kuantum belirsizliklerinin
mucizeler gibi Tanrısal müdahaleleri doğa yasalarının
çerçevesinde açıklamaktaki katkısı çok değerlidir.
Mucizelerin, bilimsel yaklaşıma göre imkânsız olduğunu
söyleyerek teolojiyi eleştirenlerin, modern bilimin sunduğu
imkânlardan habersiz olduklarını ve bu yaklaşımlarının hatalı
olduğunu ifade etmek çok anlamlıdır.
Tanrısal
müdahaleyi ve mucizeleri inkâr, bilimsel olguların bizi
ulaştırdığı bir sonuç değildir. Ancak, ateizme ve natüralizme
metafizik bir ön kabul olarak inanan kişiler, bu felsefi
inançları ile bilimsel yaklaşımlarını birleştirirlerse,
Tanrısal müdahaleyi reddeden bir yaklaşıma sahip olabilirler.
Fakat bu, bilimin sonucu değil, bu şahısların
felsefi-metafizik yaklaşımlarının sonucudur. Oysa
felsefi-metafizik yaklaşımı farklı kişiler, Tanrısal
müdahaleyi modern bilim anlayışı ile uyumlu bir şekilde
birleştiren modeller geliştirerek fizik ile teolojik
yaklaşımlarını bir araya getirerek, modern bilim çerçevesinde
doğanın teolojisinin mümkün olduğunu göstermişlerdir. Philip
Clayton’un da dikkat çektiği gibi, eğer doğa yasaları ihlal
edilmeden Tanrısal müdahalenin nasıl oluşmuş olabileceğini
göstermek istiyorsak, bunu yapmak için Newton’dan beri en çok
şansa sahip olduğumuz dönem, içinde olduğumuz dönemdir.
Fiziğin en önemli iki teorisinden biri olan Kuantum Kuramının
en yaygın fiziksel yorumuna dayanarak yapılan teolojik ve
metafizik yorumları, bilim, felsefe ve din üçgenindeki
konuları ele alanların, Tanrısal etkinlik, mucizeler ve özgür
irade sorunlarını değerlendirirken mutlaka göz önünde
bulundurmaları gerekmektedir. Böylece yeni bir düşünce
yapısının oluşmasına ve çağın gereklerine katkıda bulunmuş
olurlar.
Özgür
İradenin Kuantum Açıklaması Tüm
nesnelerin hem dalga hem parçacık özelliğine sahip oldukları
görüşü Kuantum kuramı tarafından ileri sürülmüş ve deneysel
olarak da kanıtlanmıştır. Nesnel parçacıklar olan
elektronlarla yapılan deneyler onların da dalgasal
bir yapı sergilediklerini açıkça göstermiştir. Şu halde her
varlığın iki farklı fakat tamamlayıcı yönü bulunmaktadır. Bu
iki yönden biri dalgasal yapının gereği olan süreklilik ve
uzam içinde sınırsızlık, diğeri ise kesiklilik ve parçacık
yapısının gereği olan sınırlılık ile sonluluk. Her iki özellik
de aynı derecede temel ve önemlidir. İki özelliği ayırmak
yerine birleştirmenin önemli ve gerekli olduğu kanısı reel bir
kanıdır. Bu iki özellik sadece cansız nesnelere ait olmayıp,
tüm var olan canlı ve cansızların temel yapısında
bulunmaktadırlar. Bu bakımdan bu iki özellik insan yapısında
da bulunurlar. Süreklilik ve sınırsızlık bizim tin boyutumuzu,
sonluluk ve sınırlılık ise bizim beden boyutumuzu oluşturur.
Tin
boyutunda, bizim kendi yetimiz olan düşünce boyutu olduğu
kadar çevrenin bize vermiş olduğu varsayımlar ve ön-kabuller
de bulunur. Düşüncemizde özgür olduğumuzu sansak da çevrenin
ve yaşadığımız toplumun kültürel baskıları özgür düşünmemizi
engeller veya en azından bazı kısıtlamalar getirir.
Beden
boyutunda ise genetik ve kalıtımsal özellikler olduğu kadar,
doğuştan itibaren taşıdığımız bazı psikolojik bozukluklar da
bulunabilir. Bu bakımdan bedenimiz de bizim özgür irademizi
kısıtlar.
Tüm bu
baskılar ve yönlendirmeler çerçevesinde insanın özgür iradesi
ancak belli bir oranda kendini tam olarak ifade edebilir. Bu
durumda yapılacak şey özgür irademizi anlamlı bir yaşam tarzı
oluşturmak için yönlendirmektir. Anlamlı yaşam, mümkün
olduğunca orta yolu izleyerek ve hem kendisine hem de
çevresine yararlı ve hayırlı bir kişi olmayı başarabilmekten
geçer. |