Yirmibir’inci yüz
yıla girmiş olmamıza rağmen, hâlâ pek az ilerleme kaydetmiş
olduğumuz konulardan biri de beynin yapısıdır. Özellikle
belleğin beyindeki yerini tespit etmek için yapılan tüm
araştırmalar kesin bir sonuca ulaşabilmiş değildir. Bir bakış
açısına göre bellek beyin içinde tek bir bölgede değil, yaygın
bir şekilde tüm kortekste bulunmaktadır. Ayrıca, belleği
oluşturan tüm bilgilerin kodlanmış olarak kayıt edilmiş
oldukları görüşü hâkimdir.
Bu tür özelliklere sahip
bir fiziksel sistem geliştirilmiş durumdadır ve adına
Hologram denmektedir. Belleğin bir hologram olarak beyinde
kayıt edildiğini iddia eden beyin cerrahı 1919 doğumlu Karl
Pribram 1969 yılında beynin Holografik Modelini ileri
sürmüştür.
Holografik kayıt bize çok
büyük ve çok karmaşık bir yapının dahi çok küçük bir bölgeye
kodlanarak sığabileceğini göstermektedir. Bir diğer ifade ile
Makroda Mikro’nun ve Mikroda Makro’nun bulunduğu ve
evrende kendine benzeyen sistemlerin her boyutta yer aldığı
ileri sürülebilir. Örneğin, Şekil 1’de evrendeki yıldızların
ve gök adalarının fotoğrafı Hubble teleskopuyla elde
edilmiştir. Şekil 2 de ise 2-boyutlu bir hologram kaydı
görülüyor.
Aralarındaki çarpıcı
benzerlik şu soruyu akla getiriyor: “Acaba evren 4-boyutlu bir
hologram mıdır?”. İnsan beyni 3-boyutlu bir yapı olmasına
rağmen MR (Magnetik Rezonans) metoduyla elde edilen 2-boyutlu
beyin görüntülerini incelediğimizde karşımıza yeniden evren
resmi çıkıyor. Şekil 3 bu durumu sergiliyor.
Eğer insan beyni bir
küçük evren modeli ise beyindeki nöronlarla evrendeki gök
adalarının benzeşimine şaşmamak gerekir. Şekil 4’de bu
benzerlik görülmektedir.
Tüm var olanlar bir veya
birkaç temel parçacıktan ortaya çıkmış birbirine benzeyen
fakat bire-bir kopyası olmayan yapılar ve sistemler
topluluğudur. Bu benzeşimi canlı cansız ayırımı yapılmadan,
mikro yapılardan makro yapılara kadar görmek mümkündür. Şekil
5 bu kademeli yapılaşmayı gözler önüne seriyor.
Temel parçacıklar resimde
görüldüğü gibi bilardo toplarına benzemezler. Onlar hem dalga
hem de parçacık özelliği taşıyan yapılardır. Son yıllarda
“Sicim Kuramı” adıyla bilinen bir modern fizik kuramı temel
parçacıkları oluşturan en ilkel nesnelerin birer sicime
benzediklerini ve dalgaya benzer titreşimlerle varlıklarını
sürdürdüklerini ileri sürüyor. Sicimleri Şekil 6 kabaca göz
önüne getirmektedir. Sicim parçacık özdeşliğini kavradığımızda
dalga-parçacık ikilemini de çözmüş oluruz. Şeklin sağ
tarafında yoğunlaşan sicimlerden en temel parçacıkların
(Glüonların ve Kuarkların) oluşumu görüntüleniyor.
Soldaki resimde
sicimlerin değişik titreşim frekanslarında aldıkları şekiller,
ortada titreşen iki sicim ve sağda yoğunlaşarak parçacık
halinde beliren yapı görülüyor. Sağdaki parçacık görüntüsü ile
gökte görülen yıldızların ve gök adalarının ortak benzerliği
dönüşümde bulunan temel özellikleri gözler önüne seriyor.
Evrenden gelen değişik
dalga boyları içeren ve değişik titreşim frekansları
barındıran dalgalardan haberdarız. Onları kayıt edebiliyor
hatta X-ışını haritaları dahi çıkarıyoruz. İnsan beyni de aynı
şekilde dalgalar yaymakta ve insan uyurken dahi beyin faal
olmaya devam etmektedir. Şekil 7 uzaydan gelen X-ışınlarının
dağılımını ve Şekil 8 insandaki beyin dalgalarının kaydını
gösteriyor.
Şekil 8’in en üst
grafiğinde uyuyan insanın beyninden yayılan Alfa dalgaları
görülüyor. Bunlar saniyede 8 ile 12 titreşim yapan
dalgalardır. Aynı dalgaların “meditasyon” (derin sükûn)
durumunda insanların beyninden de yayıldıkları saptanmıştır.
En alt grafikte ise uyanık durumda düşünen insanın beyninden
yayılan dalgaların bir saniyelik kaydı görülüyor. Bunlar
saniyede 125 kere titreşen dalgalardır. Ancak radyo dalgaları
gibi “modüle” (anlam içeren) dalgalardır. Bu kayıt ile
evrenden gelen X-ışınlarının farklı frekanslardaki tayfı
(spektrumu) arasında benzerlikler düşündürücüdür.
İnsanın
beyninden yayılan normal EEG dalgaları tekdüze ve periyodik
olmayıp karmaşık bir yapı sergiliyorlar ve anlam içeriyorlar.
Dalgalar aynen bir hologram kaydı gibi kodlanmış bilgi
içeriyorlar. Ancak bu bilgi sadece dış etkilerden oluşmuyor.
Bu bilginin oluşmasında içten üreyen enerjinin ürünü olan
dalgaların da etkisi var. Şu halde önemli bir sonuçla
karşılaşıyoruz. Biz
enerji varlıklarıyız ve iç-dış ayırımını sadece gündelik
yaşamda kolaylık sağladığı için kabul ediyoruz.
Bu bakımdan iç-dış ve
canlı-cansız ayırımlarının yapay varsayımlar oldukları ortaya
çıkıyor. Burada sunduğumuz örneklerden dış dünya dediğimiz
enerji alanının aynı zamanda içimizde de bulunduğunu ve tüm
var olanların, evren ve insan dâhil olmak üzere, iç-içe geçmiş
benzeşen ve etkileşen sistemlerden oluştuklarını anlıyoruz. |