Bazen hepimizin, kendi hayat hikayesini bir başkasınınmış gibi dinlediği
anlar vardır. Kendimize yabancılaştığımız anlar.
Belki de çoğunlukla kendimizden mutlu
olmadığımız yada tatsız bir olayla karşılaştığımız zamanlar daha çok
ortaya çıkıyorlar. Oysa aksine, kendimizden başarıyla, övgüyle söz
ettiğimiz her an da o anıların gerçek sahibi oluveririz. Sevmediğimiz
yada takdir etmediğimiz ama başımıza gelmiş her olaya da aslında bize
ait değilmiş gibi davranırız. Hep başka bir yerlerde, bir başka zamanda,
başka bir hayat varmış ve bize aitmiş gibi bir his gelip içimize
giriverir. “Aslında ben bunu hak etmedim” yada “benim gibi birine bu
olur mu?” diye dürter durmadan. Ve bizde, gelip bizi kurtaracak kişiyi
beklemeye başlarız.
Zaman ve olaylar geçtikçe de bu haksızlık
duygusu, yaşamak zorunda olduğumuz ve varlığını çoktan kabullendiğimiz
bir “şey” olarak bizimle bütünleşir.
Bunun
sonucu ise beklendiği gibi, isyan bayrağını çoktan göndere çekmiş, bir
kırık, bir buruk küskün kalp. Yıllarca süren bir savaş... “Bu yaşam
benim değil, ben bunları hak etmedim...!” Yıllarca süren bir arayış...
“Bir yerlerde, bana ait, hak ettiğim bir başka yaşam olmalı...!” Hayır, yok... Bu ne çok katı, nede
hayalleri alt üst eden bir şey. Bu gerçek. Görmemiz gereken gerçeğin
ta kendisinden başka hiçbir şey. Çünkü biz ne dün
yaşadığımızdan, ne bugün olduğumuzdan nede yarın göreceğimizden başka
bir şeyiz. Hayal kurmaksa;
gerçeklerden uzaklaşırken, yinede onları reddetmediği sürece anlamlı.
Yani kendimizi olduğumuzdan farklı biri gibi görmeye yada oldurmaya
çalıştığımız müddetçe gerçek mutsuzluk o kapının önünde bekliyor olacak. Çünkü hiçbir zaman, bir
diğerininki gibi gözlerimiz, bir diğerininki gibi bedenimiz, bir
diğerininki gibi eşimiz yada bir diğerininki gibi hayatımız olamaz.
“Biz neysek O’yuz!”
Evet, kabul etmek çok
zor. Ama öyleyiz. Biz neysek oyuz ve bu yaşadığımız bizim hayatımız. Bu
bizim gerçek hayatımız. İçine hayallerimizi, beklentilerimizi,
isteklerimizi karıştırmadığımızda yada kendimizi bir başkası gibi
yapmaya çalışmadığımızda, elimizde kalan neyse oyuz. Hep birilerine özenir,
onlar gibi olmak isteriz. Hani o en güzel olanlar yada hani o en
başarılı olanlar gibi. Onlara biraz olsun benzeyebilirsek, onlardan
biraz olsun o sihir bizimde üzerimize bulaşırsa her şeyin değişeceğini,
düzeleceğini hayal ederiz. Olması gerektiği gibi olacağını ve bize hak
ettiğimiz hayatı vereceğini... Hayır, bütün bunlar
hiçbir şey vermez! Çünkü zaten her şey olması gerektiği gibi olmaktadır.
Bir hata yoktur. Kimse daha az şanslı yada şanssızda değildir, yaşam
kimseye daha iyi de davranmamıştır. Çünkü, bunları bu
şekilde düşünmemizin bize bir faydası olmaz. Sadece o isyan bayrağını
biraz daha yukarı çeker o kadar. Bazen sadece “işte
böyle” demek gerek. Herkesin bir hayatı var ona verilmiş ve onu yaşıyor.
Ve bu da benimki. Bu şartlarda, bu insanlarla, bu hayata sahibim. Bunu
gerçekten anlamak ve kabul etmek gerekiyor. İşte bu, benim...! Ne bir başkasının işine,
ne eşine, nede hayatına sahibim. Ve ne yaparsam yapayımda sahibi
olamayacağım, çünkü zaten onun bir sahibi var. O zaman neden bu telaş?
Neden bu savaş? Yıllarca süren bir inkar
ve ardından gelen bir arayış...Ve sonunda varacağımız yer yine kendimiz.
Bulacağımız şey, kendimizden, aslımızdan başka bir şey değil. İçinde bulunduğumuz
şartları inkar etmek yada bize ait değilmiş gibi davranmak, gerçeklerden
kaçmaktır. Ve aslında acı veren şeyde budur. Kendimizi bir başkası,
hayatımızı bir diğeri gibi yapmaya çalıştıkça ve olmadıkça acı çekeriz.
Belki de koyduğumuz yanlış hedefler bu kadar çok acıya sebep olmaktadır. Belki de hiç gerçek
olmayacak, gerçekle ilgisi olmayan hayallerin peşinden kendimizi
sürüklediğimiz için ıstırap içindeyizdir. Kaybettiğimiz zaman yıllarda
olsa, sonunda dönüp dolaşıp geleceğimiz yer aynıdır. Kendimizi, yaşantımızı
kabul etmek, başımıza gelenlerle barışmak ve gerçekleri görmek.
Biz neysek O’yuz. Gerçek
mutluluk bunu kabul ettiğiniz noktada başlar. Çünkü kendinizi bir
başkası gibi oldurmaya çalışmadığınız da, kendi iç değerlerinizi ve
gücünüzü keşfetmeye başlarsınız. Bunu keşfetmeye
başladığınız anla beraber, içinize dolan özgüven ve kendi değerlerinize
duyduğunuz saygı, size mutluluğun kapılarını aralar.
Nihayet, kendinizden
memnun olduğunuz o kısacık anları, bir ömre yayarsınız. Çünkü bu hayat
sizin. Ve onun içinde her gün büyüyerek yürüyen sizsiniz. Kendinizi,
kendinizle kıyaslarsanız belki de ne kadar takdire değer işler
başardığınızı görebilirsiniz. Kendinizi olduğunuz gibi kabul edin ve
sevin.
Çünkü siz, “siz” olduğunuz için çok kıymetlisiniz. |