Hepimizin kendi içinde sakladığı bir hazine var. Tamamen kendimize ait,
gizli ve çok kıymetli. Ve onu bulabilecek tek kişide yine kendimiz.
Belki
bazen onu ararken, etrafımızdakilerden aldığımız yardım ve destekler
bizi ona biraz daha yaklaştırsa da yada içimizdeki nice değerleri bazen
bizden önce sevenlerimiz görse de, ona sahip olabilecek tek kişi biziz.
Ona ulaşmak, tıpkı kendi içimizdeki Everest’e tırmanmaya benziyor. Bütün
o zorlu koşullar, çetin ve acımasız tırmanış ve ardından gelen o en
kıymetli armağan... Nasıl ki Everest’e
tırmanmış bir dağcı, onun o karlı zirvesinden aşağıya baktığında kendini
çok şeye sahip ama bir o kadar da özgür hissederse; işte kendine sahip
olmak da öyle bir şey. Hem her şeyin sahibi, hem de bir o kadar özgür
ancak gerçekten kendine sahip olduğunda hissedilebilecek türden bir şey.
Çünkü sahip olmak aynı zamanda bağlanmak demektir. Evine, arabana, işine
gücüne gereğinden fazla sahip olduğunda, fark etmesen de çoktan onlara
bağımlı bir hayat sürmeye başlamışsındır bile. Ama bu öyle bir şey değil. Ne kadar sahipliğin
artarsa, bağımlılığında o kadar artan türden değil. Bu;
“ne kadar sahip olursan, o kadar güçlü; ne kadar güçlü olursan da, o
kadar özgür olursun!”
Evet, bence hepimizin içinde bir hazine var. Hem
de hazinelerin en kıymetlisi. Ve o da, içimizdeki Everest’in zirvesinde
bizi bekliyor. Gerçekten kendin olmak, nihayet onu olduğu gibi
kabullenip, sevmek armağanların en büyüğü. Sevinçlerin en çoğu. Öyle
yeterli, öyle emin bir duygu ki,
“ben varım ya benim yanımda,
korkacak bir şey yok”
dedirtiyor. Öyle “tam”
bir his ki bu... Hani bazen ne kadar mutlu olsak da, içten içe yinede
bir eksiklik duygusu vardır. Hani “her şey iyi güzelde, birde şu
olsaydı” deriz. Sonra belki o da olur. Ama eksiklik duygusu,
tatminsizlik hissi yine geçmez. Hep bir şeyler eksiktir. Hem de öyle
eksiktir ki, yeri de dolmaz. Çünkü
içimizdeki o “tam” lık duygusu noksandır. Bütünlüğümüz başkalarına
bağlıdır. Kendimiz olabilmemiz için, iç değil dış etkenlerin desteği
lazımdır. İnsanlar, olaylar, eşyalar...Onlardan birinde bir eksilme, bir
oynama olduğunda bizim “tam” lığımız, bütünlüğümüz sarsılır.
Dengelerimiz allak bullak olur.
Ama aslında, bu
da, içimizdeki Everest’in zirvesine giden yolun bir bölümü. Çünkü önce o
bütünlüğü dışarıda aramalıyız ki, olmadığını görelim. En ufak değişimde
tuzla buz olduğumuzu bilelim. Ve nihayet, yorulup, bütünlüğümüzü
içimizde arayalım. İşte bu, bence en
önemli dönüm noktalarından biri. O aradığımız her şeyi, kendi içimizde
aramamız ve bulacağımız yerinde bir tek orası olduğunu anlamak...
Çünkü siz kendinizi
severseniz başkaları da sever yada siz kendinize değer verirseniz
başkaları da verir. Siz aynaya bakınca kendinizle ilgili ne
görüyorsanız, inanın başkaları da onu görüyor. Sevmek, mutluluk, güven, huzur hepsi, sadece sizin
içinizde. Ve size onu sadece “siz” verebilirsiniz.
"Çünkü
bir tek o zaman onları sizden hiç kimse alamaz."
|