Hepimiz bazen
hatalar yaparız. Ve aslında o anda kendimizle barışık olmamamız da çok
tuhaf değil. Bu belki de bir yerlerde yanlış bir şeyler olduğunu anlıyor
olmamızdandır. Ama her zayıflığımız
yada zafiyetimiz kendimizi suçlamak yada köşeye sıkıştırmak için bir
sebep değildir. Bazen anlayış da gerekir. Bazen olabilir demek de
gerekir. Çünkü yanlışlarımızla büyüyoruz. Hatalarımızla öğreniyoruz. Ve
işin aslı, bir şeyi en başından en sonuna dosdoğru yapmak fazla mükemmel
olurdu. Ve aynı zamanda
gerçek doğru hangisidir...?
Her varlığın,
kendini geliştirmeye hakkı vardır. Yani kendini tezahür ettirme hakkı
vardır. Varlıklar kendilerini geliştirme haklarını kullanırken pek çok
oluşum çıkacaktır ortaya. Ve bir kısmı da hata ya da yanlış olacaktır.
Ama onları yapmak da bir haktır. Çünkü onlar doğruyu ya da gerçeği
bulduracak olanlardır. O yüzden doğrularla
yanlışları bazen tespit etmek çok zordur. Ne doğru görünen yanlışlar
vardır, akıl hayal almaz. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırabilmek
gerçekten çok büyük bir incelik, nicelik ister. Bütünün bilgisine vakıf
olmayı gerektirir. Gerçek bağlantıları görmeden bu ikisini birbirinden
ayırmak çok zordur. Hatalar kendimizi
geliştirmemizin bir parçasıdır. Tıpkı iyi şeyler yapmak gibidir. Ama
elbette içinden dersler alınması gerekir. Hatadan ders almak önemli ama
ona takılıp kalmak faydasızdır. Hatta zarar verecektir. Çünkü geçmişteki bir
noktaya takılı kalmak, ‘an’ı yakalamamıza engel olur. Ve şimdinin içinde
olanları görmemizi imkansız hale getirir. Böylece de, bugünün bize
getirmekte olduğu deneyimleri kaçırmamıza neden olur. Geçip gitmiş bir
zaman dilimin içinde asılı kalıp yaşamak, pek de yaşamak gibi değildir.
Çünkü bugün olanları geçmişin penceresinden değerlendirmek, gerçekte
olmakta olanı görememektir. Geçmişin
penceresinin manzarası hep aynı kalacaktır. Ve en acı karede dondurulmuş
bir görüntünün izdüşümüyle, bugünkü olayları değerlendirmemize neden
olacaktır.
Oysaki o manzara
çoktan değişmiştir. Zaman-mekan ve onların enerjisi değişmiştir.
‘Şimdi’de başka şeyler cereyan etmektedir. Ve o dondurulmuş en acı kare
de çoktan akıp gitmiştir. Sadece bizim belleğimizde saklanmaktadır. Ama
biz hala o karenin üzerinden bugünü değerlendirmeye çalışırsak, hiçbir
şeyi bir yere oturtamayız. Çünkü ne kişiler, ne
olaylar, ne zaman, ne de mekan aynıdır artık. Bugünün olaylarını yani
‘şimdi’yi geçmişle ilişkilendirmeye çalışmak, geçmiş üzerinden bugünü ve
yarını görmek, şu an olmakta olanı görmemizi engeller.
‘Şimdi’yi
hissetmemizi ve onun içindeki bilgileri almamızı zorlaştırır. Gelecek olan
oluşmadı. Ve geçmiş olan çoktan bitti. Gerçek olan şey ise
‘şimdi’dir.
Geçmiş, bugüne kadar biriktirdiğimiz bilgilerin tecrübeyle elde edilmiş
halidir. Bilgiler alındı ve bitti. Şu an önemli olan ise, içinde
bulunmakta olduğumuz
‘an’ın bize getirdiği bilgilerdir. Sadece
‘şimdi’ye
dokunabiliriz. Çünkü ne geçmişe ne de geleceğe uzanamıyoruz. Ama
‘şimdi’yi hissedebiliriz. O yüzden yaşamakta olduğumuz ‘an’a şimdinin
penceresinden bakmalıyız. Geçmişin gölgesiyle değil. Ve onu gerçekten
görmeye çalışmalıyız. Çünkü o ‘şimdi’ başka şeyler anlatıyor. Çünkü bir
‘an’ sonrada bambaşka şeyler anlatacak. Güzel olanda bu. Onun herhangi
bir anda donup kalması ihtimali bile yok. Biz onu zihnimizde
dondurmadığımız sürece.
|