Hani
olur ya, içimizden hep bir şeyler geçiririz. Hayaller kurarız, mutluluğa
dair. Birbirinden renkli düşlerle süsleriz düşüncelerimizi. Bizi
aradığımız huzura nihayet kavuşturacak, en çok istediklerimize sahip
yapacak, mutluluğa götürecek o şeyler, öylece sırayla zihnimizden akıp
gider.
Onlara ulaştığımız gün, gerçek mutluluğun sahibi olacağımızı
düşünürüz. Ama ne kadar enteresandır ki; ona ulaşınca, bu gerçek
mutluluk sandığımız şey, çoğu zaman düşündüğümüzden kısa sürer. Çünkü
ona alışırız...!
Belki de sahip olmak için yıllarca uğraşmış olduğumuz o hedefe nihayet
ulaştıktan bir süre sonra, yavaş yavaş o ilk heyecan yok olmaya başlar.
Ona verdiğimiz değer sıradanlaşmaya başlar. Ve biz, tam mutlu olmaya
başladığımızı düşünmeye başlamışken, bu alışılagelmeye başlayan durum
ile yeni bir arayışın içinde buluruz kendimizi.
İnsanın doymak bilmez iştahı ve tatmin olmaz egolarının hakimiyeti ile
mutluluğun hep bir adım önde gidiyor olması oldukça olağan belki de. Ve
aynı zamanda, mutluluk denen şeyi bir takım gerekçelere bağlamak, ona
ulaşmayı imkansızlaştırıyor adeta. Çünkü, bu ‘mutluluğun gerekçeleri’
hiç bitmiyor aslında. Biri gerçekleşince, bir diğerinin eksikliğini
hissetmeye başlıyoruz. Elde etmiş olduklarımızın anlamını kaybederek,
hızla bir yenisine yöneliyoruz. Adeta dipsiz bir kuyu gibi...
Mutluluk önde, biz arkada onu kovalarken; olurda elimizdekilerden
bazılarını kaybedersek, elbette korkunç bir hayal kırıklığı ve hüsran
yanı başımızda dikiliveriyor. Çünkü zaten mutluluğumuzun temelini onlara
bağlamıştık. Onlar varsa mutluyduk, yoksa değildik. Yani, sahip
olduklarımız, bizim mutluluğumuzun ölçüsünü belirliyor bir anlamda.
İşte mutluluk bu yüzden hep bir adım önde. Çünkü bizim sahip olmak
isteyebileceklerimizin sonu yok ve sahip olmadan da mutlu olacağımız
yok. Oysa o mutluluğa hedefler tayin etmezden evvel, belki de mutluluğun
ne olduğunu anlamak lazım. Mutluluk bizim için ne?
Bu, sanılacağı gibi, kolayca cevaplanabilecek bir şey değildir
aslında. Çünkü, ‘benim için mutluluk nedir’ demeden önce, ‘ben kimim’
sorusunun yanıtını vermek gereklidir. ‘Ben gerçekte kimim? Gerçek
arayışım nedir? Beni mutluluğa götürecek sandığım şeyler, benim gerçek
ihtiyaçlarım mıdır?’ Gerçekte kim olduğumuzu bilmeden, gerçek
mutluluğumuzu yakalamak çok zordur. Çünkü gerçekte kim olduğumuzu
bilmemek, gerçek ihtiyaçlarımızı bilmemek demektir. Onları bilmemekse,
onlara varamamak demektir. Ve onlara varamamak, mutlu olamamak demektir.
Gerçek şudur ki; bir insanı gerçekten mutlu edebilecek şey, gerçekten
ihtiyacı olan şeye sahip olmasıdır. Çünkü asıl ihtiyacı ile karşılaşmak,
onun ruhunda gerçek bir doygunluk duygusu yaratır.Ama onu bilebilmek
için, ilk önce kendisini tanıması gerekmektedir. Şartlandırılmış bir
bilinç ile herkesin peşinden koştuğu mutluluk hedefleri; eğer gerçek
mutluluğu verebilselerdi zaten hepimizin bir mutluluk bahçesinde yaşıyor
olması gerekirdi. Gidişat bunu göstermediğine göre; belki de mutluluğu
yanlış yerde arıyoruz. Belki de, yanlış hedefler tayin ediyoruz
kendimize... Kendimizi tanımadan, gerçekliğimizi bilmeden peşine
düştüğümüz mutluluk, bizden hep bir adım önde olacaktır. Ta ki, biz
gerçek ihtiyaçlarımızı fark edene kadar...
Çünkü sahte ihtiyaçlar, sahte
mutluluklar getirecektir. Ve bu da, asla ruhumuzu tatmin etmeyecektir.
Kim olduğunu bilmek, nasıl mutlu olacağını bilmektir. Belki de o yüzden,
mutluluktan önce kendimizin peşine düşmek, bize gerçek mutluluğu
getirecek olan şeydir. |