Mutluluk insanın gölgesi
gibidir; Ne kadar kovalarsan o
kadar kaçar.
Mutluluk
eğer aranmakla bulunamayacaksa, mutluluğu başka nasıl edebiliriz sorusu
hepimizi sık sık motive eden temel ve haklı bir sorudur. İsteriz ki, dışsal
olaylara bağlı kalmadan, bireyin doğasına ait acı ve sıkıntılardan
etkilenmeden bütünsel bir mutluluk yaşayalım ve o hiç bozulmasın. Peki bu
mümkün mü? Bilgeler mümkün olduğunu söylüyorlar. Öyleyse
‘Nasıl mümkün’ sorusunu sorarak araştırmaya başlayalım.
“Hem
hüzünleri hem de sevinçleri kapsayan, tüm çehresiyle yaşamı olumlayan
ve varoluşu kabullenişten kaynaklanan ruhsal bir algılama ve uyum içindeki
insana mutlu”
deriz ama birkaç sözcükle sade bir şekilde yapılan bu tanımların ardında,
‘Ruhsal Bir Yaşam Felsefesi’
saklıdır. ‘İster dolaylı isterse
dolaysız yoldan mutluluğu aramayan insan onu zaten elde etmemiş midir?’ Diye
sorabilirsiniz. ‘Onu arayanlar asla bulamayacaklardır’ sözü, ‘Onu elde
edenler aramazlar’ ya da ‘onu elde edemeyenler ardından gider ve bulamazlar’
demeye gelmiyor mu? Başka bir deyişle, mutluluk sizin sahip olduğunuz ya da
olamadığınız bir şeydir; eğer yoksa, tümüyle denetimimiz dışında kalan bir
hayrı beklemeye benzer.
Mutluluk-Bütünlük-Uyum Mutluluk,
bütünlük, uyum ve birlik duyumu; yalıtılmış olma duygusunun aslında bir
yanılsama olduğu gerçeğinin anlaşılmasıyla ortaya çıkar. Kendini ayrı
olmakla duyuran bireysel şuur, tüm şeylerin görünüp ayırt edildiği evrensel
ve bölünmez
‘Gerçeklik’le
özdeştir.
“Mutluluğun anlamı;
yaşadığımız her şeyi kendi hayrımız için kabullenen, ne olduğumuz, ne
hissettiğimiz, şu an ve her an ne bildiğimiz, ne anladığımız, ne
uyguladığımız hakkında bilinçli bir kontrol sahibi olan kişinin, iyi-kötü
ayrımı olmaksızın, ‘yaşamı tümden kabullenişidir.”
Bu kabullenişte, hep mutlu olmak arzusu yoktur. Bazı günler ve bazı
olaylar, mutsuzluk ve acı getiriyorsa, öğrenilecek yeni deneyimler adına
onları da şikayet etmeden katlanma gücünü gerektirir.
Ancak aradığın an yitirirsin Ne elinde tutabilir ne
kurtulabilirsin. Bunları yapmadığında kendi yoluna gider, Sen sustuğunda o konuşur, O konuştuğunda sen susarsın.
Yeni Bakış
Bu Vedanta’lardaki, ‘Her
şey Brahman’dır’ demek gibidir. Tüm evreni nasıl ‘Herşey Brahman’dır diyerek
kabulleniyorsak, iyiyi-kötüyü, siyahı-beyazı, mutluluğu-mutsuzluğu da öyle
kabullenirsek, ‘Değişim’ ya da diğer adıyla, ‘Yeni Bakış’ başlar. Mutluluk
olgusunun püf noktası bu ‘Kabul’de saklıdır. Yaşamı tüm getirdikleri ve
götürdükleri ile kabullenme gücü. Başka bir deyişle, biz her an yaşadığımız
biziz, bundan başka bir gerçek ve olasılık yoktur. ‘An’ bilgisi de aynı
kapıya çıkar. An’ı yaşarken olayların akışına göre yaşamımızı
yönlendirdiğimizden, bu olayı beğendim de ötekini beğenmedim dememeyi
öğrenmeye çalışırız. Japonların ‘İkebana’ adını verdikleri çiçek ve bahçe
süsleme sanatında bilgeliğin bu büyük gizi vardır. Japonlar hiçbir dal kötü,
çirkin
diye bir köşeye atmazlar. Mutlaka ‘Bütün’ içinde ona da uygun bir yer vardır
diye düşünürler. Önemli olan bu uygunluğu bulmak ve onu yerli yerine
yerleştirmektir.
Bilgeliğin ilk şartı
Bu yüzden bilgeliğin ilk şartı, boşu boşuna başka bir şey olmaya
çalışmaktansa ne olduğumuzu kabullenmekte saklıdır; çünkü insan kendi
ayaklarından kaçamaz.Kendi ayaklarınızdan kaçamıyorsanız,onların ardından da
koşamazsınız demektir. Eğer gerçeklikten, şimdiki zamandan kaçış olanaksız
ise, onu kabullenmek ya da göğüslemekten başka çare de yoktur.Mantık
çerçevesi içinde kuru sözcüklerle çok kolayca söylenen, ‘yaşamı tümüyle
kabullendim’ sözü hiçbir anlam ifade etmez. Bu sözün uygulaması söylendiği
kadar kolay değildir. İşte bu ince nüans, bu tip ruhsal kökenli bilgilerin
derin ve gizemli anlamlarının satır aralarında saklı olduğunu
belirtir. Bilirsiniz satır aralarında, üzerine sözcüklerin basıldığı
‘boşluk’ vardır.
İnsanın derin varlığında mutluluk kavramına nötr olabilmek
için; kabulleniş ya da benimsemenin desteklenmesi, ruhun
erdemlerinin ortaya çıkması için fazlalıkların
boşaltılması, terk ve egonun eğitimi ilkesi vardır. Doğada hiç
boşluk yoktur ama insan dünyadaki kimliğini, bireyselliğini
fazlalıklardan boşaltmalıdır.
Ben o bildiğim
şey değilim, Ben de bilmiyorum neyim? Bir nesne mi, Hayır o değil, Bir noktacığım ve daireyim. Bazen çıplak, bazen çılgın Şimdi bir bilgin, şimdi bir aptal Dünyada böyle çıkar O özgür insan!
İç Evren
ve Üstün benlik Ruhu evrenle kusursuz
bir uyum içinde olan bir bilgenin yaşamını incelemek ve onun yaşadığı iç
huzurunu, sükuneti yaşamak hepimiz isteriz. Ve bize öğretilmiştir ki,
“En Yüce
Mutluluk Birey
ile Üstün Benlik Arasında yani İç Evrende bulunur.”
Öyleyse bu sözü edilen ‘İç Evren’e
ya da ‘Üstün
Benliğin Bilgeliği’ne ulaşmak için çok uğraşacağa benzeriz.
Günümüz insanı kendi
sınırlı benliğiyle öylesine özdeşleşmiştir ki, onu bu özdeşleşmeden koparmak
pek mümkün olamamaktadır.Yeni bir anlayışın, yeni bir bakışın, yeni bir
algılamanın yaratılabilmesi için de sık sık şoklarla karşılaşmamızın gizli
amacı budur. Mutluluk-mutsuzluk
eşiğini aşmaya çalışan bir insan şok edici olaylar karşısında şikayet edip
derhal eski duruma bir an önce dönme çabası göstereceğine kendisinde ‘bir
boşluk alanının’ yaratılmasına izin verebilirse, ‘Bilgece’
davranmış olur. Bu boşluk alanına “yeni bir anlayış” nüfuz etmeye çalışmaktadır.”
Her kim ki
erdemleriyle içinden güzel ve zengin, O yabancısıdır dışındaki süsün
ve debdebenin. Bilge kişi
felakette ve üzüntüde asla çekmez tasa,
O
ricada bulunmaz eğer tanrı onları almazsa...
|