Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

DÜNYA'da ve KOZMOS'ta EVLİLİK

Ergün ARIKDAL

  Kâinattaki insanların yani beşer varlığının payına düşmüş olan ortak alan mekanizmalarının en küçüğü ve en değerlisi aile ve evlilik kurumudur. Aile kavramının sadece materyalist ölçülerle, sosyal anlayışlarla veya toplum anlayışıyla ele alınması pek tatminkar değildir.

  Evlilik; insanların güç birliği, cinsel birlik, yaşam birliği, dostluk, arkadaşlık vs. isimleri altında meydana getirdikleri bir ortak alandır. Aile, kainatta mevcut olan birleşik alanın, büyük evren alanının çekirdeğini, ilk nüvesini meydana getirir. Burada, farklı ihtiyaçlar ve birbirinden farklı ruh halleri içerisinde bulunan iki varlığın kendi irade beyanları ile, kendi istekleriyle oluşan bir şey vardır ve bu çok önemlidir. Çünkü bizi buradan kâinatın sonsuzluğuna kadar götürebilecek olan yegane enerji, istektir. İsteğimiz olmadığı sürece bir yerden bir yere kımıldayamayız bile.

  Kâinatın iki büyük enerjisini temsil eden pozitif ve negatif enerji kendi ana fonksiyonlarını yani yaratıcı fonksiyonlarını gerçekleştirebilmek için biraraya gelirler. Bu, bu yapıcı enerjilere sahip iki varlığın, kendi istekleriyle, iradeleriyle vazifelerini her yönüyle gerçekleştirebilmeleri için sahneye konmuş bir oyundur.
  Evlilik bir oyundur; fakat geçici bir heves şeklinde değildir, kozmik bir oyundur, kozmik bir sahneye konuştur. Oyuncuları erkek ve kadın olmak üzere çok önemli ve çok zor iki rolü üzerlerine almışlardır. Yaratılış oyununun da, büyük kozmik aile birliğinin çekirdeğini meydana getirmek üzere üstlendikleri büyük rolü oynarlar.

  Kâinat sahnesine konan en büyük oyunlardan bir tanesi de evlilik oyunudur. Ve işte burada, bu iki yaratıcı enerjinin biraraya gelişinin tezahür şeklini görürüz. Kâinat zaten bu iki enerjinin biraraya gelişinden meydana gelmiştir. Temelde pozitif ve negatif enerji olarak ele aldığımız bu enerjiler, ruhsal enerjiyle zaman enerjisinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Zaman enerjisini kadın, dişi temsil eder; ruhsal enerjiyi de erkek temsil eder. Temelde bu vardır. Yani pozitif enerji dediğimiz şey, ruhsal enerjidir ve eğer dişiliğin ifade edilişinde kullanıyorsak, negatif enerji de zaman enerjisini temsil eder. Demek ki evlilik, ruh enerjisiyle zaman enerjisinin bir araya gelmesi demektir ki bu, yaratılış demektir. Her evlilik, kozmik bir yaratılışın ortaya konuluşu demektir.

  Ancak buradaki kozmik yaratılış bazı kazalara uğrayabilir çünkü bu yaratılış, kozmik enerjinin fizik plandaki tezahürüdür. Hem ruhsal enerji hem de zaman enerjisi aynı zamanda kozmosun enerjileridir, kozmosu meydana getiren enerjilerdir. Bunların madde kâinatı içerisindeki tezahürleri de çeşitli seviyelerdedir. Astralde, mantalde, eterik planda, fiziki planda ayrı ayrı olmak üzere her planda ayrı gözükürler. Ve nihayet fizik planda, organik sahanın üstün organizmalarında veya insan tabiatına ait görünümlerinde, tezahürlerinde de evlilik tarzında ortaya çıkarlar. Bu olayın fonksiyonu üremektir, insan neslinin çoğaltılmasıdır. İnsanların içgüdüleri vardır ve bu içgüdülerin en güçlülerinden bir tanesi cinsel içgüdüdür. Bunun karşılıklı olarak tatmin edilmesi gerekir fakat bundan da önemlisi, çocukların doğmasıdır. Hatta bazı spiritüalistlerin de iddia ettiği gibi aslında tüm mesele enkarnasyonları sağlamaktır. Görünenin arkasındaki görünmeyenin ilk öğrenildiği, alışıldığı, talim edildiği yer, evliliktir.

  Birçok insanın evliliklerinin, ortak alan kurabilmek için gerekli olan esneklik ve uyum sağlama becerisini daha erken kazanmak sebebiyle veya başka türlü ihtiyaçlarının bundan daha öncelikli olması sebebiyle bittiğini görüyoruz. Ancak bu hiçbir zaman, gerçekte evliliğin değer yitirdiği manasına gelmez. O varlığın kendisine has, özel bir tecrübesidir ayrılığı yaşamak.
  Varlığın ihtiyacına göre, evliliğin mevcudiyeti ya da evliliğin bitişiyle bozulan ortak alan sebebiyle meydana gelen birtakım olaylar, eprövler varlık için eşit derecede faydalıdır. Yani her ikisi de, yine varlığın kendi seçtiği yönde, yine kendi hedefine göre ayarlanmış olan konulardır.

Spiritüel ve Metapsişik Açıdan Evlilik
  İşte, spiritüel ve metapsişik açıdan ele alındığında; yeryüzünde yaşayan insanların evlenmeyi tercih etmelerinin ve bir bakıma da bunu yaşamaya zorlanmalarının sebepleri bunlardır. Evliliği iki kişi arasındaki bir elektrik akımı gibi düşünebilirsiniz. O varken arada bir diyalog vardır. Elektrik akımı kesildiğinde diyalog da kesilir ve bir anda kendi kendinize kalırsınız. Bir anda belli bir merkezden gelen enerji ve bilgi akımının ortadan kalktığını düşünün, muhakkak ki bu durum hepimizi çok sarsacaktır. İşte, evli olmak ve evli olmamak meselesi aşağı yukarı buna benzeyen bir iştir.
  Evliliği bitirmek ya da devam ettirmek konusu bazen sizin elinizdedir, bazen de ortada elinizde olmayan bir durum vardır. Evlilik hakkında birtakım sözler söylenebilir. Fakat her ne olursa olsun ezoterik manada evlilik önemli bir konudur. Bu, netice itibarıyla bir temsildir, bir tezahür şeklidir, kozmik bir evliliktir. Yoksa kozmik evlilik bazı kişilerin bahsettiği gibi, bizim, kozmosda bir benzerimizle evleneceğimiz manasına gelmez. Kozmik evlilik, kozmosun büyük bir ahenk ve birlik içerisinde olması, ortak alanlar içerisinde hep beraber bulunması demektir. Örneğin biz, dünya ve bize benzer diğer planetlerle beraber, güneş ailesi içerisinde bir kozmik evlilik yaşıyoruz. Kozmik evlilik bir sistemi meydana getiriyor, sistemler meydana gelir. 

  Eril-Dişil Ortak Alanı
  Bir izleyenimiz, "Erkeklerin kadınlara yönelik baskıcı tavırları ile gerek eşlerinin gerekse kendilerinin pozitif yönde gelişmelerini engellemeleri bana çok acı geliyor," diyor.
  Evet, bu, görünüş itibarı ile böyledir. Fakat acaba neden böyle olmaktadır? İçinde bulunduğumuz dönemin, gelişme olanakları açısından çok zengin bir dönem olduğu söylenmesine rağmen, acaba bu gelişme olanakları hangi prosedürde, hangi çalışma şartları altında gerçekleşmektedir? Bu sadece kültürel ya da teknolojik bir gelişme midir? İnsan varlığının kendi özünde, kendi şuur düzeyinde hiçbir gelişme yok mudur? Radyolarda, televizyonlarda yapılan konuşmaların çoğunda bunlar hiç dikkate alınmamakta, bütün değişikliğin kültür alışverişinden ve birtakım teknolojik imkanların bu kültür alışverişi ile entegrasyonundan meydana geldiği ifade edilmektedir.

  Yani aslında faydalı olacak bir yoruma pek rastlanmamaktadır. Oysa bir değişimin yaşanmakta olduğu, statükonun yıkıldığı, insanların şu zamana kadar meydana getirmiş oldukları her türlü yapının yozlaşmakta olduğu, sıvalarının döküldüğü, duvarlarının yer yer çatladığı ve tavanlarından sular akmaya başladığı ortadadır. Biz bunlara dejenerasyon belirtileri, dejenerasyon görüntüleri ve etkileri diyoruz. Değişimin doğal bir sonucu olarak dejenerasyon vardır.

  Dejenerasyon ve Yozlaşma
 
Dejenerasyon ortaya çıktığında, dejeneratif olaylarla karşılaşmaya başladığımızda, değişim başlamış demektir. Bir realite başka bir realite tarafından, daha yüksek, daha gelişmiş bir realite tarafından itilir, dışlanır. Biz dışlanma olayına dejenerasyon veya  yozlaşma diyoruz.
  Çünkü bir realite insanların elinde hakikaten de giderek yozlaşıyor, hiçbir işe yaramaz hale geliyor. Bir müddet elimizde tuttuğunuz, pırıl pırıl gördüğümüz her şey bir müddet sonra tamamen yara bere içinde kalıyor, kokuşmuş bir hale geliyor ve onu atıyorsunuz. Bazen rüyalarımızda bu tür şeyler yaşarız. Elimize aldığımız çok güzel gözüken bir şey birdenbire çok kötü, pis kokulu, çirkin renkli acayip bir şeye dönüşür. İşte bizim dejenerasyon durumumuz da bu şekildedir.

  Erkeklerin kadınlara yönelik davranışları da bu sebepten ortaya çıkıyor çünkü dejenerasyon dişil prensibi de, eril prensibi de etkiliyor. Dolayısıyla geçmiş realiteleri ile ilgili değer yargılarında farklılıklar oluşmaya başlıyor. Bu değişim de bir teşevvüş, şaşkınlık, isabetsizlik, karmaşıklık devresi geçirilmesine ve bu nedenle de bazen baskıcı tavırların oluşmasına sebep oluyor. Yoksa bu durum, istenerek yapılan, zulüm olsun diye yapılan, bir karakter bozukluğundan, nevrozdan ya da sadece egoizmadan, bencillikten ileri gelen bir şey değildir. Erkeklerin böyle bir duyguyla hareket ettiklerini zannetmiyorum. Dejenerasyon etkisi kadınlarda da, erkeklerde de farklı şekillerde tezahür ediyor. Ama demek ki artık, alıştığımız erkek tavrının değişmesi gerekiyor. Yani artık erkekliğin; bağırmak, çağırmak, kırıcı olmak, şiddet uygulayarak üstünlük sağlamak manasına gelmediğinin anlaşılması gerekiyor.

  Dişil Prensip ve Feminizm
 
Burada kadınlarımızın eril prensibin gelişmesi hususunda gösterdikleri tahammüle teşekkür etmek lazım. Onlar, erkeklerin alışmış oldukları davranışların haklı bir tarafı olmadığını, kendilerini feda edercesine reaksiyon vererek yani onların tepkilerine karşı durarak, onlara göstermektedirler. Gelelim ikinci duruma: Aynı dejenerasyon meselesi kadınlar için de geçerlidir. Kadınlar da erkekler gibi bu dejeneratif etki altında kalmaktadırlar. Hepimiz bunu etrafımızda gözlüyoruz. Mesela feminizm hareketini ele alalım.

  Feminizm hareketinin temelinde, dişil ilkenin işlerliğinin kaybolması meselesi yatar. Yani dişil ilke kozmosta, tabiatta, kainatta mevcut olan hakiki fonksiyonunu yapar durumda değildir. O da dejenerasyondan payını almıştır ve bu fonksiyonun dışında birtakım fonksiyonlar, birtakım işlevler aramakta, kendine göre birtakım yasalar icat etmeye çalışmaktadır. Yani dişil ilke de dişilliğini kaybetmiştir. Erkek ilke nasıl tıkanmalar sebebiyle doğru çalışamaz hale gelmişse, yanlış reaksiyonlar veriyorsa; beğenilmeyen, istenilmeyen, hoşa itmeyen, vicdana, sevgiye, işbirliğine, dayanışmaya uymayan, genel yasalara uygun düşmeyen durumları varsa, aynı şey dişil prensip için de geçerlidir. Onlar da feministlik, dişillik ilkesi altında gerçek ilkelerini kaybetmiş durumdadırlar. Hakiki şefkat ilkesini, sevgi ilkesini, doğurganlık, yaratıcılık, himaye edicilik, koruyuculuk ilkesini kaybetmiş ve tamamen dışa yönelik bir çeşit bağımsızlık ifadeleriyle yani ekonomik bağımsızlıklar, duygusal bağımsızlıklar, hukuki bağımsızlıklar gibi hep bağımsızlık peşinde koşma meselesiyle işi ele almaya çalışmaktadırlar. Bu tarzdaki isteklerinin her biri, dişil prensibin dejeneratif bir etki altında hızla ilerlemesine sebep olmaktadır. Spiritüel açıdan dişil ilkenin yaşamdaki uygulamaları giderek zayıflamaktadır. Daha üst bir raelitenin baskısı altında kendi ana fonksiyonunu kaybetmeye başlamıştır.

  Dikkat ederseniz bütün Türkiye'deki televizyon programlarında kadın bir istismar konusudur ve bunu kendisi istemektedir. Bütün o dayak olayları, taciz olayları hatta her eğlence programına dansözlerin çıkarılması, aklı başında erkekleri gerçekten de çok rencide etmektedir. Zannetmeyiniz ki, erkeklerin tamamı bu tarz tutumları onaylıyorlar. Peki acaba kadınlar kendilerinin bu şekilde bir meta haline getirilmesine niçin müsaade ediyorlar? Önce bunu düşünmek ve bu meseleleri halletmenin yoluna gitmek lazım.

  Dişil ve Eril İlkenin Yaşamdaki Uygulamaları
  İlkemiz şu: Dişil ilkenin yaşamdaki uygulamaları giderek zayıflamakta, dejenere olmaktadır. Birlik ve beraberlik yasasının icaplarına eril kolektif şuurdışı tarafından bir çeşit tepki de vardır. Bu, eril ilkenin yahut eril ilkeyi taşıyan erkeklerin birbirini eğitmesi ile birbirine örnek olması ile meydana gelmemektedir. Adeta eril bir kolektif şuurdışı işleyiş tarzında, birlik ve beraberlik yasasının icaplarının olmadığı görülmektedir. Erkeğin kadınla, kadının erkekle olan dayanışması bugün söz konusu değildir. Bu değişim devresi içerisinde eşlerin "Ben eziliyorum, o eziyor" tarzında düşünmekten ziyade hep beraber, Birlik ve Beraberlik Yasası'nı kavrayıp sırt sırta vermeleri ve doğadan ya da toplumdan gelecek her türlü sarsıcı, ezici, yok edici etkiyi nasıl göğüsleyeceklerinin, kendi birlik ve beraberliklerini nasıl devam ettireceklerinin, önce kendi evlerindeki birlik ve beraberliği nasıl devam ettireceklerinin ilkelerini bulmaları gerekmektedir. Birtakım basit isteklerle, basit çıkarlarla, "Efendim, sen şunu yapamıyorsun, ben bunu edemiyorum. Sen beni tatmin edemiyorsun. Ben mutlu değilim," gibi daimi şikayetlerle birlik ve beraberliği bozmamaları gerekir. Çünkü aslında hiç kimse mutlu değil. Gayet ilkel bir şekilde insanlara birtakım modellemeler yapılıyor. Bu durum, adamın bir çift iyi söze ihtiyacı varken, "Simit yer misin?" demeye benziyor. Yahut adamın dişi ağrıyor, siz ona gidip "Bak sana dondurma getirdim," ya da "Bir fincan çay içer misin?" diyorsunuz. Oysa çürümüş dişi ağrıyan insanın ihtiyacı onlar değildir; o, o anda dondurma yiyemez, yahut sıcak çay içemez.

  Aile Yaşamında Yardımlaşma ve Dayanışma
  Aile hayatlarında da Yardımlaşma ve Dayanışma'yı bu şekilde anlarsak, bunlar sonunda bize hiçbir şey getirmeyecektir. Siz istediğiniz kadar iyi niyetli, yüce gönüllü olun, asıl önemli olan karşınızdakinin ihtiyacını karşılamaya yönelik bir şeyler yapmaktır.

  Bu ulusun erkekleri zannedildiği gibi baskıcı, darpta bulunan, sıkıntıya sokan varlıklar değillerdir. Onların da hayatlarında çok büyük problemleri vardır. İş hayatında da, aile hayatında da çok büyük stres altındadırlar. Herkes stres altında. Ve yapılacak en güzel iş, "O baskı yapıyor, bu baskı yapmıyor, ben feministim, o maskülinist" gibi ayrımcılıklarla, bölücülüklerle değil; birlik ve beraberlik içerisinde hayatın baskısına katlanmaya çalışmaktır.
  Daha üstün realitenin bizi başka bir yere götürmek için yaptığı bu zorlamalara karşı nasıl daha kolaylıkla uyum sağlayabileceğimizin, esneklik gösterebileceğimizin, ortak alanlar yaratabileceğimizin çarelerine bakmak lazım. Hem erkeklerin hem de kadınların yani her insanın aile içinde, işyerinde, yolda ya da başka herhangi bir yerde birlikte olduğu insanlarla ortak alanlar kurması gerekmektedir. Çünkü yüksek realite bizden bunu istemekte ve adeta bir borazanla bize şöyle bağırmaktadır:

  Birbirinize karşı hoşgörülü ve esnek olun. Hepiniz yüce varlıklarsınız ve bu doğa içerisinde, bu kâinat harikası içerisinde hepinizin bir yeri var. Her biriniz ruh taşıyan, ruh varlıkları olarak beden taşıyan varlıklarsınız. Birbirinize esnek davranın. Yani "burası benim yerim" diyerek etrafınızda kaskatı bir sur, bir duvar kurmayın. Herkes bir yerlerde yerleşmek, bir yerlerde kendi gerçekliğini, kendi realitesini ortaya koymak zorundadır. Bir aplikasyon içerisinde, bir tatbikat içerisinde olmak zorundadır. Bunu bilmek, esnekliğin başındadır. Ondan sonra uyum sağlamak gelir. Bu sofranın dışında başka sofra yoksa, bu masanın dışında başka masa yoksa, burada konulmuş olan yemekten başka hiçbir yerde yemek bulamayacak, yiyemeyecekseniz; buradaki yemeklerden size uygun olanları seçip yemeniz gerekir. Bu kaba misal, uyum için verdiğim bir misaldir. Çünkü bu hayati bir iştir, yemek yemediğiniz zaman öleceksiniz demektir. Asgari müşterekte birleşerek bir esneklik içinde, her şeyden biraz yiyerek, falan yemekten yoksa diğerinden yiyerek, eksikliği telafi edip, balans içerisinde, denge içerisinde birtakım çalışmalar yapmak zorundayız.

  Birlik ve Beraberlik Yasasını Uygulamak
  Demek ki, uyum sağlamamız söz konusu. Demek ki, Birlik ve Beraberlik Yasası'nı uygulayabilmek için esnek olmak, uyum sağlamak ve ortak alan yaratmak zorundayız. Bunlar üzerinde erkek ve kadın kardeşlerimizin kafa yormalan ve bu işin nasıl olabileceği hususunda bir mekanizma geliştirmeleri gerekiyor. O zaman bu problemler kendiliğinden ortadan kalkar. Bizim sorunumuz uyum sağlayamamak, ortak alan kuramamaktır. Hiç kimsenin böyle bir niyeti olmadığı için herkes, "Sen benim dairemin içerisine gel," demektedir. Biri kadına, diğeri erkeğe ait iki tane daire olduğunu farz edelim. Kadın, "Sen benim daireme gel," diyor. Erkek de, "Hayır, sen benim çemberime gel," diyor. Halbuki o iki çember biraraya getirilebilse, çemberlerin birbirini kesmesi ile ortada, her ikisinin de içinde bulunduğu bir ortak alan meydana gelir. Daha sonra, bu çemberler yavaş yavaş birbirinin içine doğru ilerler ve iki çember tek bir çember haline gelir. Yani tam bir ortak alan kurulur. Ne erkek kadına tahakküm eder, ne de kadın kocasına hükmetmeye çalışır. Böylece, sırt sırta bir hayat içerisinde iki büyük enerji, eril ve dişil enerji, başka enerjilerin meydana gelmesi için gayet dengeli ve faydalı bir şekilde çalışırlar.

Ergün Arıkdal Hakkında

 

© Astroset 2004-2010