Kâinattaki insanların yani beşer varlığının payına düşmüş olan
ortak alan mekanizmalarının en küçüğü ve en değerlisi aile ve
evlilik kurumudur. Aile kavramının sadece materyalist
ölçülerle, sosyal anlayışlarla veya toplum anlayışıyla ele
alınması pek tatminkar değildir.
Evlilik; insanların güç birliği, cinsel birlik, yaşam birliği,
dostluk, arkadaşlık vs. isimleri altında meydana getirdikleri
bir ortak alandır.
Aile, kainatta mevcut olan birleşik alanın, büyük evren
alanının çekirdeğini, ilk nüvesini meydana getirir. Burada,
farklı ihtiyaçlar ve birbirinden farklı ruh halleri içerisinde
bulunan iki varlığın kendi irade beyanları ile, kendi
istekleriyle oluşan bir şey vardır ve bu çok önemlidir. Çünkü
bizi buradan kâinatın sonsuzluğuna kadar götürebilecek olan
yegane enerji, istektir. İsteğimiz olmadığı sürece bir yerden
bir yere kımıldayamayız bile.
Kâinatın iki büyük enerjisini temsil eden pozitif ve negatif
enerji kendi ana fonksiyonlarını yani yaratıcı fonksiyonlarını
gerçekleştirebilmek için biraraya gelirler. Bu, bu yapıcı
enerjilere sahip iki varlığın, kendi istekleriyle,
iradeleriyle vazifelerini her yönüyle gerçekleştirebilmeleri
için sahneye konmuş bir oyundur. Evlilik bir oyundur; fakat
geçici bir heves şeklinde değildir, kozmik bir oyundur, kozmik
bir sahneye konuştur. Oyuncuları erkek ve kadın olmak üzere
çok önemli ve çok zor iki rolü üzerlerine almışlardır.
Yaratılış oyununun da, büyük kozmik aile birliğinin
çekirdeğini meydana getirmek üzere üstlendikleri büyük rolü
oynarlar.
Kâinat
sahnesine konan en büyük oyunlardan bir tanesi de evlilik
oyunudur. Ve işte burada, bu iki yaratıcı enerjinin biraraya
gelişinin tezahür şeklini görürüz. Kâinat zaten bu iki
enerjinin biraraya gelişinden meydana gelmiştir. Temelde
pozitif ve negatif enerji olarak ele aldığımız bu enerjiler,
ruhsal enerjiyle zaman enerjisinin birleşmesinden meydana
gelmiştir. Zaman enerjisini kadın, dişi temsil eder; ruhsal
enerjiyi de erkek temsil eder. Temelde bu vardır. Yani pozitif
enerji dediğimiz şey, ruhsal enerjidir ve eğer dişiliğin ifade
edilişinde kullanıyorsak, negatif enerji de zaman enerjisini
temsil eder.
Demek ki
evlilik, ruh enerjisiyle zaman enerjisinin bir araya gelmesi
demektir ki bu, yaratılış demektir. Her evlilik, kozmik bir
yaratılışın ortaya konuluşu demektir.
Ancak
buradaki kozmik yaratılış bazı kazalara uğrayabilir çünkü bu
yaratılış, kozmik enerjinin fizik plandaki tezahürüdür. Hem
ruhsal enerji hem de zaman enerjisi aynı zamanda kozmosun
enerjileridir, kozmosu meydana getiren enerjilerdir. Bunların
madde kâinatı içerisindeki tezahürleri de çeşitli
seviyelerdedir. Astralde, mantalde, eterik planda, fiziki
planda ayrı ayrı olmak üzere her planda ayrı gözükürler. Ve
nihayet fizik planda, organik sahanın üstün organizmalarında
veya insan tabiatına ait görünümlerinde, tezahürlerinde de
evlilik tarzında ortaya çıkarlar. Bu olayın fonksiyonu
üremektir, insan neslinin çoğaltılmasıdır. İnsanların
içgüdüleri vardır ve bu içgüdülerin en güçlülerinden bir
tanesi cinsel içgüdüdür. Bunun karşılıklı olarak tatmin
edilmesi gerekir fakat bundan da önemlisi, çocukların
doğmasıdır. Hatta bazı spiritüalistlerin de iddia ettiği gibi
aslında tüm mesele enkarnasyonları sağlamaktır. Görünenin
arkasındaki görünmeyenin ilk öğrenildiği, alışıldığı, talim
edildiği yer, evliliktir.
Birçok
insanın evliliklerinin, ortak alan kurabilmek için gerekli
olan esneklik ve uyum sağlama becerisini daha erken kazanmak
sebebiyle veya başka türlü ihtiyaçlarının bundan daha
öncelikli olması sebebiyle bittiğini görüyoruz. Ancak bu
hiçbir zaman, gerçekte evliliğin değer yitirdiği manasına
gelmez. O varlığın kendisine has, özel bir tecrübesidir
ayrılığı yaşamak. Varlığın
ihtiyacına göre, evliliğin mevcudiyeti ya da evliliğin
bitişiyle bozulan ortak alan sebebiyle meydana gelen birtakım
olaylar, eprövler varlık için eşit derecede faydalıdır. Yani
her ikisi de, yine varlığın kendi seçtiği yönde, yine kendi
hedefine göre ayarlanmış olan konulardır.
Spiritüel
ve Metapsişik Açıdan Evlilik
İşte, spiritüel ve metapsişik açıdan ele alındığında;
yeryüzünde yaşayan insanların evlenmeyi tercih etmelerinin ve
bir bakıma da bunu yaşamaya zorlanmalarının sebepleri
bunlardır. Evliliği iki kişi arasındaki bir elektrik akımı
gibi düşünebilirsiniz. O varken arada bir diyalog vardır.
Elektrik akımı kesildiğinde diyalog da kesilir ve bir anda
kendi kendinize kalırsınız. Bir anda belli bir merkezden gelen
enerji ve bilgi akımının ortadan kalktığını düşünün, muhakkak
ki bu durum hepimizi çok sarsacaktır. İşte, evli olmak ve evli
olmamak meselesi aşağı yukarı buna benzeyen bir iştir. Evliliği
bitirmek ya da devam ettirmek konusu bazen sizin elinizdedir,
bazen de ortada elinizde olmayan bir durum vardır. Evlilik
hakkında birtakım sözler söylenebilir. Fakat her ne olursa
olsun ezoterik manada evlilik önemli bir konudur. Bu, netice
itibarıyla bir temsildir, bir tezahür şeklidir, kozmik bir
evliliktir. Yoksa kozmik evlilik bazı kişilerin bahsettiği
gibi, bizim, kozmosda bir benzerimizle evleneceğimiz manasına
gelmez. Kozmik evlilik, kozmosun büyük bir ahenk ve birlik
içerisinde olması, ortak alanlar içerisinde hep beraber
bulunması demektir. Örneğin biz, dünya ve bize benzer diğer
planetlerle beraber, güneş ailesi içerisinde bir kozmik
evlilik yaşıyoruz. Kozmik evlilik bir sistemi meydana
getiriyor, sistemler meydana gelir.
Eril-Dişil
Ortak Alanı Bir
izleyenimiz, "Erkeklerin kadınlara yönelik baskıcı tavırları
ile gerek eşlerinin gerekse kendilerinin pozitif yönde
gelişmelerini engellemeleri bana çok acı geliyor," diyor. Evet, bu,
görünüş itibarı ile böyledir. Fakat acaba neden böyle
olmaktadır? İçinde bulunduğumuz dönemin, gelişme olanakları
açısından çok zengin bir dönem olduğu söylenmesine rağmen,
acaba bu gelişme olanakları hangi prosedürde, hangi çalışma
şartları altında gerçekleşmektedir? Bu sadece kültürel ya da
teknolojik bir gelişme midir? İnsan varlığının kendi özünde,
kendi şuur düzeyinde hiçbir gelişme yok mudur? Radyolarda,
televizyonlarda yapılan konuşmaların çoğunda bunlar hiç
dikkate alınmamakta, bütün değişikliğin kültür alışverişinden
ve birtakım teknolojik imkanların bu kültür alışverişi ile
entegrasyonundan meydana geldiği ifade edilmektedir.
Yani
aslında faydalı olacak bir yoruma pek rastlanmamaktadır. Oysa
bir değişimin yaşanmakta olduğu, statükonun yıkıldığı,
insanların şu zamana kadar meydana getirmiş oldukları her
türlü yapının yozlaşmakta olduğu, sıvalarının döküldüğü,
duvarlarının yer yer çatladığı ve tavanlarından sular akmaya
başladığı ortadadır. Biz bunlara dejenerasyon belirtileri,
dejenerasyon görüntüleri ve etkileri diyoruz. Değişimin doğal
bir sonucu olarak dejenerasyon vardır.
Dejenerasyon ve Yozlaşma Dejenerasyon ortaya çıktığında, dejeneratif olaylarla
karşılaşmaya başladığımızda, değişim başlamış demektir. Bir
realite başka bir realite tarafından, daha yüksek, daha
gelişmiş bir realite tarafından itilir, dışlanır. Biz dışlanma
olayına
dejenerasyon veya
yozlaşma
diyoruz. Çünkü bir
realite insanların elinde hakikaten de giderek yozlaşıyor,
hiçbir işe yaramaz hale geliyor. Bir müddet elimizde
tuttuğunuz, pırıl pırıl gördüğümüz her şey bir müddet sonra
tamamen yara bere içinde kalıyor, kokuşmuş bir hale geliyor ve
onu atıyorsunuz. Bazen rüyalarımızda bu tür şeyler yaşarız.
Elimize aldığımız çok güzel gözüken bir şey birdenbire çok
kötü, pis kokulu, çirkin renkli acayip bir şeye dönüşür. İşte
bizim dejenerasyon durumumuz da bu şekildedir.
Erkeklerin
kadınlara yönelik davranışları da bu sebepten ortaya çıkıyor
çünkü dejenerasyon dişil prensibi de, eril prensibi de
etkiliyor. Dolayısıyla geçmiş realiteleri ile ilgili değer
yargılarında farklılıklar oluşmaya başlıyor. Bu değişim de bir
teşevvüş, şaşkınlık, isabetsizlik, karmaşıklık devresi
geçirilmesine ve bu nedenle de bazen baskıcı tavırların
oluşmasına sebep oluyor. Yoksa bu durum, istenerek yapılan,
zulüm olsun diye yapılan, bir karakter bozukluğundan,
nevrozdan ya da sadece egoizmadan, bencillikten ileri gelen
bir şey değildir. Erkeklerin böyle bir duyguyla hareket
ettiklerini zannetmiyorum. Dejenerasyon etkisi kadınlarda da,
erkeklerde de farklı şekillerde tezahür ediyor. Ama demek ki
artık, alıştığımız erkek tavrının değişmesi gerekiyor. Yani
artık erkekliğin; bağırmak, çağırmak, kırıcı olmak, şiddet
uygulayarak üstünlük sağlamak manasına gelmediğinin
anlaşılması gerekiyor.
Dişil
Prensip ve Feminizm Burada
kadınlarımızın eril prensibin gelişmesi hususunda
gösterdikleri tahammüle teşekkür etmek lazım. Onlar,
erkeklerin alışmış oldukları davranışların haklı bir tarafı
olmadığını, kendilerini feda edercesine reaksiyon vererek yani
onların tepkilerine karşı durarak, onlara göstermektedirler.
Gelelim ikinci duruma: Aynı dejenerasyon meselesi kadınlar
için de geçerlidir. Kadınlar da erkekler gibi bu dejeneratif
etki altında kalmaktadırlar. Hepimiz bunu etrafımızda
gözlüyoruz. Mesela feminizm hareketini ele alalım.
Feminizm
hareketinin temelinde, dişil ilkenin işlerliğinin kaybolması
meselesi yatar. Yani dişil ilke kozmosta, tabiatta, kainatta
mevcut olan hakiki fonksiyonunu yapar durumda değildir. O da
dejenerasyondan payını almıştır ve bu fonksiyonun dışında
birtakım fonksiyonlar, birtakım işlevler aramakta, kendine
göre birtakım yasalar icat etmeye çalışmaktadır. Yani dişil
ilke de dişilliğini kaybetmiştir. Erkek ilke nasıl tıkanmalar
sebebiyle doğru çalışamaz hale gelmişse, yanlış reaksiyonlar
veriyorsa; beğenilmeyen, istenilmeyen, hoşa itmeyen, vicdana,
sevgiye, işbirliğine, dayanışmaya uymayan, genel yasalara
uygun düşmeyen durumları varsa, aynı şey dişil prensip için de
geçerlidir. Onlar da feministlik, dişillik ilkesi altında
gerçek ilkelerini kaybetmiş durumdadırlar. Hakiki şefkat
ilkesini, sevgi ilkesini, doğurganlık, yaratıcılık, himaye
edicilik, koruyuculuk ilkesini kaybetmiş ve tamamen dışa
yönelik bir çeşit bağımsızlık ifadeleriyle yani ekonomik
bağımsızlıklar, duygusal bağımsızlıklar, hukuki bağımsızlıklar
gibi hep bağımsızlık peşinde koşma meselesiyle işi ele almaya
çalışmaktadırlar. Bu tarzdaki isteklerinin her biri, dişil
prensibin dejeneratif bir etki altında hızla ilerlemesine
sebep olmaktadır. Spiritüel açıdan dişil ilkenin yaşamdaki
uygulamaları giderek zayıflamaktadır. Daha üst bir raelitenin
baskısı altında kendi ana fonksiyonunu kaybetmeye başlamıştır.
Dikkat
ederseniz bütün Türkiye'deki televizyon programlarında kadın
bir istismar konusudur ve bunu kendisi istemektedir. Bütün o
dayak olayları, taciz olayları hatta her eğlence programına
dansözlerin çıkarılması, aklı başında erkekleri gerçekten de
çok rencide etmektedir. Zannetmeyiniz ki, erkeklerin tamamı bu
tarz tutumları onaylıyorlar. Peki acaba kadınlar kendilerinin
bu şekilde bir meta haline getirilmesine niçin müsaade
ediyorlar? Önce bunu düşünmek ve bu meseleleri halletmenin
yoluna gitmek lazım.
Dişil ve
Eril İlkenin Yaşamdaki Uygulamaları İlkemiz
şu: Dişil ilkenin yaşamdaki uygulamaları giderek zayıflamakta,
dejenere olmaktadır. Birlik ve beraberlik yasasının icaplarına
eril kolektif şuurdışı tarafından bir çeşit tepki de vardır.
Bu, eril ilkenin yahut eril ilkeyi taşıyan erkeklerin
birbirini eğitmesi ile birbirine örnek olması ile meydana
gelmemektedir. Adeta eril bir kolektif şuurdışı işleyiş
tarzında, birlik ve beraberlik yasasının icaplarının olmadığı
görülmektedir. Erkeğin kadınla, kadının erkekle olan
dayanışması bugün söz konusu değildir. Bu değişim devresi
içerisinde eşlerin "Ben eziliyorum, o eziyor" tarzında
düşünmekten ziyade hep beraber, Birlik ve Beraberlik Yasası'nı
kavrayıp sırt sırta vermeleri ve doğadan ya da toplumdan
gelecek her türlü sarsıcı, ezici, yok edici etkiyi nasıl
göğüsleyeceklerinin, kendi birlik ve beraberliklerini nasıl
devam ettireceklerinin, önce kendi evlerindeki birlik ve
beraberliği nasıl devam ettireceklerinin ilkelerini bulmaları
gerekmektedir. Birtakım basit isteklerle, basit çıkarlarla,
"Efendim, sen şunu yapamıyorsun, ben bunu edemiyorum. Sen beni
tatmin edemiyorsun. Ben mutlu değilim," gibi daimi
şikayetlerle birlik ve beraberliği bozmamaları gerekir. Çünkü
aslında hiç kimse mutlu değil. Gayet ilkel bir şekilde
insanlara birtakım modellemeler yapılıyor. Bu durum, adamın
bir çift iyi söze ihtiyacı varken, "Simit yer misin?" demeye
benziyor. Yahut adamın dişi ağrıyor, siz ona gidip "Bak sana
dondurma getirdim," ya da "Bir fincan çay içer misin?"
diyorsunuz. Oysa çürümüş dişi ağrıyan insanın ihtiyacı onlar
değildir; o, o anda dondurma yiyemez, yahut sıcak çay içemez.
Aile
Yaşamında Yardımlaşma ve Dayanışma Aile
hayatlarında da Yardımlaşma ve Dayanışma'yı bu şekilde
anlarsak, bunlar sonunda bize hiçbir şey getirmeyecektir. Siz
istediğiniz kadar iyi niyetli, yüce gönüllü olun, asıl önemli
olan karşınızdakinin ihtiyacını karşılamaya yönelik bir şeyler
yapmaktır.
Bu ulusun
erkekleri zannedildiği gibi baskıcı, darpta bulunan, sıkıntıya
sokan varlıklar değillerdir. Onların da hayatlarında çok büyük
problemleri vardır. İş hayatında da, aile hayatında da çok
büyük stres altındadırlar. Herkes stres altında. Ve yapılacak
en güzel iş, "O baskı yapıyor, bu baskı yapmıyor, ben
feministim, o maskülinist" gibi ayrımcılıklarla,
bölücülüklerle değil; birlik ve beraberlik içerisinde hayatın
baskısına katlanmaya çalışmaktır. Daha üstün
realitenin bizi başka bir yere götürmek için yaptığı bu
zorlamalara karşı nasıl daha kolaylıkla uyum
sağlayabileceğimizin, esneklik gösterebileceğimizin, ortak
alanlar yaratabileceğimizin çarelerine bakmak lazım. Hem
erkeklerin hem de kadınların yani her insanın aile içinde,
işyerinde, yolda ya da başka herhangi bir yerde birlikte
olduğu insanlarla ortak alanlar kurması gerekmektedir. Çünkü
yüksek realite bizden bunu istemekte ve adeta bir borazanla
bize şöyle bağırmaktadır:
Birbirinize
karşı hoşgörülü ve esnek olun. Hepiniz yüce varlıklarsınız ve
bu doğa içerisinde, bu kâinat harikası içerisinde hepinizin
bir yeri var. Her biriniz ruh taşıyan, ruh varlıkları olarak
beden taşıyan varlıklarsınız. Birbirinize esnek davranın. Yani
"burası benim yerim" diyerek etrafınızda kaskatı bir sur, bir
duvar kurmayın. Herkes bir yerlerde yerleşmek, bir yerlerde
kendi gerçekliğini, kendi realitesini ortaya koymak
zorundadır. Bir aplikasyon içerisinde, bir tatbikat içerisinde
olmak zorundadır. Bunu bilmek, esnekliğin başındadır. Ondan
sonra uyum sağlamak gelir. Bu sofranın dışında başka sofra
yoksa, bu masanın dışında başka masa yoksa, burada konulmuş
olan yemekten başka hiçbir yerde yemek bulamayacak,
yiyemeyecekseniz; buradaki yemeklerden size uygun olanları
seçip yemeniz gerekir. Bu kaba misal, uyum için verdiğim bir
misaldir. Çünkü bu hayati bir iştir, yemek yemediğiniz zaman
öleceksiniz demektir. Asgari müşterekte birleşerek bir
esneklik içinde, her şeyden biraz yiyerek, falan yemekten
yoksa diğerinden yiyerek, eksikliği telafi edip, balans
içerisinde, denge içerisinde birtakım çalışmalar yapmak
zorundayız.
Birlik ve
Beraberlik Yasasını Uygulamak Demek
ki, uyum sağlamamız söz konusu. Demek ki, Birlik ve Beraberlik
Yasası'nı uygulayabilmek için esnek olmak, uyum sağlamak ve
ortak alan yaratmak zorundayız. Bunlar üzerinde erkek ve kadın
kardeşlerimizin kafa yormalan ve bu işin nasıl olabileceği
hususunda bir mekanizma geliştirmeleri gerekiyor. O zaman bu
problemler kendiliğinden ortadan kalkar. Bizim sorunumuz uyum
sağlayamamak, ortak alan kuramamaktır. Hiç kimsenin böyle bir
niyeti olmadığı için herkes, "Sen benim dairemin içerisine
gel," demektedir. Biri kadına, diğeri erkeğe ait iki tane
daire olduğunu farz edelim. Kadın, "Sen benim daireme gel,"
diyor. Erkek de, "Hayır, sen benim çemberime gel," diyor.
Halbuki o iki çember biraraya getirilebilse, çemberlerin
birbirini kesmesi ile ortada, her ikisinin de içinde bulunduğu
bir ortak alan meydana gelir. Daha sonra, bu çemberler yavaş
yavaş birbirinin içine doğru ilerler ve iki çember tek bir
çember haline gelir. Yani tam bir ortak alan kurulur. Ne erkek
kadına tahakküm eder, ne de kadın kocasına hükmetmeye çalışır.
Böylece, sırt sırta bir hayat içerisinde iki büyük enerji,
eril ve dişil enerji, başka enerjilerin meydana gelmesi için
gayet dengeli ve faydalı bir şekilde çalışırlar.
|