Alın
yazısı, alınlarımıza zorla yazılmış şeyler değildir. Biz, her
birimiz, kendi isteklerimizle geliyoruz dünyaya. Alın yazısı
denilen şeyler, bizlerin dünyaya gelmeden önce, Ruhsal
Dünya'da seçtiklerimiz ve isteyerek talep ettiklerimizdir.
Eksikliklerimizi telafi edici olaylardır. Alın yazısı (kader)
dediğimiz mesele budur. Kahrolmaya, üzülmeye gerek yoktur. Ne
yaparsanız yapınız, alın yazısı bozulmaz. Sakın, "benim
hürriyetim, serbest iradem nerede?" gibi duygulara kapılmayın,
kapılmayalım! O sadece sizin ve benim aldanmalarımızdan başka
bir şey değildir.
Hürriyet Nedir?
Kim demiş, hürüz diye? Neyin hürriyeti içerisindeyiz? Neyi yapabiliyoruz
hür bir şekilde? Gerçek hürriyete, serbestiyete çeşitli
yönlerden baktığımız zaman, ona sahip olmadığımızı ve birçok
şeye bağımlı olduğumuzu görürüz. Önce bedenlerimizin
olanaklarına bağımlıyız. Böyle derken bir öz varlığımı, bir de
bedenimi kastediyorum. Bakıyorum ki, sürekli değişiklikler
içerisinde olan ve dış tesirlerin altında bir varlık var
ortada. Sıcaktan, soğuktan etkilenir. Yağmurdan yediği
yemeklerden, olaylardan etkilenir. Hatta kendi bünyesinde öz
varlığının geçirmiş olduğu birtakım manevi değişikliklerden
süratle etkilenir. Kendi içerisinde dengesi bozulur. Kalbi
hızlı atmaya başlar, sinirleri gerilir vs. Doğmadan önce,
bedeninizin bütün hallerini dışarıdan seyrediyorsunuz. "Yani,
ben şimdi (Ruh olarak) bunun içinde mi hareket edeceğim?"
diyorsunuz. "Evet." diyorlar. "Sen bunun ile fiziki yaşamını
sürdüreceksin." Bedenleniyorsunuz, kader planı yanında
olarak, hem de sorumlu!...
Atına tam anlamıyla hakim olan bir süvari haline gelmeliyiz.
Oysa, şimdi bize hakim olan attır ve biz de atın istediği yere
giden zavallı süvari durumundayız. At bize hükmediyor biz ata
değil. Neresi hürriyettir bunun? Bedenin tutsağı hür insan
çelişkisine tahammül etmek için şuurun uykuda olması
gerekiyor, sanırım...
Olaylara tamamen ilgisiz kalmak olanaksızdır. Bu, öz varlığınızın
ihtiyacı mı, yoksa bedeninizin ihtiyacı mı? Herhalde
bedeninizin ihtiyacı. Peki, bedeninizin ihtiyacı ne? Birtakım
vitaminler ve besin enerjileri mi? Bunun miktarı nedir? O
belli değil.
Görülüyor ki "hürriyet" kavramı tanıtımı itibarıyla, yanlış bir
kavramdır. İnsan hür olamaz. Yani tabiat itibarıyla, doğa
olarak olamaz. Bebeklik halimizi tasavvur edelim. Ne
hürriyeti? Sonra belli bir yaşa gelince, "Ben hür insanım."
diye kasılırız. Sen annenin kucağında minicik bir şeydin. Ne
hürriyeti? Sen başkalarının hürriyetlerini alarak bu hale
geldin. İşte, gerçek ana-baba hakkı burada başlar. Hürriyetin
değeri buradadır. Yaşlılık halinin hürriyeti nerede
kalmıştır!...
Beden işte böyledir! Dünya, fizik şartları böyledir! Siz kuşlar gibi
uçmak istersiniz ama uçamazsınız. Her gün koşu yapmak
istersiniz ama buna ne ciğerleriniz ne de bacak kaslarınız
müsaade edebilir. Dağlara tırmanmak istersiniz; kayalar, sarp
geçitler size yol vermezler. Sel basar gidemezsiniz. Ne
yaparsanız, doğanın kendi icapları, bedenin kendi icapları,
bizleri birtakım sebeplere bağlamıştır. Ondan sonra, "İnsan
hürdür, iradesi vardır."diyoruz. İstediğiniz kadar deyin, bu
kadar engel arasında hiçbir şey yapamazsınız.
İçsel
Hürriyet
Önünüze çıkan her türlü olayın gözlemini yapabilmek ve olaydan gerekli
olan bilgiyi çıkartmakta bir "seçme hakkımızın" olduğu
şeklinde anlamanın çok pratik yararı vardır. Şimdi
buradasınız, sokaktasınız, iş yerinizdesiniz, evdesiniz. O
anda siz ve sizle beraber mevcut olan şeyler var. Siz görüp,
bakıyorsunuz. Oradan gelen intibaları seçip, çözmek ve
kendinize göre değerlendirmek hürriyetine sahipsiniz. Yoksa
oradaki olayları değiştirmek değil. Vücudu değiştirmek değil.
Eşyanın yerini değiştirmek değil. O kadar geniş ve ince bir
bilgi ile meydana getirilmiştir ki, onları değiştirmek ne
haddimize? Mevcut olan ile ne yapabileceğimizi düşünmek gerek.
İşte burada insanın bir serbest alanı vardır. Bu bile bazen
tehlikelidir, çünki biz içimizde olan duygularımızı tam olarak
anlayamamış, onlara hakim değilsek, onlar bizim düşünce
akışımızı da değiştirirler. Doğru düşünmemize engel olur,
duyusal hayatımız. Doğru olan birçok şeyi, egoizmamız ile
bozarız. Dikkat ederseniz, hürriyet kavramı dış ortamdan
çıkıp, giderek iç ortama kayıyor. İnsanın, gerçek hürriyeti
içinde bulması gerekir, dışında değil. Dışarıda hürriyet
yoktur. Ama siz içinizde hürseniz; hislerinizden bağımsız bir
vicdan muhakemesi yürütebiliyorsanız, işte o zaman hürsünüz.
Hakkı teslim etmek budur.
Kuşkusuz, dış hürriyet de tamamen gereksiz değildir. Dış hürriyete de
ihtiyacımız vardır, başkalarının bizi rahatsız etmemeleri
için. Bunların hepsi, insanın içindeki hürriyete kavuşması
için birer olanaktan başka bir şey değildir. Yani, nefis ile
vicdanın mücadelesinde dengeye gelmektir. Çaba sarf etmektir.
Yani, asıl olan para kazanmak, iş yapmak değildir. Gerçek
çaba, sizin yaptığınız iç mücadelenizdir. Sürekli
arayacaksınız. Hem iyiyi, hem kötüyü. Olumsuzu bulup,
içinizdeki o düşünceyi yenmeye çalışmalısınız.
Talih, şans, miras yemektir. Bu miras geçmiş yaşantılarda kazanılan
kıymetlerdir. O kıymetlerin sonuçları bazen aynı hayat
içerisinde değil de daha sonraki hayat(lar) içerisinde de
yaşanabilir. Bu, poker masasındaki şans değildir. O ayrıdır.
Kısmet dediğimiz olay, yani talih, tamamen insanın geçmiş
hayatlarda elde etmiş olduğu bir mirastır. Talihin iyisi de,
kötüsü de vardır. Fakat tüm bu ikilemeler yanlıştır. İnsanın
duygusal zayıflığından kaynaklanmaktadır. Tüm bu olaylar
bizzat insanın kendi çabasının sonucudur. Hiç kimsenin suçu
yoktur. “Toplumun kabahati” diye bir şey yoktur. Toplum
dediğimiz de sen, ben değil midir? Bizim dışımızda ayrı bir
şey mi var? Toplum insanın aynasıdır. İnsan nasıl dengesiz
ise, toplum da o derece dengesizdir. İnsan nasıl duygusal bir
varlıksa, toplum da o derece duygusal bir gruptur. Topluluk da
müşterek deneyim alanlarından bir tanesidir. Her birimiz
dayanışma içerisinde birbirimizin bilgisine, tecrübe ve
görgüsüne, hatasına, iyiliğine, hatta kötülüğüne muhtacız. Ben
her tecrübeyi yapamam, ama gözleyebilirim. Demek ki
birbirimize destek olmamız gerekli.
Kaderin esası tekamül etmektir. Bu işten kurtuluş yok.
Olgunlaşmak, pişmek, hamlıktan kurtulmak kaderdir. Bunun
dışında hiçbir kader bizi sarmamıştır. Hayatta insan, anasını,
babasını kaybeder, iflas eder, iftiraya uğrar, içkiye düşer,
hapis yatar, kazaya uğrar. Her şey gelir insanın başına. Harp
çıkar, zelzele olur vs. Bunların hepsi, yaşamakta olan zeki
varlığın (ona ait olmak üzere) olgunlaşmasına, onun hamlığının
giderilmesine yani ruhsal evrimine hizmet eden olaylardır.
Onun için, yakınmaya sızlanmaya, sövüp saymaya gerek yoktur.
Her işin ilacı sabırlı çalışma ve sonuna kadar çaba
harcamaktır.
|