Dünyaya mutsuzluk ve
doyumsuzluk hakimdir. İnsanlığa vadedilen mutluluk reçeteleri
boşa çıkmaktadır. Şöyle yaparsanız mutlu olursunuz, denilen
insanlar büyük kitleler halinde mutsuzluk ve bedbinlik
yaşamaktadır. Birçok doktrinin vaatleri insanları gerçek
anlamda mutlu etmeye yetmiyor. Ve şimdi her şey daha da büyük
bir sis bulutu içine girmiş durumda. Dünyanın karışıklık
içinde olmayan tek bir ülkesi yok. Objektif olarak
şöyle bir bakalım etrafımıza; son on yıl içerisinde, hatta son
on beş yıl içerisinde kavga-dövüş etmeyen, hırsızlık, tecavüz
konusunda bir olay çıkmayan, doğal yaşayışın dışında anormal
davranışlar göstermeyen tek bir ülke var mı? Beş seneden
vazgeçelim, bir seneye inelim, hatta bir saat içinde bile
böyle dengeli bir ortam bulamazsınız.
İnsanlık, hangi
ülkede olursa olsun, her an büyük bir ıstırap cenderesi
içerisinde sıkışmış kalmıştır. Bu durumda feryat etmekte ve
çeşitli feryat şekilleriyle yardım isteyerek kurtuluş için
çırpınmaktadır. Gerçekten de belirli bir devrenin sıkıntıları
ve karanlığı insanlığın üzerine tamamen çökmüştür. Bütün bu
gerçekler; müşahedelerle, istatistiklerle, araştırmalarla
objektif olarak ortaya konulmuş durumdadır. O halde insanlık
köklü bir değişime muhtaçtır. İnsanlığın köklü bir değişime
ihtiyacı olduğu gün gibi aşikardır. Artık bundan böyle yeni
bir işleve, yeni bir hayata, yeni bir anlayışa, yeni bir
bilgiye ihtiyaç vardır. Şu anda mevcut olan bilginin
üzerindeki bütün faydalı kısmı, işlene işlene bitmiş bir
toprak gibi akıp gitmiş ve altından kayaları çıkmıştır.
Bugünkü müesseselerin durumu budur. Kaya haline gelmiş, çıplak
toprağa benzemektedirler; üzerlerindeki bereketli toprak
bitmiştir.
Değişim Nasıl Olacaktır? Değişim
nasıl olacaktır? Değişim sebep-sonuç yasalarına göre gelişir.
Böyle bir değişim tabi ki yine kendiliğinden olacak değildir.
Sebep-sonuç yasalarına bağlı olarak olaylar dengelendiği, pek
çok sebep ve pek çok neticeyi doğurduğu andan itibaren hiç
kimse bu yeniliğin önüne geçemez. Sanıyoruz ki bu büyük
hazırlık artık başlamıştır.
Eskilerin veya hala altına, gümüşe
hevesli olanların ifadelerine göre, altın çağ arayışı
başlamıştır. Fakat herkes elindeki kıymetlerin ne olduğunun
hesabını hızla yapmak zorundadır. İnsana sadece kendisi yardım
edebilir. Herkes elindeki kıymetin ne olduğunun hesabını
yapmak zorundadır. "Ben
neye sahibim, şimdiye kadar neye güvenmişim, neyin ardından
koşmuşum, elimde kalan nedir? Ne biliyorum? Ne gibi bilgim
var? Neye inanıyorum?
demelidir. Fakat falancanın sözlerinden dolayı değil,
filancanın tasdik etmesinden dolayı değil, filan yerden
gelmiştir, doğrudur diyerek değil. Bu sorulara insanın kendi
içinin ne söylediği önemlidir.
Eski bilgiler yoz
kayalardır. Oraya atılan tohum kesinlikle yeşermez. Kendi
içinize dönün, kendinizden başka kimseden medet ummayın. Kendi
şuurunuzdan, kendi vicdanınızdan başka size kim yakın
olabilir? Size kendinizden daha yakın kimse var mıdır?
Ellerinize, yüzünüze, ayaklarınıza bakın; size sizden daha
yakın ayak var mı? Saç var mı? Öyleyse hiç kimse size sizden
daha yakın değildir. Bunu ispatlamaya gerek bile yok. İnsana
hiç kimse yardım edemez. Hiç kimseden yardım beklemeyin. Boş
inançlardan, yıpranmış inançlardan vazgeçmeye çalışın. Ama bu
vazgeçişiniz, "vazgeçtim" demekle olmaz; ağızla, dille
vazgeçilmez, içeriden gelen anlayışla vazgeçilir. İnsan,
anlayışını değiştirebilmek suretiyle vazgeçtiği maddenin
esaretinden ve yanlış kanaatlerinden kurtuldukça onlardan
boşalan yerlere çok daha iyi, güçlü ve ruhunun gelişmesine
yardımcı bilgiler doldurabilmelidir. Değişim için gereken bu
gücü gösteremezsek; bu fedakarlığı, bu terki yapamazsak
şuradan şuraya gidemeyiz.
Terk Zamanı Şimdi terk zamanıdır.
Çıkarıp attığınız şeyi bir daha düşünmeyeceksiniz bile. Kesin
bir yok ediş gerekir. Dönüp arkanıza bakmayacaksınız bile.
"Acaba saklasam mı, ileride lazım olur, niye atayım ki?"
dediğiniz an işiniz biter çünkü arkanızdan gelen sizi ezerek
geçip gider. Çıkarıp attığınız şeyi bir daha düşünmeyeceksiniz
bile çünkü ileride, muhakkak ki, size daha güzeli
verilecektir. Hiç merak etmeyin. Her attığınız, yok ettiğiniz,
terk ettiğiniz şeyin yerine daha güzeli, daha iyisi, daha
mükemmeli verilecektir. Bu anlayışa, bu kavrayışa, bu ruh
haline ulaşabilmek çok zordur. Bu anlayış ancak yaşayarak
öğrenilir. "Yaparım, ederim" demekle bu hale ulaşmak mümkün
değildir. Bu ruh hali ancak yaşanır ama azar azar yaşanır.
Birdenbire
büyük tecrübeler yapmak isterseniz olmaz. Maneviyatınız
bozulur. İnsan bir anda yumruk veya tokat yemiş gibi yüzüstü
yere düşebilir. Küçük küçük minik adımlarla dev adımlara
ulaşabilirsiniz. Değişim gerçekleşecektir. Başkalaşmanın
arifesindeyiz. Yeni bilgi mevcuttur.
Büyük değişimin bilgisi mevcuttur. İnsanlık için bu bilgi
verilmiştir. Ama belirttiğim gibi sebep-sonuç yasası gereği
henüz dengesine oturmamıştır.
İbre tam sıfır noktasını
gösterdiği anda şalter çekilir. O denge oluşmak üzeredir, yani
sebepler gelmiş yığılmış, büyük bir neticeyi meydana getirmek
üzere katalizör diğer vakaların oluşmasını veya onların araya
girmesini, meydana çıkmasını bekliyor. Bugün ülkemizin ve
diğer ülkelerin durumu aynen böyledir. Katalizör diğer
vakaların oluşması ve onların araya girmesi, meydana çıkması
bekleniyor. Çok büyük bir nehrin barajı doldurup taşması için
yan kaynakların bulunması gerekir. Bugün insanlığın durumu
işte budur. Baştan aşağı bir hazırlık içindeyiz. "Bu işin sonu
ne olacak?" diyoruz. Ama cevap budur çünkü denge budur.
Sebep-sonuç yasası böyle çalışır.
Hazırlık
Devresi İşte, dünya böyle bir devre
içinde, böyle bir hazırlık içindedir. Bütün olup bitenleri, bu
gözle bakarak gözden geçiriniz, dünyanın kendini nasıl bir
değişime hazırladığını göreceksiniz; siyasetteki
değişiklikleri, dünyadaki savaşları hep bu açıdan düşünmek
gerekir. Her savaşan ülke aslında kendi halkını
uyandırmaktadır. O insanlar, kendi milletlerinin uyanması için
mücadele veriyorlar. Bütün mesele savaşan o iki kavmin, o iki
halkın uyanması içindir. Ancak o ıstırabın içinde kalarak
uyanacaklar ve "Biz ne yapıyoruz?" diyecekler ama daha henüz
bunu söylemiyorlar. Şimdilik, yalnızca şehit olmayı yaşamanın
zevkini tadıyorlar. Halbuki insan yaşamının amacı şehit olmak
değildir; insan tekamül etmek için dünyaya doğmuştur, gelişmek
için buradadır ve bu amaç içinde gerekirse kendini feda
edebilir, yok eder ve gerekirse şehit eder. Bu bir
fedakarlıktır. Ama fedakarlık sadece canını vermekle değil,
kendi zamanını, bilgisini, sevgisini, hoşgörüsünü, enerjisini
başkalarına vermekle olur. Şehit olmanın bir tek tarifi
yoktur. Hakikatte, şehit olmak başka bir iştir; Kainat Şümul
bir uygarlık yolunda gelişmek için yapılan, yapılması
gerekenlerdir. Bu Kainat Şümul uygarlık, teknolojik Batı
uygarlığı gibi değildir, gerçek bir uygarlıktır.
Önemle belirtmek gerekir
ki, dünya üzerindeki ulusların ruhsal tekamül haritaları çok
değişiktir; coğrafi yada milli haritalar, oralarda
yaşayanların ruhsal tekamül mertebelerini asla belirtmez.
Bazen milli sınırlar ülkeleri birbirinden ayırsa da yöresel
olarak o bölgelerde yaşayan halkın tekamül düzeyleri belli bir
ortalama üzerinden benzeşir. Milli sınır iki ülkeyi
birbirinden ayırır ama bir tanesinin halkı, gelişim bakımından
komşu ülke ile paralellik arz eder. Örneğin, bir mahallede
yirmi aileden pek çoğu birbirine düşmansa ve kan davası
güdüyorsa sınırlar bakımından o ülkede savaş olmasa bile, o
yöre halkı tekamül ihtiyacı bakımından kan dökmeye muhtaçtır
ve mutlaka karışıklık çıkar.
Anlayacağınız, ruhsal
tekamül perspektifi içerisinde görünüm hiç bizim sandığımız
gibi değildir. Tüm bunlar bizim dünyasal bilgi dağarcığımızı,
dünyasal bakış açımızı aşan meselelerdir ve ancak çok daha
yukarıdan ve üstün bir bakışla anlaşılabilir.
Evet, büyük değişimin
arifesindeyiz ve sebep-sonuç yasası gereği, olaylar kendi
içinde bir dengeye kavuştuğunda, bizi birliğe kavuşturacak
olan yeni bilginin önüne hiçbirşey geçemez. Değişim zaten
süreklidir. Değişim içermeyen hiçbir beşeri hayat yeryüzünde
mevcut olmamıştır. Fakat büyük değişimler nadiren meydana
gelir. İnsanlık realitesi kitlesel olarak bütün bir şekilde,
global bir şekilde seviye alması çok büyük bir mesafe isteyen,
çok uzun zaman süresi içinde, bir takım mekanizmaların devreye
sokulmasını gerektiren işlerdir. Çok büyük sabır, çok büyük
bilgi, basiret ister.
Değişim Kadroları Değişim bütün varlıkların,
yani değişim kadrosu içersine girmiş olan bütün varlıkların
ihtiyaçlarının, öz ihtiyaçlarının sağlanmasından sonra meydana
gelir. Değişmesi söz konusu olan varlıklar, bu ihtiyacı zaman
içersinde, milyonlarca seneden beri göstermişlerdir. Dünya
yörüngesine girdikleri andan itibaren değişimin nasıl olacağı
konusunda hep hesaplamalar yapılır, hep yapılmıştır. İleride
hangi aşamadan hangi aşamaya geçilecektir? Bu hesaplar elbette
ki, o varlıkların enkarne olma sebeplerine istinaden yapılır.
Varlığın enkarne olma sebebi, aynı zamanda onun
ihtiyaçlarıdır. Her varlık, değişim bakımından temel
ihtiyaçlarından başlayıp en süptil ihtiyaçlarına kadar büyük
bir listeye sahiptir. Temel ihtiyaçlarını yerine getiremezse,
daha süptil ihtiyaçlarını da yerine getiremez. En dıştaki
kapının anahtarına sahip değilseniz, en üstteki odaların
anahtarlarına da ulaşamazsınız. Tüm ihtiyaçlar temin
edilinceye kadar değişim gereklidir. Ruhsal İdare
Mekanizmaları, Yönetici Mekanizmalar varlıkların ihtiyacını
sağlayacak şekilde olayları mütemadiyen üst üste iç içe,
haberli habersiz meydana getirmek suretiyle, bu olayların
taşıdığı tesirlere muhtaç olan bütün varlıkları uyanık
vaziyette tutarlar. Geçirilmesi gereken tecrübeler geçirilir.
Ağlayan ağlar, gülen güler ve ortalama bir anlayış meydana
getirir. Ortalama bir anlayış meydana geldikten sonradır ki,
bütün varlıklarda ihtiyaçlarından dolayı bir değişim meydana
getirmek mümkün olur.
İllüzyondan hakikate geçmek
kolay değildir çünkü ihtiyaçlar esasında yapaydır.
İhtiyaçların tatmini demek, ihtiyaçların illüzyonundan
kurtulmak demektir. Ve varlıklar muhakkak bu yasak meyveden
yemek zorundadırlar. Bunun bir aldanış olduğunu, illüzyon
olduğunu olaylar kendi kendilerine ispat ederler.
İnsanlık giderek kendi
ihtiyaçlarını daha az aldatıcı olan başka ihtiyaçlarla
karşılama gücünü kazanıyor, liyakatini artırıyor; kısacası
değişime hak kazanmaya başlıyor. Mücadele ede ede geldiği
noktada şimdi, işin doğrusunu arıyor. "Muhtelif kitaplarında
muhtelif şeyler söyledin. Bunların hiçbirisi benim realiteme
uymuyor, ihtiyaçlarıma cevap vermiyor. Bana öyle bir bilgi
vereceksin ki, illüzyonu olmayacak, yani aldatıcı olmayacak.
Zaten olmayan bilgi olacak. Bende bütün bir ihtiyaç kitlesini
bir anda silip atmalı, ancak o zaman değişebilirim," diyor.
Fiziksel değişimden bahsetmiyor çünkü mantal değişim sonuç
olarak fizik değişimi de meydana getirebilir. Ama zannetmeyin
ki, üçüncü gözünüz açılacak. Değişime uğrayan insan fizik
bedenin enerji tutma kapasitesini yükseltebilir,
dayanıklılığını artırabilir.Hastalıklara olan mücadelesini çok
kolaylaştırabilir ve böylece biyolojik hastalıkların adedi çok
azalabilir, hatta tamamen yok olup geriye yalnızca, tamamen
enerjetik seviyedeki hastalıklar kalabilir. Bunlar, değişim
sonucunda insanlık için bire bir yaşanılacak hususlardır.
Hastalıkların imtihan aracı
olmaktan çıkması demek bu değişimin kapsamının büyük olacağını
işaret etmektedir. Çünkü varlığın artık zaten her tarafını
kendisinin kontrol ettiği bir hal anlamına gelir. Şu an bizler
kendimizi, vücudumuzu kontrol edemiyoruz. İnsan bedenini
kontrol edebilen sistemler hastalıkları bize, sırtımıza birer
sınanma olarak yüklüyorlar. Varlık ıstırap çektiği her
defasında kendisiyle hesaplaşır.
"Allahım ben ne yaptım ki
bunu başıma verdin?" der. Allah'a şikayet eder ama diğer
taraftan yardımı yine Allah'tan ister. Ama illüzyon ile
alakalı hussuları ortadan kaldıran bilgi geldikten sonra
suçlamalar da ortadan kalkar çünkü suç ve ceza ikilemi biter.
Ve varlık her şeyin bilgisizlikten ortaya çıkmış olduğunu,
suçlayanın da suçlananın da suçun da olmadığını, yalnızca bunu
bilmediği için öyle söylemiş olduğunu anlar.
Dolayısıyla
değişimden hiç korkmayınız. Dünya mutlaka daha mutlu bir yer
olacaktır.
|