Fizik
beden öldüğünde ruh varlığı bedenle ilişiğini kesmiş demektir ve varlık
astral beden ya da
perisprital bedenle varlığını sürdürür. Ruh-beden ilişkisinin bu kesilme şekline
tıpkı elektrik düğmesinin kapanması gibi diyebiliriz. Elektrik düğmesini
çevirdiğinizde ortalık bir anda kararır. İşte bunun gibi ruh, beden
üzerindeki konsantrasyonundan vazgeçtiğinde beden atıl kalır ve çürümeye
mahkûm olur. Ruh beden ilişkisi sürdüğü sürece o beden
canlı hâldedir.Ölüm olayıyla ruhsal varlık şuur projeksiyonunu başka bir
ortama ve o ortamın özelliklerine uygun bir bedene kaydırmış demektir. Bilindiği gibi bir ömür boyu süren
canlılık hâli içinde ruh-beden ilişkisi; uykuda, bazı rahatsızlıklarda,
baygınlık hâllerinde, trans durumunda gevşer
ve ölümle tamamen ortadan kalkar.
ÖLMEK
BOYUT DEĞİŞTİRMEKTİR
Ölümün
bir son olmadığını anlamalıyız. Bir varlık için ölüm bir realitenin
bitimi, diğer realitenin başlangıcıdır. Çünkü varlık için ölmek veya
doğmak değişik iki boyut arasında bir geçişten
ibarettir. Ne ölüm ne de doğum sanıldığı kadar büyük bir olay değildir.
Bir boyut sistemi içinde yatay şekilde hareket edildiği sürece daima
birbirine sebep ve sonuç bağlarıyla bağlı olan olaylarla karşılaşırız.
Fakat dikey şekilde hareket etmeye başladığımız zaman, bulunduğumuz
realitenin başka bir plân altında hareket ettiğini görmemiz mümkündür. Bu düşünce bize ölüm ötesi hakkında bir
fikir vermektedir. Kendimizi bir kâğıdın yüzeyine yapışık olarak
düşünelim. Kâğıdın üstündeki yazılar da varlık olsun. Bu durumda sadece
iki boyut söz konusudur. Üçüncü bir boyuta
geçebilmek için kâğıdın kalınlığının olması gerekir. Ve biz
üçüncü boyuta geçtiğimiz zaman iki boyutlu
sistemin bütün yasalarının dışına çıkmış oluruz. Aynı şekilde üç boyut
içinde yaşayan bizler, dördüncü boyuta geçtiğimiz
zaman dördüncü boyutun yasalarına bağlanır, üçüncü boyutun bütün
yasalarının dışına çıkmış oluruz. Elbette ölümden sonra varlığımızı
sürdüreceğiz. Fakat bu bedenli bir var olma hâli değildir. Çünkü
bedenimizi hiçbir yere götürmüyoruz. Beden bir süre sonra bırakılması
gereken, bizim yeryüzü görgü ve tecrübelerimizi sağlayan, oldukça
elverişli bir vasıtadan başka bir şey değildir. Varlık, bedenini terk
ettikten sonra varlığın var olma hâli, şuurlu istekleri, şuurlu etkileme
gücü ve şuurlu davranışları devam eder.
Aslında ölüm diye bir şey yoktur. Doğuşlar
vardır. İnsan sürekli olarak yeniden doğar. Hem ölünce
öte âleme doğar, hem de bu hayatı içinde
realite değişimleri ile yeniden doğar. Demek ki, bilgili bir insan için
ölüm değil sürekli doğuşlar vardır, sürekli yenilenmeler vardır. Bir
atom bile kendi içinde yasaları uygulayarak belli bir düzen içinde
sürekli bir hareket, başka bir atomdan çözülme, başka bir atomla
birleşme ve yeniden doğuş içindedir. Öldükten sonra
spatyom adı verilen ince titreşimli duyular dışı bir âleme
geçilir. Öte âlem
tahayyül, yani imajinasyon yoluyla
geçilebilen bir âlemdir. Duyular âlemimiz
sınırlıdır ama duyular dışı âlemin sınırı yoktur.
RUH GÜCÜ
Varlık,
özündeki ilke ve kanunların sahibi olduğunu tezahür âlemindeyken
kanıtlamalıdır. Dünya hayatında yaşarken Varlıksal İlke ve Yasaların
öğrenimini yaparız. İnsanoğlunun nefsaniyetini,
düşüncelerindeki kabalığı, anlayış azlığını yok edip, ruhunun gizli
gücünü kullanabilmesi için ruh gücünü tanıması ve bilmesi gerekmektedir.
Bizler, fizik bedene ait güçlerimizi fazlasıyla kullandığımız için,
düşünce ve eylemlerimiz kaba düzeyde kalmakta, yani dünyanın, insanın
spiritüel güçlerini aşağıya çeken
etkilerinden kurtulamamaktayız. Oysa varlık ancak ruh gücünü kullanma
oranını artırdığı ölçüde incelir, sezgileri artar ve
"Varlıksal
İlkelerin" koruyucusu olmaya
başlar.
|