Bizler, çok boyutlu Holografik Bir
Evren’in sadece bu boyutunda yaşıyor; üç boyutlu bir dünyanın
maddesini inceltmek, geliştirmek ve şeffaflaştırmak için uğraşıyoruz. Peki,
iç içe geçmiş bir şekilde sonsuz bir skala
çizen öteki boyutlarla hiç ilişkimiz yok mu? Olmaz olur mu? Yoğun bir
konsantrasyon içinde düşündüğümüz her an, kendi şuur kapasitemizin
zenginliğine göre, boyutlar arasında dolaşır dururuz.
Algılamalarımız, sezgilerimiz ve içe
doğuşlarımız, bizlere çok uzak diyarların gizemini ve bilgisini taşır.
“Algılama ve
Sezgilerimizin keskin ve net olması ise, önyargısız olmamıza ve
kendimizi yeni bilgilere açık tutmamıza bağlı.
Farkındalık hâlimizi artırmak için anı değerlendirmeli, o
günün, o haftanın veya o kişinin taşıdığı mesajı algılamaya
çalışmalıyız. Oysa hepimizin kendi standartlarını korumak adına öyle
kısıtlayıcı yargıları ve korkuları var ki, bu korkular,bizi, bildiğimiz
ve yaşadığımız şuur hâlinin biraz dışına çıkaran her farklı şuur
hâline direnç gösteriyor. İş değiştirmek, taşınmak, yeni bir çevreye
girmek, yeni bir bilgi veya insanla karşılaşmak, hatta âşık olmak bile
bizi çok derinden sarsabiliyor ve hemen eski bildik hâlimize dönmek
istiyoruz.
Algılama,
farkındalık ve değerlendirmelerle ilgili şuur hâllerimiz doğum
haritalarımızdaki farklılıklar nedeniyle de;(her insan
parmak izleri gibi eşsiz ve tektir) düşüncelerimiz ve yargılarımızla
oluşturduğumuz soyut bir plâtformda ya
gelişiyor ya da bizi çepeçevre saran
duvarlara dönüşüyor. Düşüncelerimizin ve yargılarımızın niteliği ve
değişimiyle birlikte kendimiz de o plâtformun üzerinde yükseliyor veya
yargıların daracık alanına sıkışıp kalıyoruz.Kendimiz ve olası
potansiyelimizden de habersizsek her şey
daha da zorlaşıyor.
‘Kısır bir döngünün çevresinde dönenip, hiç kurtulamayacağımızı bile
zannedebiliyoruz…’
Hepimizin yakın çevresinde, bu her iki tipteki insana ait örnekler
vardır. Kendi yargılarının sıkıştırdığı duvarlar arasında
âdeta bir kafese kapatılmış
gibi yaşayan, kendi düşüncelerinin mahkûmu matlaşmış insanlarla; her
türlü yeniliğe açık, değişimden korkmayan, önyargısız, yaşamın her
anına ilgi duyan, canlı, sıcak ve neşeli insanlar! En azından
gözleriyle gülümsemeyi hiç unutmayan, somurttuğu günler için üzüntü
duyan insanlar…
Algılamak ve her olayda kendimizi
yeniden yaratmak için tek şansımız var. O da
“Anı Yaşamak” Yani daha öz
Türkçe'si, yaşamın getirdiklerine ve
götürdüklerine direnmemek… Ama en önemlisi, gülmeyi unutmamak… Hatta
bazen kendisine ve yaşama kahkaha dolu bir pencereden sıcacık bir
bakış atıvermeyi de hiç ihmal etmemek…
|