“Bütünsellik yaratmak” anlamına
gelen holopoiesis’i
tanımlayabilmek için ayrı bir dile ihtiyaç olduğunu
düşünüyorum ve böyle bir dilin ego üzerinde çalışmak konusunda
kulağa nasıl geldiğiyle ilgili doğrusu daha yoğun bir
araştırma yapmayı isterdim.
Eğer egomuz yüzleşmemiz gereken bir yanımızsa, bunu ayrımcı
değil de bütünsel bir tavırla nasıl yapabiliriz?
Ego kelimesi nasıl
kullanıldığına ve kimin kullandığına bağlı olarak farklı
anlamlara gelir. “”Ben” ya da “Benlik”in niteliği anlamına
gelen Latin bir kökene sahiptir. Psikolojide sağlıklı olmak,
sağlıklı bir zihinsel akışa sahip olmak için gerekli olan
belirli zihinsel fonksiyonları tanımlamak için kullanılır.
Bazı ezoterik öğretilerde ego; kişiliğin, bedenlenmenin ve
bireyselleşmenin vasıtasıdır. Diğer felsefelerdeyse bizlerin
bölen, aldatan, kontrol etmeye çalışan ve ruhsal olmayan,
olumsuz davranan yanımızı ifade eder. Ego bizim
“hileci-benliğimiz”, “küçük-benliğimiz”, “bencil-benliğimiz”,
kendine yontan, kendi istediği uğruna başkalarını feda eden,
içimizdeki, kendimizle ve yaşamlarımızla ilgili negatif olan
her şeyin barındığı, korkudan ve kuruntudan beslenen yerdir. Dolayısıyla, bizim nasıl
tanımladığımıza bağlı olarak ego, psikolojik ve ruhsal
sağlığımız ve gelişimimiz için gereken, insanlığımızın ve
kimliğimizin vazgeçilmez bir parçasıdır, ya da tam tersine,
büyümemiz, sağlığımız için bir engel ya da daha da kötüsü,
insanlığı kuşatan kötülüklerin kaynağıdır.
Ego düşüncesinin ardında
kendimizi anlama çabası yatar, “neden böyle davranıyoruz?”
sorusu yatar. Üzerinde çalışarak sadeleştirilmesinde ise
duyarlılık, huzur vardır, öyle ki, hastalıkların kökeninde
kendi kendimize ya da diğerlerinin bize ne yaptığı gibi basit
bir neden vardır. Kendimizden çıkarıp atabileceğimiz ya da
iyileştirebileceğimiz zarar gören bir tarafımız mutlaka vardır
ve bunu yaptığımızda her şey iyi olacaktır. Ama ya eğer bütünsel dünya
görüşünün öne sürdüğü gibi her şey bundan daha karmaşıksa?
Golf oyununu ele alalım. Golf, tanımlaması basit bir
spordur. Küçük bir topu bir sopayla en az sayıdaki vuruşla
birkaç metre uzaklıktaki bir başlangıç noktasından, yerdeki
bir deliğe sokmaya çalışırsınız. Golf, eğer bütün yapılması
gereken bir sopayı sallayıp topa vurmak olsa basit bir spor
olurdu. Ama her golfçü, bu oyunda iyi bir skor elde etmenin,
bedenin nasıl hareket ettiğine ve çevreyle nasıl etkileştiğine
bağlı olduğunu iyi bilir. Başarılı bir oyun çıkarmanın
anahtarı vuruşunuzdur, gittiği yeri kontrol edebilmek için
topa nasıl vurduğunuzdur.
Bu vuruş; görüş yeteneği,
duruş, adale yapısı, sopanın yapısı, sopayı nasıl tuttuğunuz,
topun pozisyonu, oynadığınız arazinin yapısı, nem, rüzgar
koşulları, gürültü gibi çevresel etkenler ile zihinsel ve
duygusal durumunuz gibi koşulların hepsinin birbirleriyle
karmaşık bir etkileşimiyle gerçekleşmektedir. Topu golfçünün
istediği noktaya yönlendirmede başarı, golfçünün bu unsurları
bir bütünselliğe ulaştırabilmesindeki becerisine bağlıdır.
Topa vuruşun topun delikle ve üzerinde bulunduğu arazinin
yapısıyla bağlantılı olan pozisyonlarına bağlı olan değişik
noktalara yönelmesinin anlaşılabilmesi ve geliştirilmesi
üzerine çalışan başı başına bir sektör gelişmiştir. Her şey
bir araya geldiğinde bir topun zarif bir şekilde yükselip
golfçünün yönlendirdiği noktada yere düştüğünü, hatta tek
bir vuruşta deliğe girdiğini görürüz. Bu olmadığında ise
topunuzu aramak için kum kapanlarına koşturur ya da çimenli
yola yakın alanlarda topunuzun peşine düşersiniz. Ya da topun
nereye gittiğini merak ettiğinizde ve yere bakıp olduğu yerde
durduğunu gördüğünüzde muhtemelen golf sopanız rüzgarda
uçarken sizi de bir titreme almıştır.
Bu olduğunda, amatör
bir golfçü durumunu kurtaracak bahaneler aramaya başlayabilir.
Bunun sopalardan kaynaklandığını söyleyip onları bir kenara
atabilir. Ya da gözlerinin
bozukluğundan veya kollarındaki adalelerden ya da başka bir
nedenden kaynaklandığını iddia edebilir. Ayrıca haklı olması
da olasıdır. Bu iş için yanlış sopayı seçmiş olabilir ya da
daha iyi görebilmek için gözlüğe ihtiyacı olabilir. Ama
başarısız vuruşlarının sopayı tutuşu, duruşu, sopayı
sallarkenki devinimi ve bunun gibi bir dizi nedenin bir
kombinasyonu olması ihtimali daha yüksektir. İyi bir golf
profesyoneli ya da öğretmeni bu problemi, golfçünün
oynayışındaki tüm özelliklerini dikkate alarak
tanımlayacaktır. Örneğin şöyle aptalca bir cümleyi sarfetmesi
olasılığı oldukça düşüktür, “Senin ellerin sopayı yanlış
kavrıyor, neden onları kesip atmıyorsun?”
Benzer bir deneyime yazma
konusunda da sahibim. Bazen bir paragraf üzerinde çalışıyorum
ve söylemek istediğimi ifade etmenin en doğru yolunu bulmaya
çalışırken, bir kitaptaki basit bir bölümü tatmin olmadan önce
belki yirmi kez tekrar yazdığım bilinir. Bazen de bir akış
gelir (yazarlık alanında) ve kelimeler birden beliriverir. Her
şey aynı anda akar ve tek seferde bir bölümü yazıveririm. Ama
bu olmadığında (ki çoğu zaman böyledir) ben tutup “Hımm, benim
kötü bir yanım var ve bu yanım sürekli zihnime yanlış
düşünceler getirip duruyor” demem. Bunlar gerçek olsa güzel
olurdu çünkü durumu kolaylaştırırdı ama gerçekte yazılarımın
neden belirli zamanlarda akmadığının nedenleri çok sayıda ve
karmaşıktır, bunlara fiziksel ve zihinsel yorgunluk, o iş için
gerekli ve uygun kelimelerin eksikliği, çevresel dikkat
dağıtıcı etkenler (daha çok dışarıda, güneşin altında yazmayı
tercih ederim!),
düşüncelerimde belirsizliklerin olması ve bunun gibi nedenler
dahildir.
Her iki durumda da,
bahsettiğimiz şey beceridir, bir golfçü olarak beceriklilik ve
benim bir yazar olarak sahip olduğum beceri; bunların her
ikisi de bir dizi etkenin arasındaki karmaşık ve dinamik
ilişkilerden meydana gelmiştir.
Bütünsel bir bakış açısı hayatla olan
etkileşimlerimizi de bir beceri olarak görmektedir. Her şey
iyi gittiğinde bu, doğru kelimeleri bulmak ya da mükemmel
vuruşu yapmak gibidir. İşler iyi gitmediğindeyse, vuruşu yapıp
deliği kaçırdığımızda olasılıkla bunun bir dizi nedeni vardır,
içimizdeki “ego” adı verilen tek bir kötü kaynak değil.
Sorunlarımızın kaynağı olarak
egoya (ya da herhangi bir şeye) odaklanmak durumun
karmaşıklığını ve sahip olduğumuz (ya da olmadığımız)
yeteneklerimizi gerçekten ayırd edebilme şansımızı azaltır.
Eğer kötü olan skorumun golf sopalarımdan kaynaklandığını
söylersem, olasılıkla iyi bir vuruşu sağlayan diğer fiziksel,
psikolojik ve çevresel etkenlerin hiçbirine bakmayacağım için
asla gelişemeyeceğim demektir.
Ama tabii golf sopalarımı
bir kenara fırlatmak ve yeni bir çift sopa almak daha kolay ve
bu bana daha az sorumluluk yükleyecektir. Oyunumun asla
gerçekten gelişmeyeceği kimin umurunda? Golf benim için
sürekli bir şeyler satın alıp yeni sopaları deneyerek mükemmel
driver’ı, mükemmel *irons’ı
(*Golfte
çimenlik alandaki topların vuruşu için kullanılan ve farklı
açılara, dolayısıyla farklı numaralara sahip olan sopalardır.)
ve mükemmel
*putter’ı
(*Golfte
çimenlik alanın sonundaki özel çim adacıklardaki topun vuruşu
için kullanılan sopa)
bulmayı umut ettiğim bir spor olacaktır.
Benzer şekilde,
ruhsallığın onlar için “egolarıyla
ilgilenmekten” ibaret olduğu
insanlarla tanıştım, oysa kendilerine sorun yaratmaya devam
eden ki insanlarla olan ilişkilerinde ve tavırlarında
becerilerinin eksikliğine karşı kördüler. Kendilerinin sadece
tek bir yanlarına odaklanmış, o yanlarının yanlış ya da
kırılmış olup olmadığıyla ve ondan kurtulurlarsa ya da
onarırlarsa her şeyin çok güzel olacağını düşünüyorlardı. Onu
bir kez onardılar mı ya da ondan kurtuldular mı, tıpkı
sopalarını suçlayan golfçü gibi onlar da kendi sorunları için
suçlayacak bir yanlarını bulacaklardı. Öyleyse daha çok
onarmalıyız! Ondan daha çabuk kurtulmalıyız!
Bu da bizi
baştaki soruya getiriyor;
"İnsan bütünsel bakış açısını
koruyarak egosu üzerinde nasıl çalışır?" Ne onu kendimizden ayrı bir
parça olarak görerek olabilir bu, ne de sorunlarımızdan dolayı
onu (ne de hayatımızdaki başka herhangi bir unsuru)
suçlayarak. Kendimizi bir bütün sistem olarak görmeliyiz,
tıpkı büyük bir golfçünün kendini bütün bir ortamla etkileşim
içine giren bütün bir varlık olarak görmesi gibi. Ayrıca
bizler hayatla olan etkileşimlerimizi dikkat ve pratik
gerektiren bir beceri olarak görmeliyiz. İhtiyaçlarımızı,
başkalarının ihtiyaçlarını, kendimizi bulduğumuz ortamların
ihtiyaçlarını ve parçası olduğumuz daha yüksek bir enerji
alanının ve ruhsal çevrenin ihtiyaçlarını giderme konusundaki
dinamik dengeyi bulmak, dans etmeyi öğrenmek veya bir golf
topuna vurmak ya da iyi yazmak ya da buzda dans edebilmek
gibidir. Bu bir beceridir ve anın özelliklerine göre
şekillenmeyi gerektirir. Profesyonel bir golfçünün dehası,
değişen ortamlara uyumlanabilmesinde yatar. Eğer vuruşu
başarısızsa ve top istediği yere gitmiyorsa şöyle diyecektir,
“Ah vuruşum kötüydü”. Daha açık, net davranacaktır. “Bu kötü
bir vuruştu çünkü…” o anda zihninde o anki koşullarda olanları
yeniden canlandıracaktır.
Benzer şekilde,
benim için “Ah bu benim egom
yüzündendi” demek yaşayışıma dair becerikliliğimi geliştirmek
adına bana hiçbirşey ifade etmeyecektir. Bu koşullar altında
ego ne anlama gelmektedir? Bu gerçekten bencil ve ben-merkezci
olduğum anlamına mı geliyor? Öyleyse şöyle demeliyim, “Ah
bencilce davranıyordum çünkü dikkatim ve isteğim ihtiyaçlarıma
odaklıydı, başkasınınkine değil.”
Bu, becerimi geliştirmek için söyleyebileceğim çok özel bir
ifade. Bu bana kendimi tanımak için ne yapabileceğimi
anlatıyor. Kendime “egomdan kurtulmam gerekiyor” demek yerine
“bu durumda başkalarına daha
fazla özen göstermem ve kendi ihtiyaçlarımın karşılanıp
karşılanmaması ile ilgili fazla endişelenmemem gerekiyor”
demeliyim.
Ya da belki de
korkuyorumdur. Korkunun bir ego koşulu olduğunu söylemek
yerine korkuyu inceleyebilirim. Bu korku mu? Endişe mi? Ne tür
bir korku peki? Nereden geldi? Bazı korkular bana hayatta
kalabilmem için önemli bilgiler verir ve çevreyle ilgili
gerçek tehditlerden kaynaklanır. Söz konusu olan bu tür bir
korku muydu? Ya da geçmiş bir anıya dayanan temelsiz bir
endişe miydi sadece? Bu korku her nereden geldiyse bende nasıl
bir reaksiyon oluşturdu? Enerjimi sıkıştırdı mı? Panikledim
mi? Diğerlerini soyutlayacak şekilde kendime mi odaklandım?
Spesifik olarak ne oldu? Golfte vuruşumun kumkapanına isabet
etmesine neden olan doğası neydi?
Kendime özgü niteliklerim,
olayın doğasını, olduğu varsayılan kötü, yanlış ya da eksik
yanlarıma odaklanan halimden, ilişkilerimde ve farkındalığımda
daha çok ya da az beceri gösterdiğimin göstergesi unsurlar
olan eylem ve davranışlarıma odaklanmamı sağlayacak şekilde
değiştirecektir. Böylece kendimi ve başkalarını daha az suçlar
hale gelebilir, kendimi geliştirme yeteneğimin daha çok
farkına varabilirim. Bu bana öğrenmenin kapısını açacaktır.
Belki de
"holopoietic"
dilin en büyük farkı, kendimi nasıl
tanımladığım ve kendimle ilgili nasıl konuştuğum konusunda
kendimi parçalara bölmeyi reddedişimdir. Yani “bu benim egom
yüzünden” demek yerine sadece “bu benim” demiş oluyorum.
Bütünümü ele alıyorum, sadece bir parçamı değil. Olanlar
yüzünden bir bütün olarak ben sorumluyum, sadece bir parçam
değil. Bir parçamı kesip ayırarak ya da ondan kurtularak bu
sorumluluğu marifetmiş gibi göstermeyi reddediyorum.
Holistik bakış açısı
hayatın ameliyatlar değil, uygulamalar bütünü olduğunu ifade
eder.
|